Kur'ân; insanın yaratılış gayesini marifet ufku, muhabbet rûhu, aşk u şevk buudu ve rûhânî hazlar televvünleriyle “imân-ı billah” olarak tespit eder. İnsan, yerinde kendi özünden varlığın derinliklerine yollar vurmak ve yerinde varlıktan değişik kesitler alıp özünde değerlendirerek imân ve düşünce dünyasını inşa etmekle sorumlu tutulmuştur. Bu, aynı zamanda onun rûhunda meknî bulunan insanlık gerçeğinin de ortaya çıkması demektir. Evet insan, ancak imânın aydınlığında, özünü, özündeki derinlikleri, varlığın hedef ve gayelerini sezip, kâinât ve hâdiselerin içyüzüne, eşyanın perde arkasına muttali olabilir.. muttali olup varlığı kendi buudlarıyla kavrayabilir. İnançsızlık tıkalı ve boğucu bir sistemdir. İnançsızın nazarında varlık bir kaosla başlamış, rastlantıların ürperten belirsizlikleri içinde gelişmiş ve süratle de dehşet veren bir sona doğru kaymaktadır. Bu sallana sallana, yuvarlana yuvarlana gidiş içinde, ne rûha inşirah veren Rahmanî bir nefha, ne de bizi insanî emellerimizle kucaklayacak emniyet esintili küçük bir yer, hatta ayağımızı basacak kadar bir zemin vardır.
Menşeini, hareket çizgisini, nereye ve neye yönlendirildiğini, vazife ve sorumluluklarını sezebilen imân insanı ise, her şeyi apaydın görür.. ayağını basacağı yere endişesiz basar.. tevcih edildiği hedefe korkusuzca ve güvenle yürür.. yürürken de varlığı ve varlığın perde arkasını elli bin defa kurcalar, elli bin defa eşya ve hâdiseleri imbikten geçirir; her kapıyı zorlar, her nesneyle münasebet yollarını araştırır.. bildiklerinin, bulduklarının yetmediği yerlerde, o güne kadar kendisini veya başkalarının gerçekleştirdiği tespitlerin çehresinde görüp-duyduğu hakikatlerle yetinir ve yoluna devam eder.
Bu ölçüler içinde bir imân seyyahı, çok önemli bir güç kaynağı keşfetmiş sayılır. Evet, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” ile remzedilen, ötelere âit bu cephane ve hazine öylesine önemli bir kuvvet kaynağıdır ki, bu kuvvet kaynağı ve bu ışığı elde eden insanın artık başka güç kaynağına ihtiyaç hissetmesi söz konusu değildir. O, hep onu görür, onu bilir, onun maiyyetine koşar, hayatını ona yönelik yaşar; marifet ve itimadının derinliği ölçüsünde bütün dünyevî güçlere meydan okuyabilir ve her şeyin üstesinden gelebileceği ümidiyle en olumsuz durumlarda bile şevkle yaşar; kat’iyen bedbinlik ve karamsarlığa da düşmez.
iman inanıyorum demektir. hayata canlılık veren yegane kaynaktır.her kim ben inanmıyorum diyebiliyorsa da aslında o da her hangi bir şeye ve ya kavrama inanıyordur.örneğin bir insan ben tanrıya inanmıyorum diyebilir, ama tanrıya inanmasada' tanrıya inanmamaya iman ediyordur. işte buda aslında bir iman çeşididir.bu örnek aynı zamanda ateistler içinde geçerlidir.
"Iman ki ilahi o cevher ne büyüktür Imansiz olan yürek sinede yüktür" (Ya Rabbi Iman ne büyük bir cevherdir.Imansiz olan kalb ise gögüste yüktür) Mehmet Akif Ersoy
İlimlerin esası, ilimlerin şahı ve padişahı; iman ilmidir.
hakiki imana sahip olan kişi kainatı yerinden oynatır.(said-i nursi)
iman ancak yaşanarak anlaşılır.
İmansızlara eğer islamı anlamaları nasip olsa zaten Hz.Muhammed yeter başka söze ne hacet var.
ANLAYANA SİVRİ SİNEK SAZ, ANLAMAYANA DAVUL ZURNA AZ.
Iman cidden bir hidayet meselesi,bu yüzden akilla metodla bir ilgisi olmadigini düsünmüsümdür hep..
Adem'in pişmanlığıdır iman,
Havva'nın gözyaşları..Eyyub'un
sabrı, Musa'nın asası, Yunus'un
duasıdır...
İbrahim'in nurdan gömleği, Yusuf'un
güzelliği,Yakub'un açılan gözleridir...
Süleyman'ın şükrü, Davud'un sesi,
Ashab-ı Kehf'in uykusudur...
İsmail'in boyun eğişi, Hacer'in
teslimiyeti ve şeytanın
mağluboluşudur iman...
İsa'nın müjdelediğidir.. ve son
peygamberin dirilten nefesidir iman..
Aşktır iman, meleklerin bile kül
olacağı noktadan geçivermektir..
Gökler dolusu 'Bihad Bihad sesleridir Bilal'ce...
Sıddık'ın vefası, Osman'ın
hayasıdır...
Alinin ilmi, Ömer'in adaletidir iman...
Er meydanında o şanlı yiğidimin,
mani olmasın diye koparıp
attığı koludur...
Halid'in kılıcı Hamza'nın
heybeti,Musab'ın asaleti...
İkrimenin hidayeti,ve resulün affıdır
iman...
Zulme karşı duruşun aduıdır
iman...Mazlumların duaları,
gözyaşlarıdır...
Cennetleri dünyaya taşımaktır iman...
Allah'tan başka herşeye 'La' demenin
adıdır...
Gözünün görmediği, aklının
ermediği
Lakin yüreğinin teslim olduğu
'herşey'dir
Yüzünü,aklını yüreğini ve tüm
kainatı ışıklandırandır
Elst bezminde bela deyip. Rabbinle kavilleşmendir
iman
Sen en iyisi kapat gözlerini,akıt Ona
aklını ve yüreğini..
Olmadı kapan secdeye..
İŞTE İMAN: O'NUNLA (CC)
KURABİLDİĞİN İRTİBATTIR
Kalp çölünde etrafı yemyeşil bir vaadır ki...
düşünce kafileleri oraya asla ulaşamaz...
İman Hem Nurdur Hem Kuvvettir
Kur'ân; insanın yaratılış gayesini marifet ufku, muhabbet rûhu, aşk u şevk buudu ve rûhânî hazlar televvünleriyle “imân-ı billah” olarak tespit eder. İnsan, yerinde kendi özünden varlığın derinliklerine yollar vurmak ve yerinde varlıktan değişik kesitler alıp özünde değerlendirerek imân ve düşünce dünyasını inşa etmekle sorumlu tutulmuştur. Bu, aynı zamanda onun rûhunda meknî bulunan insanlık gerçeğinin de ortaya çıkması demektir. Evet insan, ancak imânın aydınlığında, özünü, özündeki derinlikleri, varlığın hedef ve gayelerini sezip, kâinât ve hâdiselerin içyüzüne, eşyanın perde arkasına muttali olabilir.. muttali olup varlığı kendi buudlarıyla kavrayabilir. İnançsızlık tıkalı ve boğucu bir sistemdir. İnançsızın nazarında varlık bir kaosla başlamış, rastlantıların ürperten belirsizlikleri içinde gelişmiş ve süratle de dehşet veren bir sona doğru kaymaktadır. Bu sallana sallana, yuvarlana yuvarlana gidiş içinde, ne rûha inşirah veren Rahmanî bir nefha, ne de bizi insanî emellerimizle kucaklayacak emniyet esintili küçük bir yer, hatta ayağımızı basacak kadar bir zemin vardır.
Menşeini, hareket çizgisini, nereye ve neye yönlendirildiğini, vazife ve sorumluluklarını sezebilen imân insanı ise, her şeyi apaydın görür.. ayağını basacağı yere endişesiz basar.. tevcih edildiği hedefe korkusuzca ve güvenle yürür.. yürürken de varlığı ve varlığın perde arkasını elli bin defa kurcalar, elli bin defa eşya ve hâdiseleri imbikten geçirir; her kapıyı zorlar, her nesneyle münasebet yollarını araştırır.. bildiklerinin, bulduklarının yetmediği yerlerde, o güne kadar kendisini veya başkalarının gerçekleştirdiği tespitlerin çehresinde görüp-duyduğu hakikatlerle yetinir ve yoluna devam eder.
Bu ölçüler içinde bir imân seyyahı, çok önemli bir güç kaynağı keşfetmiş sayılır. Evet, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” ile remzedilen, ötelere âit bu cephane ve hazine öylesine önemli bir kuvvet kaynağıdır ki, bu kuvvet kaynağı ve bu ışığı elde eden insanın artık başka güç kaynağına ihtiyaç hissetmesi söz konusu değildir. O, hep onu görür, onu bilir, onun maiyyetine koşar, hayatını ona yönelik yaşar; marifet ve itimadının derinliği ölçüsünde bütün dünyevî güçlere meydan okuyabilir ve her şeyin üstesinden gelebileceği ümidiyle en olumsuz durumlarda bile şevkle yaşar; kat’iyen bedbinlik ve karamsarlığa da düşmez.
http://tr.fgulen.com/a.page/eserleri/fasildan.fasila/fasildan.fasila.2/risale.i.nur.etrafinda/a5551.html
İman gaybe olur...
Görüneni inkar etmek ahmaklık olur zaten.
İman,taşı bile toz haline getiren gizemli güç.Asıl anlamını ve güzelliğini Hakk’ a olduğunda kazanır.
iman inanıyorum demektir. hayata canlılık veren yegane kaynaktır.her kim ben inanmıyorum diyebiliyorsa da aslında o da her hangi bir şeye ve ya kavrama inanıyordur.örneğin bir insan ben tanrıya inanmıyorum diyebilir, ama tanrıya inanmasada' tanrıya inanmamaya iman ediyordur.
işte buda aslında bir iman çeşididir.bu örnek aynı zamanda ateistler içinde geçerlidir.
iman insanın sırtını sağlam bir yere dayaması,mutlak gücün koruması altına girmektir.Kainata meydan okumaktır.her şeye sözü geçenin halifesi olmaktır
İman yürek çarpıntısı degil, hayatın bir paradoksudur.
bir şeye kesin olarak inanmaktır
"Iman ki ilahi o cevher ne büyüktür
Imansiz olan yürek sinede yüktür"
(Ya Rabbi Iman ne büyük bir cevherdir.Imansiz olan kalb ise gögüste yüktür)
Mehmet Akif Ersoy
İman inançtır ve inanç da terapi gibidir. Dindir, huzur duymaktır.