beyninin yüzde ikisini kullanan insanlık bunun yüzdesini artırmaya çalışmaktansa..... insanlığının yüzdelik kullanım oranını artırmaya çalışsa...... yani biraz daha İNSAN olmaya gayret sarf etsek.......
'Gazetelerin sürmanşetinden büyük puntolarla lanetlemek, bu canavarların kökünü kurutmuyor yazık ki. Aksine kimi sapık zihinlerde başka pisliklerin üremesine cesaret veriyor. Ve artık her şey, her şey, her şey sıradanlaşıyor! Her acıya, her lanetli pisliğe, her aşağılık fiile alışıyor insanlar, duyarsızlaşıyor.'
'Bütün güzel şeyleri yok ediyorlar! ' diye haykırıyordu Virginia Woolf, evinin pencerelerini bombalar sarsarken. Tarih, 28 Mart 1941'di… II. Dünya Savaşı, kasıp kavuruyordu. Savaşın yol açtığı acılar canına tak edince Ouse Nehri'ne doğru yürüdü. Nehrin kıyısına vardığında, cebine kocaman taşlar doldurup kendini sulara bırakıverdi. Geriye, bir mektup ve insanoğlunun kulağında kıyamete kadar çınlayacak şu sözler kaldı: 'Delirecekmiş gibi hissediyorum. Bu korkunç çağda daha fazla yaşamayı sürdüremem! ..'
Bir yıl sonra… 1942. Brezilya... Bu kez Stefan Zweig, inandığı değerlerin bir bir yıkıldığını, yaşamının bir anlamı kalmadığını düşünüp karısıyla birlikte ölüme gidiyor. Böyle bir dünyada paylaşılacak bir şeyin kalmadığına inanıyor. 15 Haziran 1940 tarihli günlüğüne, 'Neredeyse 59 yaşındayım, önümdeki yıllar korkunç olacak; bu aşağılanmalara niye katlanayım ki? ' diye yazmıştı. Zweig, 61 yaşındaydı ve meşhur bir yazardı. Savaşın başlarında, Avrupa kentlerini dolaşırken ruhunda depremler oluyor ve kendi kendine söyleniyordu: 'Tüm insanlık söz konusuyken insanın kişisel ve özel şeylerle ilgilenmesi ne tuhaf! '
Savaşlardan söz etmeyeceğim. Savaştan daha onur kırıcı, daha aşağılık insanlık hallerini anlatacağım. Uzak bir dağ başına çıkıp, Virginia Woolf gibi haykırmak istiyorum: 'Bu korkunç çağda daha fazla yaşamayı sürdüremem! ..' ve Zweig gibi oturup ağlamak istiyorum: 'Bu aşağılanmalara niye katlanayım ki? ' İnsanlık onuru, ilkel çağlarda ancak bu kadar aşağılanmıştı. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömülüşü bile bu aşağılamanın yanında masum (!) kalıyor. O haberi ve yanındaki bebek fotoğrafını gazetede gördüğümde, yüzümde beliren ifade iş arkadaşlarımı korkutmaya yetmişti. İnsan olduğum için, böyle bir haberi duyduğum için, bu insanlarla aynı çağda ve aynı ülkede yaşadığım için utandım. Yüzümün utançtan, bir ağacın gövdesi gibi çatladığını hissettim. İçimde korkunç bir kusma hissi… Konuşma yeteneğimi yitirip dilsiz kalmak isterdim! … Böyle bir dünyada yaşamanın, söz söylemenin ne anlamı olabilir?
18 aylık bir bebeğin kirletildiği yazıyordu haberde. O aşağılık kelimeyi yazmayacağım. Gazeteler, bir bebeğin adının yanına o kelimeyi nasıl yazabildiler ve o bebeğin fotoğrafını nasıl basabildiler? ! Aklımı yitirmemek için kendimi zorluyorum. Bu toplum, nasıl böyle insan dışı yaratıklar üretiyor? Hangi zeminde, hangi pisliklerin gübreliğinde dal budak salıyor bunlar? Zaruret mi, cehalet mi, başka hastalıklar mı? Ve biz bunları soyutlamak, kurutmak için ne yapıyoruz? Gazetelerin sürmanşetinden büyük puntolarla lanetlemek, bu canavarların kökünü kurutmuyor yazık ki. Aksine kimi sapık zihinlerde başka pisliklerin üremesine cesaret veriyor. Ve artık her şey, her şey, her şey sıradanlaşıyor! Her acıya, her lanetli pisliğe, her aşağılık fiile alışıyor insanlar, duyarsızlaşıyor. 'Batman da battı: 11 ölü' başlığının altına, kocaman, gülümseyen, yarı çıplak bir Hülya Avşar fotoğrafı koyuyor bir gazete. Selin yuttuğu 11 insanın acıklı ölümü, sırıtan çıplak bir kadının bedeniyle sunuluyor; o ateşin düştüğü evlerle alay eder gibi. İtiraf edelim: Artık hiçbirimiz, hiçbir ölüm karşısında üzülmüyor, sarsılmıyor, kılımızı kıpırdatmıyoruz. Onlarca insanın ölüm haberi bile içimizi titretmiyor. 'Bireysellik' çağı dedikleri bu olmalı. Başkalarının acısına kulak vermemek. Başkalarının ölümünü görmemek, duymamak…
Yoksa böyle mi olurdu! 18 aylık bir bebeğin kirletildiği haberinin, yürekleri parçalaması gerekirdi. Bir kente atılmış atom bombasından daha daha öldürücü, daha kahredici değil mi bu? İzmir'e atom bombası atılsaydı ne yapardık? Bir bomba insanların bedenini öldürür; ama bu, insanlık onurunu öldüren bir saldırı. Bu utançla nasıl yaşar insanoğlu? İntiharın haram olduğunu bilmeme ve onu asla onaylamama rağmen Virginia Woolf'un ve Zweig'in intiharını onurlu bir başkaldırı olarak gördüm hep. Böyle aşağılık bir çağda insan, yerin altının üstünden daha hayırlı olduğunu düşünüyor bazen. Ne var ki yerin altına gitmek bizim irademizde değil. Peki ne yapacağız? Belki de dünyayı bu insan dışı yaratıklara bırakmamak için inadına yaşamak gerek. Anlaşılan o ki, dünyayı güzel ahlakla süslemek isteyenlerin âheste yürümeye hakları yok. İnsanlığın dirilişini düşleyeceksek, yaşama zevkini çoktan unutmuş olmamız gerek.
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu tirende üçüncü mevki şosede yayan büyük insanlık. Büyük insanlık sekizinde işe gider yirmisinde evlenir kırkında ölür büyük insanlık.
Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter pirinç de öyle şeker de öyle kumaş da öyle kitap da öyle büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok sokağında fener penceresinde cam ama umudu var büyük insanlığın umutsuz yaşanmıyor.
Kadınların gözünde üstün olmayan hiçbir erkek, gerçekten üstün değildir. Erkeklerin çoğu bu kuralı bildikleri için ezilirler; kadınların çoğu ise bilmedikleri için.. Kadınlar ancak kendilerinden daha zeki ve daha üstün bir erkeğe aşık olabilirler. İnsanlık işte bu yüzden ilerliyor..
İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliği duygusallığı olMAmakla birlikte duygusuzca yaklaşım gösteren kişilere 'hiç mi insanlığın kalmadı' denmesi ile ayrımın bu noktada olunduğu sanılması...
Yani doğamıza uygun duygulu davranış gösterme hali insanlıktır.
Oysa doğada pek çok canlı kendi türüne karşı insandan daha fazla koruyucudur.
Ayrıca; insanlık yerküre baz alınarak düşünüldüğünde ise inşa ettiği uygarlıktır.
’’Herkes kendi hatası yüzünden mutsuz olursa insanlık iyi bir durumda demektir.’’
(Seneca, Ahlâk Mektupları, s.244)
insanlık insanlık tır alçak gönülük tür sevinç vb. duygulardır
Nereye baksak bazen farklıdır
"İyileri aptal sandığımız yerde yitirdik insanlığımızı."
Hayat Güzeldir (1997)
Neden insanlık hep bende kalıyor,
Gidecek kimsesi yok mu?
Ne insanlar eski insan,
nede insanlık eski insanlık.
Şimdi varsa yoksa 'BEN'.
Şimdi moda: Ben kurtulayımda nolursa olsun. Benden sonra tufan.
insanlık..
tekelci kapitalizmin şirketlerinin kucağına emanet edilerek
kendi emeğine yabancılaştırıldığı..
siyasal alanda.. insanlık gücünün tahakkümüne
boyun eğdirildiği..
hayatı.. ulus devletlerin
kirli ırkçı pragmatist emellerine teslim edildiği için..
hayat damarları kurumuş tüketimin
rehâvetin.. konforun.. israfın.. kinin.. hasedin.. öfkenin
şiddetin pençesinde
inim inim
inlemekte
…
kadınlara has bişey olduğunu biliyorum...
erkekler_ki çıkma değiminine sebep varlıklar...
insanlıktan çıkma...ben girdiklerini de sanmıyorum esasen...
beyninin yüzde ikisini kullanan insanlık bunun yüzdesini artırmaya çalışmaktansa.....
insanlığının yüzdelik kullanım oranını artırmaya çalışsa......
yani biraz daha İNSAN olmaya gayret sarf etsek.......
insanların genel hallerini anlatmak için kullanılan terimdir....
İnsanlık, bütün insanların, insana yaraşır bir yaşam sürdürmeleri için ulaşılmak istenen bir amaçtır.
Azıcık insanlık olsaydı bu hallere gelmezdik!
'Gazetelerin sürmanşetinden büyük puntolarla lanetlemek, bu canavarların kökünü kurutmuyor yazık ki. Aksine kimi sapık zihinlerde başka pisliklerin üremesine cesaret veriyor. Ve artık her şey, her şey, her şey sıradanlaşıyor! Her acıya, her lanetli pisliğe, her aşağılık fiile alışıyor insanlar, duyarsızlaşıyor.'
ALİ ÇOLAK
Böyle bir dünyada nasıl yaşanır?
'Bütün güzel şeyleri yok ediyorlar! ' diye haykırıyordu Virginia Woolf, evinin pencerelerini bombalar sarsarken. Tarih, 28 Mart 1941'di… II. Dünya Savaşı, kasıp kavuruyordu. Savaşın yol açtığı acılar canına tak edince Ouse Nehri'ne doğru yürüdü.
Nehrin kıyısına vardığında, cebine kocaman taşlar doldurup kendini sulara bırakıverdi. Geriye, bir mektup ve insanoğlunun kulağında kıyamete kadar çınlayacak şu sözler kaldı: 'Delirecekmiş gibi hissediyorum. Bu korkunç çağda daha fazla yaşamayı sürdüremem! ..'
Bir yıl sonra… 1942. Brezilya... Bu kez Stefan Zweig, inandığı değerlerin bir bir yıkıldığını, yaşamının bir anlamı kalmadığını düşünüp karısıyla birlikte ölüme gidiyor. Böyle bir dünyada paylaşılacak bir şeyin kalmadığına inanıyor. 15 Haziran 1940 tarihli günlüğüne, 'Neredeyse 59 yaşındayım, önümdeki yıllar korkunç olacak; bu aşağılanmalara niye katlanayım ki? ' diye yazmıştı. Zweig, 61 yaşındaydı ve meşhur bir yazardı. Savaşın başlarında, Avrupa kentlerini dolaşırken ruhunda depremler oluyor ve kendi kendine söyleniyordu: 'Tüm insanlık söz konusuyken insanın kişisel ve özel şeylerle ilgilenmesi ne tuhaf! '
Savaşlardan söz etmeyeceğim. Savaştan daha onur kırıcı, daha aşağılık insanlık hallerini anlatacağım. Uzak bir dağ başına çıkıp, Virginia Woolf gibi haykırmak istiyorum: 'Bu korkunç çağda daha fazla yaşamayı sürdüremem! ..' ve Zweig gibi oturup ağlamak istiyorum: 'Bu aşağılanmalara niye katlanayım ki? ' İnsanlık onuru, ilkel çağlarda ancak bu kadar aşağılanmıştı. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömülüşü bile bu aşağılamanın yanında masum (!) kalıyor. O haberi ve yanındaki bebek fotoğrafını gazetede gördüğümde, yüzümde beliren ifade iş arkadaşlarımı korkutmaya yetmişti. İnsan olduğum için, böyle bir haberi duyduğum için, bu insanlarla aynı çağda ve aynı ülkede yaşadığım için utandım. Yüzümün utançtan, bir ağacın gövdesi gibi çatladığını hissettim. İçimde korkunç bir kusma hissi… Konuşma yeteneğimi yitirip dilsiz kalmak isterdim! … Böyle bir dünyada yaşamanın, söz söylemenin ne anlamı olabilir?
18 aylık bir bebeğin kirletildiği yazıyordu haberde. O aşağılık kelimeyi yazmayacağım. Gazeteler, bir bebeğin adının yanına o kelimeyi nasıl yazabildiler ve o bebeğin fotoğrafını nasıl basabildiler? ! Aklımı yitirmemek için kendimi zorluyorum. Bu toplum, nasıl böyle insan dışı yaratıklar üretiyor? Hangi zeminde, hangi pisliklerin gübreliğinde dal budak salıyor bunlar? Zaruret mi, cehalet mi, başka hastalıklar mı? Ve biz bunları soyutlamak, kurutmak için ne yapıyoruz? Gazetelerin sürmanşetinden büyük puntolarla lanetlemek, bu canavarların kökünü kurutmuyor yazık ki. Aksine kimi sapık zihinlerde başka pisliklerin üremesine cesaret veriyor. Ve artık her şey, her şey, her şey sıradanlaşıyor! Her acıya, her lanetli pisliğe, her aşağılık fiile alışıyor insanlar, duyarsızlaşıyor. 'Batman da battı: 11 ölü' başlığının altına, kocaman, gülümseyen, yarı çıplak bir Hülya Avşar fotoğrafı koyuyor bir gazete. Selin yuttuğu 11 insanın acıklı ölümü, sırıtan çıplak bir kadının bedeniyle sunuluyor; o ateşin düştüğü evlerle alay eder gibi. İtiraf edelim: Artık hiçbirimiz, hiçbir ölüm karşısında üzülmüyor, sarsılmıyor, kılımızı kıpırdatmıyoruz. Onlarca insanın ölüm haberi bile içimizi titretmiyor. 'Bireysellik' çağı dedikleri bu olmalı. Başkalarının acısına kulak vermemek. Başkalarının ölümünü görmemek, duymamak…
Yoksa böyle mi olurdu! 18 aylık bir bebeğin kirletildiği haberinin, yürekleri parçalaması gerekirdi. Bir kente atılmış atom bombasından daha daha öldürücü, daha kahredici değil mi bu? İzmir'e atom bombası atılsaydı ne yapardık? Bir bomba insanların bedenini öldürür; ama bu, insanlık onurunu öldüren bir saldırı. Bu utançla nasıl yaşar insanoğlu? İntiharın haram olduğunu bilmeme ve onu asla onaylamama rağmen Virginia Woolf'un ve Zweig'in intiharını onurlu bir başkaldırı olarak gördüm hep. Böyle aşağılık bir çağda insan, yerin altının üstünden daha hayırlı olduğunu düşünüyor bazen. Ne var ki yerin altına gitmek bizim irademizde değil. Peki ne yapacağız? Belki de dünyayı bu insan dışı yaratıklara bırakmamak için inadına yaşamak gerek. Anlaşılan o ki, dünyayı güzel ahlakla süslemek isteyenlerin âheste yürümeye hakları yok. İnsanlığın dirilişini düşleyeceksek, yaşama zevkini çoktan unutmuş olmamız gerek.
04/11/2006
İnsanlık kendi karanlığında yatağını kaybetmiş ırmaklar gibi yolunu arıyor, Senin ışığına öylesine muhtaç ki. Yalnızca yarasalar çığlık çığlığa şen şakrak bugün. Senin ışığında insanlığın acıları bile güzeldi. Karanlıklardan ışığa ne küfürler edilmekte bugün oysa. Kaba ve hoyrat sesler küfür makamında kulaklarımızı tırmalayıp, kalbimize zehirli bir ok gibi saplanırken horlanmışlığımızın çaresiz ağıtlarına tutuluyor, eşrefi mahlukatın kalelerini bir bir esfeli safiline kaptırdığımızı farkediyoruz. Güzelliklere ayarlanan insanlığın akordunun nice bozulduğuna şahit oluyoruz. Dilimize kelimeler hüzün makamında seyirtmesine rağmen, ‘ya bizimde akordumuz bozulmuşsa’ diye gönül tellerimize mızrabımızla dokunmaya korkuyoruz. Sevgiliye iftira edilmesi karşısında oysa, ağıt makamında gözyaşı dökemiyorsak zaten akordumuz bozulmuş demek.
dünya denen
bu alemde
yaşıyoruz beraberce
sevgileri hüzünleri
paylaşalım
kardeşçe.
bu seviyim
lazım türküm
alevi zazayım kürdüm
herşeyden önce insanım
göçmen arabım rumum
enti hebipti enti heyeti
fı dünya line inti amrı
ah rındamın ah çevreşamın
sıbe meye ah evinamın
kırmızı akar kanımız
hep aynıyız yok farkımız
ister bugün ister yarın
dost olmak zorundayız
bu seviyim
lazım türküm
alevi zazayım kürdüm
herşeyden önce insanım
süryani çerkez rumum
isey ağapimu
isey zuimu
tomolindikomman
isey tapandamı
sevdaaşkimi
çornaşkimi
çunamipeçkunye
güliçkimi
tuaştımına
tıherçemına
vosaremovu
tızerremine
daştaryeyemez
bukraşleyeme
berparreyeman
yeta yeme
tunis sirellis
tunes
başterriz
bernaavakkam
bernatapuyiz
benim sevdiğim
benim herşeyim
yarınlar bizim
benim bebeğim
her
insanlık
ne diyelim ALLAH kimseye unutturmasın
ölmüş(bkn) :))))
ölmemiş...
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
tirende üçüncü mevki
şosede yayan
büyük insanlık.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.
Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.
dur bakalım daha yeni topraga tohum attun...
meyvelerini toplayınca bakcas artık.))
Kadınların gözünde üstün olmayan hiçbir erkek, gerçekten üstün değildir. Erkeklerin çoğu bu kuralı bildikleri için ezilirler; kadınların çoğu ise bilmedikleri için.. Kadınlar ancak kendilerinden daha zeki ve daha üstün bir erkeğe aşık olabilirler.
İnsanlık işte bu yüzden ilerliyor..
'İnsanlık ilerliyor.
Aşağıya...
Daha aşağıya...'
İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliği duygusallığı olMAmakla birlikte duygusuzca yaklaşım gösteren kişilere 'hiç mi insanlığın kalmadı' denmesi ile ayrımın bu noktada olunduğu sanılması...
Yani doğamıza uygun duygulu davranış gösterme hali insanlıktır.
Oysa doğada pek çok canlı kendi türüne karşı insandan daha fazla koruyucudur.
Ayrıca; insanlık yerküre baz alınarak düşünüldüğünde ise inşa ettiği uygarlıktır.