İyi söz ve davranışların küçüğü, büyüğü, önemlisi, önemsizi yoktur. Her bir iyi söz ve davranış önemli ve gereklidir. İyi söz ve davranışlar âdeta birer tohum gibidir; köklerini gönül toprağına salacak olan bu tohumların ne büyüklükte, ne görkemde bir sonuç vereceğini onları o gönle emanet eden kişi dahi bilemez.
İyi kavramını, Allah’ın istekleriyle uyumlu her türlü söz ve davranış için kullanırız. Allah’ın hoşnut olacağı iyi söz ve davranışlar, müslümanların her zaman gündemindedir; müslüman, iyilik yapar, iyiliklerin artması ve başkalarının da iyi olması için çabalar. O Rabbini görür gibi, Allah’ın karşısındaymış gibi hisseder, konuştuğunda güzel söz söyler ve iyi davranışlar sergiler.
Görgü kuralları, kişiye saygınlık kazandırdığı gibi, insanların birbirlerini sevmelerine, anlayışlı davranmalarına vesile olur. Görgü kurallarına uymak günlük işlerde düzen sağlar, böylece toplum belli bir rahatlığa kavuşur. Birey ve toplumun dirlik, huzur ve asayişi korunur. İnsanlar arasında yumuşaklık, sükûnet ve zarafet hâkim olur.
Toplumsal hayat içinde, bireylerin görüp yaşayarak kazandıkları bazı nezaket kuralları vardır. Saygının bir gereği olan bu davranışları sergileyenler görgülü olarak nitelenirler. Görgülü insanların birbirleriyle ilişkilerinde olgun ve medenî davranışlar görülür. Çünkü görgülü bir insan sözleriyle ve davranışlarıyla başkalarını rahatsız etmemek ve incitmemek için gerekli bilgi, kültür ve alışkanlıkları edinmiştir.
Sözünü tutmak kişinin vaat ettiği şeyi yerine getirmesi, üstlendiği her türlü görev ve sorumluluğu ifa etmesidir. Ahitlere vefa göstermek doğru, dürüst ve güvenilir olmanın bir gereğidir. Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: "Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur" (İsrâ 17 / 34). İş hayatında, aile hayatında, kişisel ilişkilerde, kısacası hayatın her lahzasında bir söz verme vardır. Allah ile, insanlarla ve eşya ile ilişkilerinde kişinin verdiği sözlere sadık kalması müslümanlığın göstergesidir. Aksi bir yol tutmak ise Peygamberimizin(s.a.s.) de ifade buyurduğu gibi münafıkça bir ahlâktır.
Alçakgönüllü insanlardan oluşan bir toplumda herkes haddini bilir, kimse kimsenin sınırına tecavüz etmez, kimsenin hakkı hukuku çiğnenmez, huzur dolu bir hayat sürülür. İnsanlar birbirlerine kendilerine davranılmasını istedikleri gibi saygı ve sevgi dolu iyi davranışlarda bulunurlar. Korku ve üzüntüden uzak, mutlu ve mesut bir yaşantı hâkim olur göklerde ve yerde.
Allah’ın âlemlerin sahibi ve Rabbi olduğuna iman etmek, insana, hangi mevkide bulunursa bulunsun yine insan olduğunu hatırlatır. Allah’ın yarattıklarından sadece biri olduğunu farkettirir. Kendisindeki bütün nimet ve özelliklerin yüce Allah tarafından verildiğini fısıldar. Başkalarında olmayan, kendisinde olan nimetlerin de yine Allah tarafından verildiğini, verenin geri alabileceğini söyler. Bütün bunları fark eden insan, olgunlaşan başaklar gibi tevazu ile başını eğer. Her durumda alçakgönüllülük içinde davranır. Saygı ve tâzimle dopdolu bir şekilde Rabbine boyun eğer. İçtenlikle yalvarıp yakararak isteklerini O’na arz eder. Allah’ın yarattıklarına da vakar ve yumuşaklıkla davranır. Büyüklenmeden, sade ve dürüst bir hayat yolu tutturur.
Sabır, insanı olgunlaştırır, geliştirir ve güçlendirir. İnsan, sabrının tükendiğini hisseder bazen. Yûnus peygamber gibi yerini terkeder. Ama yine onun gibi pişmanlık zırhını giyip tövbe kulpuna yapışır ve sabrı daha bir güçlenmiş olarak döner kendisine. Sabır, iç huzuruna, korkudan ve üzüntüden uzak oluşa, zor zamanlarda ferahlık ve esenliğe, insanlar arasında dostluk ve yardımlaşmaya kapı açar.
Sabrı ahlâk edinmiş kişi sözlerini yerine getirmek için sabreder. Namazlarına, oruçlarına sabırla devam eder. Allah’tan gelen nimetlerin lezzetine de, çekip aldığında yokluğunun elemine de sabreder. Yanındakilerin bir gün yok olacağını, Allah katında olanın ise kalıcı olduğunu bilmenin gücüyle sabretmeye devam eder. Korktuğunda, aç açıkta kaldığında, malını mülkünü kaybettiğinde tahammül gösterip sabreder.
Umut sanatkârının tutunduğu daldır sabır. Sayesinde sözümüzden veya kararlarımızdan dönmeden gereğini sonuna kadar yaparız; korukluktan olgunluğa ancak böyle geçileceğini biliriz. Sabrın eteklerine sıkı sıkıya tutunarak olacak olanı telâş göstermeden bekleriz; bu bize katlanma gücü verir, dayanıklılık kazandırır.
Hayat insana Rabbinin verdiği bir armağandır; güllük gülistanlık bir armağan. Ama gül dikensiz değildir. Hayat da… Hayat denen gülistanın dikenleri güçlükler, zorluklar ve sıkıntılardır. Sabırsa bunlara göğüs germenin adı… Kimi zaman ağırlığından omuzlarımızın yorulduğu, ayaklarımızın titrediği elemlere katlanırız; kimi zaman sonucunda karşılaşacağımız güzelliklerin ümidiyle bazı lezzetlerden uzak durmak mecburiyetine... Kimi zaman da hiçbir şey beklemeden ve hiçbir şey ümit etmeden bekleriz, sadece bekleriz. Zahmetsiz rahmet ermez çünkü. Hayat yolculuğunda kapısında duracağımız sabır, kazanacağımız galibiyetlerin ve güzel sonuçların habercisidir; er ya da geç kapı açılacaktır çünkü.
Hoş görmek, birinin hatalı davranışına karşı geliştirilen iyi davranıştır, aynen karşılık verebilecekken vazgeçmektir. Çünkü insanız; aynı çatı altında yaşıyor, aynı güneşten faydalanıyor, aynı topraktan besleniyoruz. Aynı ten kafesinde, aynı can emanetini taşıyoruz. Doğumla ölüm arasında benzer duraklarda konup kalkıyoruz ve bütün benzerliklerimize rağmen herkesin tuttuğu farklı yollar, benimsediği farklı hayat tarzları var. Nasıl ki yer damar damardır, insan da çeşit çeşit… Aynı olay karşısında farklı tepkiler verebilir, aynı durumlarda farklı davranışları kolayca sergileriz. Bunların kimi doğrudur, kimi de yanlış.
Kardeşliğin hâkim olduğu bir toplumda çıkar değil samimiyet, bencillik değil diğerkâmlık, zorunluluk değil gönüllülük, zulüm değil adalet ve merhamet görülür. Bu toplumu oluşturan insanların aralarındaki ilişkiyi isimlendirmek için en çok kullanılan kelimeler dost, arkadaş, ahbap, gönüldaş, sırdaştır ve bu toplumda hiç duyulmayacak üç kelime kin, nefret ve düşmanlıktır.
Dönüp duran bir tekerlek gibidir hayat ve insanlar bu tekerleğin tam göbeğindeki “kardeşlik” adlı poyraya bağlı parmaklardır. Kırılınca bu parmaklar, tekerlek artık çıkar tekerlek olmaktan; yaşanmaz olur hayat. Onun içindir ki bilir kardeşler, kardeşliğin birlik ve beraberlik olduğunu; birbirlerini bütünleyerek yekpare sağlam bir bina oluşturduklarını. Birinin derdi kederi bütün kardeşlerini ilgilendirir. Birinin mutluluğu sevinci hepsinin gönencidir. Aynı anne babanın çocukları değildirler belki, ama aynı duygu, düşünce ve inançları paylaşmaktan doğan bir kardeşlik havasını çekerler içlerine, etraflarına da aynı havayı estirirler. Özveri olduğunu düşünmeden, kafalarında en ufak bir soru oluşmadan sahip olduklarını paylaşırlar. İyi niyet ve tam bir samimiyetle birbirlerine destek olur, yardımlaşırlar.
Müslümanların birlikteliklerinin dayanağı olan kardeşlik, inanç ve gönül yakınlığıyla sıkı sıkıya kurulmuş olan bağı ifade eder. En güçlüsünden bir gönül bağı… Kalplerin en sıcak ülfet ve muhabbeti… Ruhların beraberliğinin en yücesi… Uzun yolları, meşakkatleri göze aldıran bir yakınlık… Kardeşliğin yuvası hısım akraba ilişkisinden daha yukarılarda bir yerdedir; menfaatten, çıkardan, garazdan, ivazdan uzak bir iklimdir kardeşlere sunduğu.
Adalet konusunda titizlik göstermek, gerek ferdin gerekse toplumun huzuru için zorunludur. Çünkü bir toplumda işler yapılması gerektiği şekilde yapılmaz ve hak edenin hakkı verilmezse, o toplumda dirlik ve düzenden bahsetmek mümkün olmaz.
Ölçü ve dengenin hayatı kuşatması, en küçüğünden en büyüğüne bütün hakların sahipleriyle kavuşması demek olan adalet, düşmanımıza dahi borcumuzdur. Ayrıca adalet; “Zulm ile âbâd olanın, âhiri berbâd olur”, “Mazlumun âhı yerde kalmaz”, “Alma mazlumun âhını, çıkar âheste âheste”, “Elbette olur ev yıkanın hanesi virân”, “Ağlatan gülmez”, “Mazlumun âhı indirir şâhı” gibi sözlerle çağrılan, vicdanlara huzur veren bir erdemdir.
Adalet, kişilerin sahip oldukları hakların belirlenmesine ve belirlenen hakların sahiplerine teslim edilmesine yarayan ölçüttür. Kendisiyle rota ayarlanan bir deniz feneri gibi doğru ve dürüst yaşamanın temel ilkesidir. Tek başına “yasalara uymak”la adalet gerçekleşemez; hikmet, iffet ve cesarete dayanan akıl ve vicdanın ortak çalışmasına ihtiyaç vardır.
Emin insanların bulunduğu toplumlarda herkes sorumluluklarını tam anlamıyla yerine getirir. Dolayısıyla herkesin hakkı ve hukuku yerli yerincedir, korku ve endişe silinmiş, huzur ve güven ortamı sağlanmıştır. İşlerin bölüşümünde liyakat ve hakkaniyet, insanlar arası ilişkilerde saygı ve diğerkâmlık geçerlidir. Bu toplumlarda insanlar kendilerini ve birbirlerini “Allah’a emanet” ederler. Zira en güzel “emin”in, Allah Teâlâ olduğu bilinir.
Emanet, geri almak üzere bırakılandır. Emin insan ise emaneti sahibine iade edene kadar sahibinin beklentisine uygun olarak koruyup kollayandır. İnsana emanet edilir: İnsana, bazen yaratılışta eşi olan insan kardeşi bir şeylerini emanet eder; malını, mülkünü, sözünü, sırrını, hatta canını. Ve Rabbi bir şeyler emanet etmiştir kuluna; diğer kullarından kimilerini, mahlûkatından bazılarını, sözlerini, emir ve yasaklarını, insanın bizzat kendisini.
Hayânın yitirilmesi, iffetin yitirilmesine; iffetin yitirilmesi ise kötü söz, fiil ve davranışların çoğalıp yayılmasına, bunların toplumda yaygınlaşmasına, ahlâkın bozulmasına sebep olur. Hayânın imanın bir parçası olduğunu ve hayânın ancak hayır getireceğini ifade buyuran sevgili Peygamberimiz,(s.a.s) Allah’ın hayâ sahiplerini sevdiğini bildirmektedir.
İffetli ve namuslu bir kişi kendine ait olmayan şeylere göz dikmez. Meşrû ve helâl olanla yetinip hakkına razı olur. Kendinin ve başkalarının ırz ve namusuna saygı gösterir. Söz ve fiilleriyle düşünce ve inançlarının arkasında durur. Değerlerine sahip çıkıp onlara uygun yaşar. Özetle iffetli, namuslu kişi başını yastığa koyduğunda vicdanına veremeyeceği hesabı olmayan kişidir.
Ruhun temizliği, günahtan ve kabahatlerden uzak duruşun ifadesidir iffetli olmak… Kişinin arzu ve isteklerini, şehvet ve iştiyaklarını dizginlemesi, bunlarda ölçülü olabilmesiyle kendini gösterir. Dünyada saygınlığı olan huzurlu ve mutlu, âhirette de Allah’ın hoşnutluğuna ermiş kutlu ve mesut insanların özelliklerindendir. İffet, insanın kendine karşı duyduğu saygıyı korur, başkalarının kişiye göstereceği saygıya dayanak olur, kişisel değer ve itibarı arttırır.
İnfak, insanlar arasında dayanışmayı, yoksunların ve yoksulların dertlerinin farkedilip giderilmesini sağlar. Zengin ve fakir arasında sevgi bağları kurar; toplumsal dengeyi korur; kıskançlık ve düşmanlıkların önünü keser. Hırsızlık ve rüşvet gibi haksız kazanç yollarına sapmaktan insanları muhafaza eder, bireyi malın mülkün tutsağı olmaktan kurtarır.
İyi ahlâka sahip bir mümin, infak ederken Allah’ın kendisine verdiklerinin iyilerinden seçerek verir. Kazandıklarından, bollukta ve darlıkta, gece ve gündüz, gizli ve açık başkaları için harcamada bulunur. Böylece verdiği her bir şeyin Allah katında her başağında yüz tane olan yedi başak bitiren bir tohum gibi, yedi yüz kat bir bereketle karşılık bulacağını bilir.
İnfak, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla kişinin başkaları için gönülden yaptığı harcama ve bağıştır. İnfakta bulunan kişi, bu davranışlarıyla sadece başkalarına yardımda bulunmuş ve bir ihtiyacı gidermiş olmaz. O kişi aynı zamanda hiçbir alışverişin, dostluğun ya da aracının olmayacağı kıyamet günü gelmeden önce bir hazırlık yapmış, Allah’ın bir isteğini yerine getirmiştir.
Doğruluğun insana hem maddî hem mânevî pek çok getirileri vardır. İç huzuru, korkudan ve üzüntüden uzak olunması, bereket, insanlar arasında saygınlık, geçmiş günahların bağışlanması, gelecekte büyük ecirler elde edilecek olması, cennete kavuşmak, meleklerin dostluğu bunların sadece bir kısmıdır.
Doğruluk, insanın dudağı ile kalbi arasında bir uyumsuzluk veya çelişkinin bulunmaması; özün, sözün, amelin ahenk içinde olmasıdır. Doğruluk, insanın kalbiyle barışık olmasının meyvesidir; güzel şahsiyetin esasıdır; makbul bir huy ve hayırlı bir süstür. Kişinin düşüncelerinde, sözlerinde, niyetlerinde ve amellerinde kendini gösterir.
Hadesten tahâret: İnsanın bazı ibadetleri yapmasına engel kabul edilen, hükmen kirli olma hâline hades denir. Namaz kılacak kişinin duruma göre abdest veya gusül alarak hadesten temizlenmesi gerekir.
Niyet: Namaz yalnızca birtakım şekillerin yerine getirilmesi değildir. Bu hareket ve şekillerin namaz amacıyla yapılması şarttır. Ayrıca kılınacak namazın hangi namaz olduğunun da bilincinde olunması gerekir. Şâfiî mezhebinde niyet namazın şartlarından değil, ilk rüknüdür.
İyi söz ve davranışların küçüğü, büyüğü, önemlisi, önemsizi yoktur. Her bir iyi söz ve davranış önemli ve gereklidir. İyi söz ve davranışlar âdeta birer tohum gibidir; köklerini gönül toprağına salacak olan bu tohumların ne büyüklükte, ne görkemde bir sonuç vereceğini onları o gönle emanet eden kişi dahi bilemez.
İyi kavramını, Allah’ın istekleriyle uyumlu her türlü söz ve davranış için kullanırız. Allah’ın hoşnut olacağı iyi söz ve davranışlar, müslümanların her zaman gündemindedir; müslüman, iyilik yapar, iyiliklerin artması ve başkalarının da iyi olması için çabalar. O Rabbini görür gibi, Allah’ın karşısındaymış gibi hisseder, konuştuğunda güzel söz söyler ve iyi davranışlar sergiler.
Görgü kuralları, kişiye saygınlık kazandırdığı gibi, insanların birbirlerini sevmelerine, anlayışlı davranmalarına vesile olur. Görgü kurallarına uymak günlük işlerde düzen sağlar, böylece toplum belli bir rahatlığa kavuşur. Birey ve toplumun dirlik, huzur ve asayişi korunur. İnsanlar arasında yumuşaklık, sükûnet ve zarafet hâkim olur.
Toplumsal hayat içinde, bireylerin görüp yaşayarak kazandıkları bazı nezaket kuralları vardır. Saygının bir gereği olan bu davranışları sergileyenler görgülü olarak nitelenirler. Görgülü insanların birbirleriyle ilişkilerinde olgun ve medenî davranışlar görülür. Çünkü görgülü bir insan sözleriyle ve davranışlarıyla başkalarını rahatsız etmemek ve incitmemek için gerekli bilgi, kültür ve alışkanlıkları edinmiştir.
Sözünü tutmak kişinin vaat ettiği şeyi yerine getirmesi, üstlendiği her türlü görev ve sorumluluğu ifa etmesidir. Ahitlere vefa göstermek doğru, dürüst ve güvenilir olmanın bir gereğidir. Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: "Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur" (İsrâ 17 / 34). İş hayatında, aile hayatında, kişisel ilişkilerde, kısacası hayatın her lahzasında bir söz verme vardır. Allah ile, insanlarla ve eşya ile ilişkilerinde kişinin verdiği sözlere sadık kalması müslümanlığın göstergesidir. Aksi bir yol tutmak ise Peygamberimizin(s.a.s.) de ifade buyurduğu gibi münafıkça bir ahlâktır.
Alçakgönüllü insanlardan oluşan bir toplumda herkes haddini bilir, kimse kimsenin sınırına tecavüz etmez, kimsenin hakkı hukuku çiğnenmez, huzur dolu bir hayat sürülür. İnsanlar birbirlerine kendilerine davranılmasını istedikleri gibi saygı ve sevgi dolu iyi davranışlarda bulunurlar. Korku ve üzüntüden uzak, mutlu ve mesut bir yaşantı hâkim olur göklerde ve yerde.
Allah’ın âlemlerin sahibi ve Rabbi olduğuna iman etmek, insana, hangi mevkide bulunursa bulunsun yine insan olduğunu hatırlatır. Allah’ın yarattıklarından sadece biri olduğunu farkettirir. Kendisindeki bütün nimet ve özelliklerin yüce Allah tarafından verildiğini fısıldar. Başkalarında olmayan, kendisinde olan nimetlerin de yine Allah tarafından verildiğini, verenin geri alabileceğini söyler. Bütün bunları fark eden insan, olgunlaşan başaklar gibi tevazu ile başını eğer. Her durumda alçakgönüllülük içinde davranır. Saygı ve tâzimle dopdolu bir şekilde Rabbine boyun eğer. İçtenlikle yalvarıp yakararak isteklerini O’na arz eder. Allah’ın yarattıklarına da vakar ve yumuşaklıkla davranır. Büyüklenmeden, sade ve dürüst bir hayat yolu tutturur.
Sabır, insanı olgunlaştırır, geliştirir ve güçlendirir. İnsan, sabrının tükendiğini hisseder bazen. Yûnus peygamber gibi yerini terkeder. Ama yine onun gibi pişmanlık zırhını giyip tövbe kulpuna yapışır ve sabrı daha bir güçlenmiş olarak döner kendisine. Sabır, iç huzuruna, korkudan ve üzüntüden uzak oluşa, zor zamanlarda ferahlık ve esenliğe, insanlar arasında dostluk ve yardımlaşmaya kapı açar.
Sabrı ahlâk edinmiş kişi sözlerini yerine getirmek için sabreder. Namazlarına, oruçlarına sabırla devam eder. Allah’tan gelen nimetlerin lezzetine de, çekip aldığında yokluğunun elemine de sabreder. Yanındakilerin bir gün yok olacağını, Allah katında olanın ise kalıcı olduğunu bilmenin gücüyle sabretmeye devam eder. Korktuğunda, aç açıkta kaldığında, malını mülkünü kaybettiğinde tahammül gösterip sabreder.
Umut sanatkârının tutunduğu daldır sabır. Sayesinde sözümüzden veya kararlarımızdan dönmeden gereğini sonuna kadar yaparız; korukluktan olgunluğa ancak böyle geçileceğini biliriz. Sabrın eteklerine sıkı sıkıya tutunarak olacak olanı telâş göstermeden bekleriz; bu bize katlanma gücü verir, dayanıklılık kazandırır.
Hayat insana Rabbinin verdiği bir armağandır; güllük gülistanlık bir armağan. Ama gül dikensiz değildir. Hayat da… Hayat denen gülistanın dikenleri güçlükler, zorluklar ve sıkıntılardır. Sabırsa bunlara göğüs germenin adı… Kimi zaman ağırlığından omuzlarımızın yorulduğu, ayaklarımızın titrediği elemlere katlanırız; kimi zaman sonucunda karşılaşacağımız güzelliklerin ümidiyle bazı lezzetlerden uzak durmak mecburiyetine... Kimi zaman da hiçbir şey beklemeden ve hiçbir şey ümit etmeden bekleriz, sadece bekleriz. Zahmetsiz rahmet ermez çünkü. Hayat yolculuğunda kapısında duracağımız sabır, kazanacağımız galibiyetlerin ve güzel sonuçların habercisidir; er ya da geç kapı açılacaktır çünkü.
Hoş görmek, birinin hatalı davranışına karşı geliştirilen iyi davranıştır, aynen karşılık verebilecekken vazgeçmektir. Çünkü insanız; aynı çatı altında yaşıyor, aynı güneşten faydalanıyor, aynı topraktan besleniyoruz. Aynı ten kafesinde, aynı can emanetini taşıyoruz. Doğumla ölüm arasında benzer duraklarda konup kalkıyoruz ve bütün benzerliklerimize rağmen herkesin tuttuğu farklı yollar, benimsediği farklı hayat tarzları var. Nasıl ki yer damar damardır, insan da çeşit çeşit… Aynı olay karşısında farklı tepkiler verebilir, aynı durumlarda farklı davranışları kolayca sergileriz. Bunların kimi doğrudur, kimi de yanlış.
Kardeşliğin hâkim olduğu bir toplumda çıkar değil samimiyet, bencillik değil diğerkâmlık, zorunluluk değil gönüllülük, zulüm değil adalet ve merhamet görülür. Bu toplumu oluşturan insanların aralarındaki ilişkiyi isimlendirmek için en çok kullanılan kelimeler dost, arkadaş, ahbap, gönüldaş, sırdaştır ve bu toplumda hiç duyulmayacak üç kelime kin, nefret ve düşmanlıktır.
Dönüp duran bir tekerlek gibidir hayat ve insanlar bu tekerleğin tam göbeğindeki “kardeşlik” adlı poyraya bağlı parmaklardır. Kırılınca bu parmaklar, tekerlek artık çıkar tekerlek olmaktan; yaşanmaz olur hayat. Onun içindir ki bilir kardeşler, kardeşliğin birlik ve beraberlik olduğunu; birbirlerini bütünleyerek yekpare sağlam bir bina oluşturduklarını. Birinin derdi kederi bütün kardeşlerini ilgilendirir. Birinin mutluluğu sevinci hepsinin gönencidir. Aynı anne babanın çocukları değildirler belki, ama aynı duygu, düşünce ve inançları paylaşmaktan doğan bir kardeşlik havasını çekerler içlerine, etraflarına da aynı havayı estirirler. Özveri olduğunu düşünmeden, kafalarında en ufak bir soru oluşmadan sahip olduklarını paylaşırlar. İyi niyet ve tam bir samimiyetle birbirlerine destek olur, yardımlaşırlar.
Müslümanların birlikteliklerinin dayanağı olan kardeşlik, inanç ve gönül yakınlığıyla sıkı sıkıya kurulmuş olan bağı ifade eder. En güçlüsünden bir gönül bağı… Kalplerin en sıcak ülfet ve muhabbeti… Ruhların beraberliğinin en yücesi… Uzun yolları, meşakkatleri göze aldıran bir yakınlık… Kardeşliğin yuvası hısım akraba ilişkisinden daha yukarılarda bir yerdedir; menfaatten, çıkardan, garazdan, ivazdan uzak bir iklimdir kardeşlere sunduğu.
Adalet konusunda titizlik göstermek, gerek ferdin gerekse toplumun huzuru için zorunludur. Çünkü bir toplumda işler yapılması gerektiği şekilde yapılmaz ve hak edenin hakkı verilmezse, o toplumda dirlik ve düzenden bahsetmek mümkün olmaz.
Ölçü ve dengenin hayatı kuşatması, en küçüğünden en büyüğüne bütün hakların sahipleriyle kavuşması demek olan adalet, düşmanımıza dahi borcumuzdur. Ayrıca adalet; “Zulm ile âbâd olanın, âhiri berbâd olur”, “Mazlumun âhı yerde kalmaz”, “Alma mazlumun âhını, çıkar âheste âheste”, “Elbette olur ev yıkanın hanesi virân”, “Ağlatan gülmez”, “Mazlumun âhı indirir şâhı” gibi sözlerle çağrılan, vicdanlara huzur veren bir erdemdir.
Adalet, kişilerin sahip oldukları hakların belirlenmesine ve belirlenen hakların sahiplerine teslim edilmesine yarayan ölçüttür. Kendisiyle rota ayarlanan bir deniz feneri gibi doğru ve dürüst yaşamanın temel ilkesidir. Tek başına “yasalara uymak”la adalet gerçekleşemez; hikmet, iffet ve cesarete dayanan akıl ve vicdanın ortak çalışmasına ihtiyaç vardır.
Emin insanların bulunduğu toplumlarda herkes sorumluluklarını tam anlamıyla yerine getirir. Dolayısıyla herkesin hakkı ve hukuku yerli yerincedir, korku ve endişe silinmiş, huzur ve güven ortamı sağlanmıştır. İşlerin bölüşümünde liyakat ve hakkaniyet, insanlar arası ilişkilerde saygı ve diğerkâmlık geçerlidir. Bu toplumlarda insanlar kendilerini ve birbirlerini “Allah’a emanet” ederler. Zira en güzel “emin”in, Allah Teâlâ olduğu bilinir.
Emanet, geri almak üzere bırakılandır. Emin insan ise emaneti sahibine iade edene kadar sahibinin beklentisine uygun olarak koruyup kollayandır. İnsana emanet edilir: İnsana, bazen yaratılışta eşi olan insan kardeşi bir şeylerini emanet eder; malını, mülkünü, sözünü, sırrını, hatta canını. Ve Rabbi bir şeyler emanet etmiştir kuluna; diğer kullarından kimilerini, mahlûkatından bazılarını, sözlerini, emir ve yasaklarını, insanın bizzat kendisini.
Hayânın yitirilmesi, iffetin yitirilmesine; iffetin yitirilmesi ise kötü söz, fiil ve davranışların çoğalıp yayılmasına, bunların toplumda yaygınlaşmasına, ahlâkın bozulmasına sebep olur. Hayânın imanın bir parçası olduğunu ve hayânın ancak hayır getireceğini ifade buyuran sevgili Peygamberimiz,(s.a.s) Allah’ın hayâ sahiplerini sevdiğini bildirmektedir.
İffetli ve namuslu bir kişi kendine ait olmayan şeylere göz dikmez. Meşrû ve helâl olanla yetinip hakkına razı olur. Kendinin ve başkalarının ırz ve namusuna saygı gösterir. Söz ve fiilleriyle düşünce ve inançlarının arkasında durur. Değerlerine sahip çıkıp onlara uygun yaşar. Özetle iffetli, namuslu kişi başını yastığa koyduğunda vicdanına veremeyeceği hesabı olmayan kişidir.
Ruhun temizliği, günahtan ve kabahatlerden uzak duruşun ifadesidir iffetli olmak… Kişinin arzu ve isteklerini, şehvet ve iştiyaklarını dizginlemesi, bunlarda ölçülü olabilmesiyle kendini gösterir. Dünyada saygınlığı olan huzurlu ve mutlu, âhirette de Allah’ın hoşnutluğuna ermiş kutlu ve mesut insanların özelliklerindendir. İffet, insanın kendine karşı duyduğu saygıyı korur, başkalarının kişiye göstereceği saygıya dayanak olur, kişisel değer ve itibarı arttırır.
İnfak, insanlar arasında dayanışmayı, yoksunların ve yoksulların dertlerinin farkedilip giderilmesini sağlar. Zengin ve fakir arasında sevgi bağları kurar; toplumsal dengeyi korur; kıskançlık ve düşmanlıkların önünü keser. Hırsızlık ve rüşvet gibi haksız kazanç yollarına sapmaktan insanları muhafaza eder, bireyi malın mülkün tutsağı olmaktan kurtarır.
İyi ahlâka sahip bir mümin, infak ederken Allah’ın kendisine verdiklerinin iyilerinden seçerek verir. Kazandıklarından, bollukta ve darlıkta, gece ve gündüz, gizli ve açık başkaları için harcamada bulunur. Böylece verdiği her bir şeyin Allah katında her başağında yüz tane olan yedi başak bitiren bir tohum gibi, yedi yüz kat bir bereketle karşılık bulacağını bilir.
İnfak, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla kişinin başkaları için gönülden yaptığı harcama ve bağıştır. İnfakta bulunan kişi, bu davranışlarıyla sadece başkalarına yardımda bulunmuş ve bir ihtiyacı gidermiş olmaz. O kişi aynı zamanda hiçbir alışverişin, dostluğun ya da aracının olmayacağı kıyamet günü gelmeden önce bir hazırlık yapmış, Allah’ın bir isteğini yerine getirmiştir.
Doğruluğun insana hem maddî hem mânevî pek çok getirileri vardır. İç huzuru, korkudan ve üzüntüden uzak olunması, bereket, insanlar arasında saygınlık, geçmiş günahların bağışlanması, gelecekte büyük ecirler elde edilecek olması, cennete kavuşmak, meleklerin dostluğu bunların sadece bir kısmıdır.
Doğruluk, insanın dudağı ile kalbi arasında bir uyumsuzluk veya çelişkinin bulunmaması; özün, sözün, amelin ahenk içinde olmasıdır. Doğruluk, insanın kalbiyle barışık olmasının meyvesidir; güzel şahsiyetin esasıdır; makbul bir huy ve hayırlı bir süstür. Kişinin düşüncelerinde, sözlerinde, niyetlerinde ve amellerinde kendini gösterir.
Hadesten tahâret: İnsanın bazı ibadetleri yapmasına engel kabul edilen, hükmen kirli olma hâline hades denir. Namaz kılacak kişinin duruma göre abdest veya gusül alarak hadesten temizlenmesi gerekir.
Niyet: Namaz yalnızca birtakım şekillerin yerine getirilmesi değildir. Bu hareket ve şekillerin namaz amacıyla yapılması şarttır. Ayrıca kılınacak namazın hangi namaz olduğunun da bilincinde olunması gerekir. Şâfiî mezhebinde niyet namazın şartlarından değil, ilk rüknüdür.