Goncaların güle dönüşmesi vakit ve emek ister. Tomurcuklar zamanı gelmeden meyveye durmazlar. Davalar da böyledir. Onlar da iradeli insanların omuzları üzerinde yükselirler. Azim, sebat ve gayret gerekir davayı sırtlamak için… Bu aslında hedefe odaklanmayla alakalı bir durumdur. Düşünceyi benimseyip hayat tarzı haline getirenler, onun uğrunda fedakârlık göstermeyi de peşinen kabullenirler.
Resulullah’tan bugüne kadar İslam davasının hizmetkârlığına soyunanlar bu yolda sayısız çileleri kucaklamışlardır. Onlar ağıyı bal niyetine içme cüretkârlığını gösteren ender karakter abideleridir. Her birinin hayatı, dikenli yollardan saadet iklimine varan güzergâhın kilometre taşlarıdır. Bu yollar çile taşlarıyla örülmüştür.
Gelmiş geçmiş yolların en kutlusu ve hayırlısı İslama giden yoldur. Bu yola revan olmak iradenin zaferinin tecellisidir. Zira Resulullah Efendimiz “Muhakkak ki, en güzel söz Allah’ın kitabıdır. En güzel yol da Muhammed’in yoludur.” diyerek sırat-ı müstakimi işaret etmiştir. Bu yoldan gidenlerin ve bu yola hakikat yolcusu kazandıranların ötelerde muhakkak mükâfatlandırılacağı, ayet ve hadislerde defaatle ifade edilmiştir.
İslam davası, bu dünya görüşünü benimseyen şahısların omuzlarında yükselecektir. İslam hiç kimsenin tekelinde olan bir inanç sistemi değildir. Bu inanç içerisinde ruhbanlığa da yer yoktur. Herkes dinine sahip çıkmakla ve onu yakın çevresinden uzağa olmak üzere geniş kitlelere yaymakla mükelleftir. Bu bir tercih değil, aksine mühim bir vazifedir. Aslında hayatın yaşanma sebebi bu olmalıdır. Öteki uğraşlar bunun ötesine geçmemelidir.
İmanla küfrün kavga halinde olduğu iki kutuplu bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir ortamda saflarımızı net olarak belirlemeliyiz. Her iki taraftan olmak ve öylece görünmek öncelikte tezattır, bunun yanında münafıklığa da alamettir. Kişinin batını neyse zahiri de öyle olmalıdır. Sonunda bir bedel ödeyeceksek bile inanç hususunda rengimizi ve safımızı net olarak belirlemeliyiz. Bu da yetmez, ait olduğumuz safı yeni simalarla takviye etmeliyiz.
İslam davasını elimizin ve dilimizin yettiğince geniş kitlere anlatmak bizim asli vazifelerimizin başında gelmektedir. Bunun ihmali sorumsuzluğu beraberinde getirecek ve zaaflar silsilesi şerre açılan kapıları zorlayacaktır. Bu kapıdan girenler bize zarar verecektir. Onların vereceği zararlar da bizim günah galerimizi şekillendirecektir. Kur’an yoluna ve hayra çağırmak İslam güneşinin nurlu ufuklardan doğmasına vesile olacaktır. Buna zemin hazırlayanlar Hak katında elbette mükâfatlandırılacaktır. Yüce Rabbimiz bu Kur’an hizmetkârlarını ‘kurtuluşa erenler ‘ olarak vasıflandırıyor ve onlara şu ayetle hitap ediyor: “Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Al-i İmran, 104)
Müslüman sözün en güzelini söyleyen insandır. Onun dayanağı Kur’an ve hadistir. Söyledikleri bu ana kaynaklara dayanır. O her zaman mâlâyani konuşmaktan sakınır. Onların vicdanları İslam nuruyla aydınlanmıştır. Tebliğde şefkat ve merhamet üzere hareket ederler. Korkutucu değil, sevdirici olurlar. Müjdelerler, nefret ettirmezler. Bu üslupları muhataplarını çepeçevre sarar, onları tesiri altında bırakır. Fakat asla zorlayıcı olmazlar. Çünkü Allah bu konuda da onları sınırlandırmıştır. Hatta bu dinin elçisi olan Hz. Muhammed(sav) ’e bile zor kullanma yetkisi vermemiştir: “Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici bir hatırlatıcısın. Onlara zor ve baskı kullanacak değilsin.” (Gaşiye, 21–22)
İslama davet metodu üzerinde duranlar, bunun çerçevesini sevgi, şefkat, merhamet ve hoşgörü ekseninde çizmişlerdir. Bu işe soyunanların bilgi birikimi bakımından dopdolu olmasını şart koşmuşlardır. Tebliğ gönüllüleri bu hususta mücadeleci olmayı, çabuk pes etmemeyi şiar edinmişlerdir. Tebliğ vazifesi bu dinin devamlılığı ve diriliği için olmazsa olmaz şartlardandır. Hem bir insanı ateşten korumak ve kurtarmak Allah katında en büyük zaferden daha muteberdir. Yüce Rabbimiz bunun ölçülerini de koymuştur: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et…” (Nahl, 125)
Şuurlu Müslümanlar kendilerinden çok, çevrelerini düşünürler. Bir iman kurtarmak için gecesini gündüzüne katarlar. Bunu yaparken de hiçbir beklenti içerisinde olmazlar. İlk halife, büyük insan Hz. Ebubekir’in “Benim vücudumu öyle büyüt ki cehenneme başka kimse giremesin, onların yerine sadece benimle dolsun.” sözü İslam kardeşliğinin ve fedakârlığın zirvesidir. Bugün bunu gönülden söyleyebilen insanlara ne kadar da muhtacız…
Müslümanlar iyiliği emredip kötülükten uzaklaştırmakla sorumludurlar. Bu “emr-i bil-maruf nehy-i ani’l-münker” şeklinde de zikredilir. Peygamber Efendimiz bu hususta şöyle buyurmuştur: “Âdemoğlunun; iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak veya Allah Teala Hazretlerine zikir hariç, bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir.”
İslamla şereflenmek en büyük bahtiyarlıktır. İki cihan saadeti ancak bununla gerçekleşebilir. Onun için buna aracı olanlar da Allah tarafından büyük mükâfatlarla ödüllendirileceklerdir. Fakat bazen biz çok istesek de insanları hayra yöneltemeyiz. Bu bizi fazlasıyla üzse de biliriz ki hidayet de ancak bir nasip meselesidir. Bilindiği gibi Resulullah Efendimiz, amcası Ebu Talip’i inananlar safına çekmek için çok uğraşmıştır. Lâkin Ebu Talip atalarının dininden dönmeyi sosyal baskılar yüzünden kabul etmemiştir. Efendimiz, haliyle bu duruma çok üzülmüştür. Onun bu hâlini gören Yüce Rabbimiz bununla ilgili olarak şu ayeti göndermiştir “Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir.” (Kasas, 56)
İslama hizmet edenlerle yan gelip yatanlar Allah katında elbette bir tutulmayacaktır. Malla, bedenle yapılan hayırlar ve ibadetler Hak katında mizanda tartılacaktır. Sonsuz olan öbür âlemde herkes karşılığını eksiksiz bulacaktır. Rabbimiz bu konuda şöyle buyuruyor: “Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah katından bir karşılık (sevap) tır. (O) Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O’nun katındadır.” (Al-i İmran, 195)
İslama hakkıyla hizmet etmek için öncelikle ilim ehli olmak gerekir. Bilgi ve tecrübe bakımından boş olan bir insanın kimseye hayrı dokunmaz, aksine ziyanı olur. Bunun için nice İslam âlimi gecesini gündüzünü ilim tahsili için harcamıştır. İlmin önemi konusunda Hz. Muhammed(sav) ’in çok mühim sözleri vardır. Bunlardan birkaçını dikkatinize sunuyorum:
“İlme sahip ol. Muhakkak ki ilim, müminin dostu, hilim veziri, akıl rehberi, amel muhafızı, rıfk babası, mülâyemet kardeşi, sabır da askerinin kumandanıdır.”…“Ey insanlar! İlim ancak çalışmakla öğrenilir. Fıkıh da öyle, gayretle elde edilir. Kime ki Allah hayır murad ederse onu dininde ‘fakih’ kılar. Kulları içinde Allah’tan ancak, âlimler haşyet duyarlar.” …“İnsanların hayırlısı, onların en güzel okuyanı, Allah’ın indinde en fakih olanı, Allah’tan en çok korkanı, marufu emir, münkeri nehiyde ve akraba yoklamakta en ileri olanıdır.”
İnsanın en çok israf ettiği nimetlerden birisi şüphe yok ki zamandır. Zamanı belli bir bedel karşılığı elde etmediğimiz için rahatça israf ederiz, kıymetini hakkıyla bilmeyiz. Oysa geçen her saniye ömür ağacımızdan kopan bir yapraktır. Bunların dönüşü de yoktur. Ancak Allah’ın davası yolunda harcadığımız vakit geri kazanılmış sayılır.
Müslümanın boş vakti yoktur, olmamalıdır. Boş diye nitelendirilen zamanlar, aslında ziyan edilen vakitlerdir. Oysa bu zaman içerisinde Allah’ın adını, şanını ve emirlerini en ücra köşelerdeki insanlara ulaştırabilsek ne kadar büyük görev ifa etmiş oluruz. Dünyamızın bugünkü nüfusu altı milyarı aşkındır. Bunun ancak dörtte biri müslümandır. Dörtte üç insan yığını ilahi gerçeklerden bihaberdir. Her Müslüman, üç kişiye İslami hakikatleri anlatsa bütün insanlık bu şaşmaz hakikatlerden haberdar olur. Şartlanmışların dışında bunların önemli bir kısmı da hakikate teslim olur. Bunu yapmadığımız sürece sorumluluktan kurtulamayız.
İslam ferdiyetçi bir din değildir. İslamda esas olan toplumdur. Hayata toplum ekseninden bakmak ve o minval üzere görmek zorundayız. Cemiyetin inanç coğrafyasını şekillendirmek sorumluluğu Müslümanların üzerindedir.
Bugünkü gençlik geçici heveslerin peşine takılıp sürüklenmektedir. Çoğunun dini bilgileri kulaktan dolmadır. İnançları uğrunda çile çeken ve bedel ödeyenler bir elin parmaklarından fazla değildir. ‘Bunalım gençliği’ de diyebiliriz bu kartondan insanlara… Gençlik ötelere hazırlıksız ve ötelerden habersiz yaşıyor. Ahlak ve maneviyattan uzak olan bu körpe beyinler, hakikati kavrayacak düzeyde ve donanımda da değiller.
Mefkûresiz ve davasız nesiller rüzgârın önüne katılmış bir yaprak misali sürüklenip gidiyorlar. Çanakkale Savaşı’nda i’lâ-yı kelimetullah uğrunda canını feda eden, henüz bıyığı bile terlememiş insanlar gitmiş, yerlerine sanal kıbleli bizden olmayan insanlar gelmiş sanki! ... Onlar bizi anlamıyor, biz de onları…
Oysa geçmişte İslam davasını sırtlayanlar bu mübarek dava için nelerini feda etmemişlerdi ki! ...Onlar mallarından, makamlarından, hatta canlarından vazgeçmişlerdi. Böyle mukaddes ve muazzez bir örnek var arkamızda… Mübarek bir sahabe nesli dimdik duruyor önümüzde… Onlar ki Resullerini ana ve babalarından daha çok seviyorlardı. Hz. Ebubekir, Hz. Muhammed(sav) ’e ‘Anam babam sana feda olsun ya Resulallah’ diyecek kadar gönülden bağlıydı. Onun her sözünü emir telakki ediyorlardı.
İslam davası için en büyük cesareti ve fedakârlığı sahabeler gösterdi şüphesiz… Bir avuç olmalarına rağmen gönülden bağlandılar hak davalarına… Hiçbir baskı ve yıldırma eylemine pirim vermediler. Ebubekir-i Sıdıklar, Halit bin Velidler, Ömerler, Osmanlar, Aliler, Selman-i Farisiler, Bilal-i Habeşiler İslam davasına dört elle sarıldılar. Bu dinin şanlı peygamberinin bir dediğini iki etmediler. Bu yola baş ve can koydular. Feragatin en güzel örneğini cümle âleme gösterdiler. İslam davasıyla ailelerinden daha çok ilgilediler. Zaman zaman çoluk çocuklarını ihmal etseler de davalarını hep el üstü tuttular.
Sahabelerin hayatı davaya sadakatin en güzel örnekleriyle doludur. Onlar varını yoğunu İslam davası uğruna infak etmeyi hiç ihmal etmediler. Şu ayet-i kerimeyi kendilerine şiar edindiler: “Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” (Al-i İmran, 92)
Nefsin kötü emellerine uyanların inançları için fedakârlık göstermesi beklenemez. Zira nefis bencildir, kendisinden başka hiçbir şey düşünmez. Bu hususta insanı halkeden yüce Allah şu uyarıda bulunmayı ihmal etmiyor: “... Kim nefsinin bencil tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Teğabün, 16)
Bu ayete konu edinilen şahıslar, yani nefsin bencil duygularından korunanlar iki cihan saadetini de yakalayanlardır. Onlar dünyalıklara değer vermemişlerdir. Ahireti dünyaya tercih etmişlerdir. Sahabeler bu zincirin altın halkalarını oluşturmuşlardır. Sahabeler Allah aşkıyla dolup taşan insanlardı. Ağladıkları da, güldükleri de, öfkelendikleri de Allah içindi. Kendi nefislerini maneviyat potasında eritmişlerdir. Onlar davranışları bakımından numune teşkil etmektedirler. Onlara uyanlar asla ziyanda olmayacaklardır. Çünkü Allah, güzel davranışlarda bulunanları Kuran’da şöyle müjdelemektedir: “Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.” (Yunus, 26)
İslam davasına ömrünü adayanların başında hiç şüphesiz ki son Peygamber Hz. Muhammed(sav) gelmektedir. O hayatını İslam’ın yükselişi için harcamıştır. Kâinat kendisinin yüzü suyu hürmetine yaratılmış olmasına rağmen dünya sefasına hiç mi hiç değer vermemiştir. İslamın geniş kitlelere yayılması için seferber olmuştur. Defalarca ölümle yüz yüze kalmıştır, tehditler almıştır. Fakat o yaşatanın ve öldürenin Allah olduğunu bildiği için ölüm tehditlerine kulak asmamıştır. Vazifesine şevk ve heyecanla devam etmiştir.
Uhut Savaşı’nda düşmanlar, peygamberimize ok atmışlar, üzerine taş yağdırmışlar ve O’nun mübarek dişini kırıp yüzünü yaralamışlardı. Fakat O, hoşgörü ve sevgiden taviz vermemiştir. Kendisine zulmedenleri affetmiş, “Yâ Rab, kavmime hidâyet eyle. Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar! ” diye dua etmiştir. Onun bu örnek tavrı, bazı insanların batıl inançlarını bir kenara bırakıp İslama koşmalarına sebep olmuştur.
İslam inancını baş tacı eden ve onun için hayatlarını hiçe sayan nice abide şahsiyetler yaşadı bu topraklarda. Bunlar davayı her şeyden önce düşünmüşler ve onun yükselmesi için ölüm dâhil, her türlü riski almışlardır. Hayatı bir imtihan vesilesi olarak gören bu insanlar gerçek huzurun mekânı olarak ahiret hayatını görmüşlerdir. Bu abide şahsiyetler eşyaya her zaman tefekkürle bakmış, lezzetleri acılaştıran ölümü hiçbir zaman unutmamışlardır. Bu Allah dostları olmasaydı İslam bugünkü kadar geniş bir alana yayılamazdı.
İslama büyük hizmetlerde bulunan ve hayatını İslam inancına adayan büyük simalardan birkaç örnek vermek istiyorum size. Bu büyük karakter heykellerinden biri Hoca Ahmet Yesevi’dir. ‘Pir-i Türkistan’ diye anılan büyük mütefekkir Hoca Ahmet Yesevi, kendi dergâhından geçen Horasan erenleri vasıtasıyla Orta Asya coğrafyasının islamla şereflenmesi için büyük gayretler göstermiştir. O, vaktini üçe ayırarak değerlendirirdi. Günün büyük bölümünde zikir ve ibadetle meşgul olur, ikinci kısmında talebelerine zahiri ve batıni ilimler öğretir, üçüncü bölümünde ise ağaçtan kaşık ve kepçe yapar, geçimini böyle sağlardı.
Bilindiği gibi Resulullah Efendimiz 63 yaşında bu dünyadan göçmüştür. Hoca Ahmet Yesevi de bu yüzden 63 yaşından sonra dünyadan kopmuş, dergâhın bahçesine derin bir yer kazdırmış, içini kerpiçle ördürmüş, talebelerini toplayıp; “Ey gönül dostları! Allah-u Teala’nın en sevgili kulu olan Muhammed Mustafa Hazretleri 63 yaşından bu dünyadan ayrıldı. Ben de şimdi 63 yaşındayım, artık şu gördüğünüz çilehaneye çekilecek ömrümün kalan günlerini de bu hücrede tamamlayacağım” demiştir. Dervişlerinin yakarışlarına rağmen bu düşüncesinden vazgeçmemiştir. 63 yıl yeryüzünde, 63 yıl yeraltında Allah ve Resulünün muhabbetiyle uzun bir ömür yaşayıp 126 yaşında ötelerin ötesine göçen Hoca Ahmet Yesevi yerin üstündeyken de altındayken de insanlığı hakikatin ışığıyla aydınlatmıştır. Talebeleri vasıtasıyla hakikat ışığını yaymış, küfre perde olmuştur.
İnsana cesaret ve güç veren, sahip oldukları davalarıdır. İslama dört elle sarılan ve onu bir hayat tarzı olarak kabul edenler toplumları için diriliş sembolü olmuşlardır. Bu sembol şahsiyetlerden birisi de ‘Kafkas Kartalı’ sıfatıyla şöhret bulan Çeçenistan devletinin en büyük kahramanı Şeyh Şamil’dir. Hayatının tamamını ülkesinin milli bağımsızlığına ve İslam inancına adayan, askeri dehasını bütün dünyaya ve ebedi düşmanı Rusya’ya dahi kabul ettiren, İmam Şamil düşünce ve inançlarından asla taviz vermemiş, neticede Çarlık Rusya’sını dize getirmiştir. O İslami bilgisini ve tasavvuf kültürünü, daha sonra kayınpederi de olacak olan Şeyh Cemaleddin Gazikumuki’den almıştı. Rusya’nın bütün şiddet ve baskılarına rağmen bugün Kafkaslarda İslamın köklü izleri varsa bunu en başta ona borçluyuz.
Ömrünü İslam davası için harcayan ve Çeçenlerin inançlarını diri tutan Şeyh Şamil’in tek isteği Resulullah’ın makamını ziyaret etmek ve hacı olmaktı. On yıl boyunca Rusların esareti altında kalmıştı. Bu yıllar onun gibi özgürlük savaşçıları için en çileli zaman dilimiydi. Bunun içindir ki saçı sakalı bir anda ağarmıştı. O öncelikle Osmanlı topraklarına gitmeyi istemiş, bu isteği Osmanlı sultanlarından Sultan Abdülaziz’in de devreye girmesiyle belli aşamalardan sonra kabul edilmişti. Sultan Abdülaziz onu karşılamış ve bir isteğinin olup olmadığını sormuştur. O da Hicaz’a gitmeyi çok istediğini söylemiş, padişah onu bir gemiyle istediği mübarek topraklara göndermiştir. Fakat Rusya’nın devlet yetkilileri onu salıverirken oğlunu kendi yerine esir bırakmasını istemişlerdir. O, hac farizasından sonra, çok sevdiği Peygamberinin kokusunun sindiği topraklarda ölmüş, Cennet-ül Baki mezarlığına defnedilmiştir. Böylelikle de ‘Kişi sevdiğiyle beraberdir” hadisine mazhar olmuştur.
İslam davasına, yazdığı onca eserle katkıda bulunan, en sonunda da bu yolda canını veren mücahitlerden birisi de her Müslümanın yakından tanıdığı ve sevdiği Seyyid Kutup’tur. Seyyid Kutub, Mısırlı yazar ve düşünce adamıdır. O siyasal İslamın fikir babalarından sayılmıştır. Ömrünün büyük bölümünü hapishanelerde geçirmiştir. Nefes aldıkça okumuş, yazmış ve mücadele etmiştir. En mühim eseri Fizilal-il Kur’an(Kur’an’ın Gölgesinde) tefsiridir. 29 Ağustos 1966’da Stalin-Hitler karışımı nasyonal sosyalist bir diktatör olan Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır tarafından idam edilmiştir. O; iman, bilgi ve hakikat merkezli bir hayat yaşamıştır; neticede diğer mücahitler gibi şehitler kervanına katılmıştır.
İslama hayat veren ve onu toplumun öncelikli meselesi haline getirenlerden birisi de Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’dir. Onun büyük bir emekle vücuda getirdiği Risale-i Nur Külliyatı pek çok insanın imanının kurtulmasına, İslam ahlâk ve nizamıyla tanışmasına vesile olmuştur. O insanları İslam kardeşliği etrafında birleştirmeyi düşünmüş, bunun gerçekleşmesi için yoğun bir mesai harcamıştır. Fakat her aydın Müslüman gibi o da zaman zaman yanlış anlaşılmış, Kürtlüğünü ön plana çıkarmakla, hatta Türk düşmanı olmakla suçlanmıştır. Oysa O, adı ne olursa olsun ırkçılığın karşısında olan bir insandı. Zira İslamiyet ırkçılığı reddediyordu. O da İslamiyet’in sedasının gür çıkması için mücadele ediyordu.
Said Nursi hayata ve olaylara hikmet nazarıyla İslam penceresinden bakmış bir büyük âlimdir. O isteseydi arkasındaki kitleyle çok önemli makam ve mevkilere gelebilirdi. Fakat onun asıl gayesi iman kurtarmaktı. Risale-i Nurlar aracılığıyla bu alanda hizmet etti. Dünya nimetlerini elinin tersiyle itti. Çok zor ve kötü fiziki şartlarda yaşadı. İnancına daha çok hizmet etmek için evlilikten bile feragat etti. İslama karşı olanlarla dişe diş mücadele etmekten sakınmadı. Kendisini defalarca zehirlemeye çalıştılar. Fakat her zaman takdir-i ilahi tecelli ederek, onun iman hizmetinin devam etmesi gerektiğini kör gözlere gösterip sağır kulaklara fısıldadı. Tehditler ve yıldırmalar ona vız geldi. Bunlar onun mevcut mücadele gücünü ve cesaretini artırdı; davasına daha bir iştiyakla bağladı.
Bediüzzaman’ın ömrü mahkeme koridorlarında geçti. İslamla meselesi olanlar onu her zaman birinci hedef olarak seçtiler. O da kendisine verilen harikulade bir hitabet ve ispat gücüyle onlarla dişe diş savaştı. Asla zelil olmadı. Eserleriyle iman hakikatlerini onların yüzüne bir şamar gibi indirdi. Mehmet Akif’in: “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı/ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.” şeklinde ifade ettiği hasreti, Bediüzzaman, Risale-i Nur’larla gerçekleştirmiştir. O bugün aramızda olmamasına rağmen kendisinin izinden gidenler ve eserlerini İslami manifesto olarak görenler iman kurtarma hizmetini eda ediyorlar.
Osmanlı padişahlarının tamamına yakını İslama üstün hizmetler etmişlerdir. Onlar toprak kazanmayı değil, insan kazanmayı gaye edinmişlerdi. 13. asırda yaşayan Yunus Emre ve Mevlana Celaleddin Rumi de İslamın sesini gür bir şekilde hedef kitlelere ulaştırmışlardır. O Yunus ki bağlı olduğu dergâha odunun bile eğrisini reva görmemiştir. Mevlana ise 26 bin beyitte ilahi aşkı ve muhabbeti gönüllere nakşetmiştir.
Yakın tarih içerisinde yaşayan Mehmet Akif Ersoy ve Necip Fazıl Kısakürek de İslam davasından asla taviz vermemiş, her zaman dik durmuş iman ve izan erleridir. Onlar şiirlerinde dünyevi aşkları ellerinin tersiyle iterek Hakk’ı ve hakikati anlatmışlardır. Bu isimler arasına Arif Nihat Asya, Osman Yüksel Serdengeçti, Erol Güngör, Cemil Meriç, Seyyid Ahmet Arvasi gibi isimleri de ekleyebiliriz.
Dünden bugüne kadar İslam davasına canla başla hizmet etmiş kişilerin listesini yapsak sayfalar dolar. Fakat biz sembol olmuş şahsiyetleri zikretmekle yetineceğiz. Bu mübarek insanların oluşturduğu zincire bir halka da bugünden ekleyebilirsek ne mutlu bize.
Geçmişte yaşamış ve hayatın anlamını İslam’da bulmuş abide şahsiyetlerle bugünkü insanları mukayese edince koca bir ‘manevi uçurum’ çıkıyor karşımıza. Bu uçuruma bakınca insanın aklına şu sual geliyor: “Dün neredeydik, bugün neredeyiz? ” Maneviyatımız kimler tarafından, niçin tarumar edildi? Nasıl da böyle kolayca teslim olduk. Bugünkü gençlik, ceddinin gittiği yoldan ne kadar da uzaklaştı. Yeni nesil çıkmaz bir yola girmiş; fakat ne acıdır ki onlar nerede olduklarının farkında bile değiller.… Bugünkü manzarayı bundan yetmiş küsûr yıl evvel Mehmet Akif Ersoy şöyle tasvir ediyordu:
“Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile... Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nâfile! Kaç hakikî Müslüman gördümse: Hep makberdedir; Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir! ”
Eğer ki İslam Olmasa idi....Çağ açıp, çağ kapayan padişahrlarımız olmayacak idi..Anadolu toprakları 'Hıristiyan' Ülkesi, ve İstanbul Konstantiniye olacak idi...
İslam mı Türklere çok şey kazandırdı, Türklermi İslama...
Son yüzyılda malesef bazı kesimlerin karalamak için canla başla çalıştığı, ama karalamaya fırsat bulamadan, ecelin kendisini bulduğu insanların tek derdi olan, mübarek din...
Hıristiyan dininin ortaçağ versiyonunu bu dine yakıştırmaya çalışan insanlar malesef boşuna kürek sallıyorlar...
Tek soruları ve dertleri...' Din bilime karşı.' gibisinden ağzında salyalarak akıtarak söyledikleri sözlerden ibaret..
Kendilerine her zaman... ' Türban, sakal, cübbe, sarık ' gibi, dini tema ve içerikleri düşman görürler, söylüyorum bu zavallılara acaba siz bunları kendilerinize düşman olarak görüyorsunuz, Bir türbanın yani bez parçasının, ve sakalın ne düşmanlığı olabilir...
Müslümanlar sizin mayonuza, pantolonunuza ve ya iç çamaşırınıza karışıyormu veya yasaklıyor mu...? ?
Ve merak ediyorum,,, kendilerine en büyük düşmanı bu nesneleri gören korkaklar, cephede düşman askerini görse ne yaparlar..
tamam müslümanız da ama bu gençliğide aşırı dinci baskılarla dinden soğutuyorlar...gençlikte batılaşmaya yozlaşmaya başlıyorlar sonra bide kalkıp noluyooo bu gençliğe diyip yakınıyorlaarrr...alla alla yawww...:S ...din ve vicda özgürlüğü denen bişey var madem bukadar dincisiniz ki en iyi sizin bilmeniz gerekir(aslında biliyoruz diye geçinen çok) Allah ile kulun arasına peygamberler bile giremez ki size noluyooo? ! ! ? herseye yorumlar yapıyorsunuzZz.... uA
İSLAMİYET yüce rabbimizin bütün insanlığa gönderdiği son hak dindir....akıllı olan uyar ve gerçek huzuru bulur....(işine gelmeyen) ise uymaz ve sonuçlarına katlanır.....
1-Batı devletlerinin ilerlemelerinin temelinde sömürü,kan,vahşet vardır:Afrika’yı sömürüp,yeraltı ve yer üstü zenginliklerini yağmalayan batılı emperyalistler, afrikalı zencileri amerika’da köle diye satarlar.Amerika’yı işgal eden ingiltere,fransa,ispanya …gibi emperyalist devletler oradaki ” aztek-maya-inka” medeniyetlerini yok edip, katliamlar yaparak altınlarını ele geçirip,yer üstü zenginliklerini de batıya taşırlar …!
Şu an kovboy deyince cesur ve atılgan insanlar, kızılderili denince kafaderisi soyan yabani insanlar akla gelir …Halbuki o kızılderililer ülkelerini savunan vatansever insanlar topluluğu idi ama medya-sinema insanların beynini yıkayarak olayları tam tersine bizlere belletmişlerdir.İngiltere Hindistanı işgal edip yaklaşık iki yüz yıl sömürürken,İngiltere’deki halı fabrikaları halı satabilsin diye hindistan’da el emeği halı yapan tam 50.000 hintlinin ellerinin kesilmesine izin verirler ingiliz hükümeti…Hindistanlılar bisiklete binen bir ingiliz kıza gülüp alay ettikleri için ingiliz silahlı kuvvetleri tarafından silahlı yaylıma ateşine tutulurlar ve onlarca kişi sadece bir alay gülüşünün sonunda canlarından olurar…Batılılar Çin’i yönetim altında tutabilmek için yüzbinler-milyonların esrarkeş-eroinman olmalarına göz yumar hatta desteklerler…Evet batı ileri ama temeli kan-vahşet ve gözyaşı ile örülü!
2-Batılılar Rönesans’ın temellerini İslam ülkelerinden aldıkları bilgi, ilim sayesinde atmışlar ve bu sayede hamle yapabilmişlerdir…Orta çağ denen dönemde batı karanlık ve zulüm içinde yüzerken İslam ülkeleri ilim-fen-matematikte batıya liderlik yapıyor, batılı öğrenciler Arap ülkelerine ve Endülüs’e ilim tahsiline geliyorlardı…Evet bir zamanlar İslam ülkeleri ileri batı ülkeleri geri idi çünkü Müslümanlar; İslam ile iç içe idi ve İslam hayata aktarılmış idi, Kısaca;
3-İlk emri ” OKU ” olan,8 yıllık eğitimi değil; ” Beşikten mezara dek ilim öğrenmeyi ” tavsiye eden, O zamanın uzak ülkelerinden olan Çin hedef gösterilip, ” İlim Çin’de bile olsa onu alın ” buyurulan, “ilim Öğrenmek kadın -erkeğe farzdır” diye emredilen, Kutsal Kitabında (Kur’an-ı Kerim’de) “Hiç düşünmez misiniz? ”, “Akılınızı hiç kullanmaz mısınız? ”, ” Ne de az düşünürsünüz! ” gibi yönlendirici ayetleri bünyesinde bulunduran MÜSLÜMANLAR GÜNÜMÜZDE NE YAZIK KI İSLAM’DAN UZAKLAŞIP,ADLARI İLE MÜSLÜMAN, YAŞAYIŞLARI İLE HIRİSTİYAN OLDUKLARI İÇİN İLİM-TEKNOLOJİ-KÜLTÜRDEKİ ÖNDERLİKLERİNİ KAYBETMİŞLER VE ÇAĞIN İLERİSİNDE BULUNAN KUR’AN’IN GERİSİNDE BULUNAN BATILI ÜLKELERİNDE GERİSİNDE KALMIŞLARDIR! OKU EMRİ BİZDE OKUYAN BATILILAR, İÇKİ ONLARIN KİTABINDA SERBEST BİZİM DİNİMİZDE YASAK,İÇKİ TÜKETİMİNDE DÜNYA 3.SÜ ÜLKEYİZ!
İslam barış ve huzur demek ama, Sen onu gel de okuma özürlü irtica yobazlarına anlat.
Onlar dinimizi DOĞRU öğrenmek için Kuran okumazlar. Okurlarsa da ANLAMAMAK İÇİN Türkçesinden değil, ARAPÇASINDAN okurlar.
Dinimizi YANLIŞ öğrenmek için can atarlar ve (içlerinde az sayıdaki gerçek alimler müstesna) 'düşünme özürlü ' olan ve hocalarının ezberlettiklerini yeterli görerek yeni ve farklı görüş üretmeyi 'günah' sayan 'ULEMA'ya giderler, onlardan öğrendiklerini papağan gibi tekrarlamakla yetinirler. Lendileri gibi düşünmeyen müslümanları ya 'münafık', ya da 'mason uşağı hain' diye nitelendirirler. Bunu yaparken de Allah'tan hiç mi hiç korkmaya gerek bile görmezler..
İslam, 'barış' demektir. Bunu herkes biliyor. Ama İslam'ın 'Hamas, Hizbullah, Elkaide (veya Usame bin Ladin) ' gibi masum sivilleri 'cihad yapıyoruz' diyerek öldürmek olmadığını da bildiğimiz halde, bu terör örgütlerini açık açık kınamayı ve lanetlemeyi kaç müslüman yapabiliyor? Onun yerine çoğu zaman İsrail ve ABD'ye küfrederek İslamın emrini yerine getirdiğimizi ve sevaba girdiğimizi zannediyoruz. Ondan sonra da 'Allah neden müslümanlara yardım etmiyor' diye üzülüyoruz.
islam olmak müslim olmak.RABBİMİZE verdiğimiz ahdi yerine getirme çabasının ilk aşamasıdır.teşbihte hata olmaz derler islam olmak tanışma faslıdır diyebiliriz.zira daha kat edecek çok yol var.........
'İSLAM' arapça bir kelimedir. Boyun egmek, teslim olmak ve itaat etmek anlamina gelir. Allah'a tam teslimiyet ve itaate dayandigi için de kendisine 'İSLAM' denmistir.
Görülmektedir ki, içinde yasadigimiz kainat bir düzene tabi bulunmaktadir. Kainati olusturan tüm birimler arasinda bir kanun ve düzen vardir. Hersey muhtesem ve mükemmel bir sekilde isleyen büyük bir planda bir yere yerlestirilmistir. Günes, ay, yildizlar, sistemler görüp görebildigimiz ve göremedigimiz her sey tek bir kanun ve nizam içerisinde mükemmellik arzeder.Kainat TEVHİD üzre SULH(baris) içindedir.
'Biz gökleri, yeri ve ikisi arasinda bulunanlari ancak hak ve adi konulmus bir ecel(belli bir süre) olarak yarattik. Inkar edenler ise, uyarildiklari seylerden yüz çevirendir.'(Ahkaf-3)
İnsanoğlu hariç, alemler Allah'in kanunlarina isteyerek veya istemiyerek teslim olmuslardir.Kainattaki bu mükemmellik hiç süphesiz ki, TESLIMIYET ten kaynaklanmaktadir. Islam, Adem A.S. dan Muhammed S.A.V. e kadar bütün ögretilerin ortak adidir.
'Bugün dininizi kemal e erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladim ve size DİN olarak İSLAM i seçip begendim. (Maide-3)
'Biz senden evvel hiçbir Peygamber göndermedik ki, ona söyle vahyetmis olmayalim: benden baska ilah yoktur. Öyleyse bana ibadet edin' (Enbiya-25)
İnsanoglu bu uyarıya ya teslim olmuş yada teslim olmayarak kendi sonlarını kendileri hazırlamışlardır.
'Biz hangi ülkeyi helak ettikse, muhakkak onlarin halkini uyaranlar olmustur. Onlara ögüt verilmistir. Biz zulmetmis değiliz'. (Suara 208-209)
'Biz bir ülkeyi yikima ugratmak istedigimiz zaman, oranin nimet ve refathan simarmis elebaslarina emirlerimizi bildiririz. Onlar ise onda (emirlerimizde) bozgunculuk yaparlar. Artik onun üzerinde hüküm hak olur ve o ülkeyi kökünden helak ederiz.' (Isra-16)
'Artik onlar öncekilere uygulanan sünnetten baska bir sey mi bekliyorlar? Sen, Allah in sünnetinde kesinlikle bir degisiklik bulamazsin ve Allah'in sünnetinde kesinlikle bir dönüsüm de bulamazsin,' (Fatir- 43)
'Onlar yeryüzünde gezip dolasmiyorlar mi? Böylece kendilerinden öncekilerin nasil bir sona ugradiklarini görsünler Onlar kendilerinden daha güçlüydüler. Topragi islemisler ve onu kendilerinden daha fazla imar etmislerdi. Su halde Allah onlara zulmetmiyordu. Fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardi. Sonra da kötülük yapanlarin ugradiklari son, Allah'in ayatlerini yalanlamalari ve onlari alay konusu edinmeleri dolayasiyla çok kötü oldu.De ki; Yeryüzünde gezip dolasin da, suçlu günahkarlarin nasil bir akibet e ugradiklarini görün.' (Neml -69)
İnsan seçme hakkını kullanarak ya Allah'a gereği gibi teslim olur, yani İMAN eder, yada direterek teslim olmaz, kendi heva ve heveslerine teslim olarak(kendine kendi isteği gibi bir din edinir) Allah'a isyan eder ki, sonunun ne olacağı ortadadır.
'Heva ve hevesini ilah edinen ve Allah'in bir bilgiye göre saptirdigi, kulagini ve kalbini mühürledigi ve gözü üstüne bir perde çektigi kimseyi gördün mü? Artik Allah'tan baska ona kim hidayet verecektir? Siz yine de ögüt alip düsünmüyor musunuz? '(Casiye-23)
'Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyaricilar olarak göndeririz.Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur.Onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.'(ENAM-48)
Bugün dininizi kemal e erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladim ve size DİN olarak ISLAM i seçip begendim.(Maide-3)
Ayetlerden de anlasilacagi üzere Islam'in disindaki hayat biçimlerini, dünya görüslerini kendilerine din edinenlerin bu dini kabul edilmeyecektir. Allah katinda din yanlizca ve yanliz ca Islam dir. Onu sadece Allah ile kul arasindaki iliskilerden ibaret sayanlar nasil bir yanılgı içine düştüklerini Fatiha süresinde geçtigi gibi DİN GÜNÜ'nde anlayacaklardir.
125. Allah, iyiye ve güzele götürmek istediğinin göğsünü İslam'a açar. Saptırmak dilediğinin de göğsünü öylesine daraltıp tıkar ki, o, göğe yükseliyormuş gibi olur. Allah, iman etmeyenler üzerine pisliği işte böyle atıverir.
126. Rabbinin yolu işte budur; dosdoğru, kıvamında... Biz öğüt alan bir topluluğa ayetleri ayrıntılı bir biçimde açıkladık.
19. Allah katında din İslam'dır/barış ve esenlik için Allah'a teslim olmaktır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık/doymazlık/azgınlık/denge noktasından sapma/yalancılık/zulüm/kibir/zinakârlık yüzünden ihtilafa düştü. Kim Allah'ın ayetlerine nankörlük/Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, Allah, hesabı çabucak görecektir.
85. Kim İslam'dan/Allah'a teslim olmaktan gayrı bir din ararsa artık o, ondan asla kabul edilmeyecektir. Ve o, âhirette hüsrana düşen3. Şunlar size haram kılınmıştır: Boğazlanmayarak ölmüş hayvanın eti, kan, domuz eti, üzerine Allah'tan başkasının adı anılmış, boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, süsülmüş, canı üzerineyken yetişip kestikleriniz müstesna olmak üzere canavar tarafından yırtılmış ve dikili adak taşları üzerinde boğazlanmış hayvanlar ve bir de fal oklarıyla kısmet paylaşmanız... Bütün bunlar birer sapıştır. Küfre batmış olanlar bugün dininizden ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı/Allah'a teslim olmayı seçtim. Şu da var ki, her kim ciddi bir açlıkla yüz yüze gelir de günaha kaçmak maksadı olmaksızın onlardan yemek zorunda kalırsa, elbette Allah Gafûr ve Rahîm'dir. lerdendir.
Maide suresi:
3. Şunlar size haram kılınmıştır: Boğazlanmayarak ölmüş hayvanın eti, kan, domuz eti, üzerine Allah'tan başkasının adı anılmış, boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, süsülmüş, canı üzerineyken yetişip kestikleriniz müstesna olmak üzere canavar tarafından yırtılmış ve dikili adak taşları üzerinde boğazlanmış hayvanlar ve bir de fal oklarıyla kısmet paylaşmanız... Bütün bunlar birer sapıştır. Küfre batmış olanlar bugün dininizden ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı/Allah'a teslim olmayı seçtim. Şu da var ki, her kim ciddi bir açlıkla yüz yüze gelir de günaha kaçmak maksadı olmaksızın onlardan yemek zorunda kalırsa, elbette Allah Gafûr ve Rahîm'dir.
Bakara suresi:
193. Fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın. Eğer çarpışmaktan vazgeçerlerse artık zulme sapanlardan başkasına düşmanlık edilmez.
256. Dinde baskı-zorlama-tiksindirme yoktur. Doğru bilgiye dayalı eriş, bozuk bilgiye dayalı sapıştan açık bir biçimde ayrılmıştır. Her kim tâğuta sırt dönüp Allah'a inanırsa hiç kuşkusuz sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Kopup parçalanması yoktur o kulpun. Allah, hakkıyla işiten, en iyi biçimde bilendir.
arabistandan buraya cok kanli bir yolculukla türklere gelmistir,türkler müslüman olmamak için savaslar vermistir,sanildiinin aksine aska gelipte hislerimizle müslüman olmadik yani.tamamen kilic zoruyla.
Türkiye'de olmayan ve dünyada sadece Kanuni döneminde uygulanan Allah'ın kullarına emrettiği ilahi sistem..Kanuni döneminde fakirler alsın diye ağaçlara altın asılırmış..ama alan olmazmış..şimdi bırakın altını bir çorba parası için adam boğazlıyorlar..türkiye müslüman kimliğini yıılar önce kaybetmiştir..müslümanlık ezan okununca müziğin sesini kısmak değildir..camilerin sadece manzaradan ibaret olduğu bu ülkede islam yıllar önce bitmiştir..müslümanlar çanakkale'de istiklal savaşında şehit düştüler! ! !
İSLAM DAVASINA ADANAN ÖMÜRLER
M.NİHAT MALKOÇ
Goncaların güle dönüşmesi vakit ve emek ister. Tomurcuklar zamanı gelmeden meyveye durmazlar. Davalar da böyledir. Onlar da iradeli insanların omuzları üzerinde yükselirler. Azim, sebat ve gayret gerekir davayı sırtlamak için… Bu aslında hedefe odaklanmayla alakalı bir durumdur. Düşünceyi benimseyip hayat tarzı haline getirenler, onun uğrunda fedakârlık göstermeyi de peşinen kabullenirler.
Resulullah’tan bugüne kadar İslam davasının hizmetkârlığına soyunanlar bu yolda sayısız çileleri kucaklamışlardır. Onlar ağıyı bal niyetine içme cüretkârlığını gösteren ender karakter abideleridir. Her birinin hayatı, dikenli yollardan saadet iklimine varan güzergâhın kilometre taşlarıdır. Bu yollar çile taşlarıyla örülmüştür.
Gelmiş geçmiş yolların en kutlusu ve hayırlısı İslama giden yoldur. Bu yola revan olmak iradenin zaferinin tecellisidir. Zira Resulullah Efendimiz “Muhakkak ki, en güzel söz Allah’ın kitabıdır. En güzel yol da Muhammed’in yoludur.” diyerek sırat-ı müstakimi işaret etmiştir. Bu yoldan gidenlerin ve bu yola hakikat yolcusu kazandıranların ötelerde muhakkak mükâfatlandırılacağı, ayet ve hadislerde defaatle ifade edilmiştir.
İslam davası, bu dünya görüşünü benimseyen şahısların omuzlarında yükselecektir. İslam hiç kimsenin tekelinde olan bir inanç sistemi değildir. Bu inanç içerisinde ruhbanlığa da yer yoktur. Herkes dinine sahip çıkmakla ve onu yakın çevresinden uzağa olmak üzere geniş kitlelere yaymakla mükelleftir. Bu bir tercih değil, aksine mühim bir vazifedir. Aslında hayatın yaşanma sebebi bu olmalıdır. Öteki uğraşlar bunun ötesine geçmemelidir.
İmanla küfrün kavga halinde olduğu iki kutuplu bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir ortamda saflarımızı net olarak belirlemeliyiz. Her iki taraftan olmak ve öylece görünmek öncelikte tezattır, bunun yanında münafıklığa da alamettir. Kişinin batını neyse zahiri de öyle olmalıdır. Sonunda bir bedel ödeyeceksek bile inanç hususunda rengimizi ve safımızı net olarak belirlemeliyiz. Bu da yetmez, ait olduğumuz safı yeni simalarla takviye etmeliyiz.
İslam davasını elimizin ve dilimizin yettiğince geniş kitlere anlatmak bizim asli vazifelerimizin başında gelmektedir. Bunun ihmali sorumsuzluğu beraberinde getirecek ve zaaflar silsilesi şerre açılan kapıları zorlayacaktır. Bu kapıdan girenler bize zarar verecektir. Onların vereceği zararlar da bizim günah galerimizi şekillendirecektir. Kur’an yoluna ve hayra çağırmak İslam güneşinin nurlu ufuklardan doğmasına vesile olacaktır. Buna zemin hazırlayanlar Hak katında elbette mükâfatlandırılacaktır. Yüce Rabbimiz bu Kur’an hizmetkârlarını ‘kurtuluşa erenler ‘ olarak vasıflandırıyor ve onlara şu ayetle hitap ediyor: “Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Al-i İmran, 104)
Müslüman sözün en güzelini söyleyen insandır. Onun dayanağı Kur’an ve hadistir. Söyledikleri bu ana kaynaklara dayanır. O her zaman mâlâyani konuşmaktan sakınır. Onların vicdanları İslam nuruyla aydınlanmıştır. Tebliğde şefkat ve merhamet üzere hareket ederler. Korkutucu değil, sevdirici olurlar. Müjdelerler, nefret ettirmezler. Bu üslupları muhataplarını çepeçevre sarar, onları tesiri altında bırakır. Fakat asla zorlayıcı olmazlar. Çünkü Allah bu konuda da onları sınırlandırmıştır. Hatta bu dinin elçisi olan Hz. Muhammed(sav) ’e bile zor kullanma yetkisi vermemiştir: “Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici bir hatırlatıcısın. Onlara zor ve baskı kullanacak değilsin.” (Gaşiye, 21–22)
İslama davet metodu üzerinde duranlar, bunun çerçevesini sevgi, şefkat, merhamet ve hoşgörü ekseninde çizmişlerdir. Bu işe soyunanların bilgi birikimi bakımından dopdolu olmasını şart koşmuşlardır. Tebliğ gönüllüleri bu hususta mücadeleci olmayı, çabuk pes etmemeyi şiar edinmişlerdir. Tebliğ vazifesi bu dinin devamlılığı ve diriliği için olmazsa olmaz şartlardandır. Hem bir insanı ateşten korumak ve kurtarmak Allah katında en büyük zaferden daha muteberdir. Yüce Rabbimiz bunun ölçülerini de koymuştur: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et…” (Nahl, 125)
Şuurlu Müslümanlar kendilerinden çok, çevrelerini düşünürler. Bir iman kurtarmak için gecesini gündüzüne katarlar. Bunu yaparken de hiçbir beklenti içerisinde olmazlar. İlk halife, büyük insan Hz. Ebubekir’in “Benim vücudumu öyle büyüt ki cehenneme başka kimse giremesin, onların yerine sadece benimle dolsun.” sözü İslam kardeşliğinin ve fedakârlığın zirvesidir. Bugün bunu gönülden söyleyebilen insanlara ne kadar da muhtacız…
Müslümanlar iyiliği emredip kötülükten uzaklaştırmakla sorumludurlar. Bu “emr-i bil-maruf nehy-i ani’l-münker” şeklinde de zikredilir. Peygamber Efendimiz bu hususta şöyle buyurmuştur: “Âdemoğlunun; iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak veya Allah Teala Hazretlerine zikir hariç, bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir.”
İslamla şereflenmek en büyük bahtiyarlıktır. İki cihan saadeti ancak bununla gerçekleşebilir. Onun için buna aracı olanlar da Allah tarafından büyük mükâfatlarla ödüllendirileceklerdir. Fakat bazen biz çok istesek de insanları hayra yöneltemeyiz. Bu bizi fazlasıyla üzse de biliriz ki hidayet de ancak bir nasip meselesidir. Bilindiği gibi Resulullah Efendimiz, amcası Ebu Talip’i inananlar safına çekmek için çok uğraşmıştır. Lâkin Ebu Talip atalarının dininden dönmeyi sosyal baskılar yüzünden kabul etmemiştir. Efendimiz, haliyle bu duruma çok üzülmüştür. Onun bu hâlini gören Yüce Rabbimiz bununla ilgili olarak şu ayeti göndermiştir “Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir.” (Kasas, 56)
İslama hizmet edenlerle yan gelip yatanlar Allah katında elbette bir tutulmayacaktır. Malla, bedenle yapılan hayırlar ve ibadetler Hak katında mizanda tartılacaktır. Sonsuz olan öbür âlemde herkes karşılığını eksiksiz bulacaktır. Rabbimiz bu konuda şöyle buyuruyor: “Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah katından bir karşılık (sevap) tır. (O) Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O’nun katındadır.” (Al-i İmran, 195)
İslama hakkıyla hizmet etmek için öncelikle ilim ehli olmak gerekir. Bilgi ve tecrübe bakımından boş olan bir insanın kimseye hayrı dokunmaz, aksine ziyanı olur. Bunun için nice İslam âlimi gecesini gündüzünü ilim tahsili için harcamıştır. İlmin önemi konusunda Hz. Muhammed(sav) ’in çok mühim sözleri vardır. Bunlardan birkaçını dikkatinize sunuyorum:
“İlme sahip ol. Muhakkak ki ilim, müminin dostu, hilim veziri, akıl rehberi, amel muhafızı, rıfk babası, mülâyemet kardeşi, sabır da askerinin kumandanıdır.”…“Ey insanlar! İlim ancak çalışmakla öğrenilir. Fıkıh da öyle, gayretle elde edilir. Kime ki Allah hayır murad ederse onu dininde ‘fakih’ kılar. Kulları içinde Allah’tan ancak, âlimler haşyet duyarlar.” …“İnsanların hayırlısı, onların en güzel okuyanı, Allah’ın indinde en fakih olanı, Allah’tan en çok korkanı, marufu emir, münkeri nehiyde ve akraba yoklamakta en ileri olanıdır.”
İnsanın en çok israf ettiği nimetlerden birisi şüphe yok ki zamandır. Zamanı belli bir bedel karşılığı elde etmediğimiz için rahatça israf ederiz, kıymetini hakkıyla bilmeyiz. Oysa geçen her saniye ömür ağacımızdan kopan bir yapraktır. Bunların dönüşü de yoktur. Ancak Allah’ın davası yolunda harcadığımız vakit geri kazanılmış sayılır.
Müslümanın boş vakti yoktur, olmamalıdır. Boş diye nitelendirilen zamanlar, aslında ziyan edilen vakitlerdir. Oysa bu zaman içerisinde Allah’ın adını, şanını ve emirlerini en ücra köşelerdeki insanlara ulaştırabilsek ne kadar büyük görev ifa etmiş oluruz. Dünyamızın bugünkü nüfusu altı milyarı aşkındır. Bunun ancak dörtte biri müslümandır. Dörtte üç insan yığını ilahi gerçeklerden bihaberdir. Her Müslüman, üç kişiye İslami hakikatleri anlatsa bütün insanlık bu şaşmaz hakikatlerden haberdar olur. Şartlanmışların dışında bunların önemli bir kısmı da hakikate teslim olur. Bunu yapmadığımız sürece sorumluluktan kurtulamayız.
İslam ferdiyetçi bir din değildir. İslamda esas olan toplumdur. Hayata toplum ekseninden bakmak ve o minval üzere görmek zorundayız. Cemiyetin inanç coğrafyasını şekillendirmek sorumluluğu Müslümanların üzerindedir.
Bugünkü gençlik geçici heveslerin peşine takılıp sürüklenmektedir. Çoğunun dini bilgileri kulaktan dolmadır. İnançları uğrunda çile çeken ve bedel ödeyenler bir elin parmaklarından fazla değildir. ‘Bunalım gençliği’ de diyebiliriz bu kartondan insanlara… Gençlik ötelere hazırlıksız ve ötelerden habersiz yaşıyor. Ahlak ve maneviyattan uzak olan bu körpe beyinler, hakikati kavrayacak düzeyde ve donanımda da değiller.
Mefkûresiz ve davasız nesiller rüzgârın önüne katılmış bir yaprak misali sürüklenip gidiyorlar. Çanakkale Savaşı’nda i’lâ-yı kelimetullah uğrunda canını feda eden, henüz bıyığı bile terlememiş insanlar gitmiş, yerlerine sanal kıbleli bizden olmayan insanlar gelmiş sanki! ... Onlar bizi anlamıyor, biz de onları…
Oysa geçmişte İslam davasını sırtlayanlar bu mübarek dava için nelerini feda etmemişlerdi ki! ...Onlar mallarından, makamlarından, hatta canlarından vazgeçmişlerdi. Böyle mukaddes ve muazzez bir örnek var arkamızda… Mübarek bir sahabe nesli dimdik duruyor önümüzde… Onlar ki Resullerini ana ve babalarından daha çok seviyorlardı. Hz. Ebubekir, Hz. Muhammed(sav) ’e ‘Anam babam sana feda olsun ya Resulallah’ diyecek kadar gönülden bağlıydı. Onun her sözünü emir telakki ediyorlardı.
İslam davası için en büyük cesareti ve fedakârlığı sahabeler gösterdi şüphesiz… Bir avuç olmalarına rağmen gönülden bağlandılar hak davalarına… Hiçbir baskı ve yıldırma eylemine pirim vermediler. Ebubekir-i Sıdıklar, Halit bin Velidler, Ömerler, Osmanlar, Aliler, Selman-i Farisiler, Bilal-i Habeşiler İslam davasına dört elle sarıldılar. Bu dinin şanlı peygamberinin bir dediğini iki etmediler. Bu yola baş ve can koydular. Feragatin en güzel örneğini cümle âleme gösterdiler. İslam davasıyla ailelerinden daha çok ilgilediler. Zaman zaman çoluk çocuklarını ihmal etseler de davalarını hep el üstü tuttular.
Sahabelerin hayatı davaya sadakatin en güzel örnekleriyle doludur. Onlar varını yoğunu İslam davası uğruna infak etmeyi hiç ihmal etmediler. Şu ayet-i kerimeyi kendilerine şiar edindiler: “Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” (Al-i İmran, 92)
Nefsin kötü emellerine uyanların inançları için fedakârlık göstermesi beklenemez. Zira nefis bencildir, kendisinden başka hiçbir şey düşünmez. Bu hususta insanı halkeden yüce Allah şu uyarıda bulunmayı ihmal etmiyor: “... Kim nefsinin bencil tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Teğabün, 16)
Bu ayete konu edinilen şahıslar, yani nefsin bencil duygularından korunanlar iki cihan saadetini de yakalayanlardır. Onlar dünyalıklara değer vermemişlerdir. Ahireti dünyaya tercih etmişlerdir. Sahabeler bu zincirin altın halkalarını oluşturmuşlardır. Sahabeler Allah aşkıyla dolup taşan insanlardı. Ağladıkları da, güldükleri de, öfkelendikleri de Allah içindi. Kendi nefislerini maneviyat potasında eritmişlerdir. Onlar davranışları bakımından numune teşkil etmektedirler. Onlara uyanlar asla ziyanda olmayacaklardır. Çünkü Allah, güzel davranışlarda bulunanları Kuran’da şöyle müjdelemektedir: “Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.” (Yunus, 26)
İslam davasına ömrünü adayanların başında hiç şüphesiz ki son Peygamber Hz. Muhammed(sav) gelmektedir. O hayatını İslam’ın yükselişi için harcamıştır. Kâinat kendisinin yüzü suyu hürmetine yaratılmış olmasına rağmen dünya sefasına hiç mi hiç değer vermemiştir. İslamın geniş kitlelere yayılması için seferber olmuştur. Defalarca ölümle yüz yüze kalmıştır, tehditler almıştır. Fakat o yaşatanın ve öldürenin Allah olduğunu bildiği için ölüm tehditlerine kulak asmamıştır. Vazifesine şevk ve heyecanla devam etmiştir.
Uhut Savaşı’nda düşmanlar, peygamberimize ok atmışlar, üzerine taş yağdırmışlar ve O’nun mübarek dişini kırıp yüzünü yaralamışlardı. Fakat O, hoşgörü ve sevgiden taviz vermemiştir. Kendisine zulmedenleri affetmiş, “Yâ Rab, kavmime hidâyet eyle. Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar! ” diye dua etmiştir. Onun bu örnek tavrı, bazı insanların batıl inançlarını bir kenara bırakıp İslama koşmalarına sebep olmuştur.
İslam inancını baş tacı eden ve onun için hayatlarını hiçe sayan nice abide şahsiyetler yaşadı bu topraklarda. Bunlar davayı her şeyden önce düşünmüşler ve onun yükselmesi için ölüm dâhil, her türlü riski almışlardır. Hayatı bir imtihan vesilesi olarak gören bu insanlar gerçek huzurun mekânı olarak ahiret hayatını görmüşlerdir. Bu abide şahsiyetler eşyaya her zaman tefekkürle bakmış, lezzetleri acılaştıran ölümü hiçbir zaman unutmamışlardır. Bu Allah dostları olmasaydı İslam bugünkü kadar geniş bir alana yayılamazdı.
İslama büyük hizmetlerde bulunan ve hayatını İslam inancına adayan büyük simalardan birkaç örnek vermek istiyorum size. Bu büyük karakter heykellerinden biri Hoca Ahmet Yesevi’dir. ‘Pir-i Türkistan’ diye anılan büyük mütefekkir Hoca Ahmet Yesevi, kendi dergâhından geçen Horasan erenleri vasıtasıyla Orta Asya coğrafyasının islamla şereflenmesi için büyük gayretler göstermiştir. O, vaktini üçe ayırarak değerlendirirdi. Günün büyük bölümünde zikir ve ibadetle meşgul olur, ikinci kısmında talebelerine zahiri ve batıni ilimler öğretir, üçüncü bölümünde ise ağaçtan kaşık ve kepçe yapar, geçimini böyle sağlardı.
Bilindiği gibi Resulullah Efendimiz 63 yaşında bu dünyadan göçmüştür. Hoca Ahmet Yesevi de bu yüzden 63 yaşından sonra dünyadan kopmuş, dergâhın bahçesine derin bir yer kazdırmış, içini kerpiçle ördürmüş, talebelerini toplayıp; “Ey gönül dostları! Allah-u Teala’nın en sevgili kulu olan Muhammed Mustafa Hazretleri 63 yaşından bu dünyadan ayrıldı. Ben de şimdi 63 yaşındayım, artık şu gördüğünüz çilehaneye çekilecek ömrümün kalan günlerini de bu hücrede tamamlayacağım” demiştir. Dervişlerinin yakarışlarına rağmen bu düşüncesinden vazgeçmemiştir. 63 yıl yeryüzünde, 63 yıl yeraltında Allah ve Resulünün muhabbetiyle uzun bir ömür yaşayıp 126 yaşında ötelerin ötesine göçen Hoca Ahmet Yesevi yerin üstündeyken de altındayken de insanlığı hakikatin ışığıyla aydınlatmıştır. Talebeleri vasıtasıyla hakikat ışığını yaymış, küfre perde olmuştur.
İnsana cesaret ve güç veren, sahip oldukları davalarıdır. İslama dört elle sarılan ve onu bir hayat tarzı olarak kabul edenler toplumları için diriliş sembolü olmuşlardır. Bu sembol şahsiyetlerden birisi de ‘Kafkas Kartalı’ sıfatıyla şöhret bulan Çeçenistan devletinin en büyük kahramanı Şeyh Şamil’dir. Hayatının tamamını ülkesinin milli bağımsızlığına ve İslam inancına adayan, askeri dehasını bütün dünyaya ve ebedi düşmanı Rusya’ya dahi kabul ettiren, İmam Şamil düşünce ve inançlarından asla taviz vermemiş, neticede Çarlık Rusya’sını dize getirmiştir. O İslami bilgisini ve tasavvuf kültürünü, daha sonra kayınpederi de olacak olan Şeyh Cemaleddin Gazikumuki’den almıştı. Rusya’nın bütün şiddet ve baskılarına rağmen bugün Kafkaslarda İslamın köklü izleri varsa bunu en başta ona borçluyuz.
Ömrünü İslam davası için harcayan ve Çeçenlerin inançlarını diri tutan Şeyh Şamil’in tek isteği Resulullah’ın makamını ziyaret etmek ve hacı olmaktı. On yıl boyunca Rusların esareti altında kalmıştı. Bu yıllar onun gibi özgürlük savaşçıları için en çileli zaman dilimiydi. Bunun içindir ki saçı sakalı bir anda ağarmıştı. O öncelikle Osmanlı topraklarına gitmeyi istemiş, bu isteği Osmanlı sultanlarından Sultan Abdülaziz’in de devreye girmesiyle belli aşamalardan sonra kabul edilmişti. Sultan Abdülaziz onu karşılamış ve bir isteğinin olup olmadığını sormuştur. O da Hicaz’a gitmeyi çok istediğini söylemiş, padişah onu bir gemiyle istediği mübarek topraklara göndermiştir. Fakat Rusya’nın devlet yetkilileri onu salıverirken oğlunu kendi yerine esir bırakmasını istemişlerdir. O, hac farizasından sonra, çok sevdiği Peygamberinin kokusunun sindiği topraklarda ölmüş, Cennet-ül Baki mezarlığına defnedilmiştir. Böylelikle de ‘Kişi sevdiğiyle beraberdir” hadisine mazhar olmuştur.
İslam davasına, yazdığı onca eserle katkıda bulunan, en sonunda da bu yolda canını veren mücahitlerden birisi de her Müslümanın yakından tanıdığı ve sevdiği Seyyid Kutup’tur. Seyyid Kutub, Mısırlı yazar ve düşünce adamıdır. O siyasal İslamın fikir babalarından sayılmıştır. Ömrünün büyük bölümünü hapishanelerde geçirmiştir. Nefes aldıkça okumuş, yazmış ve mücadele etmiştir. En mühim eseri Fizilal-il Kur’an(Kur’an’ın Gölgesinde) tefsiridir. 29 Ağustos 1966’da Stalin-Hitler karışımı nasyonal sosyalist bir diktatör olan Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır tarafından idam edilmiştir. O; iman, bilgi ve hakikat merkezli bir hayat yaşamıştır; neticede diğer mücahitler gibi şehitler kervanına katılmıştır.
İslama hayat veren ve onu toplumun öncelikli meselesi haline getirenlerden birisi de Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’dir. Onun büyük bir emekle vücuda getirdiği Risale-i Nur Külliyatı pek çok insanın imanının kurtulmasına, İslam ahlâk ve nizamıyla tanışmasına vesile olmuştur. O insanları İslam kardeşliği etrafında birleştirmeyi düşünmüş, bunun gerçekleşmesi için yoğun bir mesai harcamıştır. Fakat her aydın Müslüman gibi o da zaman zaman yanlış anlaşılmış, Kürtlüğünü ön plana çıkarmakla, hatta Türk düşmanı olmakla suçlanmıştır. Oysa O, adı ne olursa olsun ırkçılığın karşısında olan bir insandı. Zira İslamiyet ırkçılığı reddediyordu. O da İslamiyet’in sedasının gür çıkması için mücadele ediyordu.
Said Nursi hayata ve olaylara hikmet nazarıyla İslam penceresinden bakmış bir büyük âlimdir. O isteseydi arkasındaki kitleyle çok önemli makam ve mevkilere gelebilirdi. Fakat onun asıl gayesi iman kurtarmaktı. Risale-i Nurlar aracılığıyla bu alanda hizmet etti. Dünya nimetlerini elinin tersiyle itti. Çok zor ve kötü fiziki şartlarda yaşadı. İnancına daha çok hizmet etmek için evlilikten bile feragat etti. İslama karşı olanlarla dişe diş mücadele etmekten sakınmadı. Kendisini defalarca zehirlemeye çalıştılar. Fakat her zaman takdir-i ilahi tecelli ederek, onun iman hizmetinin devam etmesi gerektiğini kör gözlere gösterip sağır kulaklara fısıldadı. Tehditler ve yıldırmalar ona vız geldi. Bunlar onun mevcut mücadele gücünü ve cesaretini artırdı; davasına daha bir iştiyakla bağladı.
Bediüzzaman’ın ömrü mahkeme koridorlarında geçti. İslamla meselesi olanlar onu her zaman birinci hedef olarak seçtiler. O da kendisine verilen harikulade bir hitabet ve ispat gücüyle onlarla dişe diş savaştı. Asla zelil olmadı. Eserleriyle iman hakikatlerini onların yüzüne bir şamar gibi indirdi. Mehmet Akif’in: “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı/ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.” şeklinde ifade ettiği hasreti, Bediüzzaman, Risale-i Nur’larla gerçekleştirmiştir. O bugün aramızda olmamasına rağmen kendisinin izinden gidenler ve eserlerini İslami manifesto olarak görenler iman kurtarma hizmetini eda ediyorlar.
Osmanlı padişahlarının tamamına yakını İslama üstün hizmetler etmişlerdir. Onlar toprak kazanmayı değil, insan kazanmayı gaye edinmişlerdi. 13. asırda yaşayan Yunus Emre ve Mevlana Celaleddin Rumi de İslamın sesini gür bir şekilde hedef kitlelere ulaştırmışlardır. O Yunus ki bağlı olduğu dergâha odunun bile eğrisini reva görmemiştir. Mevlana ise 26 bin beyitte ilahi aşkı ve muhabbeti gönüllere nakşetmiştir.
Yakın tarih içerisinde yaşayan Mehmet Akif Ersoy ve Necip Fazıl Kısakürek de İslam davasından asla taviz vermemiş, her zaman dik durmuş iman ve izan erleridir. Onlar şiirlerinde dünyevi aşkları ellerinin tersiyle iterek Hakk’ı ve hakikati anlatmışlardır. Bu isimler arasına Arif Nihat Asya, Osman Yüksel Serdengeçti, Erol Güngör, Cemil Meriç, Seyyid Ahmet Arvasi gibi isimleri de ekleyebiliriz.
Dünden bugüne kadar İslam davasına canla başla hizmet etmiş kişilerin listesini yapsak sayfalar dolar. Fakat biz sembol olmuş şahsiyetleri zikretmekle yetineceğiz. Bu mübarek insanların oluşturduğu zincire bir halka da bugünden ekleyebilirsek ne mutlu bize.
Geçmişte yaşamış ve hayatın anlamını İslam’da bulmuş abide şahsiyetlerle bugünkü insanları mukayese edince koca bir ‘manevi uçurum’ çıkıyor karşımıza. Bu uçuruma bakınca insanın aklına şu sual geliyor: “Dün neredeydik, bugün neredeyiz? ” Maneviyatımız kimler tarafından, niçin tarumar edildi? Nasıl da böyle kolayca teslim olduk. Bugünkü gençlik, ceddinin gittiği yoldan ne kadar da uzaklaştı. Yeni nesil çıkmaz bir yola girmiş; fakat ne acıdır ki onlar nerede olduklarının farkında bile değiller.… Bugünkü manzarayı bundan yetmiş küsûr yıl evvel Mehmet Akif Ersoy şöyle tasvir ediyordu:
“Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile...
Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nâfile!
Kaç hakikî Müslüman gördümse: Hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir! ”
Allah'ın Yeryüzüne indirdiği, tam yaşayanı çok az olan, dünyanın yaşayanların yüzü suyu hürmetine döndüğü, son din.
Eğer ki İslam Olmasa idi....Çağ açıp, çağ kapayan padişahrlarımız olmayacak idi..Anadolu toprakları 'Hıristiyan' Ülkesi, ve İstanbul Konstantiniye olacak idi...
İslam mı Türklere çok şey kazandırdı, Türklermi İslama...
En son ve tüm insanlığa gelmiş ilahi din...
Son yüzyılda malesef bazı kesimlerin karalamak için canla başla çalıştığı, ama karalamaya fırsat bulamadan, ecelin kendisini bulduğu insanların tek derdi olan, mübarek din...
Hıristiyan dininin ortaçağ versiyonunu bu dine yakıştırmaya çalışan insanlar malesef boşuna kürek sallıyorlar...
Tek soruları ve dertleri...' Din bilime karşı.' gibisinden ağzında salyalarak akıtarak söyledikleri sözlerden ibaret..
Kendilerine her zaman... ' Türban, sakal, cübbe, sarık ' gibi, dini tema ve içerikleri düşman görürler, söylüyorum bu zavallılara acaba siz bunları kendilerinize düşman olarak görüyorsunuz, Bir türbanın yani bez parçasının, ve sakalın ne düşmanlığı olabilir...
Müslümanlar sizin mayonuza, pantolonunuza ve ya iç çamaşırınıza karışıyormu veya yasaklıyor mu...? ?
Ve merak ediyorum,,, kendilerine en büyük düşmanı bu nesneleri gören korkaklar, cephede düşman askerini görse ne yaparlar..
en güzel din.......ama müslümanlar doğru yolda değil.........
tamam müslümanız da ama bu gençliğide aşırı dinci baskılarla dinden soğutuyorlar...gençlikte batılaşmaya yozlaşmaya başlıyorlar sonra bide kalkıp noluyooo bu gençliğe diyip yakınıyorlaarrr...alla alla yawww...:S ...din ve vicda özgürlüğü denen bişey var madem bukadar dincisiniz ki en iyi sizin bilmeniz gerekir(aslında biliyoruz diye geçinen çok) Allah ile kulun arasına peygamberler bile giremez ki size noluyooo? ! ! ? herseye yorumlar yapıyorsunuzZz....
uA
İSLAMİYET yüce rabbimizin bütün insanlığa gönderdiği son hak dindir....akıllı olan uyar ve gerçek huzuru bulur....(işine gelmeyen) ise uymaz ve sonuçlarına katlanır.....
Hz. Muhammet'e sormuşlar islam nedir? islam güzel ahlaktır demiş.fazla söze ne hacet....
kara çarşaflıların dini değildir........
Müslüman ülkeleri neden geri kalmıştır?
1-Batı devletlerinin ilerlemelerinin temelinde sömürü,kan,vahşet vardır:Afrika’yı sömürüp,yeraltı ve yer üstü zenginliklerini yağmalayan batılı emperyalistler, afrikalı zencileri amerika’da köle diye satarlar.Amerika’yı işgal eden ingiltere,fransa,ispanya …gibi emperyalist devletler oradaki ” aztek-maya-inka” medeniyetlerini yok edip, katliamlar yaparak altınlarını ele geçirip,yer üstü zenginliklerini de batıya taşırlar …!
Şu an kovboy deyince cesur ve atılgan insanlar, kızılderili denince kafaderisi soyan yabani insanlar akla gelir …Halbuki o kızılderililer ülkelerini savunan vatansever insanlar topluluğu idi ama medya-sinema insanların beynini yıkayarak olayları tam tersine bizlere belletmişlerdir.İngiltere Hindistanı işgal edip yaklaşık iki yüz yıl sömürürken,İngiltere’deki halı fabrikaları halı satabilsin diye hindistan’da el emeği halı yapan tam 50.000 hintlinin ellerinin kesilmesine izin verirler ingiliz hükümeti…Hindistanlılar bisiklete binen bir ingiliz kıza gülüp alay ettikleri için ingiliz silahlı kuvvetleri tarafından silahlı yaylıma ateşine tutulurlar ve onlarca kişi sadece bir alay gülüşünün sonunda canlarından olurar…Batılılar Çin’i yönetim altında tutabilmek için yüzbinler-milyonların esrarkeş-eroinman olmalarına göz yumar hatta desteklerler…Evet batı ileri ama temeli kan-vahşet ve gözyaşı ile örülü!
2-Batılılar Rönesans’ın temellerini İslam ülkelerinden aldıkları bilgi, ilim sayesinde atmışlar ve bu sayede hamle yapabilmişlerdir…Orta çağ denen dönemde batı karanlık ve zulüm içinde yüzerken İslam ülkeleri ilim-fen-matematikte batıya liderlik yapıyor, batılı öğrenciler Arap ülkelerine ve Endülüs’e ilim tahsiline geliyorlardı…Evet bir zamanlar İslam ülkeleri ileri batı ülkeleri geri idi çünkü Müslümanlar; İslam ile iç içe idi ve İslam hayata aktarılmış idi, Kısaca;
3-İlk emri ” OKU ” olan,8 yıllık eğitimi değil; ” Beşikten mezara dek ilim öğrenmeyi ” tavsiye eden, O zamanın uzak ülkelerinden olan Çin hedef gösterilip, ” İlim Çin’de bile olsa onu alın ” buyurulan, “ilim Öğrenmek kadın -erkeğe farzdır” diye emredilen, Kutsal Kitabında (Kur’an-ı Kerim’de) “Hiç düşünmez misiniz? ”, “Akılınızı hiç kullanmaz mısınız? ”, ” Ne de az düşünürsünüz! ” gibi yönlendirici ayetleri bünyesinde bulunduran MÜSLÜMANLAR GÜNÜMÜZDE NE YAZIK KI İSLAM’DAN UZAKLAŞIP,ADLARI İLE MÜSLÜMAN, YAŞAYIŞLARI İLE HIRİSTİYAN OLDUKLARI İÇİN İLİM-TEKNOLOJİ-KÜLTÜRDEKİ ÖNDERLİKLERİNİ KAYBETMİŞLER VE ÇAĞIN İLERİSİNDE BULUNAN KUR’AN’IN GERİSİNDE BULUNAN BATILI ÜLKELERİNDE GERİSİNDE KALMIŞLARDIR! OKU EMRİ BİZDE OKUYAN BATILILAR, İÇKİ ONLARIN KİTABINDA SERBEST BİZİM DİNİMİZDE YASAK,İÇKİ TÜKETİMİNDE DÜNYA 3.SÜ ÜLKEYİZ!
akıl dinidir. aklı olmayanın dinide olmaz.
var olduğu için şükrettiğim, her zaman ve her yerde savunduğum, dimdik durabilmemi sağlayan dinim.
var oldugu icin sükrettigim hak din.
beni ben eden, hayatima yön veren, kötü yollara sapmamami saglayam din...allah'a sükürler olsun
İslam barış ve huzur demek ama,
Sen onu gel de okuma özürlü irtica yobazlarına anlat.
Onlar dinimizi DOĞRU öğrenmek için Kuran okumazlar. Okurlarsa da ANLAMAMAK İÇİN Türkçesinden değil, ARAPÇASINDAN okurlar.
Dinimizi YANLIŞ öğrenmek için can atarlar ve (içlerinde az sayıdaki gerçek alimler müstesna) 'düşünme özürlü ' olan ve hocalarının ezberlettiklerini yeterli görerek yeni ve farklı görüş üretmeyi 'günah' sayan 'ULEMA'ya giderler, onlardan öğrendiklerini papağan gibi tekrarlamakla yetinirler. Lendileri gibi düşünmeyen müslümanları ya 'münafık', ya da 'mason uşağı hain' diye nitelendirirler. Bunu yaparken de Allah'tan hiç mi hiç korkmaya gerek bile görmezler..
İslam, 'barış' demektir. Bunu herkes biliyor.
Ama İslam'ın 'Hamas, Hizbullah, Elkaide (veya Usame bin Ladin) ' gibi masum sivilleri 'cihad yapıyoruz' diyerek öldürmek olmadığını da bildiğimiz halde, bu terör örgütlerini açık açık kınamayı ve lanetlemeyi kaç müslüman yapabiliyor?
Onun yerine çoğu zaman İsrail ve ABD'ye küfrederek İslamın emrini yerine getirdiğimizi ve sevaba girdiğimizi zannediyoruz.
Ondan sonra da 'Allah neden müslümanlara yardım etmiyor' diye üzülüyoruz.
islam olmak müslim olmak.RABBİMİZE verdiğimiz ahdi yerine getirme çabasının ilk aşamasıdır.teşbihte hata olmaz derler islam olmak tanışma faslıdır diyebiliriz.zira daha kat edecek çok yol var.........
Her fikir her inanış tek mevsimlik vesselam
Zaman ve mekan üstü biricik rejim islam..
islam 14 küsür asır önce devrimini yapmıştır yapilan ihtilalin provası olmaz..
İslam Ne Demektir?
'İSLAM' arapça bir kelimedir. Boyun egmek, teslim olmak ve itaat etmek anlamina gelir. Allah'a tam teslimiyet ve itaate dayandigi için de kendisine 'İSLAM' denmistir.
Görülmektedir ki, içinde yasadigimiz kainat bir düzene tabi bulunmaktadir. Kainati olusturan tüm birimler arasinda bir kanun ve düzen vardir. Hersey muhtesem ve mükemmel bir sekilde isleyen büyük bir planda bir yere yerlestirilmistir. Günes, ay, yildizlar, sistemler görüp görebildigimiz ve göremedigimiz her sey tek bir kanun ve nizam içerisinde mükemmellik arzeder.Kainat TEVHİD üzre SULH(baris) içindedir.
'Biz gökleri, yeri ve ikisi arasinda bulunanlari ancak hak ve adi konulmus bir ecel(belli bir süre) olarak yarattik. Inkar edenler ise, uyarildiklari seylerden yüz çevirendir.'(Ahkaf-3)
İnsanoğlu hariç, alemler Allah'in kanunlarina isteyerek veya istemiyerek teslim olmuslardir.Kainattaki bu mükemmellik hiç süphesiz ki, TESLIMIYET ten kaynaklanmaktadir. Islam, Adem A.S. dan Muhammed S.A.V. e kadar bütün ögretilerin ortak adidir.
'Bugün dininizi kemal e erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladim ve size DİN olarak İSLAM i seçip begendim. (Maide-3)
'Biz senden evvel hiçbir Peygamber göndermedik ki, ona söyle vahyetmis olmayalim: benden baska ilah yoktur. Öyleyse bana ibadet edin' (Enbiya-25)
İnsanoglu bu uyarıya ya teslim olmuş yada teslim olmayarak kendi sonlarını kendileri hazırlamışlardır.
'Biz hangi ülkeyi helak ettikse, muhakkak onlarin halkini uyaranlar olmustur. Onlara ögüt verilmistir. Biz zulmetmis değiliz'. (Suara 208-209)
'Biz bir ülkeyi yikima ugratmak istedigimiz zaman, oranin nimet ve refathan simarmis elebaslarina emirlerimizi bildiririz. Onlar ise onda (emirlerimizde) bozgunculuk yaparlar. Artik onun üzerinde hüküm hak olur ve o ülkeyi kökünden helak ederiz.' (Isra-16)
'Artik onlar öncekilere uygulanan sünnetten baska bir sey mi bekliyorlar? Sen, Allah in sünnetinde kesinlikle bir degisiklik bulamazsin ve Allah'in sünnetinde kesinlikle bir dönüsüm de bulamazsin,' (Fatir- 43)
'Onlar yeryüzünde gezip dolasmiyorlar mi? Böylece kendilerinden öncekilerin nasil bir sona ugradiklarini görsünler Onlar kendilerinden daha güçlüydüler. Topragi islemisler ve onu kendilerinden daha fazla imar etmislerdi. Su halde Allah onlara zulmetmiyordu. Fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardi. Sonra da kötülük yapanlarin ugradiklari son, Allah'in ayatlerini yalanlamalari ve onlari alay konusu edinmeleri dolayasiyla çok kötü oldu.De ki; Yeryüzünde gezip dolasin da, suçlu günahkarlarin nasil bir akibet e ugradiklarini görün.' (Neml -69)
İnsan seçme hakkını kullanarak ya Allah'a gereği gibi teslim olur, yani İMAN eder, yada direterek teslim olmaz, kendi heva ve heveslerine teslim olarak(kendine kendi isteği gibi bir din edinir) Allah'a isyan eder ki, sonunun ne olacağı ortadadır.
'Heva ve hevesini ilah edinen ve Allah'in bir bilgiye göre saptirdigi, kulagini ve kalbini mühürledigi ve gözü üstüne bir perde çektigi kimseyi gördün mü? Artik Allah'tan baska ona kim hidayet verecektir? Siz yine de ögüt alip düsünmüyor musunuz? '(Casiye-23)
'Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyaricilar olarak göndeririz.Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur.Onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.'(ENAM-48)
Bugün dininizi kemal e erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladim ve size DİN olarak ISLAM i seçip begendim.(Maide-3)
Ayetlerden de anlasilacagi üzere Islam'in disindaki hayat biçimlerini, dünya görüslerini kendilerine din edinenlerin bu dini kabul edilmeyecektir. Allah katinda din yanlizca ve yanliz ca Islam dir. Onu sadece Allah ile kul arasindaki iliskilerden ibaret sayanlar nasil bir yanılgı içine düştüklerini Fatiha süresinde geçtigi gibi DİN GÜNÜ'nde anlayacaklardir.
kardeşlik,hoşgörü,merhamet,adalet,barış
Enam suresi:
125. Allah, iyiye ve güzele götürmek istediğinin göğsünü İslam'a açar. Saptırmak dilediğinin de göğsünü öylesine daraltıp tıkar ki, o, göğe yükseliyormuş gibi olur. Allah, iman etmeyenler üzerine pisliği işte böyle atıverir.
126. Rabbinin yolu işte budur; dosdoğru, kıvamında... Biz öğüt alan bir topluluğa ayetleri ayrıntılı bir biçimde açıkladık.
Al-i imran suresi:
19. Allah katında din İslam'dır/barış ve esenlik için Allah'a teslim olmaktır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık/doymazlık/azgınlık/denge noktasından sapma/yalancılık/zulüm/kibir/zinakârlık yüzünden ihtilafa düştü. Kim Allah'ın ayetlerine nankörlük/Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, Allah, hesabı çabucak görecektir.
85. Kim İslam'dan/Allah'a teslim olmaktan gayrı bir din ararsa artık o, ondan asla kabul edilmeyecektir. Ve o, âhirette hüsrana düşen3. Şunlar size haram kılınmıştır: Boğazlanmayarak ölmüş hayvanın eti, kan, domuz eti, üzerine Allah'tan başkasının adı anılmış, boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, süsülmüş, canı üzerineyken yetişip kestikleriniz müstesna olmak üzere canavar tarafından yırtılmış ve dikili adak taşları üzerinde boğazlanmış hayvanlar ve bir de fal oklarıyla kısmet paylaşmanız... Bütün bunlar birer sapıştır. Küfre batmış olanlar bugün dininizden ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı/Allah'a teslim olmayı seçtim. Şu da var ki, her kim ciddi bir açlıkla yüz yüze gelir de günaha kaçmak maksadı olmaksızın onlardan yemek zorunda kalırsa, elbette Allah Gafûr ve Rahîm'dir. lerdendir.
Maide suresi:
3. Şunlar size haram kılınmıştır: Boğazlanmayarak ölmüş hayvanın eti, kan, domuz eti, üzerine Allah'tan başkasının adı anılmış, boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, süsülmüş, canı üzerineyken yetişip kestikleriniz müstesna olmak üzere canavar tarafından yırtılmış ve dikili adak taşları üzerinde boğazlanmış hayvanlar ve bir de fal oklarıyla kısmet paylaşmanız... Bütün bunlar birer sapıştır. Küfre batmış olanlar bugün dininizden ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı/Allah'a teslim olmayı seçtim. Şu da var ki, her kim ciddi bir açlıkla yüz yüze gelir de günaha kaçmak maksadı olmaksızın onlardan yemek zorunda kalırsa, elbette Allah Gafûr ve Rahîm'dir.
Bakara suresi:
193. Fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın. Eğer çarpışmaktan vazgeçerlerse artık zulme sapanlardan başkasına düşmanlık edilmez.
256. Dinde baskı-zorlama-tiksindirme yoktur. Doğru bilgiye dayalı eriş, bozuk bilgiye dayalı sapıştan açık bir biçimde ayrılmıştır. Her kim tâğuta sırt dönüp Allah'a inanırsa hiç kuşkusuz sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Kopup parçalanması yoktur o kulpun. Allah, hakkıyla işiten, en iyi biçimde bilendir.
islam kardeşliği sevgiyi ve saygıyı çağıştırıyor
arabistandan buraya cok kanli bir yolculukla türklere gelmistir,türkler müslüman olmamak için savaslar vermistir,sanildiinin aksine aska gelipte hislerimizle müslüman olmadik yani.tamamen kilic zoruyla.
Edep, haya ve GÜZEL AHLAKTIR.
Huzurun ta kendisi, Allah'ın biz kullarına verdiği en büyük armağan.
siginacak kapi tutunack dal ve bu dünyada hicbir seyin zalimin yaninda kalmayacagini bilmek
Islam:Dünya dini,yasam tarzi,mutluluk kaynagi
teslimiyet
Türkiye'de olmayan ve dünyada sadece Kanuni döneminde uygulanan Allah'ın kullarına emrettiği ilahi sistem..Kanuni döneminde fakirler alsın diye ağaçlara altın asılırmış..ama alan olmazmış..şimdi bırakın altını bir çorba parası için adam boğazlıyorlar..türkiye müslüman kimliğini yıılar önce kaybetmiştir..müslümanlık ezan okununca müziğin sesini kısmak değildir..camilerin sadece manzaradan ibaret olduğu bu ülkede islam yıllar önce bitmiştir..müslümanlar çanakkale'de istiklal savaşında şehit düştüler! ! !