İbadet, kişinin kendisini ve bu dünyadaki konumunu tanımasını sağlar, insanî yeteneklerinin gelişmesine katkıda bulunur. İbadetle iç ve dış dünyasını huzursuz eden birtakım kirlerden arınan insan, bu sayede insanî olgunluğa erişir. Kötülüklerden uzak bir yaşam sürer. Bir gün Allah’ın huzuruna çıkarak dünyada yaptığı her şeyin hesabını orada vereceğinin bilinciyle hareket etmesi, kişinin ölçülü olmasını ve her işinde dürüst davranmasını sağlar.
Allah’ı seven insan, her davranışında güzel hareket etmenin ve kötülüklerden uzak durmanın yollarını arar. Allah ve resûlünün gösterdiği şekilde yaşamaya çalışır. Allah’a yönelen, O’nun ölçülerini hayatında uygulamaya çalışan kul ile Rabbi arasındaki bağ güçlenir. Meselâ namaz kılan bir insan, sürekli Allah’ın huzurunda olduğunu günde beş kere kendine hatırlatmış, Rabbini unutmadığını ortaya koymuş olur. Rabbiyle arasında oluşan bağ sayesinde güven ve huzur duyar. Yüce Allah’ın kendisini gördüğünü, ihtiyaçlarından ve sıkıntılarından haberdar olduğunu, kendisine değer verdiğini bilir ve hisseder. Sıkıntı ve zorluklarla karşılaştığında, bu sayede metanetini yitirmez. Bunun Allah’tan gelen bir sınav olduğunu bilir ve sabreder.
ibadet; Varlıkların kulluk ve itaatle, Allah’a boyun eğmeleri, sevgi ve saygı göstermeleridir. Allah’a yaklaşmak için, kulluk bilinciyle yapılan birtakım hareket ve davranışlardır. Kişinin Allah’a teslimiyetini gösteren, beden veya malla yapılan davranışlardır. Allah’ın emrettiklerini yapmak, yasakladıklarından kaçınmak ve kulluk bilincini sâlih amellerle ortaya koymaktır.
İbadet; İnsanın Allah ile ilişkisini güçlendirir. İnsanın hayatına anlam katar. İç huzuru sağlar. Dengeli ve huzurlu bir yaşama biçimi oluşturur. İnsanı mânevî yönden tedavi eder. İnsanın mânevî ve ruhî dünyasını geliştirir. İnsanı yüksek ahlâkî duygu ve tutumlara yöneltir. İnsana güzel alışkanlıklar kazandırır.
Kısaca ibadet; Varlıkların kulluk ve itaatle, Allah’a boyun eğmeleri, sevgi ve saygı göstermeleridir. Allah’a yaklaşmak için, kulluk bilinciyle yapılan birtakım hareket ve davranışlardır. Kişinin Allah’a teslimiyetini gösteren, beden veya malla yapılan davranışlardır. Allah’ın emrettiklerini yapmak, yasakladıklarından kaçınmak ve kulluk bilincini sâlih amellerle ortaya koymaktır. Allah’ın rızasını kazandıracak her türlü hareket, davranış, duygu ve düşüncedir.
Bir müslüman hayatın her anında Allah’ın kendisini gördüğü, hep yanında olduğu bilinci ile yaşamalıdır. Yalnızken, evde, okulda, sokakta, alışverişte, oyunda, çalışma anında, öfkede, sevgide, şefkatte, kısacası her zaman ve her yerde... İslâm’da ruh terbiyesi tam da bu anlayışla bağlantılıdır. Müminin niyeti sadık, yolu ve gayesi de sahih olursa bütün hayatı ibadete dönüşür.
Münafıklar İslâm toplumu için kâfirlerden daha tehlikelidirler. Zira iki yüzlü davrandıkları için tanınmaları mümkün değildir. İçten içe müslüman toplumun huzur ve düzenini bozarlar. Bu yüzden âhiretteki cezaları da kâfirlerinkinden daha şiddetlidir.
Kişinin mümin olması onda birtakım özelliklerin gelişmesi sonucunu doğurur. Örneğin, mümin bir kişi, Allah ve resûlüne(s.a.s.) düşman olanlarla dostluk etmez. Kazandıklarından Allah yolunda harcar. Namazını kılar, orucunu tutar. Allah’tan başkasına boyun eğmez, yalnızca Rabbine güvenir. Diğer insanlara iyiliği tavsiye eder, kötülüklere engel olmaya çalışır. Allah’ın âyetleri okunduğunda müminin imanı artar, Allah’ın adı anıldığında yüreği titrer. Bu özelliklere sahip mümin âhirette cennet ve oradaki pek çok güzel nimetle mükâfatlandırılır.
Bir kimse kelime-i tevhidi veya kelime-i şehâdeti söylediği zaman hem insanlarla olan ilişkilerinde hem de Allah ile olan ilişkisinde müslüman muamelesi görmeye hak kazanır. Yüce Rabbimiz bu sözü söyleyen ve bu sözle üstlendiği sorumlulukları yerine getiren kimseleri cennetine alacağını, onları sonsuz mutluluk ve ebedî kurtuluşla mükâfatlandıracağını müjdelemektedir
Bir insanın imanında zirve noktaya ulaşması için kalben tasdik edip dil ile ikrar ettiği hususları yaşantısında da uygulaması gerekir. Kişiyi hem Allah katında hem de insanlar arasında değerli kılan şey kalbiyle dilinin, özüyle sözünün bir olmasıdır.
İnsan, yaratanını tanımak ve O’na ibadet etmek için yaratılmıştır. Ancak ve ancak bu yaratılış gayesine uygun hareket ederse ebedî saadete ulaşabilir. Bu bakımdan insanın iman etmesi ve bu imanını son nefesine kadar kaybetmeden muhafaza etmesi, dünyadan ve dünya içindeki her şeyden daha kıymetlidir.
Din duygusu insanda doğuştan mevcuttur. İnsanın sahip olduğu bu din duygusu, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’den itibaren ilâhî vahiy ile de desteklenmiştir. Çünkü sadece bu duyguya dayanarak dünyadaki varlık sebebimizi ve görevlerimizi, Allah’ın emir ve yasaklarını bilmemiz mümkün olamazdı. Allah, bu konuları aydınlatmak için peygamberler göndermiş, onlar aracılığıyla vahyini biz insanlara ulaştırmıştır.
Din, Allah tarafından peygamberler aracılığı ile akıl sahibi insanlara gönderilen, onları kendi tercihleri ile dünya ve âhiret saadetine ulaştıran ilâhî kurallar bütünüdür.
Yaratıcısına kulluk etmek, yaratılanlara şefkatle muamelede bulunmak, yeryüzünü imar etmek, hak din olan İslâm’ı benimseyip yüzünü yaratıcısı olan Allah’a çevirmek, Allah’ın koyduğu sınırlara uyarak yaşamak, başkalarını iyiliğe teşvik edip kötülükten sakındırmak, yeryüzünde adaleti tesis etmek, müslüman olarak şahitlik ettiği dünya hayatını yine müslüman olarak tamamlamak ve en sonunda da razı olmuş ve razı olunmuş bir kul (Fecr 89 / 28) sıfatıyla, kalb-i selimle Rabbinin huzuruna çıkmak… İşte insanoğlunu bekleyen görev…
Başka hiçbir varlıkta olmayan akıl ve irade verilmiştir insana. İnsan, eşref-i mahlûkat olmuştur böylece. Bunun karşılığında da dağların bile taşıyamayıp altında kalmaktan korktuğu bir sorumluluğu üstlenmiştir (Ahzab 33 / 72). Bu görevini yerine getirebilmesi için göklerde ve yerde bulunan ne varsa hepsi de onun hizmetine verilmiştir.
Yüce yaratan, yarattıklarının her birine, kendilerine göre özellikler, bu özelliklere uygun görevler vermiş: Sıcaklık vermiş güneşe ve beraberinde ısıtma görevini elbette. Bereket vermiş toprağa ve tohumları yeşertme görevini de… Bülbüle hoş bir sada nasip etmiş, dinleyenlerin kulakları nasiplensin diye.
Dağlar, taşlar, ağaçlar, denizler, balıklar, çiçekler, böcekler, bulutlar, kuşlar, kelebekler, melekler, cinler, dünya, ay, güneş, yıldızlar, gezegenler… Canlı ve cansız, ne çok sayıda ve ne kadar farklı türde varlık yaratmış Rabbimiz! Bunların hepsine belli bir ölçü ve düzen vermiş, her birini ayrı ayrı hikmetlerle donatmış. Yaptıklarının hiçbiri boşu boşuna ve sebepsiz değil.
İlk insanla birlikte var olan din, insanın varoluşsal bir ihtiyacıdır. Hayatın nihaî anlamını bizlere öğreten, dünya ile ahiretin, akılla ruhun dengesini kurmamızı sağlayan, bireye iç huzuru kazandıran, topluma sevgi ve adalet getiren, bireysel ve toplumsal ödevlerini ibadet niteliğinde bir sorumluluğa dönüştüren hayatın bütününe yönelik öğütler toplamıdır. Seyyid Şerif Cürcânî’nin tanımıyla din, akıl sahiplerini Hz. Peygamber’in getirdiklerini kabule davet eden ilahî kanundur. Bu bakımdan insanın dine olan ihtiyacının yerinde ve doğru bilgiyle karşılanması oldukça önemlidir.
İnsanı en güzel şekilde yaratıp, üstün yeteneklerle donatmış olan Yüce Allah, ilahî hitabın muhatabı kılarak onu onurlandırmış ve bilmediğini öğreterek diğer varlıklar arasında ayrıcalıklı bir konuma yükseltmiştir. Kendisine vermiş olduğu sayısız nimetlere karşılık ona büyük bir sorumluluk yüklemiştir. Dünya hayatında ise yalnız bırakmamış, peygamberler ve kitaplar göndererek bu sorumluluğu yerine getirmede kendisine yol göstermiştir. Bu sayede insan inançsızlığın karanlığından çıkıp iman ve güzel ahlâkın aydınlığına kavuşma imkânı elde etmiştir. Göndermiş olduğu peygamberler ve kitaplarla da insanın ve toplumun nasıl yaşaması gerektiği hususu, “Din” ismi altında kurumsallaştırılmıştır.
islâm Dini, son hak din olduğu için hak dinin temel prensipleri kesin bir şekilde ortaya konarak, zamana ve mekana göre değişebilecek nitelikte hükümler, ilim adamlarının içtihatlarına bırakılmıştır. Müslümanlığın kıyamete kadar sürmesini ve her asırda hak din niteliğini devam ettirmesini sağlayan da bu niteliğidir.
İslâm’a giriş, imanla gerçekleşir. İman, Allah Teâlânın Hz.Muhammed’e indirdiği, o’nun da insanlara tebliğ ettiği kesin olarak belli olan şeylerin tümüne tereddütsüz inanmak ve onaylamaktır. İmanın temelini, iste bu kabul ve onaylama oluşturur.
İslâm Dini, son hak din olduğu için hak dinin temel prensipleri kesin bir şekilde ortaya konarak, zamana ve mekana göre değişebilecek nitelikte hükümler, ilim adamlarının içtihatlarına bırakılmıştır. Müslümanlığın kıyamete kadar sürmesini ve her asırda hak din niteliğini devam ettirmesini sağlayan da bu niteliğidir.
İslamiyet,Belirli bir topluma değil bütün insanlığa gönderilmiştir. Hak dinin ulaştığı kemal nokta olması münasebetiyle kıyamete kadar insanlığın tabi olacağı hak din olarak devam edecektir. İslâm Dini, daha önceki hak dinlerin temelini doğrulamaktadır. Ancak İslâm dini geldikten sonra onlara ihtiyaç kalmamıştır. Kur’an-ı Kerim nazil olduktan sonra da diğer ilahi kitaplara ihtiyaç kalmamıştır. Çünkü Kur’an-ı Kerim, diğer kitaplarında ihtiva ettiği Allah’ın varlığına ve birliğine, Peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine, Ahiret gününe ve her şeyin Allah’ın takdiriyle meydana geldiğine inanan neslin, aklin ve dinin korunması gibi hak dinin temel esaslarını yeniden ortaya koymuş; daha önceki kitaplarda yer alan gerçekleri tasdik etmiş, tahrif edilen hususları da düzeltmiştir.
Hak din, ilk insan ve ilk peygamber Hz.Adem’le başlamıştır. Esas itibariyle hak dinin temel prensiplerinde değişiklik yoktur. Fakat kabiliyetlerin, zaman ve mekanın, sosyal şartların değişmesine ve gelişmesine bağlı olarak ibadet şekilleri ve bazı hükümlerde değişiklikler olmuştur. Peygamberlerin getirdiği esaslarla insanlar yükseldikçe, fikirler geliştikçe, medeniyet ilerledikçe Allah (c.c) peygamberleriyle ortaya koyduğu dinlerini de tekamül ettirmiş, bu tekamül, Musevilik ve Hıristiyanlığı da aşarak İslâm’da kemale ermiştir. Aynı şekilde sahifeler halinde başlayan ilahi kitaplar, Tevrat ve İncili de geçerek kıyamete kadar sürecek olan sonsuz mucize Kur’an-ı Kerim’le noktalanmıştır. Artık bundan sonra ilahi kitap gelmeyecek ve Kur’an, kıyamete kadar insanlığın rehberi olacaktır. İslâm dini hak dinlerin sonuncusudur.
ABD CHESTER ŞİRKETİ PROJESİ. Hâkimiyet-i Milliye, 30 Nisan 1923: 3) Bu anlaşmaya göre; Türkiye’nin doğu ve Musul-Kerkük bölgesini Akdeniz ve Karadeniz’e bağlayan 4400 km’lik bir demiryolu inşası ile üç limanın tesisininyapımı bu şirkete verilmiştir. Bununla birlikte demiryolu hattı üzerindeki 40 km’lik şeritler içinde kalan petrol ve diğer değerli madenlerin işletme hakkı 99 yıl için aynı şirkete verilmiştir. Grup aynı zamanda birçok vergi bağışıklığından ve diğer özel kolaylıklardan yararlanacaktır. Proje,şirket içindeki bazı sorunlar nedeniyle iptal edilmiştir.İptal edilmeseydi,Türkiye, bir ortadoğu ülkesi olacaktı..Şansımız varmış.
İSLAMİYET"DEKİ EN BÜYÜK HARAMLARDAN SAYILAN ZİNA HAÇLI AB"İN UYUM YASASI ÇERÇEVESİNDE SUÇ OLMAKTAN ÇIKARILIYOR (hER HALDE 2005 OLMALI) BU HOCA DAHİL NE dİYANETTEN ,NE DE DİĞER HOCALARDA HİÇ SES ÇIMIYOR.ERDOĞAN YANLŞ YAPTIK DEMİŞTİ.
İbadet, kişinin kendisini ve bu dünyadaki konumunu tanımasını sağlar, insanî yeteneklerinin gelişmesine katkıda bulunur. İbadetle iç ve dış dünyasını huzursuz eden birtakım kirlerden arınan insan, bu sayede insanî olgunluğa erişir. Kötülüklerden uzak bir yaşam sürer. Bir gün Allah’ın huzuruna çıkarak dünyada yaptığı her şeyin hesabını orada vereceğinin bilinciyle hareket etmesi, kişinin ölçülü olmasını ve her işinde dürüst davranmasını sağlar.
Allah’ı seven insan, her davranışında güzel hareket etmenin ve kötülüklerden uzak durmanın yollarını arar. Allah ve resûlünün gösterdiği şekilde yaşamaya çalışır. Allah’a yönelen, O’nun ölçülerini hayatında uygulamaya çalışan kul ile Rabbi arasındaki bağ güçlenir. Meselâ namaz kılan bir insan, sürekli Allah’ın huzurunda olduğunu günde beş kere kendine hatırlatmış, Rabbini unutmadığını ortaya koymuş olur. Rabbiyle arasında oluşan bağ sayesinde güven ve huzur duyar. Yüce Allah’ın kendisini gördüğünü, ihtiyaçlarından ve sıkıntılarından haberdar olduğunu, kendisine değer verdiğini bilir ve hisseder. Sıkıntı ve zorluklarla karşılaştığında, bu sayede metanetini yitirmez. Bunun Allah’tan gelen bir sınav olduğunu bilir ve sabreder.
ibadet; Varlıkların kulluk ve itaatle, Allah’a boyun eğmeleri, sevgi ve saygı göstermeleridir. Allah’a yaklaşmak için, kulluk bilinciyle yapılan birtakım hareket ve davranışlardır. Kişinin Allah’a teslimiyetini gösteren, beden veya malla yapılan davranışlardır. Allah’ın emrettiklerini yapmak, yasakladıklarından kaçınmak ve kulluk bilincini sâlih amellerle ortaya koymaktır.
İbadet; İnsanın Allah ile ilişkisini güçlendirir. İnsanın hayatına anlam katar. İç huzuru sağlar. Dengeli ve huzurlu bir yaşama biçimi oluşturur. İnsanı mânevî yönden tedavi eder. İnsanın mânevî ve ruhî dünyasını geliştirir. İnsanı yüksek ahlâkî duygu ve tutumlara yöneltir. İnsana güzel alışkanlıklar kazandırır.
Kısaca ibadet; Varlıkların kulluk ve itaatle, Allah’a boyun eğmeleri, sevgi ve saygı göstermeleridir. Allah’a yaklaşmak için, kulluk bilinciyle yapılan birtakım hareket ve davranışlardır. Kişinin Allah’a teslimiyetini gösteren, beden veya malla yapılan davranışlardır. Allah’ın emrettiklerini yapmak, yasakladıklarından kaçınmak ve kulluk bilincini sâlih amellerle ortaya koymaktır. Allah’ın rızasını kazandıracak her türlü hareket, davranış, duygu ve düşüncedir.
Bir müslüman hayatın her anında Allah’ın kendisini gördüğü, hep yanında olduğu bilinci ile yaşamalıdır. Yalnızken, evde, okulda, sokakta, alışverişte, oyunda, çalışma anında, öfkede, sevgide, şefkatte, kısacası her zaman ve her yerde... İslâm’da ruh terbiyesi tam da bu anlayışla bağlantılıdır. Müminin niyeti sadık, yolu ve gayesi de sahih olursa bütün hayatı ibadete dönüşür.
Münafıklar İslâm toplumu için kâfirlerden daha tehlikelidirler. Zira iki yüzlü davrandıkları için tanınmaları mümkün değildir. İçten içe müslüman toplumun huzur ve düzenini bozarlar. Bu yüzden âhiretteki cezaları da kâfirlerinkinden daha şiddetlidir.
Kişinin mümin olması onda birtakım özelliklerin gelişmesi sonucunu doğurur. Örneğin, mümin bir kişi, Allah ve resûlüne(s.a.s.) düşman olanlarla dostluk etmez. Kazandıklarından Allah yolunda harcar. Namazını kılar, orucunu tutar. Allah’tan başkasına boyun eğmez, yalnızca Rabbine güvenir. Diğer insanlara iyiliği tavsiye eder, kötülüklere engel olmaya çalışır. Allah’ın âyetleri okunduğunda müminin imanı artar, Allah’ın adı anıldığında yüreği titrer. Bu özelliklere sahip mümin âhirette cennet ve oradaki pek çok güzel nimetle mükâfatlandırılır.
Bir kimse kelime-i tevhidi veya kelime-i şehâdeti söylediği zaman hem insanlarla olan ilişkilerinde hem de Allah ile olan ilişkisinde müslüman muamelesi görmeye hak kazanır. Yüce Rabbimiz bu sözü söyleyen ve bu sözle üstlendiği sorumlulukları yerine getiren kimseleri cennetine alacağını, onları sonsuz mutluluk ve ebedî kurtuluşla mükâfatlandıracağını müjdelemektedir
Bir insanın imanında zirve noktaya ulaşması için kalben tasdik edip dil ile ikrar ettiği hususları yaşantısında da uygulaması gerekir. Kişiyi hem Allah katında hem de insanlar arasında değerli kılan şey kalbiyle dilinin, özüyle sözünün bir olmasıdır.
İnsan, yaratanını tanımak ve O’na ibadet etmek için yaratılmıştır. Ancak ve ancak bu yaratılış gayesine uygun hareket ederse ebedî saadete ulaşabilir. Bu bakımdan insanın iman etmesi ve bu imanını son nefesine kadar kaybetmeden muhafaza etmesi, dünyadan ve dünya içindeki her şeyden daha kıymetlidir.
Din insanın aklına, kalbine ve ruhuna hitap ederek davranışlarını insanîleştirir, nefsini temizlemesine yardımcı olur.
Din duygusu insanda doğuştan mevcuttur. İnsanın sahip olduğu bu din duygusu, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’den itibaren ilâhî vahiy ile de desteklenmiştir. Çünkü sadece bu duyguya dayanarak dünyadaki varlık sebebimizi ve görevlerimizi, Allah’ın emir ve yasaklarını bilmemiz mümkün olamazdı. Allah, bu konuları aydınlatmak için peygamberler göndermiş, onlar aracılığıyla vahyini biz insanlara ulaştırmıştır.
Din, Allah’ın emir ve tavsiyeleriyle çizdiği bir yol, takip etmemizi istediği bir hayat tarzıdır.
Din, Allah tarafından peygamberler aracılığı ile akıl sahibi insanlara gönderilen, onları kendi tercihleri ile dünya ve âhiret saadetine ulaştıran ilâhî kurallar bütünüdür.
Din, Allah’a inanma ve kulluk etmedir.
Din, insanın Allah, tabiat ve diğer insanlarla ilişkilerini düzenleyerek hayatını anlamlandıran ve ona yön veren kurallar bütünüdür.
Yaratıcısına kulluk etmek, yaratılanlara şefkatle muamelede bulunmak, yeryüzünü imar etmek, hak din olan İslâm’ı benimseyip yüzünü yaratıcısı olan Allah’a çevirmek, Allah’ın koyduğu sınırlara uyarak yaşamak, başkalarını iyiliğe teşvik edip kötülükten sakındırmak, yeryüzünde adaleti tesis etmek, müslüman olarak şahitlik ettiği dünya hayatını yine müslüman olarak tamamlamak ve en sonunda da razı olmuş ve razı olunmuş bir kul (Fecr 89 / 28) sıfatıyla, kalb-i selimle Rabbinin huzuruna çıkmak… İşte insanoğlunu bekleyen görev…
Başka hiçbir varlıkta olmayan akıl ve irade verilmiştir insana. İnsan, eşref-i mahlûkat olmuştur böylece. Bunun karşılığında da dağların bile taşıyamayıp altında kalmaktan korktuğu bir sorumluluğu üstlenmiştir (Ahzab 33 / 72). Bu görevini yerine getirebilmesi için göklerde ve yerde bulunan ne varsa hepsi de onun hizmetine verilmiştir.
Yüce yaratan, yarattıklarının her birine, kendilerine göre özellikler, bu özelliklere uygun görevler vermiş: Sıcaklık vermiş güneşe ve beraberinde ısıtma görevini elbette. Bereket vermiş toprağa ve tohumları yeşertme görevini de… Bülbüle hoş bir sada nasip etmiş, dinleyenlerin kulakları nasiplensin diye.
Dağlar, taşlar, ağaçlar, denizler, balıklar, çiçekler, böcekler, bulutlar, kuşlar, kelebekler, melekler, cinler, dünya, ay, güneş, yıldızlar, gezegenler… Canlı ve cansız, ne çok sayıda ve ne kadar farklı türde varlık yaratmış Rabbimiz! Bunların hepsine belli bir ölçü ve düzen vermiş, her birini ayrı ayrı hikmetlerle donatmış. Yaptıklarının hiçbiri boşu boşuna ve sebepsiz değil.
İlk insanla birlikte var olan din, insanın varoluşsal bir ihtiyacıdır. Hayatın nihaî anlamını bizlere öğreten, dünya ile ahiretin, akılla ruhun dengesini kurmamızı sağlayan, bireye iç huzuru kazandıran, topluma sevgi ve adalet getiren, bireysel ve toplumsal ödevlerini ibadet niteliğinde bir sorumluluğa dönüştüren hayatın bütününe yönelik öğütler toplamıdır. Seyyid Şerif Cürcânî’nin tanımıyla din, akıl sahiplerini Hz. Peygamber’in getirdiklerini kabule davet eden ilahî kanundur. Bu bakımdan insanın dine olan ihtiyacının yerinde ve doğru bilgiyle karşılanması oldukça önemlidir.
İnsanı en güzel şekilde yaratıp, üstün yeteneklerle donatmış olan Yüce Allah, ilahî hitabın muhatabı kılarak onu onurlandırmış ve bilmediğini öğreterek diğer varlıklar arasında ayrıcalıklı bir konuma yükseltmiştir. Kendisine vermiş olduğu sayısız nimetlere karşılık ona büyük bir sorumluluk yüklemiştir. Dünya hayatında ise yalnız bırakmamış, peygamberler ve kitaplar göndererek bu sorumluluğu yerine getirmede kendisine yol göstermiştir. Bu sayede insan inançsızlığın karanlığından çıkıp iman ve güzel ahlâkın aydınlığına kavuşma imkânı elde etmiştir. Göndermiş olduğu peygamberler ve kitaplarla da insanın ve toplumun nasıl yaşaması gerektiği hususu, “Din” ismi altında kurumsallaştırılmıştır.
islâm Dini, son hak din olduğu için hak dinin temel prensipleri kesin bir şekilde ortaya konarak, zamana ve mekana göre değişebilecek nitelikte hükümler, ilim adamlarının içtihatlarına bırakılmıştır. Müslümanlığın kıyamete kadar sürmesini ve her asırda hak din niteliğini devam ettirmesini sağlayan da bu niteliğidir.
İslâm’a giriş, imanla gerçekleşir. İman, Allah Teâlânın Hz.Muhammed’e indirdiği, o’nun da insanlara tebliğ ettiği kesin olarak belli olan şeylerin tümüne tereddütsüz inanmak ve onaylamaktır. İmanın temelini, iste bu kabul ve onaylama oluşturur.
İslâm Dini, son hak din olduğu için hak dinin temel prensipleri kesin bir şekilde ortaya konarak, zamana ve mekana göre değişebilecek nitelikte hükümler, ilim adamlarının içtihatlarına bırakılmıştır. Müslümanlığın kıyamete kadar sürmesini ve her asırda hak din niteliğini devam ettirmesini sağlayan da bu niteliğidir.
İslamiyet,Belirli bir topluma değil bütün insanlığa gönderilmiştir. Hak dinin ulaştığı kemal nokta olması münasebetiyle kıyamete kadar insanlığın tabi olacağı hak din olarak devam edecektir. İslâm Dini, daha önceki hak dinlerin temelini doğrulamaktadır. Ancak İslâm dini geldikten sonra onlara ihtiyaç kalmamıştır. Kur’an-ı Kerim nazil olduktan sonra da diğer ilahi kitaplara ihtiyaç kalmamıştır. Çünkü Kur’an-ı Kerim, diğer kitaplarında ihtiva ettiği Allah’ın varlığına ve birliğine, Peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine, Ahiret gününe ve her şeyin Allah’ın takdiriyle meydana geldiğine inanan neslin, aklin ve dinin korunması gibi hak dinin temel esaslarını yeniden ortaya koymuş; daha önceki kitaplarda yer alan gerçekleri tasdik etmiş, tahrif edilen hususları da düzeltmiştir.
Hak din, ilk insan ve ilk peygamber Hz.Adem’le başlamıştır. Esas itibariyle hak dinin temel prensiplerinde değişiklik yoktur. Fakat kabiliyetlerin, zaman ve mekanın, sosyal şartların değişmesine ve gelişmesine bağlı olarak ibadet şekilleri ve bazı hükümlerde değişiklikler olmuştur. Peygamberlerin getirdiği esaslarla insanlar yükseldikçe, fikirler geliştikçe, medeniyet ilerledikçe Allah (c.c) peygamberleriyle ortaya koyduğu dinlerini de tekamül ettirmiş, bu tekamül, Musevilik ve Hıristiyanlığı da aşarak İslâm’da kemale ermiştir. Aynı şekilde sahifeler halinde başlayan ilahi kitaplar, Tevrat ve İncili de geçerek kıyamete kadar sürecek olan sonsuz mucize Kur’an-ı Kerim’le noktalanmıştır. Artık bundan sonra ilahi kitap gelmeyecek ve Kur’an, kıyamete kadar insanlığın rehberi olacaktır. İslâm dini hak dinlerin sonuncusudur.
ABD CHESTER ŞİRKETİ PROJESİ. Hâkimiyet-i Milliye, 30 Nisan 1923: 3) Bu anlaşmaya göre; Türkiye’nin doğu ve Musul-Kerkük bölgesini Akdeniz ve Karadeniz’e bağlayan 4400 km’lik bir demiryolu inşası ile üç limanın tesisininyapımı bu şirkete verilmiştir. Bununla birlikte demiryolu hattı üzerindeki 40 km’lik şeritler içinde kalan petrol ve diğer değerli madenlerin işletme hakkı 99 yıl için aynı şirkete verilmiştir. Grup aynı zamanda birçok vergi bağışıklığından ve diğer özel kolaylıklardan yararlanacaktır. Proje,şirket içindeki bazı sorunlar nedeniyle iptal edilmiştir.İptal edilmeseydi,Türkiye, bir ortadoğu ülkesi olacaktı..Şansımız varmış.
İSLAMİYET"DEKİ EN BÜYÜK HARAMLARDAN
SAYILAN ZİNA HAÇLI AB"İN UYUM YASASI ÇERÇEVESİNDE SUÇ OLMAKTAN ÇIKARILIYOR (hER HALDE 2005 OLMALI)
BU HOCA DAHİL NE dİYANETTEN ,NE DE DİĞER HOCALARDA HİÇ SES ÇIMIYOR.ERDOĞAN YANLŞ YAPTIK DEMİŞTİ.