Kültür Sanat Edebiyat Şiir

İskilipli atıf hoca sizce ne demek, İskilipli atıf hoca size neyi çağrıştırıyor?

İskilipli atıf hoca terimi Ahmed Çetin tarafından tarihinde eklendi

  • Yeşil Hazretleri ``
    Yeşil Hazretleri ``

    Şapka devriminden sonra, şapka kısa zamanda 'kült' halini aldı.. Belli bir kesim tarafından ise şapkaya direnenler, dini bütün Müslüman, mücahit olarak anılmaya başladılar...

    Bu uğurda ölenler ise, İslam uğruna şehit (!) düşmüş gibi onurlandırılıyordu.

    Görülüyor ki ve ne yazık ki hâlâ öyle.

    Atatürk'ü İslam karşıtı biri olarak göstermek isteyenler hemen şunu söylerler: 'Atıf Hocalar nasıl katledildi? '

    (Şapka, fes, takunya ve saire...)

    Din, bir gardırop mevzuu üzerinde duracak kadar basit değildir… Görüldüğü gibi, şapka giymekle kimsenin dini değişmedi…

    ...

  • Murat Özcan
    Murat Özcan

    bu ülkenin madurumu ne diyim daga cok okumamız gerekiyor sanırım

  • Kasım Hacıosmanlıoğlu
    Kasım Hacıosmanlıoğlu

    kurumayacak bir kaynak demektir

  • Güneş Seninle Doğacak
    Güneş Seninle Doğacak

    Bir devir esrarlı, sırlı geceler
    Göğe zulüm taşımıştı bacalar
    İpe giden nice Atıf Hocalar
    Bu toprağa ışık verdi, nur verdi...

  • Mert
    Mert

    'bu toprağa ışık verdi, nur verdi', ruhu şad, mekanı cennet olsun, İskilipli Atıf Hoca'nın idamına karar veren Kel Ali ya sana kimler dua ediyor şimdi...? ? ?

  • İmran Tekin
    İmran Tekin

    İskilipli Atıf Hoca'nın İstiklal Mahkemesi'nde yargılanırken savcının, dini kıyafetlerden bez parçası' diye bahsetmesi üzerine Atıf Hoca'nın hiddetli bir şekilde duvarda asılı olan bayrağı gösterip:
    İşte o da bez, hadi indirip yırtsana' diye haykırdığını..

  • Bora Aslan
    Bora Aslan

    bir yargılama komedisi
    cumhuriyet’in ilk yıllarına damgasını vuran istiklâl mahkemeleri’nin, ortada suç olmadığı halde verdiği idam kararlarıyla hâlâ belleklerde tazeliğini koruyor. bu kararlar içerisinde en çok eleştirilen ise, kanun çıkmadan önce yazılan bir eserin yazarı iskilipli atıf hoca’nın idamıyla ilgili olanıydı.
    iskilipli atıf hoca’nın yazdığı “frenk mukallitliği ve şapka” isimli eser, istanbul milli eğitim müdürlüğü’nün izniyle yayınlanmıştı. eserin yayınlanmasından çok sonra çıkarılan kanunla kurulan istiklâl mahkemeleri atıf hoca’yı da yargıladı. savcı üç yıl hapsini istediği halde, mahkeme idama mahkûm ederek cezasını infaz ettirdi: 4 şubat 1926.
    bu durum 1924 anayasası’na ve ceza hukuku’nun en temel ilkelerinden biri olan “suç ve cezaların geçmişe yürümezliği” ilkesine açıkça aykırıydı.
    bir başka aykırılık da, istiklâl mahkemeleri’nin verdiği idam cezalarının kolordu komutanlıkları tarafından onaylanarak infaz edilmesiydi. oysa, onama yetkisi 1924 anayasası’nın 26. maddesine göre açıkça tbmm’ye aitti.

    atif hoca’nin asilmasi
    kanunun çıktığı yıllarda halk, şapkayı adeta cellat satırı gibi görmüştü. çünkü devrin istiklâl mahkemeleri’nde görülen davaların çoğu şapkayla ilgiliydi. bu mahkemelerin kuruluşundan yaklaşık 1.5 ay sonra, ankara istiklâl mahkemesi’ne de meclis’in onayına lüzum kalmaksızın idam cezası verme yetkisi tanınmıştı. bu mahkemeler, mevcut kanunlara dayanarak seyyar olarak gittikleri her yerde idam cezası verebilmiş ve cezaların meclis’te tasdikini beklemeden anında infaz ettirmişti. gezici mahkemeler; erzurum, sivas, rize, giresun, trabzon, kahramanmaraş gibi yerlere giderek onlarca kişiyi cezalandırmıştı.
    iskilipli atıf hoca da, ‘şapka kanunu’na muhalefette bulunduğu’ iddiasıyla istanbul’da tutuklananlardan birisiydi. atıf hoca, şapka kanunu’ndan önce yazdığı risaleden dolayı ve savcının yalnızca 3 yıl hapsini istemesine rağmen, idam edilmişti. atıf hoca’yı ipe götüren, son eseri frenk mukallitliği ve şapka’ydı. işin ilginç yanı ise, eser 1924’te yayınlandığı halde, atıf hoca 1925’te çıkan kanunla 4 şubat 1926 tarihinde idam edilmesiydi, zira kanun geriye işletilmişti.
    iskilipli atıf hoca, 1926 yılının sonbaharında laleli’de, fethi bey caddesi’ndeki evinden alınarak apar topar giresun’a götürülür ve oradaki istiklâl mahkemesi’nin huzuruna çıkarılır. mahkemede suçlu sayılması için bir delil bulunmamasına rağmen, tekrar istanbul emniyet müdürlüğü’ne getirilir. oradan da, ailesiyle bile görüştürülmeden yargılanmak üzere bu defa ankara’daki istiklâl mahkemesi’ne götürülür.
    atıf hoca ankara’ya vardığında, olayın ne kadar dallanıp budaklandırıldığını görür; yurdun dört bir yanından meşhur din alimleri toplanmış. ‘şapka iktisası kanunu’na muhalefet ettikleri iddiasıyla, erzurum, rize, giresun, sivas ve yurdun diğer bölgelerinden toplanarak getirilmiş yüzlerce insan, ‘şipşak idam kararı’ vermekle meşhur ankara istiklâl mahkemesi’nin huzuruna çıkarılmıştı. mahkemenin en meşhur simaları ‘üç ali’ler diye bilinen kel ali, kılıç ali ve necip ali’dir. atıf hoca, ilk olarak 26 ocak 1926 tarihinde mahkemeye çıkarılıyor. duruşma, savcının esas hakkındaki iddiasını okuması için 2 şubat 1926 tarihine erteleniyor. 3 şubat 1926 günü tekrar mahkeme heyetinin karşısına çıkan atıf hoca, savunma vermez, ‘haksızlığı hak bilenlere hakkı söylemenin haksızlık olduğu’nun bilinciyle yanındaki arkadaşlarına, “zalim ve katillerle elbette mahşer gününde hesaplaşacağız” der ve bir gün sonra idam edilenler kervanına o da katılır.
    necip fazıl kısakürek,son devrin mazlumları` isimli kitabında, atıf hoca’nın, arkadaşlarının şaşkın bakışları arasında savunmasını yırttığını anlatıyor. hukukçu olmadığı halde pek çok kişinin asılmasına karar veren kel ali’nin ne kadar büyük bir çelişki içerisinde olduğunu, 10 mayıs 1989 tarihli tercüman gazetesindeki yazısıyla veysel akpınar ortaya koymuştu:
    “mustafa kemal, kastamonu’da başına geçirdiği şapkayı bütün türkiye’de yaygınlaştırmak için trene binip ankara’ya hareket ettiğinde bu niyetinden kimsenin haberi yoktu. ancak vakit (o dönemde çıkan) gazetesinde çalışan mecdi bey müstesna. o gazeteci olduğu için haberi duymuş ve binbir zahmetle bulduğu bir şapkayı kafasına geçirerek istasyonun yolunu tutmuştu.
    mecdi bey eski meclis binasının önünden geçerken, meclis binasının balkonunda oturan kel ali (çetinkaya) kendisini gördü. ve onun kim olduğunu sorduktan sonra, yakalatıp huzuruna çıkarttı. mecdi bey korkudan bir şey söyleyemiyordu.
    kel ali:
    “bu gâvur şapkasını giymekten utanmıyor musun? ” diye bağırıp çağırdıktan sonra, kendisinin zindana atılmasını emretti.
    daha sonra mustafa kemal’in kastamonu’daki konuşması kel ali’ye ulaştı. şapka bulabilen herkes onu istasyonda karşılayacaktı. çetinkaya, mosmor olmuş bir vaziyette şapka arayıp dururken, aklına birden zindana attırdığı mecdi bey geldi. gözleri parlıyordu:
    “bana mecdi’nin şapkasını getirin, dedi. ama kendisi içerde kalsın.”
    ve kel ali, mustafa kemal’i, ilk defa bu şapka ile karşılar.”

  • Mustafa Evran
    Mustafa Evran

    İSKİLİPLİ ATIF HOCA: kelebekler sonsuza ucar
    filmini izleyin cok güzel
    şapka kanunundan 2 ay önce yazdiği kitabi yüzünden asilan mübarek zat
    şimdi şapka takan kaç kişi var(süleyman demirel?)

  • Yusuf Altındağ
    Yusuf Altındağ

    Ezelin sırrını ne sen bilebilirsin nede ben,
    Bu muammalı soruyu ne sen çözebilirsin nede ben,
    Perde arkasında bir,sen ve ben dedikodusu vardır,
    Perde kalkınca ne sen kalırsın nede ben.

    kelebekler sonsuza uçar...

  • F
    F

    Şapka devriminin ilanından yıllar evvel yazdığı Frenk Mukallitliği adlı kitapta şapkanın müslüman olmayan toplumların alameti farikası olduğunu, bu açıdan bakınca bilerek giyilmesinin küfür olabileceğini yazmıştı. yazıldığı dönemde ilgi çekmiş ve maarif vekaleri tarafından onaylanıp takdir edilmişti. hatta Balkan harbinde verdiği fetvalarla devlete yardımı teşvik edip ayrıca takdir edilmişliği de vardı. şapka kanununun kabülünden sonra Giresunda 'şapka giymeyiz' şeklinde çıkan nümayişin müsebbibi sayılmış, ayaklanmanın liderinin hocayı tanımadığını söylemesine rağmen tutuklanıp idam edilmiştir.

  • F
    F

    1876 de çorum'un iskilip kazasının tophane köyünde akkoyunlu aşireti beylerinden imamoğullarından mehmet ali ağa’nın oğlu olarak doğdu. annesi nazlı hanım mekke'den yıllarca önce göç etmiş çorum’un kartaldağ yaylası’ndaki türbesinde meftun beni hattab aşıreti şeyhlerinden arab dede diye meşhur bir şeyhin torunuydu.

    ilk tahsilini köyünde yaptıktan sonra iskilip'te hoca abdullah efendi'den dersler aldı. tahsilini devam ettirmek için, ailesininin muhalafetine rağmen nisan 1893 de istanbul'a geldi, dersler dışında çalışarak medrese tahsilini 26 yaşında tamamladıktan sonra dar ul funun'un ilahiyat bölümüne girdi. 1905 te buradan mezun olunca kabataş lisesi'ne arapça müderrisi olarak tayin edildi. aynı yıl dersiam olarak fatih camii'ne derse çıktı.