...ondan biraz sonra öğrenmiştim ki,büyük annem,bana,önce Musset'in şiirlerini,,Rousseau'nun bir kitabını ve roman olarak da Indiana'yı getirmek istemiştir...Zira,büyük anneme göre,hafif ve boş şeyler okumak,şekerleme ve pasta nevinden birtakım abur cuburla mideyi doldurmam kadar sıhhate dokunaklıdır; buna mukabil,herhangi bir dehanın büyük nağmesinin,bir küçük çocuğun bile zekası üzerindeki tesiri,ancak,kendi bünyesinin açık havadan ve engin deniz rüzgarlarından aldığı diriltici tesire benzetilebilir...
...
...hakikatta,o,entellektüel bir kıymeti olmayan şeyleri asla almak istemezdi ve ancak,bize,zevk ve saadeti,maddi huzur ile gurur ve nefsaniyetimiz dışında arayıp bulmak yolunu gösteren güzel eserleri seçerdi...Hatta,bizden başkalarına bile 'işe yarar bir hediye' vermek lüzumunu hissedince,bunu -bir koltuk,bir kapak veya bir baston olsun- mutlaka antikalaşmış eşya arasından ayırır ve bunların,uzun zamanlar kullanılmaktan düşmüş olmakla kendilerindeki 'faydalı' vasfını da kaybetmiş olduklarına; doğrudan doğruya bizim ihtiyaçlarımıza hizmet edecekleri yerde,bize eski,sahiplerinin hayatlarına dair birtakım tarihi menkıbeler anlattıklarına hükmederdi...İsterdi ki,benim odamda,meşhur abidelerin fotoğrafları veyahut en güzel manzaraları gösterir resimler bulunsun...Fakat,benim için tam buna benzer bir şey alacağı vakit,bu şeyin ne kadar estetik kıymeti olsa,gene onun altında bir bayağılık,bir 'fayda' sezer; çünkü bunun,nihayet bir fotoğraftan ibaret olduğunu ve herhangi bir güzelliğin makine ile ifade edilemeyeceğini düşünürdü...O vakit kendi kendini aldatırcasına birtakım hilelere başvururdu; mesela satın almaya karar verdiği şeyin,üstünden ticari damga adiliğini gidermek, -hiç değilse biraz hafifletmek için- ona güzel sanatlarla alakalı bir cila vurmaya,onun üzerine güzel sanatın ağırlığını vermeğe çabalardı ve Chartres katedralinin,Grandes Eaux de Saint-Claud'nun veyahut Vezüv'ün fotoğrafları yerine gene aynı yerlerin Corot,Hubert Robert ve Turner gibi büyük ressamlar tarafından yapılmış tablolarının kopyalarını bulmak için Swann'a başvururdu...Bu suretle asıl sanata doğru bir derece daha yükseldiğini hissederdi...Lakin,bu suretle,bir şaheseri veya tabiatı temsil etmek hakkından mahrum edilen ve yerine büyük artist getirilen fotoğrafçı,bu artistin eserini makinesiyle bize aksettirmek hakkını elde etmiş olurdu...Büyük annem,bir bayağılıktan kurtulayım dedikçe başka bir bayalığa rasgelerek gene mücadeleyi elden bırakamaz; Swann'a bahsi geçen eserlerin hiç değilse gravürleri var mı,yok mu diye sorardı ve bunu bulmak kabil olduğunu anlayınca,bu sefer,sanat titizliğini bir parça daha ileriye götürür; bu gravürün,eski ve nadide bir iş olmasını,mesela,bir şaheseri bugün göremeyeceğimiz bir halinde tesbit etmiş bulunmasını arzu ederdi...(Leonardo'nun Cene tablosunun Morgan tarafından berbat edilmezden evvelki gravürü gibi.) Söylemek lazım gelir ki,bu tarzda hediye almak sanatı daima parlak neticeler vermiyordu...Mesela,fond olarak denizin sığ sularını almış bulunduğu şüphe götürmeyen Titien'in karakalem Venedik resmi,bana aynı şehre dair basbayağı fotoğraflardan çok daha eksik bir fikir vermiştir...Büyük halam,bu hususta büyük annem aleyhine bir ithamname hazırladığı vakit,onun kah birtakım genç nişanlılara,kah birtakım yaşlı evlilere hediye edip de daha üstlerine ilk oturuşta kırılıp çöküveren koltuk veya sandalye sayısının içinden çıkılmaz yekunlara vardığı görülürdü...Fakat,büyükannem,üzerinde hala bir eski aşıktaşlığın,bir eski tebessümün ve bazen bütün bir mazi hülyasının uçuşup durduğunu gördüğü bu eşyaların sağlamlığından bahsetmeyi bile adi bulurdu...Hatta,bu eski koltuk ve sandalyelerin,eski oturuş kalkış alışkanlıklarına göre yapılıp da bizim şimdiki rahatlık ihtiyaçlarımıza uymayan biçimleri bile büyükanneme,modern konuşma dilinden silinip gittiği için bize bir edebi mecaz gibi gelen geçmiş zamanın o tumturaklı,zerafetli nüktelerini hatırlatırdı...Bunun gibi George Sand'ın kır romanları da bu antika mobilyalar gibi kullanmadan düşmüş,birer istiare haline girmiş ve ancak köylük,kırlık yerlerde geçebilen ifadelerle dolu idi...Büyük annem,bunları aldıysa,tıpkı gotik üslupta yapılmış bir güvercinliği veyahut insanın muhayyilesine zamanlar boyunca bir imkansız sefere çıkmak hasretini veren herhangi bir eski şeyi var diye bir viran malikaneyi kiraya tutar gibi almıştır...
Annem,yatağımın yanına oturdu; eline François ile Champi'yi almıştı...Bu kitap,kabının kırmızımsı rengi ve anlaşılmaz adiyle benim üzerimde belli bir şahsiyeti ve esrarlı bir cazibe varmış gibi bir tesir yapıyordu...Ben,henüz,tam manasiyle bir roman okumamıştım...Yalnız,George Sand'ın mükemmel bir romancı örneği olduğunu işitmiştim...Bunu öğrenmiş olmak,bende,şimdiden,'François le Champi'de,anlatılması güç,birtakım tatlı şeyler tahayyül etmek istidadını uyandırmıştı...Yüreğimizi yumuşatan veya bizde tecessüs duygusunu kamçılayan bazı tahkiye usulleri; çok okuyan kimselerin hemen bütün romanlarda müştereken bir sanat vasfı olarak gördükleri o bazı endişe veya hüzün verici ifade şekilleri bana pek sade bir şey,mesela François le Champi'nin hususi cevherinin bir kendiliğinden fışkırıp meydana çıkışı gibi geliyordu...Çünkü,ben,yeni bir kitaba,pek çok eşi olan bir nesne göziyle bakmıyor, onu,varlığının sebebi ancak kendine mahsus,başlıbaşına bir şahsiyet sanıyordum...Bir hikayenin altındaki bütün o gündelik vakalar,o basbayağı şeyler,o her vakit söylenen lakırdıların içyüzünde bir duyulmamış yankı,bir acayip şive seziyordum...
Nihayet,annemin okumakta olduğu romanda vakalar başladı...
Kürk Mantolu Madonna / Bir Şehre Gidememek
...
...ondan biraz sonra öğrenmiştim ki,büyük annem,bana,önce Musset'in şiirlerini,,Rousseau'nun bir kitabını ve roman olarak da Indiana'yı getirmek istemiştir...Zira,büyük anneme göre,hafif ve boş şeyler okumak,şekerleme ve pasta nevinden birtakım abur cuburla mideyi doldurmam kadar sıhhate dokunaklıdır; buna mukabil,herhangi bir dehanın büyük nağmesinin,bir küçük çocuğun bile zekası üzerindeki tesiri,ancak,kendi bünyesinin açık havadan ve engin deniz rüzgarlarından aldığı diriltici tesire benzetilebilir...
...
...hakikatta,o,entellektüel bir kıymeti olmayan şeyleri asla almak istemezdi ve ancak,bize,zevk ve saadeti,maddi huzur ile gurur ve nefsaniyetimiz dışında arayıp bulmak yolunu gösteren güzel eserleri seçerdi...Hatta,bizden başkalarına bile 'işe yarar bir hediye' vermek lüzumunu hissedince,bunu -bir koltuk,bir kapak veya bir baston olsun- mutlaka antikalaşmış eşya arasından ayırır ve bunların,uzun zamanlar kullanılmaktan düşmüş olmakla kendilerindeki 'faydalı' vasfını da kaybetmiş olduklarına; doğrudan doğruya bizim ihtiyaçlarımıza hizmet edecekleri yerde,bize eski,sahiplerinin hayatlarına dair birtakım tarihi menkıbeler anlattıklarına hükmederdi...İsterdi ki,benim odamda,meşhur abidelerin fotoğrafları veyahut en güzel manzaraları gösterir resimler bulunsun...Fakat,benim için tam buna benzer bir şey alacağı vakit,bu şeyin ne kadar estetik kıymeti olsa,gene onun altında bir bayağılık,bir 'fayda' sezer; çünkü bunun,nihayet bir fotoğraftan ibaret olduğunu ve herhangi bir güzelliğin makine ile ifade edilemeyeceğini düşünürdü...O vakit kendi kendini aldatırcasına birtakım hilelere başvururdu; mesela satın almaya karar verdiği şeyin,üstünden ticari damga adiliğini gidermek, -hiç değilse biraz hafifletmek için- ona güzel sanatlarla alakalı bir cila vurmaya,onun üzerine güzel sanatın ağırlığını vermeğe çabalardı ve Chartres katedralinin,Grandes Eaux de Saint-Claud'nun veyahut Vezüv'ün fotoğrafları yerine gene aynı yerlerin Corot,Hubert Robert ve Turner gibi büyük ressamlar tarafından yapılmış tablolarının kopyalarını bulmak için Swann'a başvururdu...Bu suretle asıl sanata doğru bir derece daha yükseldiğini hissederdi...Lakin,bu suretle,bir şaheseri veya tabiatı temsil etmek hakkından mahrum edilen ve yerine büyük artist getirilen fotoğrafçı,bu artistin eserini makinesiyle bize aksettirmek hakkını elde etmiş olurdu...Büyük annem,bir bayağılıktan kurtulayım dedikçe başka bir bayalığa rasgelerek gene mücadeleyi elden bırakamaz; Swann'a bahsi geçen eserlerin hiç değilse gravürleri var mı,yok mu diye sorardı ve bunu bulmak kabil olduğunu anlayınca,bu sefer,sanat titizliğini bir parça daha ileriye götürür; bu gravürün,eski ve nadide bir iş olmasını,mesela,bir şaheseri bugün göremeyeceğimiz bir halinde tesbit etmiş bulunmasını arzu ederdi...(Leonardo'nun Cene tablosunun Morgan tarafından berbat edilmezden evvelki gravürü gibi.) Söylemek lazım gelir ki,bu tarzda hediye almak sanatı daima parlak neticeler vermiyordu...Mesela,fond olarak denizin sığ sularını almış bulunduğu şüphe götürmeyen Titien'in karakalem Venedik resmi,bana aynı şehre dair basbayağı fotoğraflardan çok daha eksik bir fikir vermiştir...Büyük halam,bu hususta büyük annem aleyhine bir ithamname hazırladığı vakit,onun kah birtakım genç nişanlılara,kah birtakım yaşlı evlilere hediye edip de daha üstlerine ilk oturuşta kırılıp çöküveren koltuk veya sandalye sayısının içinden çıkılmaz yekunlara vardığı görülürdü...Fakat,büyükannem,üzerinde hala bir eski aşıktaşlığın,bir eski tebessümün ve bazen bütün bir mazi hülyasının uçuşup durduğunu gördüğü bu eşyaların sağlamlığından bahsetmeyi bile adi bulurdu...Hatta,bu eski koltuk ve sandalyelerin,eski oturuş kalkış alışkanlıklarına göre yapılıp da bizim şimdiki rahatlık ihtiyaçlarımıza uymayan biçimleri bile büyükanneme,modern konuşma dilinden silinip gittiği için bize bir edebi mecaz gibi gelen geçmiş zamanın o tumturaklı,zerafetli nüktelerini hatırlatırdı...Bunun gibi George Sand'ın kır romanları da bu antika mobilyalar gibi kullanmadan düşmüş,birer istiare haline girmiş ve ancak köylük,kırlık yerlerde geçebilen ifadelerle dolu idi...Büyük annem,bunları aldıysa,tıpkı gotik üslupta yapılmış bir güvercinliği veyahut insanın muhayyilesine zamanlar boyunca bir imkansız sefere çıkmak hasretini veren herhangi bir eski şeyi var diye bir viran malikaneyi kiraya tutar gibi almıştır...
Annem,yatağımın yanına oturdu; eline François ile Champi'yi almıştı...Bu kitap,kabının kırmızımsı rengi ve anlaşılmaz adiyle benim üzerimde belli bir şahsiyeti ve esrarlı bir cazibe varmış gibi bir tesir yapıyordu...Ben,henüz,tam manasiyle bir roman okumamıştım...Yalnız,George Sand'ın mükemmel bir romancı örneği olduğunu işitmiştim...Bunu öğrenmiş olmak,bende,şimdiden,'François le Champi'de,anlatılması güç,birtakım tatlı şeyler tahayyül etmek istidadını uyandırmıştı...Yüreğimizi yumuşatan veya bizde tecessüs duygusunu kamçılayan bazı tahkiye usulleri; çok okuyan kimselerin hemen bütün romanlarda müştereken bir sanat vasfı olarak gördükleri o bazı endişe veya hüzün verici ifade şekilleri bana pek sade bir şey,mesela François le Champi'nin hususi cevherinin bir kendiliğinden fışkırıp meydana çıkışı gibi geliyordu...Çünkü,ben,yeni bir kitaba,pek çok eşi olan bir nesne göziyle bakmıyor, onu,varlığının sebebi ancak kendine mahsus,başlıbaşına bir şahsiyet sanıyordum...Bir hikayenin altındaki bütün o gündelik vakalar,o basbayağı şeyler,o her vakit söylenen lakırdıların içyüzünde bir duyulmamış yankı,bir acayip şive seziyordum...
Nihayet,annemin okumakta olduğu romanda vakalar başladı...
...