Zekât sayesinde müslüman, elindeki varlıkların aslında kendisine ait olmadığını, hepsinin Allah’ın emaneti olduğunu hatırlar. O’nun verdiklerini O’nun kulları için harcama bilinci kazanır. Bu bilinç onun sadece malı mülkü konusunda değil, sahip olduğu bütün nimetler için şükreden ve şükrün gereğini yerine getiren bir kul olmasını sağlar...
Hac, Allah’ın evinde Allah’a inanan diğer müminlerle buluşma anıdır. Hac, kendini ve ait olduğu ümmeti tanımaktır. İçinde bulunulan mekânla, yerine getirilen vazifelerle hac, Allah sevgisinin ve ibadet coşkusunun en yoğun yaşandığı zamandır. Taze bir başlangıç, daha sonrasında bütün hayata yansıması beklenen bir arınmadır..
İslâm dininin beş esasından biri olan hac, Kâbe’yi ve etrafındaki kutsal mekânları, yılın belirli zamanında, usulüne uygun olarak ziyaret etmek anlamına gelir. Gerekli şartları taşıyan her müslümanın ömründe bir defa haccetmesi farzdır. Haccın kimlere farz olduğu ve hac ibadeti esnasında adım adım neler yapılması gerektiği ilgili ünitede ayrıntılarıyla ele alınmaktadır..
Zekât sayesinde müslüman, elindeki varlıkların aslında kendisine ait olmadığını, hepsinin Allah’ın emaneti olduğunu hatırlar. O’nun verdiklerini O’nun kulları için harcama bilinci kazanır. Bu bilinç onun sadece malı mülkü konusunda değil, sahip olduğu bütün nimetler için şükreden ve şükrün gereğini yerine getiren bir kul olmasını sağlar..
Zekât, Kur’an’da pek çok yerde namazla birlikte anılmıştır. Bu da zekâtın, müslümanın hayatında dinin direği sayılan namaz kadar önemli olduğuna işaret eder..
Zekât, İslâm dininin beş esasından biridir. Sahip olunan mallardan dinimizce belirlenmiş bir miktarının, Kur’an-ı Kerîm’de belirtilen kimselere, şartlarına uygun olarak Allah rızası için ödenmesi demektir. Zekât vermek, gerekli şartları taşıyanlara farzdır. Kimin, kime, hangi maldan, ne kadar zekât vermesi gerektiği ile ilgili olarak dinimizce belirtilmiş ölçüler bulunmaktadır. Bunlar ilgili ünitede ayrıntılarıyla ele alınmaktadır..
Mubah: Mükellefin yapıp yapmamakta dinimiz tarafından serbest bırakıldığı davranıştır. Helâl ve câiz kelimeleri de mubah ile aynı anlamı ifade eder. Hakkında dinî bir yasak bulunmayan bütün dünya nimetleri genel olarak mubahtır. Örneğin yemek, içmek, gezmek..
Haram: Yapılması dinimizce kesin bir şekilde yasaklanan davranıştır. Örneğin içki içmek, kumar oynamak, faiz alıp vermek (ribâ). Haramı işleyen kişi günahkâr sayılır..
Mekruh: Haram olmamakla beraber yapılması dinimizce hoş karşılanmayan davranıştır. Örneğin topluluk içine çıkmadan önce soğan ve sarımsak gibi kokusu rahatsız edici yiyecekler yemek, abdest alırken gereğinden çok su kullanmak..
Müfsit: Yapılmakta olan bir ibadeti bozup onu geçerli olmaktan çıkaran eksiklik ya da yanlış davranıştır. Örneğin oruçlu iken yemek, içmek; namazda konuşmak..
Dinimizce pis sayılan ve duyu organlarıyla algılanabilen pisliklere necâset denir. Kan, domuz eti, sarhoş edici içkiler, insan idrarı ve dışkısı, meni, ağız dolusu kusmuk, etinin yenmesi helâl olmayan hayvanların eti, idrarı ve dışkısı gibi pislikler necâset kapsamına girer. Bedenin, elbisenin ve namaz kılınacak yerin necâsetten temizlenmesi gerekir..
İnsan hak ve özgürlükleri; diline, dinine, ırkına, cinsiyetine, milliyetine, sosyal statüsüne ve rengine bakılmaksızın insanın sırf insan olduğu için kazandığı hak ve özgürlüklerin genel adıdır. Bunlara sahip olmak için insan olmak dışında başkaca bir gerekçe ya da şart aranmaz.
Zekât, hak etmeyenlere verildiği takdirde hem zekât ibadeti yerine getirilmemiş hem de zekâtın bireysel ve toplumsal faydaları gerçekleşmemiş olur. Bunun için dinimiz zekâtın verileceği yerler gibi asla verilmeyeceği yerleri de belirlemiştir. Bir kişi, çocuk ve torunlarına, eşine, anne ile babasına, nine ile dedesine, onların anne ile babalarına zekât veremez. Ayrıca Peygamberimizin(s.a.s.) soyundan gelenlere, zenginlere ve İslâm’a düşmanca davranan gayrimüslimlere de zekât verilmez.
İslâm’a göre müslümanlar bir bedene benzer. Bedenin bir organı hastalandığında veya rahatsızlandığında diğer organlar da bundan etkilenir ve acı duyar. Tıpkı bunun gibi, birinin derdi olduğunda müslümanların hepsinin canı yanar. Toplumda yaşayan bir bireyin hayatında var olan herhangi bir sorundan diğer bireyler de etkilenir; onlar da bundan sıkıntı duyar ve kendi çapında çözüme katkı sağlamaya çalışır. Bu çözümlerden biri de hemen hemen her toplumda görülen dilencilik, hırsızlık ve yankesicilik gibi kötü ve yüz kızartıcı durumların azalmasına, hatta ortadan kalkmasına aracılık etmektir. Böylece bir anlamı da temizlemek olan zekât, toplumsal düzlemde bu amacını gerçekleştirmiş olur. Zekât sadece malı değil, toplumu da temizSevgili Peygamberimiz(s.a.s.) buyuruyor ki: “Veren el, alan elden daha iyidir” leyen bir araç haline gelir.
Bir toplumda paylaşma ne kadar dengeli olursa toplumsal barış da o kadar sağlam olur. Zenginler, ihtiyacı olanlara el uzatır, onlara destek olur ve onların sıkıntıdan kurtulmalarına yardımcı olurlarsa zengin ile yoksul arasında güçlü bir bağ teşekkül eder. Bu güçlü bağ da toplumsal huzuru ve birlikteliği doğurur. Bir toplumda birlik ve beraberlik ruhu güçlü olmazsa o toplum hem ahlâk hem adalet açısından zayıflar, yozlaşmaya ve güçsüzleşmeye başlar.
Zekât insanı cimrilik, bayağılık, bencillik, başkasının malına göz dikme, çekememezlik, ben merkezcilik, bireycilik, çıkarcılık, eli sıkılık, hazcılık, istiğna, kibir, menfaatçilik, vurdumduymazlık, nankörlük, mal düşkünlüğü gibi kirlerden temizler. İnsanda alçakgönüllülük, cömertlik, dayanışma, destek olma, diğerkâmlık, fedakârlık, hayırseverlik, infak, iyilik, merhamet, muavenet, müzaheret, bol ellilik, kadirşinaslık, şükür gibi hasletleri geliştirir.
Yardımlaşma ve paylaşma insanın yaratılıştan sahip olduğu hasletlerden biridir. Zekât insanın fıtratında var olan bu hasleti açığa çıkarır, harekete geçirir ve geliştirir. Tabiatındaki bencilliğin etkisiyle yardımlaşma ve paylaşma hasletinin zayıflamasını ve gitgide yok olmasını önler, insana verebilme yani infak bilinci kazandırır.
Mukabele: Ramazan ayı boyunca cami, mescit ve evlerde bir kişinin okuyup diğerlerinin takip etmesi suretiyle Kur’an-ı Kerîm’in baştan sona okunması ve dinlenmesidir.
Fitre: Ramazan ayına ve onda elde ettiğimiz berekete bir teşekkür ifadesi olarak bayram namazından önce verilmesi gereken sadakaya denir. Oruç tutsun ya da tutmasın Müslüman ve dinen zengin olan herkesin fitre vermesi vâciptir. Fitrenin ölçüsü bir kişinin sabahlı akşamlı bir günlük gıdasının ortalama bedelidir.
Güzel kul Hz. Eyyûb’un başına gelen ağır sıkıntılar karşısındaki tavrını görür. Kıssası gibi kendi de güzel Hz. Yûsuf’un hayat hikâyesindeki sabır, zekâ, maharet, iffet ve izzeti örnek alır. Hz. Îsâ’nın kendisine yöneltilen her türlü ithama, ezaya sevgisinden en ufak bir azalma yaşamadan göğüs germesini, görevini icra etmesini izler. Hz. Muhammed’i(s.a.s.) hicret yolculuğunda takip eder adım adım, kendisi de hayat yolculuğunda Allah rızasından onu alıkoyan her şeyi terk eder birer birer.
Peygamberlerin ilki Hz. Âdem, sonuncusu ise Hz. Muhammed’dir.(s.a.s.) Bu süreç boyunca Allah Teâlâ bazen peş peşe, bazen aynı zaman diliminde, bazen de kısa ya da uzun zaman aralıklarıyla peygamber göndermiştir. Bütün peygamberler ve onlara verilen vahiyler birbirlerini teyit etmiş, son nebi ve resûl Hz. Muhammed’in(s.a.s.) getirdiği Kur’an ise bütün peygamberleri ve ilâhî kitapları doğrulayıp onlara şahitlik etmiştir.
Mûcize, Allah’ın peygamberlerini doğrulamak ve desteklemek için yarattığı, insanların benzerini getirmekten âciz kaldığı olağanüstü bir durumdur. Örneğin Hz. Nûh’a inanmayanların tûfan ile helâk olması, atıldığı ateşin Hz. İbrâhim’i yakmaması, oğlunun gömleği yüzüne sürülünce Hz. Yâkub’un görmeyen gözlerinin açılması, Hz. Mûsâ’nın asâsı ile denizi yarması, Hz. Süleyman’ın karıncanın konuşmasını anlaması, Hz. Îsâ’nın, Allah’ın izniyle, ölüleri diriltmesi…
Muâmelât: Evlilik, miras, boşanma, mehir, nafaka, emzirme, nesep, alışveriş, kiralama, borç alıp verme, işçi haklarının düzenlenmesi, servetin dolaşımı gibi kişiyi ve toplumu ilgilendiren konulara dair açıklamalar ve hükümler.
Ahlâk: Adalet, ana babaya hürmet, tevazu, dostluk, şefkat, merhamet gibi hasletlerin tavsiye edilmesine; zulüm, kibir, hıyanet, cimrilik, intikam gibi kötülüklerden sakındırılmasına dair emir ve tavsiyeler.
Kur’an’da kendilerine kitap verilen peygamberlerin yalnızca dördünden söz edilmektedir. Bu dört Allah elçisine verilen kitaplar dışında elbette Allah diğer peygamberlerle de konuşup onlara da mesajlarını bildirmiştir. Ancak Kur’an, bu mesajların bir kitap hâline getirilip getirilmediğine dair bize bir bilgi vermemektedir. Kur’an-ı Kerîm dışındaki ilâhî kitaplar, zaman içinde insanlar tarafından değiştirilmiş, bunlar üzerinde ilâve ve çıkarmalar yapılmak suretiyle tahrif edilmişlerdir. Allah’ın en son vahyi olan Kur’an, hem önceki kitaplarda Allah’ın vahyettiklerini tasdik eder hem de onlara insanların karıştırdıkları yanlışları ortadan kaldırır. Kur’an-ı Kerîm dünyanın sonuna kadar geçerli olacak ve hiçbir şekilde bozulmaya uğramayacaktır.
Vahiy, yüce Rabbimizin peygamberler vasıtasıyla insanlara emir ve yasaklarını bildirmesidir. Allah’ın vahiylerinin bir araya toplanması sonucunda oluşan kitaplara ilâhî kitaplar ya da kutsal kitaplar diyoruz. Bu kitaplar insanlara iyiyi, doğruyu ve güzeli anlatan; onları kötü, yanlış ve çirkinden sakındıran birer rehberdir. İlâhî kitaplar farklı zaman dilimlerinde ve farklı topluluklara gönderilmiş olsalar da özleri itibarıyla bir ve aynıdırlar, aynı hakikati ifade ederler.
Hz. Muhammed(s.a.s.) hayatının hiçbir döneminde putlara tapmamıştı. Otuz beş yaşından sonra da insanlardan uzaklaşıp ibadetle ve tefekkürle meşgul olmaya başladı. Bu amaçla ramazan aylarında, yanına yiyecek ve içeceğini alarak Hira mağarasına gidiyordu. Yine, Hira'da bulunduğu sırada, 610 yılının Kadir gecesinde işittiği bir sesle irkildi. Karşısında, adının Cebrâil olduğunu söyleyen bir melek duruyordu. Melek, Allah’ın peygamberi olarak seçildiği müjdesini verdi ona. Ardından “Oku!” dedi.
Yardımlaşmanın hem bu dünyada hem de âhirette güzel sonuçları vardır. Yardımlaşma sayesinde kardeşlik anlayışı yaygınlaşır, kardeşler arasında birlik ve beraberlik duyguları gelişir. Nefret ve düşmanlık gibi kötü duygu ve düşünceler engellenir. İş bölümü yapılarak toplumsal dayanışmaya hizmet edilir. Böylece hem maddî ve mânevî refah artar hem de felâha doğru hep birlikte yol alınır.
Yardımlaşmadan söz açınca çoğunlukla ilk akla gelen zekât, sadaka, infak, ihsan gibi kavramlarla da ifade edilebilecek maddî yardımlaşmadır. Ancak yardımlaşma gerek maddî gerekse mânevî her türden desteği ifade eder. Meselâ fikir danışana doğru ve uygun görüş bildirmek, zulüm ve haksızlığa uğrayan kimseyi zalimin zulmünden kurtarmak ve korumak, zalim bir insanın zulmüne engel olmak, hata yapan bir kişiyi affetmek, arası bozuk kişilerin arasını yapmak, güzel sözlerle kalpleri fethetmek, kederli kişilerin kederlerine teselli bulmaya çalışmak, hastayı ziyaret etmek… Kısacası yardım, insanlar arasındaki ilişkilerde tarafların ayakta kalmalarına ve hayatlarını sürdürmelerine küçük ya da büyük her türlü desteği vermektir. Yardımsız kalmak her bir sorunla ve düşmanla tek başına karşılaşmak anlamına gelir.
İyi davranışlar ve güzel sözler, hayatın akışına kapılmış her bir insanın ferahlık duyacağı gölgelikler oluşturur. Bu gölgeliklerde sıkıntılardan uzaklaşılır, üzüntü ve kederden sıyrılıp umut ve neşe ile dolu yeni hamleler için güç kazanılır, güven ve huzura kavuşulur. İyi davranışları yapanlar, güzel sözleri dile getirenler ve bunların muhatapları karşılıklı olarak birbirlerine saygı ve muhabbetle dolarlar.
Zekât sayesinde müslüman, elindeki varlıkların aslında kendisine ait olmadığını, hepsinin Allah’ın emaneti olduğunu hatırlar. O’nun verdiklerini O’nun kulları için harcama bilinci kazanır. Bu bilinç onun sadece malı mülkü konusunda değil, sahip olduğu bütün nimetler için şükreden ve şükrün gereğini yerine getiren bir kul olmasını sağlar...
Hac, Allah’ın evinde Allah’a inanan diğer müminlerle buluşma anıdır. Hac, kendini ve ait olduğu ümmeti tanımaktır. İçinde bulunulan mekânla, yerine getirilen vazifelerle hac, Allah sevgisinin ve ibadet coşkusunun en yoğun yaşandığı zamandır. Taze bir başlangıç, daha sonrasında bütün hayata yansıması beklenen bir arınmadır..
İslâm dininin beş esasından biri olan hac, Kâbe’yi ve etrafındaki kutsal mekânları, yılın belirli zamanında, usulüne uygun olarak ziyaret etmek anlamına gelir. Gerekli şartları taşıyan her müslümanın ömründe bir defa haccetmesi farzdır. Haccın kimlere farz olduğu ve hac ibadeti esnasında adım adım neler yapılması gerektiği ilgili ünitede ayrıntılarıyla ele alınmaktadır..
Zekât sayesinde müslüman, elindeki varlıkların aslında kendisine ait olmadığını, hepsinin Allah’ın emaneti olduğunu hatırlar. O’nun verdiklerini O’nun kulları için harcama bilinci kazanır. Bu bilinç onun sadece malı mülkü konusunda değil, sahip olduğu bütün nimetler için şükreden ve şükrün gereğini yerine getiren bir kul olmasını sağlar..
Zekât, Kur’an’da pek çok yerde namazla birlikte anılmıştır. Bu da zekâtın, müslümanın hayatında dinin direği sayılan namaz kadar önemli olduğuna işaret eder..
Zekât, İslâm dininin beş esasından biridir. Sahip olunan mallardan dinimizce belirlenmiş bir miktarının, Kur’an-ı Kerîm’de belirtilen kimselere, şartlarına uygun olarak Allah rızası için ödenmesi demektir. Zekât vermek, gerekli şartları taşıyanlara farzdır. Kimin, kime, hangi maldan, ne kadar zekât vermesi gerektiği ile ilgili olarak dinimizce belirtilmiş ölçüler bulunmaktadır. Bunlar ilgili ünitede ayrıntılarıyla ele alınmaktadır..
Mubah: Mükellefin yapıp yapmamakta dinimiz tarafından serbest bırakıldığı davranıştır. Helâl ve câiz kelimeleri de mubah ile aynı anlamı ifade eder. Hakkında dinî bir yasak bulunmayan bütün dünya nimetleri genel olarak mubahtır. Örneğin yemek, içmek, gezmek..
Haram: Yapılması dinimizce kesin bir şekilde yasaklanan davranıştır. Örneğin içki içmek, kumar oynamak, faiz alıp vermek (ribâ). Haramı işleyen kişi günahkâr sayılır..
Mekruh: Haram olmamakla beraber yapılması dinimizce hoş karşılanmayan davranıştır. Örneğin topluluk içine çıkmadan önce soğan ve sarımsak gibi kokusu rahatsız edici yiyecekler yemek, abdest alırken gereğinden çok su kullanmak..
Müfsit: Yapılmakta olan bir ibadeti bozup onu geçerli olmaktan çıkaran eksiklik ya da yanlış davranıştır. Örneğin oruçlu iken yemek, içmek; namazda konuşmak..
Dinimizce pis sayılan ve duyu organlarıyla algılanabilen pisliklere necâset denir. Kan, domuz eti, sarhoş edici içkiler, insan idrarı ve dışkısı, meni, ağız dolusu kusmuk, etinin yenmesi helâl olmayan hayvanların eti, idrarı ve dışkısı gibi pislikler necâset kapsamına girer. Bedenin, elbisenin ve namaz kılınacak yerin necâsetten temizlenmesi gerekir..
İnsan hak ve özgürlükleri; diline, dinine, ırkına, cinsiyetine, milliyetine, sosyal statüsüne ve rengine bakılmaksızın insanın sırf insan olduğu için kazandığı hak ve özgürlüklerin genel adıdır. Bunlara sahip olmak için insan olmak dışında başkaca bir gerekçe ya da şart aranmaz.
Zekât, hak etmeyenlere verildiği takdirde hem zekât ibadeti yerine getirilmemiş hem de zekâtın bireysel ve toplumsal faydaları gerçekleşmemiş olur. Bunun için dinimiz zekâtın verileceği yerler gibi asla verilmeyeceği yerleri de belirlemiştir. Bir kişi, çocuk ve torunlarına, eşine, anne ile babasına, nine ile dedesine, onların anne ile babalarına zekât veremez. Ayrıca Peygamberimizin(s.a.s.) soyundan gelenlere, zenginlere ve İslâm’a düşmanca davranan gayrimüslimlere de zekât verilmez.
İslâm’a göre müslümanlar bir bedene benzer. Bedenin bir organı hastalandığında veya rahatsızlandığında diğer organlar da bundan etkilenir ve acı duyar. Tıpkı bunun gibi, birinin derdi olduğunda müslümanların hepsinin canı yanar. Toplumda yaşayan bir bireyin hayatında var olan herhangi bir sorundan diğer bireyler de etkilenir; onlar da bundan sıkıntı duyar ve kendi çapında çözüme katkı sağlamaya çalışır. Bu çözümlerden biri de hemen hemen her toplumda görülen dilencilik, hırsızlık ve yankesicilik gibi kötü ve yüz kızartıcı durumların azalmasına, hatta ortadan kalkmasına aracılık etmektir. Böylece bir anlamı da temizlemek olan zekât, toplumsal düzlemde bu amacını gerçekleştirmiş olur. Zekât sadece malı değil, toplumu da temizSevgili Peygamberimiz(s.a.s.) buyuruyor ki: “Veren el, alan elden daha iyidir” leyen bir araç haline gelir.
Bir toplumda paylaşma ne kadar dengeli olursa toplumsal barış da o kadar sağlam olur. Zenginler, ihtiyacı olanlara el uzatır, onlara destek olur ve onların sıkıntıdan kurtulmalarına yardımcı olurlarsa zengin ile yoksul arasında güçlü bir bağ teşekkül eder. Bu güçlü bağ da toplumsal huzuru ve birlikteliği doğurur. Bir toplumda birlik ve beraberlik ruhu güçlü olmazsa o toplum hem ahlâk hem adalet açısından zayıflar, yozlaşmaya ve güçsüzleşmeye başlar.
Zekât insanı cimrilik, bayağılık, bencillik, başkasının malına göz dikme, çekememezlik, ben merkezcilik, bireycilik, çıkarcılık, eli sıkılık, hazcılık, istiğna, kibir, menfaatçilik, vurdumduymazlık, nankörlük, mal düşkünlüğü gibi kirlerden temizler. İnsanda alçakgönüllülük, cömertlik, dayanışma, destek olma, diğerkâmlık, fedakârlık, hayırseverlik, infak, iyilik, merhamet, muavenet, müzaheret, bol ellilik, kadirşinaslık, şükür gibi hasletleri geliştirir.
Yardımlaşma ve paylaşma insanın yaratılıştan sahip olduğu hasletlerden biridir. Zekât insanın fıtratında var olan bu hasleti açığa çıkarır, harekete geçirir ve geliştirir. Tabiatındaki bencilliğin etkisiyle yardımlaşma ve paylaşma hasletinin zayıflamasını ve gitgide yok olmasını önler, insana verebilme yani infak bilinci kazandırır.
Mukabele: Ramazan ayı boyunca cami, mescit ve evlerde bir kişinin okuyup diğerlerinin takip etmesi suretiyle Kur’an-ı Kerîm’in baştan sona okunması ve dinlenmesidir.
Fitre: Ramazan ayına ve onda elde ettiğimiz berekete bir teşekkür ifadesi olarak bayram namazından önce verilmesi gereken sadakaya denir. Oruç tutsun ya da tutmasın Müslüman ve dinen zengin olan herkesin fitre vermesi vâciptir. Fitrenin ölçüsü bir kişinin sabahlı akşamlı bir günlük gıdasının ortalama bedelidir.
Güzel kul Hz. Eyyûb’un başına gelen ağır sıkıntılar karşısındaki tavrını görür. Kıssası gibi kendi de güzel Hz. Yûsuf’un hayat hikâyesindeki sabır, zekâ, maharet, iffet ve izzeti örnek alır. Hz. Îsâ’nın kendisine yöneltilen her türlü ithama, ezaya sevgisinden en ufak bir azalma yaşamadan göğüs germesini, görevini icra etmesini izler. Hz. Muhammed’i(s.a.s.) hicret yolculuğunda takip eder adım adım, kendisi de hayat yolculuğunda Allah rızasından onu alıkoyan her şeyi terk eder birer birer.
Peygamberlerin ilki Hz. Âdem, sonuncusu ise Hz. Muhammed’dir.(s.a.s.) Bu süreç boyunca Allah Teâlâ bazen peş peşe, bazen aynı zaman diliminde, bazen de kısa ya da uzun zaman aralıklarıyla peygamber göndermiştir. Bütün peygamberler ve onlara verilen vahiyler birbirlerini teyit etmiş, son nebi ve resûl Hz. Muhammed’in(s.a.s.) getirdiği Kur’an ise bütün peygamberleri ve ilâhî kitapları doğrulayıp onlara şahitlik etmiştir.
Mûcize, Allah’ın peygamberlerini doğrulamak ve desteklemek için yarattığı, insanların benzerini getirmekten âciz kaldığı olağanüstü bir durumdur. Örneğin Hz. Nûh’a inanmayanların tûfan ile helâk olması, atıldığı ateşin Hz. İbrâhim’i yakmaması, oğlunun gömleği yüzüne sürülünce Hz. Yâkub’un görmeyen gözlerinin açılması, Hz. Mûsâ’nın asâsı ile denizi yarması, Hz. Süleyman’ın karıncanın konuşmasını anlaması, Hz. Îsâ’nın, Allah’ın izniyle, ölüleri diriltmesi…
Muâmelât: Evlilik, miras, boşanma, mehir, nafaka, emzirme, nesep, alışveriş, kiralama, borç alıp verme, işçi haklarının düzenlenmesi, servetin dolaşımı gibi kişiyi ve toplumu ilgilendiren konulara dair açıklamalar ve hükümler.
Ahlâk: Adalet, ana babaya hürmet, tevazu, dostluk, şefkat, merhamet gibi hasletlerin tavsiye edilmesine; zulüm, kibir, hıyanet, cimrilik, intikam gibi kötülüklerden sakındırılmasına dair emir ve tavsiyeler.
Kur’an’da kendilerine kitap verilen peygamberlerin yalnızca dördünden söz edilmektedir. Bu dört Allah elçisine verilen kitaplar dışında elbette Allah diğer peygamberlerle de konuşup onlara da mesajlarını bildirmiştir. Ancak Kur’an, bu mesajların bir kitap hâline getirilip getirilmediğine dair bize bir bilgi vermemektedir. Kur’an-ı Kerîm dışındaki ilâhî kitaplar, zaman içinde insanlar tarafından değiştirilmiş, bunlar üzerinde ilâve ve çıkarmalar yapılmak suretiyle tahrif edilmişlerdir. Allah’ın en son vahyi olan Kur’an, hem önceki kitaplarda Allah’ın vahyettiklerini tasdik eder hem de onlara insanların karıştırdıkları yanlışları ortadan kaldırır. Kur’an-ı Kerîm dünyanın sonuna kadar geçerli olacak ve hiçbir şekilde bozulmaya uğramayacaktır.
Vahiy, yüce Rabbimizin peygamberler vasıtasıyla insanlara emir ve yasaklarını bildirmesidir. Allah’ın vahiylerinin bir araya toplanması sonucunda oluşan kitaplara ilâhî kitaplar ya da kutsal kitaplar diyoruz. Bu kitaplar insanlara iyiyi, doğruyu ve güzeli anlatan; onları kötü, yanlış ve çirkinden sakındıran birer rehberdir. İlâhî kitaplar farklı zaman dilimlerinde ve farklı topluluklara gönderilmiş olsalar da özleri itibarıyla bir ve aynıdırlar, aynı hakikati ifade ederler.
Hz. Muhammed(s.a.s.) hayatının hiçbir döneminde putlara tapmamıştı. Otuz beş yaşından sonra da insanlardan uzaklaşıp ibadetle ve tefekkürle meşgul olmaya başladı. Bu amaçla ramazan aylarında, yanına yiyecek ve içeceğini alarak Hira mağarasına gidiyordu. Yine, Hira'da bulunduğu sırada, 610 yılının Kadir gecesinde işittiği bir sesle irkildi. Karşısında, adının Cebrâil olduğunu söyleyen bir melek duruyordu. Melek, Allah’ın peygamberi olarak seçildiği müjdesini verdi ona. Ardından “Oku!” dedi.
Yardımlaşmanın hem bu dünyada hem de âhirette güzel sonuçları vardır. Yardımlaşma sayesinde kardeşlik anlayışı yaygınlaşır, kardeşler arasında birlik ve beraberlik duyguları gelişir. Nefret ve düşmanlık gibi kötü duygu ve düşünceler engellenir. İş bölümü yapılarak toplumsal dayanışmaya hizmet edilir. Böylece hem maddî ve mânevî refah artar hem de felâha doğru hep birlikte yol alınır.
Yardımlaşmadan söz açınca çoğunlukla ilk akla gelen zekât, sadaka, infak, ihsan gibi kavramlarla da ifade edilebilecek maddî yardımlaşmadır. Ancak yardımlaşma gerek maddî gerekse mânevî her türden desteği ifade eder. Meselâ fikir danışana doğru ve uygun görüş bildirmek, zulüm ve haksızlığa uğrayan kimseyi zalimin zulmünden kurtarmak ve korumak, zalim bir insanın zulmüne engel olmak, hata yapan bir kişiyi affetmek, arası bozuk kişilerin arasını yapmak, güzel sözlerle kalpleri fethetmek, kederli kişilerin kederlerine teselli bulmaya çalışmak, hastayı ziyaret etmek… Kısacası yardım, insanlar arasındaki ilişkilerde tarafların ayakta kalmalarına ve hayatlarını sürdürmelerine küçük ya da büyük her türlü desteği vermektir. Yardımsız kalmak her bir sorunla ve düşmanla tek başına karşılaşmak anlamına gelir.
İyi davranışlar ve güzel sözler, hayatın akışına kapılmış her bir insanın ferahlık duyacağı gölgelikler oluşturur. Bu gölgeliklerde sıkıntılardan uzaklaşılır, üzüntü ve kederden sıyrılıp umut ve neşe ile dolu yeni hamleler için güç kazanılır, güven ve huzura kavuşulur. İyi davranışları yapanlar, güzel sözleri dile getirenler ve bunların muhatapları karşılıklı olarak birbirlerine saygı ve muhabbetle dolarlar.