HÜSN-Ü NİYET Birinci tavsiye her hayırlı işin amaçlanmasıdır. Her işin başı, insanın amacıdır. Amaç = niyet = kasd = herhangi bir işe hissen yönelmek, fiile geçerse, ona amel denilir; hayırlısında sevab, şerlisinde azab tahakkuk eder. Nitekim Resullah sallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: 'Ancak ameller niyetlerledir. Ve ancak, kişiye niyet ettiği şeyin karşılığı vardır.Binaenaleyh kimin hicreti = kasd ve iradesi, Allah'a ve O'nun Rasulu'ne olursa, onun hicreti = yaptığı amelinin sevabı, Allah'ın rızasına ve Rasulu'nun rızasının kazanılmasına sebep olacaktır. Kimin hicreti = kasd ve iradesi de, kendisine isabet edecek dünyevi bir şeye olursa yahud da kendisiyle evleneceği bir kadına olursa, şübhesiz onun da hicreti = kasdettiği = yöneldiği şeye sebeb olacaktır.' Yani, insan, içinde neyi maksad edinse, maksadı harekete geçtiği andan itibaren, maksad ve amaç edindiği şeyin sevabını yahud da günahını tahsil edecektir. Şu halde hiçbir niyet harekete ters olmaz, bilakis muvafık olur. Niyet, lügatte mutlak kasd manasında ise de, şer'i şerife göre, Allah Azze ve Celle'nin rızasını kazanmaya, diğer ifadeyle emelleri ahiretteki sevaba bağlamaya, kalbi ve iç duyguları yöneltmektir. Bu maksadla ibadet, adetten ayrılmış oluyor. Demek niyet, kalbin ve iç duyguların amelidir; dil ile söyenecek bir şey değildir. Şafilere göre, vesail olsun mekasid olsun, bütün amellerde niyet, sıhhatin şartıdır. Sıhhatin manası, amelin suretinin şer'i şerifin zahirine mutabık olması ve şer'i şerifin emrlerini yerine getirmeye kasdedilmesidir. Bu iki şartla vuku bulan amel makbul, tarifin dışında kalan ameller merduddur, demek olur. Ruhsuz bedenin varlığı tasavvur edilmediği gibi, niyetsiz amelin varlığı da imkansızdır. Hanefiler dediler ki: 'Vesailde mesela abdet gibi şartlarda niyet, sıhhatin şartı değildir; sevabın tahsilinin şartıdır. Mekasıdda ise, namaz, oruç, zekat gibi amelde niyet, sıhhatin şartıdır.' Mü'min, mübah olan şeyleri işlemesinde Allah Azze ve Celle'nin rızasını yerine getirmeyi kasdederse, mesela ailesiyle oynaşmasının aslı olan nikahın, Allah'ın emri olduğunu, Peygamber'in sünneti olduğunu ve bunun için oynaştığını maksad edinen kimse, mübah olan işlerde de sevab alır. Sair bütün ameller buna kıyas edilmektedir. Bütün hareketler niyete göredir. Hareket, niyetten dolayı başka hükmü almaz. Mesela, herhangi bir günah işleyen, niyetim günah işlemek değildir, diyemez. Binaenaleyh niyet, hareketin = amelin hükmünü değiştirmez. Binaenaleyh itikat olsun, ibadet olsuh, kulların birbiriyle muameleleri olsun, hatta mübah işler olsun, Allah nazarında makbul olmasın şartı, o işin rıza-i Bari'ye yani emr-i şerifine uygun olmasıdır. Rıza-i Bari'ye, maksud = matlub = taleb edilen denilir. İşte bunu kasdetmeye, kalben ve ruhen buna yönelmeye, niyet denilir. Demek herşeyin temel ve esası niyet olur. Aynı zamanda bu maksad var ise, ihlas var demektir. Çünkü İslamın ruhu ve şeriatın esası, ihlastır. ihlasın da özü, Allah Azze ve Celle'nin rızasını taleb etmek, kasdetmektir. İşte buna niyet denilir. İmam Ğazali özet olarak şöyle demiştir: 'Niyetin dayanmış olduğu ilim ve amel olmak üzere iki iş vardır. Niyet ilme, amel ise niyete tabi olur. Çünkü bütün ameller yani amellerin sevabı yahud da sıhhati, niyetin semeresi ve dallarıdır. Bütün amel yani ihtiyari olan bütün hareket ve sükun: güç yetirmek, irade ve ilim olmak üzere üç şeyden başkasıyla tamamlanmaz. Nitekim insan, bilmediği bir şeyi istemez yani maksad edinmez: önce bilir sonra kasdeder ve maksad edindiği şeyi sonra işler. Binaenaleyh amel, iradeyi gerektirir, yani üzerine bina edilir. İrade ise halihazırda veya istikbalde garaza = amaca muvafık görülen şeylere kalben yönelmektir. Binaenaleyh insan, garazına mülayim garazına muhalif bazı şeylerden sakınmak üzere yaratılmıştır. Nefsine ve garazına mülayim şeylerin bilinmesine ve zararlı olan şeylerin def'i için bilgiye muhtac olur. Binaenaleyh bizzarure insan, aleyhinde ve lehinde olan şeyleri bilmesine muhtac olur, ta ki zararlı olandan kaçabilsin ve faideli olan şeylere yönelmiş olabilsin..... Bu itibarla niyet, kasd ve irade, eş anlamda kelimelerdir. Bunun semeresi yani fiile geçmesi ameldir. Azizler! Tabii değil iradi olan bütün ameller, hareketler, birer birer varlığını gösteren madde ve kalıblardır = heykellerdir. Sonra bu heykeller de iki kısımdır: Birincisi, canlı, flüoresanın aksi olarak ihlas nispetinde kuş gibi Arş'a doğru uçan = yükselen içi parlaktır. Melekler ve sair mahluk, amelin suretine bakarlar, nazar-ı itibara alırlar. Allah Azze ve Celle ise, onun içinde olan ruh ve sırrına, yani emrine muvafık olup olmamasına bakar. Kabul etti ise, kıyamet günnüde onu Mü'minlere nurani bir ışık olarak verir. Gerek ashab-ı kiram, gerekse birçok ehli velayet, ma'rifetleri nispetinde amellerinin nurunu müşahede etmişlerdir. Ayet-i kerimede: 'Allah'a, hoş ve güzel sözler yükselir. Allah söz sahibinin ihlası nispetinde sözünü ve salih amelini dergahında terfi eder = yükseltir.' buyurmaktadır. İkincisi, ruh ve hareketten mücerred = soyut, içi kapakaranlık olan suretlerdir, doğrsu mücerred heykellerdir. Bu da, Allah Azze ve Celle'nin emrine uygun olmayan, ihlassız söz ve amellerdir. Bazan içinin bir kısmı zulmet, diğer bir kısmı nurani aydınlık olur. Bu da, içinde dünyevi gayeler bulunan amel ve hareketlerdir. Mesela helal malla şer'i şerife uygun bir haccın bütün hareketleri birer birer kalıblaşır. Hacı, haccını ifa etmekle beraber, kızına oğluna cehiz almayı da maksad edinmiş ise, o kalıbların içlerinin bir kısmı zulmet yani karanlık olur, diğer bir kısmı da aydınlanır. Hangisi ğalibse Allah Azze ve Celle ona göre kabul veya reddeder. Namaz, oruç, zekat, cihad, hepsi böyledir. Bu itibarla riya ve gösterişe şirk ismi verildi. Bu şirk imanda olursa, adı nifaktır, amelde olursa adı riyadır. Azizler! Bu mesele oldukça ehemmiyetlidir. Bütün dinlerin esası ve başlangıcıdır. Onun için buna çok dikkat etmek lazımdır. Halisane niyet = hüsn-ü niyet = Allah Teala'nın emr-i şerifine kemaliyle uymak da iki kısımdır: a- Birinci kısım, Ebrar Müslümanların ihlasıdır. Bunların ihlaslarının nihayeti; amellerinin gizli ve aşikar olan şirkten ari, nefsin hevasından, istek ve arzularından pak olduğu halde amaçlarının Allah Azze ve Celle'nin Kur'an'da, Rasulü'nün hadisinde tehdidle bildirdikleri azabzan kaçmalarıdır. İşte her Mü'min namazında ' Sadece San'a ibadet ederim = Sen'in cennet nimetini severim = azanıdan korkarım.' demekle ifade eder. İhlasın bu derecede olabilmesi için hayrlı amelinde Mü'minin, tamamen halkın övgüsünü ve sövgüsünü sarf-ı nazar etmesi, kendisinden sadır olan ameli grömesi = sayması ve ona itimad etmesidir. Bu itibarla ehli hakikatten birçoğu ihlası, amelle tefsir ettiler. Yani ihlas, ibadette hareketli olmaktır, dediler. b- Mukarrabin Müslümanların ihlasdır. Bunlara göre ihlas, öbürlerinden farklı; yapmış oldukları amellerini saymamaları, Allah Azze ve Celle'nin vereceği sevab veyahud azabı daha unutmaları, sadece Hakk Teala'nın ma'bud, mahbub olduğu için emirlerini yerine getirmelerinden ibarettir. Bunlar, hareketlerinde, sükunetlerinde, ibadet ve taat yapmakta, ma'siyet ve fıskı terk etmekte, kendi zatlarında asla hiçbir kuvveti müşahede etmezler. Bu makama Sıdk Makamı denilir. Bunlar hiçbir an, Tevhid ve yekinden ayrılmazlar. Taat ve ibadet etmelerini, günahları terk etmelerini dahi, Allah Azze ve Celle'nin mücerred inayetinden kesin kanaatle inanırlar. İşte bu itibarla bunlar da: 'Her hususta sadece Sen'den yardım dileriz.' demekle, imanlarını ve amellerini ifade ederler. Azizler! ihlas mertebesine yani birinci makama göre, amel yani taat ve ibadetlere, amelun Lillah = Allah için çalışmak, hareket = sevabı tahsil etmek için amel = ibadetinin hakikatini icra etmek için amel = Allah Azze ve Celle'nin zahiri hükümlerini yerine getirmek için amel denilir. Kadiri gibi bütün cehri tarikatlerin yolu, ameli bu esasa dayanmaktadır. İhlas mertebesine yani ikinci makama göre, amelun Billah = hareket, ona yaklaşmayı tahsil etmek, iradeyi fiile geçirmek, ameli tashih etmek, Zatı'nın kasdedilmesinin ameli denilmektedir. Nakşibendi gibi bütün gizli tarikatler de bu esas üzere bina edilmektedir. Bazan Şazeli gibi tarikatler, ameli hem ihlas hem sıdk üzere inşa ettiler. Bu itibarla ferden gizli, cem'an cehri zikri tercih ettiler. Bunlar hepsi, gizlide ve aşikarda Allah Azze ve Celle'nin rızasını taleb etmek, emrine uygun hareket etmek ve emriyle yürümek ifadesinde birleşmektedirler. Netice-i meram, her bir kulun ihlası, amelinin ruhudur. Onunla ameli hayat bulur, makbul olur, yararlı olur, Allah Azze ve Celle'nin huzuruna yaklaşmaya vesile olur. Azizler! ihlas ve sıdk makamını kazanmak istersen, toplum nazarında vücudunu = varlığını, yerde eseri dahi kaybolmuş binada gömersen, bu makama ulaşırsın.Bu itibarla İmam Kuşeyri: 'Amelini ihlasla tashih et. İhlasını da kendi hareket ve kuvvetinden teberri etmekle tashih et.' buyurmuştur. Allah'ın Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 'Şuurunda azametini istihzar ettiğin halde Allah'ın ismini, alçak ses ve gizlice zikret.' Yahud 'sessiz yani sadece kalbinle zikret.' Bişr-ul-Hafi kaddesallahu sırrah-us-safi'ye birisi: 'İhlasın hakkında bana bir tavsiyede bulun.' diye istirhamda bulunmuş; 'Sessiz, gizlice zikret, helal lokmadan başkasını arama = alma.' denmiştir. Yine de muşarun ileyh şöyle demiştir: 'Mahluk amelimi bilsin diye sevinen kimse, asla ahiretin sevgisini, iman sevgisini bulamaz. Ameliyle halk tarafından tanınmasını arzulayan hiçbir adam yoktur ki, dini gitmemiş ve kendisini rezil rüsva olmamış olsun.' Ebu İshak İbrahim bin Ahmet el-Havas kuddise sirruh diyor ki: 'Sabretmeyen muzaffer olmaz. Mü'minin izzeti, Allah Azze ve Celle'nin emrini yücelttiği nisbettedir.İhlas üzere Allah Azze ve Celle'nin emrini yükseltene Allah, izzet elbisesini giydirir.Mü'minlerin kalbinde büyütür.Allah'ın emrini aziz kılmanın manası, kur'an'ı tefekkürle okumak, mideye halis helalden az vermek, gece ibadetle uykuyu kaçırmak, seher vaktinde yalvarış, salihlerle düşüp kalkmaktır. Allah Azze ve Celle: 'İzzet, Allah'a mahsus, Rasulü'ne mahsus Mü'minlere mahsustur.' buyurmuştur.' Niyet hadisinde 'Ve ancak kişinin maksad edindiği niyetinin semeresi vardır.' cümlesi, bu takdirde 'Ancak ameller niyetlerledir.' cümlesinin takviye edilmesi için değil, muteber olan amelin hakikatinin beyanı ve yukarıda izah edilen manayı bildirmek için tekrarlandı. Ala kulli hal, herşeyden önce tavsiye edilir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: 'Mü'minin niyeti, münafıkın amelinden daha hayırlıdır. Mü'minin niyeti, münafıkın amelinden daha hayrlıdır. Münaıkın ameli, kendisinin niyetinden daha hayırlıdır. Ve her biri, niyeti üzere amel eder. Nitekim Mü'min, iyi bir amel işlediği zaman, amelinin nuru kalbinde fışkırır.' Demek her şeyde esas niyettir. Onun için Resullullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurdu: 'Allah hiçbir sözü kafi gelmez.Aziz genç! Müslümanım, dediğimiz zaman, bizden Allah Teala'nın ne istediğini bilmeliyiz. Şu halde Allah Azze ve Celle'nin bize ne gibi muamelede bulunmasını istiyorsak öylece dünyayı bırakalım. İkinci tavsiye, itikadın tashih edilmesidir. Niyetten sonra en ehemmiyetli iş, yine kalbin ameli olan itikaddır. Binaenaleyh bid'atten ari, nefsin istek ve arzusundan uzak bir itikad gerekir. İtikad, bir şeyin varlığına ve gerçekliğine kanaat etmektir. On beş yaştan itibaren tashih-i itikad, her Mü'mineye farz-ı ayndır. Kişi, gerçek itikada sahib olduktan sonra, herhangi bir günaha çarpılmış olursa, tevbeyle Allah'a dönmesi farzdır. Tevbe: yapılmış olan günahlardan yanık bir kalble pişman olmak, gelecekte o günahları işlememeye azmetmek, geçirmiş olduğu farzları, adakları, kefaretleri süratle ödemeye = kaza etmeye çalışmak, günahında kul hakkı varsa, hak sahibiyle helalleşmek yahud da hakkı sahibine vermek, mesela on sene evvel çaldığı bir seccade yahud bir çift ayakkabı mevcud ise, onu sahibine vermek, mevcud değilse, tevbe ettiği gündeki bedelini, malı çalının kimseyevermek ve o günahını hatırladığı zaman istiğifarda bulunmak yani Allah Teala'dan mağfireti dilemek üzere beş unsurdan ibarettir.
Bizzat madde aleminde cismani buluşmakla şeyhinin emr ve telkinlerini kabul eden, dini tatbikatlar aşırı derecede kendisine sevdirilen, önceden zorluğa katlanarak işlediği taat ve ibadetin zorluğu zeval bulan merdiyye nefsin nazarında=itikadında, dünya o kadar küçülür ki, kocaman yer küresi yumurta kadar küçülüp değersiz kalır. Uhrevi saadetin kazanılmasına vesile olan bir nafilenin işlenilmesi, dünya kadar değer kazanır. Burada artık madde âlemi bitmiştir. Madde ve hatta Arş'ın çok fevkindeki emr alemine latifeler yükselmiştir. Râdıye nef, merdiyyeye dönüşmüştür. Yaptığı ibadetinin semerelerini müşahede eder ve İbadullah'ın içerisine girmiş olur.
Bizzat madde aleminde cismani buluşmakla şeyhinin emr ve telkinlerini kabul eden, dini tatbikatlar aşırı derecede kendisine sevdirilen, önceden zorluğa katlanarak işlediği taat ve ibadetin zorluğu zeval bulan merdiyye nefsin nazarında=itikadında, dünya o kadar küçülür ki, kocaman yer küresi yumurta kadar küçülüp değersiz kalır. Uhrevi saadetin kazanılmasına vesile olan bir nafilenin işlenilmesi, dünya kadar değer kazanır. Burada artık madde âlemi bitmiştir. Madde ve hatta Arş'ın çok fevkindeki emr alemine latifeler yükselmiştir. Râdıye nef, merdiyyeye dönüşmüştür. Yaptığı ibadetinin semerelerini müşahede eder ve İbadullah'ın içerisine girmiş olur.
Nefs ve kalbin ve askerlerinin arasında daima muhalefet bulunmaktadır. Nefs, ruhu daima dünya hayatının idamesinde, kalb ise, ruhun asıl isteği olan uhrevi saadete, mana alemine davet eder. Bunun içindir ki, insan ne kadar maddeye dalmış olursa olsun, madde alemine göre hayali sayılan mucize, keşif, kerametl gibi şeylere kulak verir ve meyleder. Kalbin yahud diğer ifadeyle nefsin müşahede edilen askerleri: el, ayak, göz, kulak, dil ve sair zarihi azalarıdır. Bu itibarla kalb, bütün bedenin sultanı; bedenin içindeki sinir sistemi yani bütün ciheletleriyle nefs ise, reâyâsı gibidir; ve kalbe itaat etmek üzere yaratılmaktadır. Mesela göze açma emrini verdiği vakitte açılır, kapatma emrini verdiği vakitte kapatılır. Ve böylece bütün azalar... Allah Teâlâ ruh için nefsi,dünya hayatının irade ettiği zamana kadar idamesi için, yarattı; kalbi de madde aleminden mana alemine, uhrevi saadetlere ulaşması için yaratmıştır. Sonra kalbi, bedenin içindeki nefse bindirmiştir = hâkim kılmıştır. Ruhu da ikisine hakim kılmıştır. Artık ruh, bazan kalbe ve askerlerine, bazan da nefse ve askerlerine uyar; tıbkı bir hükümdarın, bazan iyi ve merhametli olan reayasına, bazan da kötü ve insafsız reayasına uyduğu gibi.. Ayrıca Allah Teâlâ kalbe, nefse vermemiş olduğu ilmi, hikmeti ve fikri bahşetmiştir. Bu üç kuvvetle de insan, sair hayvandan ayrılır. Allah Teala, nefsin hayatının idamesine, yer küresinden çıkan şeyleri sebep kıldığı gibi, kalb için de, uhrevi hayatının saadetini kazanmasına, imana dayalı ilim ve salih ameli yaratmıştır. Vebinnetice insan, bu ilimden ayrıldığı zaman hayvan gibi nefs-i emmaresinin galebe çalmasıyla canavarlaşır; ona döndüğü zaman da nefs-i mutmainnenin gâlib gelmesiyle de melekleşir ve melekten üstün olur.
Allah Teâla Her ne hikmete mebni ise, dünyevi hayatın levâzımları için aklı yeterli kılmıştır.
(Habibim) De ki: Ey kendi nefsleri aleyhine hadlerini aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Gerçek şu ki, O Gafür ve Rahim'dir. Ciddi bir pişmanlıkr duyarak Rabb'inize dönün, O'nun hükümlerine teslim olun; size azab gelip çatmadan önce. Sonra yardımlanılmazsınız. Rabb'inizden size indirilen en güzeline= Kur'an ve hadisin hükümlerine tâbi' olunuz = hayatınıza hakim kılınız; sizler farkında olmayarak ansızın başınıza azab gelmezden önce.”
Dikkat edilirse, ayet-i kerimenin başında”Ey kendi nefsleri aleyhine hadlerini aşan kullarım! ” diye buyruldu. Demek her insan, Allah'ın kulu değildir. Bilakis O'nun kulu, iman etmekle nefsinin tâğûtuna tapmaktan kurtulan kimselerdir. Binaenaleyh ancak imani nifak, küfür ve şirkten büsbütün arınan, Rabb'inin Rubûbiyeti'ni kabul eden, Allah'ın kuludur. Bu idrâk ve kabule ulaşmak için hadis-i şerifte: “Dünya vatanından uzaklaşıp hasretinde bulun; sanki sen garibsin, bilakis geçen yolcusun. Ve nefsini kabir ehlinden say.” diye buyrulmuştur. Yani “Nefs-i emmare daima ruhunu dünya hayatının muvakkat lezzetlerine, doğrsu kendisinin fani vatanından ikamet etmeye davet edip Allah'tan başkasına taptırmak ister, birtakım yaldızlı ve sihirli telkinlerde bulunur. Aldırış etme; asli vatanın dünya hayatı değil, ondan ayrılmış olduğun cennettir. Buna, ölümü göz önünde bulundurmakla, doğrusu rabıta-i mevtle nefsi inandırırsın.” demektir.
Şeyh Cüneyd Bağdadi diyor ki: “Nefsin, Rabb'inin taat ve ibadetinde olsa bile, yine de ona güvenip teslim olma.” Şeyh Adulkadir Geylani kaddesallahu sirrah-us Subhani diyor ki: “Afiyette veyahud belada olmak üzere nefsin iki hali vardır, üçüncüsü yoktur. Belaya yakalandığı zaman feryad eder, sebeplerden korkar, şikayet eder, kader-i ilahi'ye karşı itirazda bulunur, sümme haşa, Rabb Teala'nın hükmüne rıza göstermez, hatta muvafakat da etmez, sû-i edeb ve tesiri sebeblere isnad etmekle şirke düşer. Afiyet ve nimette olduğu zaman, oburluk yapar kibirliliği taslar, istek ve arzularına uyarak nimetleri sadece kendisine tahsis etmek ister, şehvani isteklerinden herhangi birisine ulaştı mı, hemen akabinde başka bir isteği yerine getirmeye çalışır. Ulaştığı her bir nimetten sonra a'lasına ulaşmayı arzular. Allah Teala tarafından isteği verildikçe, sahibini daha zor bir duruma sevk eder. Ve nihayetsiz maksadları var; hepsine ulaşmak ister. Bir bela başına geldi mi, kurtuluşunu diler; kurtuldu ise, yine edebsizliğine dalar. Onun ıslahı, istek ve arzusundan ayrılıp Rabb'inin hükm-ü kazasını kabul etmesidir. Ne vakit ki, kendi kendine tapmaktan kurtulup Rabb'ine Mü'min bir abd olursa, işte o andan itibaren Allah Teala da onu ahiretine zarar verecek şeylerden korur. Nitekim hadis-i şerifte: “Gerçekte Allah Teala Mü'min kulunu dünyanın fani lezzetlerinden korur; kulu o fani lezzetleri sevdiği halde. Nitekim kendisinden korktuğunuz için hastalırınız yemek ve içmekten koruduğunuz gib.” diye buyrulmaktadır. Eğer insan, bela halinde olsun, afiyet halinde olsun, Rabb Teala Zül'Celal Hazretleri'ne döner, sadece O'na kul olursa Allah Teala onu kulluğu sebebiyle, taksiratta bulunduğu takdirde belayı göndermek sebebiyle fani olan lezzetlerden ayırtır. Ve binnetice insan, ruhu ve kalbiyle insandır; nefsi ve hevası cihetiyle de hayvandır. Akıl ise, bunların aletidir; bir kere nefs onu ele geçirir, bir kere kalb.
' Sizden biriniz öldüğü zaman, onu habsetmeyin = defnini geciktirmeyin, erkenden onu kabre ulaştırın.
Ve başının yanında el-Bakara'nın Fâtihası = müflihûn'a kadar, ayakları yanında el-Bakara'nın hâtimesi = âmenerrasûlu'nün sonuna kadar okunsun. '
' Her kim ki, mezaristan dahilinde oturup Yâsîn sûresini okuyup sevabını ölülere bahşederse Hakk Celle ve A'lâ o ölülere azablarını tahfîf eder = âsanlık verir ve okuyana da ölülerin adedince hasenat verir. '
' Kim ana babasının yahud birisinin kabrini cuma gününde ziyaret ederek nezdinde yahud nezdlerinde Yâsîn okusa, günahları bağışlanır. ' İmam
Aynî diyor ki: ' Ulema, kabirlerin yanında kur'an'ın okunmasını müstehab gördüler ve Buhârî'nin 215 = 81. hadisiyle istidlal ettiler. '
El-Kâmil fî Duafâi-r-Ricâl c.5 s.152, Umdet-ul-Kârî c.1 s.874, 875, Feth-ul-Bârî c.1 s.276, Kenz-ul-Ummâl h.n.42596, Levâmiu-l-Ukul c.4 s.431, İthâf-u Sâddet-il-Müttakîn c.10 s.363.. İbnu Adî ve İbnu Cevzî, bu hadisi zayıf hatta mevdu' saydılarsa da, Aynî'nin Umdesi'nde bununla istidlal etmesi, hadisin mevdû' olmamasına alamettir.
Ve nitekim İmam Suyûtî de: ' Bu hadisin başka şahidleri de vardır. ' demektedir. El-hasıl, Gümüşhânevî'nin tasrih ettiği üzere, ziyaretçinin yahud ziyaret edilenin günahları bağışlanır.
Ehli Sünnet velCemaatin ittifakı ile herkes işlediği amelin sevabını başkalarına verebilir. Başka kelimesi içerisinde Hazreti Rasûl-u Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de dahildir.
Hatta Hazreti Rasûlullah bizim hidayetimize sebeb olduğu için daha ziyade layıktır. Evet kamil insan, kemâlin ziyadeliğine kâbildir. Kendisince sevabın
Hazreti Rasûl-u Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ve ümmetine hediye eylemek teşekkür babındandır.
Ancak Şâfiî ulemâsı demişlerdir ki: ' Sevab yahud ibadet-i bedeniyye başkasına hediye edilmez.' Bununla beraber Şafiî mezhebine aid İânet-ut-Tâlibîn kitabında İmam Subkî de naklediyor ki, muşârun ileyh, anasından bedel yedi senelik kaza namazlarını kılmıştır.
Ayrıca İbnu Âbidîn diyor ki: ' Hanefî ulemasına göre, namaz, oruç ve sadakalar başkasına hediye edilebilir. Hatta Tarhânî, Muhit'ten naklen der ki:
Nafile sadaka veren kimse için, bütün Mü'minleri sevabında ortak etmeye niyet etmesi efdaldir. Çünkü ölülere hediye edilen muhakkak onlara ulaşır. Hediye edenin sevabında hiçbir şey eksik olmaz. Bu da Ehli Sünnet velCemaat mezhebincedir.
Feth-ul-Kadîr kitabında İbn-ul-Hişam der ki: Ölülere sevabını bahşeylemek sevab olduğu gibi dirilere de caizdir. Halbuki dirilikte hangi hürmete layık olduysa, o zat, öldüğünde de aynı hürmete layıktır. Binaenaleyh büyüklerin türbelerini ziyaret etmek için muayyen bir edeb lazımdır ' Aynî de aynısını söylemektedir.
Feth-ul-Kadîr c.1 s.473, Ramazan Efendi s.335, İânet-ut-Tâlibîn c.1 s.23, Umdet-ul-Kârî c.1 s.874, Redd-i Muhtar c.1 s.843,845'ten seçme, İthâf-u Sâddet-il-Müttakîn c.10 s.369.. Hâfız Zebîdî mezkur kitabında uzun uzadı ulemanın bu husustaki sözlerini nakletmiştir. Arabî bilenler oraya müracaat edebilir.
Miladi 1942 senesi, mart ayında, Diyarbakır'ın Hazro ilçesinde dünyaya teşrif eden Üstaz'ımız İsmail Çetin rahimehullah, akrabalarından 20 alime yetişmiş ve yetmişten fazla alime ziyaretlerde bulunmuştur. Muhterem Hoca'mızın ilim tahsili sırasında nerelerden ve kimlerden hangi ilimleri tahsil ettiğine dair kendi beyanından tespit ettiklerimiz:
Kur'an-ı Kerim'i Veşşems suresine kadar validesinde okuyarak, bundan sonra Kur'an dersi almamıştır. Zira her tarafını okuyabiliyordu.
Merhum pederleri Seydayı Molla Fettah'a söylediğinde: 'medreselerde oku' dedi.
7-8 yaşlarında iken onun emriyle memleketi terkedip Halep'e gitti.
Halep'te üstad Molla Abdurrezzak (Şeyhül Kurra) ı Kürdî'de 4 sene 5 kıraat okudu.
Sonra Şam’a giderek aynı üstadın nezareti altında 1 sene sonra imtihan oldu. 70 sıra içinde birinci, 1. sıradan 2. olarak -1. Abdussamed- 5 kıraetten mutlak icaze aldı.
-İcazei aceziye: Rumuzlu bir ifade olup, her harfin tekabül ettiği bir şahıs. Kur’aların baş isimleri, Arabca yazılışa göre-
12-13 yaşlarında memlekete döndü. Molla Fettah Efendi davet etti. (çocuklarla oyun oynadığı bir sırada) . Yanına geldiğinde elini öperek verilen emr üzere vel ferciyi okudu. Son ayette manayı soran hocamızın bu sorusuna karşı üstad ağladı: ‘Kur’an’ın manaları kalbine geliyor mu’ diyen üstadın sorusuna hocamız: ‘Evet’ diye cevap verdi.
Üstad emrederek: Babana itaat etme, anan yoktur, bir Kur’an al ve oku dedi. Benim söylediğimi babana söyleme, sonra bana düşmanlık yapar dedi. Beni evine aldı, Bakara’dan itibaren Nubuhan, Gayetül ihtisar, emsile, İzzi, Avamil kitaplarının başlarından ikişer üçer satır bana ders verdi.
Tirale köyüne kendim gittim. Üstadın tavsiyesi üzerine anam babam yoktur diyerek 6 ay kadar orada okudum. Bu kitapların hepsini ezberledim. Üstad Molla Sıddık bana biraz elbise almak üzere Diyarbakır’a götürdü. Komşular vasıtasıyla babam beni yakalayarak kazaya (Hazro) götürdü.
Tekrar Üstad Molla Fettah sokakta çocuklar içinde beni görerek evine davet etti. Halimi ona arzettim.
Avamil, Birgevi, zuruf, Terkip, Küçük Sadullah, Şerhul Muğni kitaplarından üçer beşer satır bana ders verdi. Bana: ‘ Bir daha seni kazada görmeyeceğim! ’ diye emr verdi.
Çınar’a bağlı Has köyüne gittim. Orada Nahiv ilminden yukarıdaki kitapları okumakla beraber Molla Mahmud’dan Şafii fıkhına ait Minhac’ı okudum.
Sonra Hudur köyünde Şeyh Nesih’in medresesine gittim. Şeyh Nesih’in oğlu Şeyh Ersad’dan ders (Nahv) okudum. Şeyh Nesih gizliden mani oldu. Muayyen hadisleri kendi eliyle yazıp bana ezberlettirdi. Sadettin’e (Nahv ilmi) başladım.
Memlekete babamı ziyarete geldim. Babamla beraber Molla Fettah’ı ziyarete vardık. Molla Fettah babama: Molla Mahfuz, bu çocuğu bırak! Deden İsmail efendi’nin yerini inşallah tutacak. Dedi. Beni dışarı çıkarıp babamla konuştu. Biraz sonra beni yanına çağırıp:
Gençliğine hakim ol. Harama bakma. Seydaya mensub hocaların yanına git. Değerli hocaları tespit et ve onların yanında oku. Dedi.
Tillo’da Molla Muhammed, Molla Bedreddin’in yanında okudum. Seydayı Molla Bedreddin’de Hal (Nahv) okuyordum. Seydayı Molla Muhammed’in yanında da Riyazüssalihini okudum.
Şeyh Cemil (Tillo’da, 85 yaşında büyük bir şeyh. Kadiri tarikatı sahibi) Bedreddin Efendi’den kendisine hizmet etmek üzere bir talebe istedi. Talebeyi ücret karşılığında istiyordu. Molla Bedreddin, fakir olduğumu bildiği için beni gönderdi. Gece hizmet ederdim. Ibrığını doldurur, sobasını yakardım.
Bir gece beni azarladı: ‘Neye uyuyorsun! ? ’ diye. Kendisi gece ve gündüz uyumuyordu. Gece biraz uzanıyordu, ben hastayım diye (sözde…) Bana: Sen uyurken ayaklarını uzatıyorsun, Tillo’nun eviliyaları buraya geliyorlar. Ya benim gibi ol ya da git! Dedi. Ben de kızarak medreseye gittim. (14-15 yaşlarında)
Üstad Molla Halil’e (Molla Bedreddin’in babası) haber gönderdi: Hizmetçi olan talebeyi buraya gönderin, işi var dedi. Gittiğimde oğlu Şeyh Kamil ile oturuyordu. Şeyh Kamil dedi ki: Sen neye şeyhi terk ettin?
Şeyh Cemil gülerek: Molla Kamil seni imtihan ediyor dedi. Nasibin kapımızda değil, yalnız bizden bir hediye al dedi. Tevhid, Lafza-i Celal ve bir salavat ı şerife bana izin verdi. Marifetnamenin okunmasını tavsiye etti. Bizim tarikatımıza giren olursa, bize vekaleten bize bağlayın dedi. (her biri birer elimden tutarak beni okşadılar.)
Şeyh Kamil: Baba bunu almak mümkün değil midir? dedi. Şeyh Cemil:
Hepimiz kader i İlahiyeye mahkumuz. İnşallah sofi bir alim olacak. Şeyh Abdulkadiri Geylani büyüktür. Tillo evliyalarına fatiha oku. Sen ilmini bitirdikten sonra seni görmeyeceğiz. Şüphesiz ki sen okuyacaksın, icaze alacaksın, alim olacaksın, endişe etme, dedi.
Yanında tanımadığım Botan tarafından olup oturan hoca: Şeyhin (Şeyh Cemil’in) elini tut. Sana büyük bir müjde veriyor dedi. Ben ağlamaktan kendimi tutamayarak şeyhin elini tuttum ve titredim. Şeyh Cemil, bana:
Halkın elinden gözünü kapat. Vallahi alim olacaksın dedi. Paran biterse de isteme. Allah, rızkını sana gönderecek. Sebebler esirdir, sebeblere esir olma, Hakk’a esir ol. Halık’a kul ol, ölünceye kadar Allahu Teala rızkını verecek dedi.
……..
Şeyh Cemil gözünü kapattı: Kalk git, Fakirullah’tan başlamak üzere ziyaretleri dolaş, Şer’an haram işlemeyeceğine dair onlara söz ver dedi. Ben gidip hepsini dolaşıp tavsiyesini yerine getirdim. Akşam üstü yanına döndüğümde Şeyh Kamil ile oturuyordu. Fakah gel dedi, içeriye girdim. Ellerini ziyaret ettim. Kadiri tarikatına benden vekaleten Sübhanallahi velhamdü lillahi ve la ilahe illallahu vallahu ekber, kelime i tevhid ve Allahumme salli ala seyidine Muhammedin ve alihi kad dakad hileti edrikni ya Rasulallah’dan başkasına tavsiye et. İnşallah kitabını bitirdikten sonra yine bu kapıya geleceksin dedi. Sonra bir ah çekerek:
Ne fayda ki, ömür kısa, insan ölür, maksatları dünyada kalır. Bu dünyada kimse maksadına kavuşmamıştır. Allah hafız ve munin olsun, git oku, tenbel olma. (arabca söyledi) ‘Men Dakka babel Kerimi in fetaha! (Kim Kerim olanın kapısını çalarsa, kapı ona açılır) Üzerimde birkaç ayet ve esmaları gizliden okudu. 25 lira da para verdi. Ben ondan ayrıldım. Ayağa kalkıp kapıya kadar uğurladı.
Oradan Siirt’e gittim. Siirt’te Ayındır camisinde talebeler vardı. Orada Molla Tayyib’in yanına gittim. Birkaç gün sonra Üstad Molla Tayyib çağırdığında evine gittim. Helası bozulduğundan onu yaptım. Necasetin temizlenmesi nefsime ağır geldi.
Fakah, men kademe huddime, dedi. Kim ki hizmet ederse, hizmet edilir. İçimdeki nefret yok oldu. (içimdekini anladığından bunu buyurdu) dedim: Ya Üstad, bundan sonra ruhumu sana feda ederim. İşimi bitirip medreseye döndüm. Kayser camine gel dediğinden oraya gittim. (Muhtemelen ikindi) Namazdan sonra bana bir oda verdi. 6 ay kadar onun yanında Sadullah (Nahv) ve Netaicin (nahv ilmi) bir kısmını okudum.
Birgün Hacı Celal Ağa’yı – o caminin mütevellisi- çağırdı: Benim ömidim bu talebede vardır. Masrafını üzerine al. Dedi. Hacı Celal ağa bütün yemek içmek ve kitap parasını vereceğim dedi. Üstad: Bundan sonra gevşek çalışacaksan muvaffak olamayacaksın. Cidden çalış, halk sana hizmetçi olacak, sen de Allah’a hizmetçi ol dedi.
Bu söz çok zoruma gitti. Bunaldım dışarı çıktım. Camiül Melih medresesindeki Şeyh Mustafa’nın yanına gittim. Akşam namazından sonra şeyh Mustafa, nerede okuyorsun dedi. Üstad Molla Tayyib’in yanında okuduğumu söyledim. Molla Tayyib ehli ferasettir, ilmi bereketlidir. Çok defa evliya derslerini dinlemeye gelir. Molla Tayyib’in duasını al, Netaici okuma, Molla Cami’yi oku dedi.
Üstadım, bana ders verseniz, ben de hergün gelip ders okusam (Molla Camii) olmaz mı? Olur dedi. Bir oda kiralayarak orada oturdum. Şeyh Şerafettin’in mensublarıyla irtibat kurdum. Şeyh Alaaddin’in oğlu Şeyh İzzeddin camiinde ve arkasında namaz kılardım. Ara sıra Şeyh Alaaddin’i ziyaret ederdim. Nasihatlarından faydalanırdım.
Bir gün şöyle dedi: Adamın biri hac yolunda bir kaplumbağaya rastlamış. Kaplumbağadan: nereye gidiyorsun diye sormuş.
Hacca gidiyorum! Demiş. Sen bu yürüyüşle nasıl hacca gideceksin?
Kaplumbağa:
Yola çıkmak benim elimde, kavuşturmak Allah’ın elinde. Allah’ın işine mi karışıyorsun? ... Oku, meşayıhları sev, birisine bağlı ol dedi. Oradan kalktığımda, Şeyh Mehmed Kazım’a rastladım. Beni babasının (Şeyh Şerafeddinin) yanına götürdü. Şeyh Şerafeddinin etrafında kalabalık fazlaydı. Ziyaretine vardığımda elinde Hikemi Ataiye vardı. Hikem i Ataiyeden nasihat söylerdi.
Yalvardım ve dedim ki: Ben sizin yanınıza gelsem bana öğretir misiniz? Vaktim yoktur dedi. Muhammed Kazım’da oku buyurdu. Ben ağladım, dedim ki: Senden okumak istiyorum. Bunun üzerine müsaade etti.
Netaici Molla Tayyib’de, Molla Camiyi Şeyh Mustafa’dan, Hikemi de ondan okudum. Onların yanında bu üç kitabı bitirdim. Oradan Balakaya (Muş’un bir köyü) gittim. Orada Molla Caferde Semkatiye (mantık) başladım. Bir ders Semkati, bir ders tefsir i Hazin, bir derse de İhya –ı Ulumden okuyordum. Haşiyeye (mantık ilmi- Molla Caminin haşiyeleri- başka bir nahv) kadar, haşiyelere başlayınca oğlu Molla Habib vefat etti.
Erzurum’a gittim. Kurşunlu camii yakınlarında bir ev kiraladım. Sakıp Efendi’nin yanında haşiyeden ve tefsiri Kadı Beydavi’den ders aldım. 6 ay sonra memlekete döndüm. Botan’dan Zivink köyüne gittim. Orada Molla Muhammed (her sahada çok alim) Zivingi’nin yanında okudum Usul ilmine kadar (Muhtasar maniyi) .
Sonra onun tavsiyesi ile Helenzeye döndüm. Helenzede Molla Abdulhakimin yanında Muhtasar (İlmi maami) ve Cem’ıl cevami (usul) okudum. Üstadın gözü görmediğinden ben okurdum, o mana verirdi. Oradan tekrar Siirtte Şeyh Mustafa’nın yanına geldim. Bir müddet orada aynı kitapları okudum.
Patnos’a bağlı Hasandel köyüne gittim. İki sene kadar Molla Yasin’in yanında kelam okudum. (akaidi nesefiyi) Molla Yasin Şafii fıkhını çok güzel biliyordu. Minhac, Fethul Muini (fıokıh kitapları) onun yanında tekrarladım. Kendisi Van’ın Şivekar köyüne gitti. Şivakar köyünde ondan mutlak icazeyi aldım. O zatın münkirleri çok idi. Alet ilimleri (Nahv-mantık) biraz unutmuştu. Bir sene orada kaldım.
Sonra 1960’da Erzurum’a gittim. Sakıp Eefendi’nin yanına döndüm. Makasıd (kelam ilmi) Tefsiri Kadı, Celaleyn tefsirlerini yanında okudum. Mubarek bana: Acele et, vakit daraldı. Ecelimde yakındır. Çok çalış, ilme rağbet kalmamış ise de Allah’ın yanında ilim kıymetlidir dedi. Sen eğer alim olursan, halk sana hizmetçi olacak. Alim olmazsan kendin hizmetçi olacaksın buyurdu.
Mekasıdı bitirmeden rahatsızlanıp talebelerini dağıttı. Bir mektup vererek Ömer Nasuhi Bilmen’in yanına gittim. Ömer Nasuhi Bilmen’in yanında Nazmul Lealiyi (ufak bir eser-kelam) 20 gün kadar okudum. Muvazzah ilmi kelamı yazıyordu. Muvazzah ilmi kelamı onun yanında tekrarladım. Ondan sonra Erzurum’a döndüm.
1-2 ay sonra inkılab oldu. İnkılabdan sonra Suriye’nin Hazne kasabasına gittim. Til Maruf adlı Şahı Hazne’nin köyünde Şah’ın oğlu Şeyh Alaaddin’in yanında el felsefe tul ula, şerh ul mekasıd, tefsiri Kadı, bir cilt Buhari’yi tekrarladım. Daha evvel Molla Yasin’in yanında da Müslim i Şerifi okumuştum. Oradan Zaho’ya geçtim. Üstad Şeyh Muhammed Kasım’ın yanında okudum. Üstad Muhammed Kasım affı çıktığından (şapkadan isyan etmişti) Şirvan’a döndü. (Siirt’in kazası) beraber gittik.
Şeyh Muhammed Kasım’ın yanında Mizan ul Kübra’yı (İmam Şaraninin 4 mezheb kitabı) Buhariyi, Kadı tefsirini, Medarikin bazı kısımlarını (parça parça) okudum. Hakiki ilim icazesini ondan aldım.
Bu zat Molla Yasin hocamızla Erçişte Molla Ahmed Kurumzadeden icazelerini almışlardır. Molla Ahmed Kurumzade de Molla Necmeddin Ercişi hazretlerinden icazelerini almışlardır. O da Efendine Hasan, O da Hacı Tayyib Muşi efendiden, o da Siirtli Molla Halil efendiden (Asrı Saadete kadar…) Şeyh Muhammed Kasım, Molla Muhammed Eminden de icazet almıştır.
Piri Küfrevinin oğlu Hazreti Şahtan Nakşi tarikatını ve icazeyi almıştı. Üç i’tikaftan sonra bu icazaden beni şereflendirdi. Sonra Seyyid Şeyh Abdulhakim Hazretlerinden Nakşi tarıkatı üzerinde çalıştım. Şeyh Hazretleri eylülde (1970-1971) mutlaka yanıma gel, emrin tamamdır, eylülde ihmalkarlık yaptım, şeyhin vefatından 7 gün sonra gittim. (Nasib olmadı) 1974 Hac seferinde Medine i Münevverede mukim Şeyh Abdulhak, cebren Nakşi, Kadiri ve Şazeli tarikatında bana bir izin vermiştir.
not: üstaz hazretleri halihazırda antalya aksu ilçesinde eser telifi ve tedrisat ile meşguldur. ayrıca silsilesinde de beyan edildiği üzere muhammed masum efendi'den ayrıca kadiri tarikında icazesi vardır.
Müellifin 42-43 civarında Türkçe Eseri 6 Arapca Eseri Bulunmaktadır..
Ahlaki Reçeteler kitabının içeriği: Bu risâle dört bölümden ibaret olup, • Birincisinde şeytan, cin ve habis ruhlardan Allah Teâlâya sığınmak, ayrıca büyücülere, sihirbazlara, psikolojik olarak muhatablarını tahakküm altına almak isteyen cambazlara mukâvemet etmek keyfiyeti; • İkinci bölümde, Kelime-i Tevhîd ve Esmâ-i Hüsna`yı zikretmenin keyfiyeti; • Üçüncü bölüm olarak, bu arada tesbihler; • Dördüncü bölümde, hadis ve eserlerde vârid olan faziletli dualar şerh ve beyan edilmiştir. • İbadetinizde gevşeklik varsa, • Çocuğunuz gece korkuyorsa, • Ateşli hastalığa yakalandıysanız, • Darlıktan kurtulmak istiyorsanız, • Bekarsanız... • Aşkin manasını bilmiyorsanız, • sevginin en üstününe ulaşmak istiyorsanız. Binlerce duadan oluşan bu eser sizin ilginizi çekecektir.
Eserde özellikle on iki tarîkatten herhangi birine müntesib olan her zevata aid umûmî ve husûsî zikirler, dualar, Esmâlar yerli yerinde aktarilmiş, hatta Risâle-i Nûr dairesinde çalışan kardeşlerin de müstağnî olmayacağı bir sûrette evradlara, dualara yer verilmiştir. Bu hususta herhangi bir yere intisabı olmayanlar da ihmal edilmemiş, bütün okuyucularının faydalanabileceği umumi ve hususi zikir ve dualar da bildirilmiştir.
Ayrıca eserde geniş bir fihrist mevcud olup, her işe ve vakte aid zikirler, dualar, vesileler, âdâbıyla, usûlüyle, şekliyle rahatlıkla bulunabilecek tarzda düzenlenmiştir. Eser bir aşk kitabıdır.
İlâhi aşk şarabından nasibince içmeye talib olanları askina davet eden, emeline ulastiran, zevkinden sarhoş eden ve sarhoşluğundan ayıltıp ebedi saadetin kucağına bırakan nice nice nûrânî vesileler eserin satrelerinde saklıdır. Bu haliyle eser bir srlar kitabıdır.
eserleri: Ahlaki Reçeteler Azizlerle Cana Can Cemaat Dua - Kudsi Dualar Edeble Varış Lütufla Dönüş Ehli Sünnetin Nazarı İtikadın Ölçüsüdür İnançlı Gençlik Şuuru İnsan ve Vazifesi İttiba Ehli Sünnetedir Kalbin Diriltilişi Milliyetçilik Şuurumuz Mü`minin İstikâmeti, Velînin Kerâmetidir Mufassal Medenî Ahlak Müslime Genç Şuuru Nasıl Olmalıyım? Ölçüler Olgunluk Günahtan Sakınmaktır Özleşme Yolu Sevgi Bağı Size Sözüm Öz İnci Armağan Sohbet ve Tesettür`de Âdab Son Hutbede Okunan Âyet`in Esrarı Şübheden Hakikate Şuur Arapça Arapça S Arapça S Ta`lîm-i Asfîya Ta`lîm-i Asfîya (Arapça) Tahkîm-i Sâdât Şerh-i Mişkât Tasavvuf ve Tevhîd`de Parlak İnciler Tasavvuf ve Tevhîd`de Parlak İnciler (Arapça) Tebliğ Tek Çare Terbiye-i Nefs Tevessül
HUZURDANAYRILIP ARŞ'A BARINDIM
FELEĞE, MELEĞE ARAŞA KONULDUM
NİCE ASIRLAR BÖYLECE YOLA KOYULDUM
NİHAYET DAR-I BELAYA İMTEHANA GELDİM
YAYLADAN AYRILIŞIM YAKTI BENİ
UZAĞA DÜŞÜŞÜM SARSTI BENİ
AĞLADIM AŞKIMSOLDU BENİ
ŞU DİYAR-I GURBETE DÜŞE GELDİM
HÜSN-Ü NİYET
Birinci tavsiye her hayırlı işin amaçlanmasıdır.
Her işin başı, insanın amacıdır. Amaç = niyet = kasd = herhangi bir işe hissen yönelmek, fiile geçerse, ona amel denilir; hayırlısında sevab, şerlisinde azab tahakkuk eder. Nitekim Resullah sallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: 'Ancak ameller niyetlerledir. Ve ancak, kişiye niyet ettiği şeyin karşılığı vardır.Binaenaleyh kimin hicreti = kasd ve iradesi, Allah'a ve O'nun Rasulu'ne olursa, onun hicreti = yaptığı amelinin sevabı, Allah'ın rızasına ve Rasulu'nun rızasının kazanılmasına sebep olacaktır. Kimin hicreti = kasd ve iradesi de, kendisine isabet edecek dünyevi bir şeye olursa yahud da kendisiyle evleneceği bir kadına olursa, şübhesiz onun da hicreti = kasdettiği = yöneldiği şeye sebeb olacaktır.' Yani, insan, içinde neyi maksad edinse, maksadı harekete geçtiği andan itibaren, maksad ve amaç edindiği şeyin sevabını yahud da günahını tahsil edecektir. Şu halde hiçbir niyet harekete ters olmaz, bilakis muvafık olur.
Niyet, lügatte mutlak kasd manasında ise de, şer'i şerife göre, Allah Azze ve Celle'nin rızasını kazanmaya, diğer ifadeyle emelleri ahiretteki sevaba bağlamaya, kalbi ve iç duyguları yöneltmektir. Bu maksadla ibadet, adetten ayrılmış oluyor. Demek niyet, kalbin ve iç duyguların amelidir; dil ile söyenecek bir şey değildir.
Şafilere göre, vesail olsun mekasid olsun, bütün amellerde niyet, sıhhatin şartıdır. Sıhhatin manası, amelin suretinin şer'i şerifin zahirine mutabık olması ve şer'i şerifin emrlerini yerine getirmeye kasdedilmesidir. Bu iki şartla vuku bulan amel makbul, tarifin dışında kalan ameller merduddur, demek olur. Ruhsuz bedenin varlığı tasavvur edilmediği gibi, niyetsiz amelin varlığı da imkansızdır.
Hanefiler dediler ki: 'Vesailde mesela abdet gibi şartlarda niyet, sıhhatin şartı değildir; sevabın tahsilinin şartıdır. Mekasıdda ise, namaz, oruç, zekat gibi amelde niyet, sıhhatin şartıdır.'
Mü'min, mübah olan şeyleri işlemesinde Allah Azze ve Celle'nin rızasını yerine getirmeyi kasdederse, mesela ailesiyle oynaşmasının aslı olan nikahın, Allah'ın emri olduğunu, Peygamber'in sünneti olduğunu ve bunun için oynaştığını maksad edinen kimse, mübah olan işlerde de sevab alır. Sair bütün ameller buna kıyas edilmektedir.
Bütün hareketler niyete göredir. Hareket, niyetten dolayı başka hükmü almaz. Mesela, herhangi bir günah işleyen, niyetim günah işlemek değildir, diyemez. Binaenaleyh niyet, hareketin = amelin hükmünü değiştirmez.
Binaenaleyh itikat olsun, ibadet olsuh, kulların birbiriyle muameleleri olsun, hatta mübah işler olsun, Allah nazarında makbul olmasın şartı, o işin rıza-i Bari'ye yani emr-i şerifine uygun olmasıdır.
Rıza-i Bari'ye, maksud = matlub = taleb edilen denilir. İşte bunu kasdetmeye, kalben ve ruhen buna yönelmeye, niyet denilir. Demek herşeyin temel ve esası niyet olur.
Aynı zamanda bu maksad var ise, ihlas var demektir. Çünkü İslamın ruhu ve şeriatın esası, ihlastır. ihlasın da özü, Allah Azze ve Celle'nin rızasını taleb etmek, kasdetmektir. İşte buna niyet denilir.
İmam Ğazali özet olarak şöyle demiştir: 'Niyetin dayanmış olduğu ilim ve amel olmak üzere iki iş vardır.
Niyet ilme, amel ise niyete tabi olur. Çünkü bütün ameller yani amellerin sevabı yahud da sıhhati, niyetin semeresi ve dallarıdır. Bütün amel yani ihtiyari olan bütün hareket ve sükun: güç yetirmek, irade ve ilim olmak üzere üç şeyden başkasıyla tamamlanmaz.
Nitekim insan, bilmediği bir şeyi istemez yani maksad edinmez: önce bilir sonra kasdeder ve maksad edindiği şeyi sonra işler. Binaenaleyh amel, iradeyi gerektirir, yani üzerine bina edilir. İrade ise halihazırda veya istikbalde garaza = amaca muvafık görülen şeylere kalben yönelmektir. Binaenaleyh insan, garazına mülayim garazına muhalif bazı şeylerden sakınmak üzere yaratılmıştır.
Nefsine ve garazına mülayim şeylerin bilinmesine ve zararlı olan şeylerin def'i için bilgiye muhtac olur. Binaenaleyh bizzarure insan, aleyhinde ve lehinde olan şeyleri bilmesine muhtac olur, ta ki zararlı olandan kaçabilsin ve faideli olan şeylere yönelmiş olabilsin..... Bu itibarla niyet, kasd ve irade, eş anlamda kelimelerdir. Bunun semeresi yani fiile geçmesi ameldir.
Azizler! Tabii değil iradi olan bütün ameller, hareketler, birer birer varlığını gösteren madde ve kalıblardır = heykellerdir. Sonra bu heykeller de iki kısımdır: Birincisi, canlı, flüoresanın aksi olarak ihlas nispetinde kuş gibi Arş'a doğru uçan = yükselen içi parlaktır.
Melekler ve sair mahluk, amelin suretine bakarlar, nazar-ı itibara alırlar. Allah Azze ve Celle ise, onun içinde olan ruh ve sırrına, yani emrine muvafık olup olmamasına bakar. Kabul etti ise, kıyamet günnüde onu Mü'minlere nurani bir ışık olarak verir. Gerek ashab-ı kiram, gerekse birçok ehli velayet, ma'rifetleri nispetinde amellerinin nurunu müşahede etmişlerdir. Ayet-i kerimede: 'Allah'a, hoş ve güzel sözler yükselir. Allah söz sahibinin ihlası nispetinde sözünü ve salih amelini dergahında terfi eder = yükseltir.' buyurmaktadır.
İkincisi, ruh ve hareketten mücerred = soyut, içi kapakaranlık olan suretlerdir, doğrsu mücerred heykellerdir. Bu da, Allah Azze ve Celle'nin emrine uygun olmayan, ihlassız söz ve amellerdir.
Bazan içinin bir kısmı zulmet, diğer bir kısmı nurani aydınlık olur. Bu da, içinde dünyevi gayeler bulunan amel ve hareketlerdir. Mesela helal malla şer'i şerife uygun bir haccın bütün hareketleri birer birer kalıblaşır. Hacı, haccını ifa etmekle beraber, kızına oğluna cehiz almayı da maksad edinmiş ise, o kalıbların içlerinin bir kısmı zulmet yani karanlık olur, diğer bir kısmı da aydınlanır. Hangisi ğalibse Allah Azze ve Celle ona göre kabul veya reddeder. Namaz, oruç, zekat, cihad, hepsi böyledir. Bu itibarla riya ve gösterişe şirk ismi verildi. Bu şirk imanda olursa, adı nifaktır, amelde olursa adı riyadır.
Azizler! Bu mesele oldukça ehemmiyetlidir. Bütün dinlerin esası ve başlangıcıdır. Onun için buna çok dikkat etmek lazımdır.
Halisane niyet = hüsn-ü niyet = Allah Teala'nın emr-i şerifine kemaliyle uymak da iki kısımdır:
a- Birinci kısım, Ebrar Müslümanların ihlasıdır. Bunların ihlaslarının nihayeti; amellerinin gizli ve aşikar olan şirkten ari, nefsin hevasından, istek ve arzularından pak olduğu halde amaçlarının Allah Azze ve Celle'nin Kur'an'da, Rasulü'nün hadisinde tehdidle bildirdikleri azabzan kaçmalarıdır. İşte her Mü'min namazında ' Sadece San'a ibadet ederim = Sen'in cennet nimetini severim = azanıdan korkarım.' demekle ifade eder. İhlasın bu derecede olabilmesi için hayrlı amelinde Mü'minin, tamamen halkın övgüsünü ve sövgüsünü sarf-ı nazar etmesi, kendisinden sadır olan ameli grömesi = sayması ve ona itimad etmesidir. Bu itibarla ehli hakikatten birçoğu ihlası, amelle tefsir ettiler. Yani ihlas, ibadette hareketli olmaktır, dediler.
b- Mukarrabin Müslümanların ihlasdır. Bunlara göre ihlas, öbürlerinden farklı; yapmış oldukları amellerini saymamaları, Allah Azze ve Celle'nin vereceği sevab veyahud azabı daha unutmaları, sadece Hakk Teala'nın ma'bud, mahbub olduğu için emirlerini yerine getirmelerinden ibarettir.
Bunlar, hareketlerinde, sükunetlerinde, ibadet ve taat yapmakta, ma'siyet ve fıskı terk etmekte, kendi zatlarında asla hiçbir kuvveti müşahede etmezler. Bu makama Sıdk Makamı denilir. Bunlar hiçbir an, Tevhid ve yekinden ayrılmazlar. Taat ve ibadet etmelerini, günahları terk etmelerini dahi, Allah Azze ve Celle'nin mücerred inayetinden kesin kanaatle inanırlar. İşte bu itibarla bunlar da: 'Her hususta sadece Sen'den yardım dileriz.' demekle, imanlarını ve amellerini ifade ederler.
Azizler! ihlas mertebesine yani birinci makama göre, amel yani taat ve ibadetlere, amelun Lillah = Allah için çalışmak, hareket = sevabı tahsil etmek için amel = ibadetinin hakikatini icra etmek için amel = Allah Azze ve Celle'nin zahiri hükümlerini yerine getirmek için amel denilir. Kadiri gibi bütün cehri tarikatlerin yolu, ameli bu esasa dayanmaktadır.
İhlas mertebesine yani ikinci makama göre, amelun Billah = hareket, ona yaklaşmayı tahsil etmek, iradeyi fiile geçirmek, ameli tashih etmek, Zatı'nın kasdedilmesinin ameli denilmektedir. Nakşibendi gibi bütün gizli tarikatler de bu esas üzere bina edilmektedir.
Bazan Şazeli gibi tarikatler, ameli hem ihlas hem sıdk üzere inşa ettiler. Bu itibarla ferden gizli, cem'an cehri zikri tercih ettiler.
Bunlar hepsi, gizlide ve aşikarda Allah Azze ve Celle'nin rızasını taleb etmek, emrine uygun hareket etmek ve emriyle yürümek ifadesinde birleşmektedirler. Netice-i meram, her bir kulun ihlası, amelinin ruhudur. Onunla ameli hayat bulur, makbul olur, yararlı olur, Allah Azze ve Celle'nin huzuruna yaklaşmaya vesile olur.
Azizler! ihlas ve sıdk makamını kazanmak istersen, toplum nazarında vücudunu = varlığını, yerde eseri dahi kaybolmuş binada gömersen, bu makama ulaşırsın.Bu itibarla İmam Kuşeyri: 'Amelini ihlasla tashih et. İhlasını da kendi hareket ve kuvvetinden teberri etmekle tashih et.' buyurmuştur.
Allah'ın Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 'Şuurunda azametini istihzar ettiğin halde Allah'ın ismini, alçak ses ve gizlice zikret.' Yahud 'sessiz yani sadece kalbinle zikret.'
Bişr-ul-Hafi kaddesallahu sırrah-us-safi'ye birisi: 'İhlasın hakkında bana bir tavsiyede bulun.' diye istirhamda bulunmuş; 'Sessiz, gizlice zikret, helal lokmadan başkasını arama = alma.' denmiştir. Yine de muşarun ileyh şöyle demiştir: 'Mahluk amelimi bilsin diye sevinen kimse, asla ahiretin sevgisini, iman sevgisini bulamaz. Ameliyle halk tarafından tanınmasını arzulayan hiçbir adam yoktur ki, dini gitmemiş ve kendisini rezil rüsva olmamış olsun.' Ebu İshak İbrahim bin Ahmet el-Havas kuddise sirruh diyor ki: 'Sabretmeyen muzaffer olmaz. Mü'minin izzeti, Allah Azze ve Celle'nin emrini yücelttiği nisbettedir.İhlas üzere Allah Azze ve Celle'nin emrini yükseltene Allah, izzet elbisesini giydirir.Mü'minlerin kalbinde büyütür.Allah'ın emrini aziz kılmanın manası, kur'an'ı tefekkürle okumak, mideye halis helalden az vermek, gece ibadetle uykuyu kaçırmak, seher vaktinde yalvarış, salihlerle düşüp kalkmaktır. Allah Azze ve Celle: 'İzzet, Allah'a mahsus, Rasulü'ne mahsus Mü'minlere mahsustur.' buyurmuştur.'
Niyet hadisinde 'Ve ancak kişinin maksad edindiği niyetinin semeresi vardır.' cümlesi, bu takdirde 'Ancak ameller niyetlerledir.' cümlesinin takviye edilmesi için değil, muteber olan amelin hakikatinin beyanı ve yukarıda izah edilen manayı bildirmek için tekrarlandı.
Ala kulli hal, herşeyden önce tavsiye edilir.
Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: 'Mü'minin niyeti, münafıkın amelinden daha hayırlıdır. Mü'minin niyeti, münafıkın amelinden daha hayrlıdır. Münaıkın ameli, kendisinin niyetinden daha hayırlıdır. Ve her biri, niyeti üzere amel eder. Nitekim Mü'min, iyi bir amel işlediği zaman, amelinin nuru kalbinde fışkırır.'
Demek her şeyde esas niyettir. Onun için Resullullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurdu: 'Allah hiçbir sözü kafi gelmez.Aziz genç! Müslümanım, dediğimiz zaman, bizden Allah Teala'nın ne istediğini bilmeliyiz. Şu halde Allah Azze ve Celle'nin bize ne gibi muamelede bulunmasını istiyorsak öylece dünyayı bırakalım.
İkinci tavsiye, itikadın tashih edilmesidir.
Niyetten sonra en ehemmiyetli iş, yine kalbin ameli olan itikaddır. Binaenaleyh bid'atten ari, nefsin istek ve arzusundan uzak bir itikad gerekir. İtikad, bir şeyin varlığına ve gerçekliğine kanaat etmektir. On beş yaştan itibaren tashih-i itikad, her Mü'mineye farz-ı ayndır.
Kişi, gerçek itikada sahib olduktan sonra, herhangi bir günaha çarpılmış olursa, tevbeyle Allah'a dönmesi farzdır.
Tevbe: yapılmış olan günahlardan yanık bir kalble pişman olmak, gelecekte o günahları işlememeye azmetmek, geçirmiş olduğu farzları, adakları, kefaretleri süratle ödemeye = kaza etmeye çalışmak, günahında kul hakkı varsa, hak sahibiyle helalleşmek yahud da hakkı sahibine vermek, mesela on sene evvel çaldığı bir seccade yahud bir çift ayakkabı mevcud ise, onu sahibine vermek, mevcud değilse, tevbe ettiği gündeki bedelini, malı çalının kimseyevermek ve o günahını hatırladığı zaman istiğifarda bulunmak yani Allah Teala'dan mağfireti dilemek üzere beş unsurdan ibarettir.
Terbiye-i Nefs
İSMAİL ÇETİN
Bizzat madde aleminde cismani buluşmakla şeyhinin emr ve telkinlerini kabul eden, dini tatbikatlar aşırı derecede kendisine sevdirilen, önceden zorluğa katlanarak işlediği taat ve ibadetin zorluğu zeval bulan merdiyye nefsin nazarında=itikadında, dünya o kadar küçülür ki, kocaman yer küresi yumurta kadar küçülüp değersiz kalır. Uhrevi saadetin kazanılmasına vesile olan bir nafilenin işlenilmesi, dünya kadar değer kazanır.
Burada artık madde âlemi bitmiştir. Madde ve hatta Arş'ın çok fevkindeki emr alemine latifeler yükselmiştir. Râdıye nef, merdiyyeye dönüşmüştür. Yaptığı ibadetinin semerelerini müşahede eder ve İbadullah'ın içerisine girmiş olur.
Bizzat madde aleminde cismani buluşmakla şeyhinin emr ve telkinlerini kabul eden, dini tatbikatlar aşırı derecede kendisine sevdirilen, önceden zorluğa katlanarak işlediği taat ve ibadetin zorluğu zeval bulan merdiyye nefsin nazarında=itikadında, dünya o kadar küçülür ki, kocaman yer küresi yumurta kadar küçülüp değersiz kalır. Uhrevi saadetin kazanılmasına vesile olan bir nafilenin işlenilmesi, dünya kadar değer kazanır.
Burada artık madde âlemi bitmiştir. Madde ve hatta Arş'ın çok fevkindeki emr alemine latifeler yükselmiştir. Râdıye nef, merdiyyeye dönüşmüştür. Yaptığı ibadetinin semerelerini müşahede eder ve İbadullah'ın içerisine girmiş olur.
Nefs ve kalbin ve askerlerinin arasında daima muhalefet bulunmaktadır. Nefs, ruhu daima dünya hayatının idamesinde, kalb ise, ruhun asıl isteği olan uhrevi saadete, mana alemine davet eder. Bunun içindir ki, insan ne kadar maddeye dalmış olursa olsun, madde alemine göre hayali sayılan mucize, keşif, kerametl gibi şeylere kulak verir ve meyleder.
Kalbin yahud diğer ifadeyle nefsin müşahede edilen askerleri: el, ayak, göz, kulak, dil ve sair zarihi azalarıdır.
Bu itibarla kalb, bütün bedenin sultanı; bedenin içindeki sinir sistemi yani bütün ciheletleriyle nefs ise, reâyâsı gibidir; ve kalbe itaat etmek üzere yaratılmaktadır. Mesela göze açma emrini verdiği vakitte açılır, kapatma emrini verdiği vakitte kapatılır. Ve böylece bütün azalar...
Allah Teâlâ ruh için nefsi,dünya hayatının irade ettiği zamana kadar idamesi için, yarattı; kalbi de madde aleminden mana alemine, uhrevi saadetlere ulaşması için yaratmıştır. Sonra kalbi, bedenin içindeki nefse bindirmiştir = hâkim kılmıştır. Ruhu da ikisine hakim kılmıştır. Artık ruh, bazan kalbe ve askerlerine, bazan da nefse ve askerlerine uyar; tıbkı bir hükümdarın, bazan iyi ve merhametli olan reayasına, bazan da kötü ve insafsız reayasına uyduğu gibi..
Ayrıca Allah Teâlâ kalbe, nefse vermemiş olduğu ilmi, hikmeti ve fikri bahşetmiştir. Bu üç kuvvetle de insan, sair hayvandan ayrılır. Allah Teala, nefsin hayatının idamesine, yer küresinden çıkan şeyleri sebep kıldığı gibi, kalb için de, uhrevi hayatının saadetini kazanmasına, imana dayalı ilim ve salih ameli yaratmıştır. Vebinnetice insan, bu ilimden ayrıldığı zaman hayvan gibi nefs-i emmaresinin galebe çalmasıyla canavarlaşır; ona döndüğü zaman da nefs-i mutmainnenin gâlib gelmesiyle de melekleşir ve melekten üstün olur.
Allah Teâla Her ne hikmete mebni ise, dünyevi hayatın levâzımları için aklı yeterli kılmıştır.
(Habibim) De ki: Ey kendi nefsleri aleyhine hadlerini aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Gerçek şu ki, O Gafür ve Rahim'dir. Ciddi bir pişmanlıkr duyarak Rabb'inize dönün, O'nun hükümlerine teslim olun; size azab gelip çatmadan önce. Sonra yardımlanılmazsınız. Rabb'inizden size indirilen en güzeline= Kur'an ve hadisin hükümlerine tâbi' olunuz = hayatınıza hakim kılınız; sizler farkında olmayarak ansızın başınıza azab gelmezden önce.”
Dikkat edilirse, ayet-i kerimenin başında”Ey kendi nefsleri aleyhine hadlerini aşan kullarım! ” diye buyruldu. Demek her insan, Allah'ın kulu değildir. Bilakis O'nun kulu, iman etmekle nefsinin tâğûtuna tapmaktan kurtulan kimselerdir. Binaenaleyh ancak imani nifak, küfür ve şirkten büsbütün arınan, Rabb'inin Rubûbiyeti'ni kabul eden, Allah'ın kuludur. Bu idrâk ve kabule ulaşmak için hadis-i şerifte: “Dünya vatanından uzaklaşıp hasretinde bulun; sanki sen garibsin, bilakis geçen yolcusun. Ve nefsini kabir ehlinden say.” diye buyrulmuştur. Yani “Nefs-i emmare daima ruhunu dünya hayatının muvakkat lezzetlerine, doğrsu kendisinin fani vatanından ikamet etmeye davet edip Allah'tan başkasına taptırmak ister, birtakım yaldızlı ve sihirli telkinlerde bulunur. Aldırış etme; asli vatanın dünya hayatı değil, ondan ayrılmış olduğun cennettir. Buna, ölümü göz önünde bulundurmakla, doğrusu rabıta-i mevtle nefsi inandırırsın.” demektir.
Şeyh Cüneyd Bağdadi diyor ki: “Nefsin, Rabb'inin taat ve ibadetinde olsa bile, yine de ona güvenip teslim olma.”
Şeyh Adulkadir Geylani kaddesallahu sirrah-us Subhani diyor ki: “Afiyette veyahud belada olmak üzere nefsin iki hali vardır, üçüncüsü yoktur.
Belaya yakalandığı zaman feryad eder, sebeplerden korkar, şikayet eder, kader-i ilahi'ye karşı itirazda bulunur, sümme haşa, Rabb Teala'nın hükmüne rıza göstermez, hatta muvafakat da etmez, sû-i edeb ve tesiri sebeblere isnad etmekle şirke düşer.
Afiyet ve nimette olduğu zaman, oburluk yapar kibirliliği taslar, istek ve arzularına uyarak nimetleri sadece kendisine tahsis etmek ister, şehvani isteklerinden herhangi birisine ulaştı mı, hemen akabinde başka bir isteği yerine getirmeye çalışır. Ulaştığı her bir nimetten sonra a'lasına ulaşmayı arzular. Allah Teala tarafından isteği verildikçe, sahibini daha zor bir duruma sevk eder. Ve nihayetsiz maksadları var; hepsine ulaşmak ister.
Bir bela başına geldi mi, kurtuluşunu diler; kurtuldu ise, yine edebsizliğine dalar. Onun ıslahı, istek ve arzusundan ayrılıp Rabb'inin hükm-ü kazasını kabul etmesidir. Ne vakit ki, kendi kendine tapmaktan kurtulup Rabb'ine Mü'min bir abd olursa, işte o andan itibaren Allah Teala da onu ahiretine zarar verecek şeylerden korur. Nitekim hadis-i şerifte: “Gerçekte Allah Teala Mü'min kulunu dünyanın fani lezzetlerinden korur; kulu o fani lezzetleri sevdiği halde. Nitekim kendisinden korktuğunuz için hastalırınız yemek ve içmekten koruduğunuz gib.” diye buyrulmaktadır. Eğer insan, bela halinde olsun, afiyet halinde olsun, Rabb Teala Zül'Celal Hazretleri'ne döner, sadece O'na kul olursa Allah Teala onu kulluğu sebebiyle, taksiratta bulunduğu takdirde belayı göndermek sebebiyle fani olan lezzetlerden ayırtır. Ve binnetice insan, ruhu ve kalbiyle insandır; nefsi ve hevası cihetiyle de hayvandır. Akıl ise, bunların aletidir; bir kere nefs onu ele geçirir, bir kere kalb.
ÖLÜLER DİRİLERDEN FAYDALANIR
' Sizden biriniz öldüğü zaman, onu habsetmeyin = defnini geciktirmeyin, erkenden onu kabre ulaştırın.
Ve başının yanında el-Bakara'nın Fâtihası = müflihûn'a kadar, ayakları yanında el-Bakara'nın hâtimesi = âmenerrasûlu'nün sonuna kadar okunsun. '
' Her kim ki, mezaristan dahilinde oturup Yâsîn sûresini okuyup sevabını ölülere bahşederse Hakk Celle ve A'lâ o ölülere azablarını tahfîf eder = âsanlık verir ve okuyana da ölülerin adedince hasenat verir. '
İbnu Abidin c.2 s.242, Levâmiu-l-Ukûl c.1 s.416, Firdevs-i Deylemî c.1 s.284 h.n.1115, Kenz-ul-Ummâl h.n.42390, İthâf-u Sâddet-il-Müttakîn c.10 s.370, Mecmau-z-Zevâid c.3 s.44, Şuab-ul-İman c.7 s.16 h.n.9294
' Kim ana babasının yahud birisinin kabrini cuma gününde ziyaret ederek nezdinde yahud nezdlerinde Yâsîn okusa, günahları bağışlanır. ' İmam
Aynî diyor ki: ' Ulema, kabirlerin yanında kur'an'ın okunmasını müstehab gördüler ve Buhârî'nin 215 = 81. hadisiyle istidlal ettiler. '
El-Kâmil fî Duafâi-r-Ricâl c.5 s.152, Umdet-ul-Kârî c.1 s.874, 875, Feth-ul-Bârî c.1 s.276, Kenz-ul-Ummâl h.n.42596, Levâmiu-l-Ukul c.4 s.431, İthâf-u Sâddet-il-Müttakîn c.10 s.363.. İbnu Adî ve İbnu Cevzî, bu hadisi zayıf hatta mevdu' saydılarsa da, Aynî'nin Umdesi'nde bununla istidlal etmesi, hadisin mevdû' olmamasına alamettir.
Ve nitekim İmam Suyûtî de: ' Bu hadisin başka şahidleri de vardır. ' demektedir. El-hasıl, Gümüşhânevî'nin tasrih ettiği üzere, ziyaretçinin yahud ziyaret edilenin günahları bağışlanır.
Ehli Sünnet velCemaatin ittifakı ile herkes işlediği amelin sevabını başkalarına verebilir. Başka kelimesi içerisinde Hazreti Rasûl-u Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de dahildir.
Hatta Hazreti Rasûlullah bizim hidayetimize sebeb olduğu için daha ziyade layıktır. Evet kamil insan, kemâlin ziyadeliğine kâbildir. Kendisince sevabın
Hazreti Rasûl-u Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ve ümmetine hediye eylemek teşekkür babındandır.
Ancak Şâfiî ulemâsı demişlerdir ki: ' Sevab yahud ibadet-i bedeniyye başkasına hediye edilmez.' Bununla beraber Şafiî mezhebine aid İânet-ut-Tâlibîn kitabında İmam Subkî de naklediyor ki, muşârun ileyh, anasından bedel yedi senelik kaza namazlarını kılmıştır.
Ayrıca İbnu Âbidîn diyor ki: ' Hanefî ulemasına göre, namaz, oruç ve sadakalar başkasına hediye edilebilir. Hatta Tarhânî, Muhit'ten naklen der ki:
Nafile sadaka veren kimse için, bütün Mü'minleri sevabında ortak etmeye niyet etmesi efdaldir. Çünkü ölülere hediye edilen muhakkak onlara ulaşır. Hediye edenin sevabında hiçbir şey eksik olmaz. Bu da Ehli Sünnet velCemaat mezhebincedir.
Feth-ul-Kadîr kitabında İbn-ul-Hişam der ki: Ölülere sevabını bahşeylemek sevab olduğu gibi dirilere de caizdir. Halbuki dirilikte hangi hürmete layık olduysa, o zat, öldüğünde de aynı hürmete layıktır. Binaenaleyh büyüklerin türbelerini ziyaret etmek için muayyen bir edeb lazımdır ' Aynî de aynısını söylemektedir.
Feth-ul-Kadîr c.1 s.473, Ramazan Efendi s.335, İânet-ut-Tâlibîn c.1 s.23, Umdet-ul-Kârî c.1 s.874, Redd-i Muhtar c.1 s.843,845'ten seçme, İthâf-u Sâddet-il-Müttakîn c.10 s.369.. Hâfız Zebîdî mezkur kitabında uzun uzadı ulemanın bu husustaki sözlerini nakletmiştir. Arabî bilenler oraya müracaat edebilir.
İktibas: Mü'minin istikameti Velinin Kerametidir Dilara Yayınları
canacan.forummum.com
Semiyyuz Zebih (Boğazlananın Adaşı) İsmail Bin Mahfuz Kuddise Sırruh'un Gençlere Yazdığı Şiiri:
Nefsimle İblis, Düşmanımdır Benim
Kızmakla Şehvet, Tuzağımdır Benim
Tembellikle Uyku, Hastalıktır Benim
İmanlı Bir Genç, Servetimdir Benim
Aziz gencim, severim seni
Dermanım, ciğerim! Yüzünün Gülmeni
Üzüntülü halin, eritir beni
Yeşertmem Seni Hayatımdır Benim
Sevgiyle Bakışın, Ruhumun Hayatı
İlmi Arzulaman, Hayatımın Cenneti
Bil, İlmin Kadrini, Rabbinin Nimetini
Gencim! Senin Öğrenmen, Hayatımdır Benim
Korun, Avcının iki tuzağından
Tıka Kulağını, sihirli sözünden
Ezberle dersini, can-ı gönülden
Gencim! İlmi Öğrenmen, Amacımdır Benim
Kızma, Gör, Gençlik Tuzağı
Kızmak Duygusu, Samirî'nin buzağı
Banyonun gizli adeti, kurutur kaynağı
Gencim! Kırılan Direksiyonu Tamir Edelim
Yüzmeyi bırakan balık, kumsala düşer
Uçuşu Bırakan Kuşlar, Kafese Girer
Tembel Tembel Uyuyan Yuvarlana Gider
İsmail! Çalışan Gence Kurban Olayım
İsmail Çetin (Kuddise Sırruh)
ÜSTAZ FAKiH ŞEYH iSMAiL ÇETiN EFENDi HK
----------
Miladi 1942 senesi, mart ayında, Diyarbakır'ın Hazro ilçesinde dünyaya teşrif eden Üstaz'ımız İsmail Çetin rahimehullah, akrabalarından 20 alime yetişmiş ve yetmişten fazla alime ziyaretlerde bulunmuştur. Muhterem Hoca'mızın ilim tahsili sırasında nerelerden ve kimlerden hangi ilimleri tahsil ettiğine dair kendi beyanından tespit ettiklerimiz:
Kur'an-ı Kerim'i Veşşems suresine kadar validesinde okuyarak, bundan sonra Kur'an dersi almamıştır. Zira her tarafını okuyabiliyordu.
Merhum pederleri Seydayı Molla Fettah'a söylediğinde: 'medreselerde oku' dedi.
7-8 yaşlarında iken onun emriyle memleketi terkedip Halep'e gitti.
Halep'te üstad Molla Abdurrezzak (Şeyhül Kurra) ı Kürdî'de 4 sene 5 kıraat okudu.
-Kıraeti Asım, Kıraati nafa, Kıraeti Şam, Kıraeti İbni Kesir-Rivayeti şaz-
Sonra Şam’a giderek aynı üstadın nezareti altında 1 sene sonra imtihan oldu. 70 sıra içinde birinci, 1. sıradan 2. olarak -1. Abdussamed- 5 kıraetten mutlak icaze aldı.
-İcazei aceziye: Rumuzlu bir ifade olup, her harfin tekabül ettiği bir şahıs. Kur’aların baş isimleri, Arabca yazılışa göre-
12-13 yaşlarında memlekete döndü. Molla Fettah Efendi davet etti. (çocuklarla oyun oynadığı bir sırada) . Yanına geldiğinde elini öperek verilen emr üzere vel ferciyi okudu. Son ayette manayı soran hocamızın bu sorusuna karşı üstad ağladı: ‘Kur’an’ın manaları kalbine geliyor mu’ diyen üstadın sorusuna hocamız: ‘Evet’ diye cevap verdi.
Üstad emrederek: Babana itaat etme, anan yoktur, bir Kur’an al ve oku dedi. Benim söylediğimi babana söyleme, sonra bana düşmanlık yapar dedi. Beni evine aldı, Bakara’dan itibaren Nubuhan, Gayetül ihtisar, emsile, İzzi, Avamil kitaplarının başlarından ikişer üçer satır bana ders verdi.
Tirale köyüne kendim gittim. Üstadın tavsiyesi üzerine anam babam yoktur diyerek 6 ay kadar orada okudum. Bu kitapların hepsini ezberledim. Üstad Molla Sıddık bana biraz elbise almak üzere Diyarbakır’a götürdü. Komşular vasıtasıyla babam beni yakalayarak kazaya (Hazro) götürdü.
Tekrar Üstad Molla Fettah sokakta çocuklar içinde beni görerek evine davet etti. Halimi ona arzettim.
Avamil, Birgevi, zuruf, Terkip, Küçük Sadullah, Şerhul Muğni kitaplarından üçer beşer satır bana ders verdi. Bana: ‘ Bir daha seni kazada görmeyeceğim! ’ diye emr verdi.
Çınar’a bağlı Has köyüne gittim. Orada Nahiv ilminden yukarıdaki kitapları okumakla beraber Molla Mahmud’dan Şafii fıkhına ait Minhac’ı okudum.
Sonra Hudur köyünde Şeyh Nesih’in medresesine gittim. Şeyh Nesih’in oğlu Şeyh Ersad’dan ders (Nahv) okudum. Şeyh Nesih gizliden mani oldu. Muayyen hadisleri kendi eliyle yazıp bana ezberlettirdi. Sadettin’e (Nahv ilmi) başladım.
Memlekete babamı ziyarete geldim. Babamla beraber Molla Fettah’ı ziyarete vardık. Molla Fettah babama: Molla Mahfuz, bu çocuğu bırak! Deden İsmail efendi’nin yerini inşallah tutacak. Dedi. Beni dışarı çıkarıp babamla konuştu. Biraz sonra beni yanına çağırıp:
Gençliğine hakim ol. Harama bakma. Seydaya mensub hocaların yanına git. Değerli hocaları tespit et ve onların yanında oku. Dedi.
Tillo’da Molla Muhammed, Molla Bedreddin’in yanında okudum. Seydayı Molla Bedreddin’de Hal (Nahv) okuyordum. Seydayı Molla Muhammed’in yanında da Riyazüssalihini okudum.
Şeyh Cemil (Tillo’da, 85 yaşında büyük bir şeyh. Kadiri tarikatı sahibi) Bedreddin Efendi’den kendisine hizmet etmek üzere bir talebe istedi. Talebeyi ücret karşılığında istiyordu. Molla Bedreddin, fakir olduğumu bildiği için beni gönderdi. Gece hizmet ederdim. Ibrığını doldurur, sobasını yakardım.
Bir gece beni azarladı: ‘Neye uyuyorsun! ? ’ diye. Kendisi gece ve gündüz uyumuyordu. Gece biraz uzanıyordu, ben hastayım diye (sözde…) Bana: Sen uyurken ayaklarını uzatıyorsun, Tillo’nun eviliyaları buraya geliyorlar. Ya benim gibi ol ya da git! Dedi. Ben de kızarak medreseye gittim. (14-15 yaşlarında)
Üstad Molla Halil’e (Molla Bedreddin’in babası) haber gönderdi: Hizmetçi olan talebeyi buraya gönderin, işi var dedi. Gittiğimde oğlu Şeyh Kamil ile oturuyordu. Şeyh Kamil dedi ki: Sen neye şeyhi terk ettin?
Şeyh Cemil gülerek: Molla Kamil seni imtihan ediyor dedi. Nasibin kapımızda değil, yalnız bizden bir hediye al dedi. Tevhid, Lafza-i Celal ve bir salavat ı şerife bana izin verdi. Marifetnamenin okunmasını tavsiye etti. Bizim tarikatımıza giren olursa, bize vekaleten bize bağlayın dedi. (her biri birer elimden tutarak beni okşadılar.)
Şeyh Kamil: Baba bunu almak mümkün değil midir? dedi. Şeyh Cemil:
Hepimiz kader i İlahiyeye mahkumuz. İnşallah sofi bir alim olacak. Şeyh Abdulkadiri Geylani büyüktür. Tillo evliyalarına fatiha oku. Sen ilmini bitirdikten sonra seni görmeyeceğiz. Şüphesiz ki sen okuyacaksın, icaze alacaksın, alim olacaksın, endişe etme, dedi.
Yanında tanımadığım Botan tarafından olup oturan hoca: Şeyhin (Şeyh Cemil’in) elini tut. Sana büyük bir müjde veriyor dedi. Ben ağlamaktan kendimi tutamayarak şeyhin elini tuttum ve titredim. Şeyh Cemil, bana:
Halkın elinden gözünü kapat. Vallahi alim olacaksın dedi. Paran biterse de isteme. Allah, rızkını sana gönderecek. Sebebler esirdir, sebeblere esir olma, Hakk’a esir ol. Halık’a kul ol, ölünceye kadar Allahu Teala rızkını verecek dedi.
……..
Şeyh Cemil gözünü kapattı: Kalk git, Fakirullah’tan başlamak üzere ziyaretleri dolaş, Şer’an haram işlemeyeceğine dair onlara söz ver dedi. Ben gidip hepsini dolaşıp tavsiyesini yerine getirdim. Akşam üstü yanına döndüğümde Şeyh Kamil ile oturuyordu. Fakah gel dedi, içeriye girdim. Ellerini ziyaret ettim. Kadiri tarikatına benden vekaleten Sübhanallahi velhamdü lillahi ve la ilahe illallahu vallahu ekber, kelime i tevhid ve Allahumme salli ala seyidine Muhammedin ve alihi kad dakad hileti edrikni ya Rasulallah’dan başkasına tavsiye et. İnşallah kitabını bitirdikten sonra yine bu kapıya geleceksin dedi. Sonra bir ah çekerek:
Ne fayda ki, ömür kısa, insan ölür, maksatları dünyada kalır. Bu dünyada kimse maksadına kavuşmamıştır. Allah hafız ve munin olsun, git oku, tenbel olma. (arabca söyledi) ‘Men Dakka babel Kerimi in fetaha! (Kim Kerim olanın kapısını çalarsa, kapı ona açılır) Üzerimde birkaç ayet ve esmaları gizliden okudu. 25 lira da para verdi. Ben ondan ayrıldım. Ayağa kalkıp kapıya kadar uğurladı.
Oradan Siirt’e gittim. Siirt’te Ayındır camisinde talebeler vardı. Orada Molla Tayyib’in yanına gittim. Birkaç gün sonra Üstad Molla Tayyib çağırdığında evine gittim. Helası bozulduğundan onu yaptım. Necasetin temizlenmesi nefsime ağır geldi.
Fakah, men kademe huddime, dedi. Kim ki hizmet ederse, hizmet edilir. İçimdeki nefret yok oldu. (içimdekini anladığından bunu buyurdu) dedim: Ya Üstad, bundan sonra ruhumu sana feda ederim. İşimi bitirip medreseye döndüm. Kayser camine gel dediğinden oraya gittim. (Muhtemelen ikindi) Namazdan sonra bana bir oda verdi. 6 ay kadar onun yanında Sadullah (Nahv) ve Netaicin (nahv ilmi) bir kısmını okudum.
Birgün Hacı Celal Ağa’yı – o caminin mütevellisi- çağırdı: Benim ömidim bu talebede vardır. Masrafını üzerine al. Dedi. Hacı Celal ağa bütün yemek içmek ve kitap parasını vereceğim dedi. Üstad: Bundan sonra gevşek çalışacaksan muvaffak olamayacaksın. Cidden çalış, halk sana hizmetçi olacak, sen de Allah’a hizmetçi ol dedi.
Bu söz çok zoruma gitti. Bunaldım dışarı çıktım. Camiül Melih medresesindeki Şeyh Mustafa’nın yanına gittim. Akşam namazından sonra şeyh Mustafa, nerede okuyorsun dedi. Üstad Molla Tayyib’in yanında okuduğumu söyledim. Molla Tayyib ehli ferasettir, ilmi bereketlidir. Çok defa evliya derslerini dinlemeye gelir. Molla Tayyib’in duasını al, Netaici okuma, Molla Cami’yi oku dedi.
Üstadım, bana ders verseniz, ben de hergün gelip ders okusam (Molla Camii) olmaz mı? Olur dedi. Bir oda kiralayarak orada oturdum. Şeyh Şerafettin’in mensublarıyla irtibat kurdum. Şeyh Alaaddin’in oğlu Şeyh İzzeddin camiinde ve arkasında namaz kılardım. Ara sıra Şeyh Alaaddin’i ziyaret ederdim. Nasihatlarından faydalanırdım.
Bir gün şöyle dedi: Adamın biri hac yolunda bir kaplumbağaya rastlamış. Kaplumbağadan: nereye gidiyorsun diye sormuş.
Hacca gidiyorum! Demiş. Sen bu yürüyüşle nasıl hacca gideceksin?
Kaplumbağa:
Yola çıkmak benim elimde, kavuşturmak Allah’ın elinde. Allah’ın işine mi karışıyorsun? ... Oku, meşayıhları sev, birisine bağlı ol dedi. Oradan kalktığımda, Şeyh Mehmed Kazım’a rastladım. Beni babasının (Şeyh Şerafeddinin) yanına götürdü. Şeyh Şerafeddinin etrafında kalabalık fazlaydı. Ziyaretine vardığımda elinde Hikemi Ataiye vardı. Hikem i Ataiyeden nasihat söylerdi.
Yalvardım ve dedim ki: Ben sizin yanınıza gelsem bana öğretir misiniz? Vaktim yoktur dedi. Muhammed Kazım’da oku buyurdu. Ben ağladım, dedim ki: Senden okumak istiyorum. Bunun üzerine müsaade etti.
Netaici Molla Tayyib’de, Molla Camiyi Şeyh Mustafa’dan, Hikemi de ondan okudum. Onların yanında bu üç kitabı bitirdim. Oradan Balakaya (Muş’un bir köyü) gittim. Orada Molla Caferde Semkatiye (mantık) başladım. Bir ders Semkati, bir ders tefsir i Hazin, bir derse de İhya –ı Ulumden okuyordum. Haşiyeye (mantık ilmi- Molla Caminin haşiyeleri- başka bir nahv) kadar, haşiyelere başlayınca oğlu Molla Habib vefat etti.
Erzurum’a gittim. Kurşunlu camii yakınlarında bir ev kiraladım. Sakıp Efendi’nin yanında haşiyeden ve tefsiri Kadı Beydavi’den ders aldım. 6 ay sonra memlekete döndüm. Botan’dan Zivink köyüne gittim. Orada Molla Muhammed (her sahada çok alim) Zivingi’nin yanında okudum Usul ilmine kadar (Muhtasar maniyi) .
Sonra onun tavsiyesi ile Helenzeye döndüm. Helenzede Molla Abdulhakimin yanında Muhtasar (İlmi maami) ve Cem’ıl cevami (usul) okudum. Üstadın gözü görmediğinden ben okurdum, o mana verirdi. Oradan tekrar Siirtte Şeyh Mustafa’nın yanına geldim. Bir müddet orada aynı kitapları okudum.
Patnos’a bağlı Hasandel köyüne gittim. İki sene kadar Molla Yasin’in yanında kelam okudum. (akaidi nesefiyi) Molla Yasin Şafii fıkhını çok güzel biliyordu. Minhac, Fethul Muini (fıokıh kitapları) onun yanında tekrarladım. Kendisi Van’ın Şivekar köyüne gitti. Şivakar köyünde ondan mutlak icazeyi aldım. O zatın münkirleri çok idi. Alet ilimleri (Nahv-mantık) biraz unutmuştu. Bir sene orada kaldım.
Sonra 1960’da Erzurum’a gittim. Sakıp Eefendi’nin yanına döndüm. Makasıd (kelam ilmi) Tefsiri Kadı, Celaleyn tefsirlerini yanında okudum. Mubarek bana: Acele et, vakit daraldı. Ecelimde yakındır. Çok çalış, ilme rağbet kalmamış ise de Allah’ın yanında ilim kıymetlidir dedi. Sen eğer alim olursan, halk sana hizmetçi olacak. Alim olmazsan kendin hizmetçi olacaksın buyurdu.
Mekasıdı bitirmeden rahatsızlanıp talebelerini dağıttı. Bir mektup vererek Ömer Nasuhi Bilmen’in yanına gittim. Ömer Nasuhi Bilmen’in yanında Nazmul Lealiyi (ufak bir eser-kelam) 20 gün kadar okudum. Muvazzah ilmi kelamı yazıyordu. Muvazzah ilmi kelamı onun yanında tekrarladım. Ondan sonra Erzurum’a döndüm.
1-2 ay sonra inkılab oldu. İnkılabdan sonra Suriye’nin Hazne kasabasına gittim. Til Maruf adlı Şahı Hazne’nin köyünde Şah’ın oğlu Şeyh Alaaddin’in yanında el felsefe tul ula, şerh ul mekasıd, tefsiri Kadı, bir cilt Buhari’yi tekrarladım. Daha evvel Molla Yasin’in yanında da Müslim i Şerifi okumuştum. Oradan Zaho’ya geçtim. Üstad Şeyh Muhammed Kasım’ın yanında okudum. Üstad Muhammed Kasım affı çıktığından (şapkadan isyan etmişti) Şirvan’a döndü. (Siirt’in kazası) beraber gittik.
Şeyh Muhammed Kasım’ın yanında Mizan ul Kübra’yı (İmam Şaraninin 4 mezheb kitabı) Buhariyi, Kadı tefsirini, Medarikin bazı kısımlarını (parça parça) okudum. Hakiki ilim icazesini ondan aldım.
Bu zat Molla Yasin hocamızla Erçişte Molla Ahmed Kurumzadeden icazelerini almışlardır. Molla Ahmed Kurumzade de Molla Necmeddin Ercişi hazretlerinden icazelerini almışlardır. O da Efendine Hasan, O da Hacı Tayyib Muşi efendiden, o da Siirtli Molla Halil efendiden (Asrı Saadete kadar…) Şeyh Muhammed Kasım, Molla Muhammed Eminden de icazet almıştır.
Piri Küfrevinin oğlu Hazreti Şahtan Nakşi tarikatını ve icazeyi almıştı. Üç i’tikaftan sonra bu icazaden beni şereflendirdi. Sonra Seyyid Şeyh Abdulhakim Hazretlerinden Nakşi tarıkatı üzerinde çalıştım. Şeyh Hazretleri eylülde (1970-1971) mutlaka yanıma gel, emrin tamamdır, eylülde ihmalkarlık yaptım, şeyhin vefatından 7 gün sonra gittim. (Nasib olmadı) 1974 Hac seferinde Medine i Münevverede mukim Şeyh Abdulhak, cebren Nakşi, Kadiri ve Şazeli tarikatında bana bir izin vermiştir.
not: üstaz hazretleri halihazırda antalya aksu ilçesinde eser telifi ve tedrisat ile meşguldur. ayrıca silsilesinde de beyan edildiği üzere muhammed masum efendi'den ayrıca kadiri tarikında icazesi vardır.
Müellifin 42-43 civarında Türkçe Eseri 6 Arapca Eseri Bulunmaktadır..
Allah Teala ömürlerini bereketli, himmetlerini ali, şefaatlerini makbul, ilimlerini kavi eyleye. amin.
Ahlaki Reçeteler kitabının içeriği:
Bu risâle dört bölümden ibaret olup,
• Birincisinde şeytan, cin ve habis ruhlardan Allah Teâlâya sığınmak, ayrıca büyücülere,
sihirbazlara, psikolojik olarak muhatablarını tahakküm altına almak isteyen cambazlara
mukâvemet etmek keyfiyeti;
• İkinci bölümde, Kelime-i Tevhîd ve Esmâ-i Hüsna`yı zikretmenin keyfiyeti;
• Üçüncü bölüm olarak, bu arada tesbihler;
• Dördüncü bölümde, hadis ve eserlerde vârid olan faziletli dualar şerh ve beyan edilmiştir.
• İbadetinizde gevşeklik varsa,
• Çocuğunuz gece korkuyorsa,
• Ateşli hastalığa yakalandıysanız,
• Darlıktan kurtulmak istiyorsanız,
• Bekarsanız...
• Aşkin manasını bilmiyorsanız,
• sevginin en üstününe ulaşmak istiyorsanız.
Binlerce duadan oluşan bu eser sizin ilginizi çekecektir.
Eserde özellikle on iki tarîkatten herhangi birine müntesib olan her zevata aid umûmî ve husûsî zikirler, dualar, Esmâlar yerli yerinde aktarilmiş, hatta Risâle-i Nûr dairesinde çalışan kardeşlerin de müstağnî olmayacağı bir sûrette evradlara, dualara yer verilmiştir. Bu hususta herhangi bir yere intisabı olmayanlar da ihmal edilmemiş, bütün okuyucularının faydalanabileceği umumi ve hususi zikir ve dualar da bildirilmiştir.
Ayrıca eserde geniş bir fihrist mevcud olup, her işe ve vakte aid zikirler, dualar, vesileler, âdâbıyla, usûlüyle, şekliyle rahatlıkla bulunabilecek tarzda düzenlenmiştir. Eser bir aşk kitabıdır.
İlâhi aşk şarabından nasibince içmeye talib olanları askina davet eden, emeline ulastiran, zevkinden sarhoş eden ve sarhoşluğundan ayıltıp ebedi saadetin kucağına bırakan nice nice nûrânî vesileler eserin satrelerinde saklıdır. Bu haliyle eser bir srlar kitabıdır.
eserleri:
Ahlaki Reçeteler
Azizlerle
Cana Can
Cemaat
Dua - Kudsi Dualar
Edeble Varış Lütufla Dönüş
Ehli Sünnetin Nazarı İtikadın Ölçüsüdür
İnançlı Gençlik Şuuru
İnsan ve Vazifesi
İttiba Ehli Sünnetedir
Kalbin Diriltilişi
Milliyetçilik Şuurumuz
Mü`minin İstikâmeti, Velînin Kerâmetidir
Mufassal Medenî Ahlak
Müslime Genç Şuuru
Nasıl Olmalıyım?
Ölçüler
Olgunluk Günahtan Sakınmaktır
Özleşme Yolu
Sevgi Bağı
Size Sözüm Öz İnci Armağan
Sohbet ve Tesettür`de Âdab
Son Hutbede Okunan Âyet`in Esrarı
Şübheden Hakikate
Şuur
Arapça
Arapça S
Arapça S
Ta`lîm-i Asfîya
Ta`lîm-i Asfîya (Arapça)
Tahkîm-i Sâdât Şerh-i Mişkât
Tasavvuf ve Tevhîd`de Parlak İnciler
Tasavvuf ve Tevhîd`de Parlak İnciler (Arapça)
Tebliğ
Tek Çare
Terbiye-i Nefs
Tevessül