Kültür Sanat Edebiyat Şiir

İmam ı Azam Ebu Hanefi (r.a) sizce ne demek, İmam ı Azam Ebu Hanefi (r.a) size neyi çağrıştırıyor?

İmam ı Azam Ebu Hanefi (r.a) terimi Abdülbaki Kavlakoğlu tarafından tarihinde eklendi

  • Namaz Oruç
    Namaz Oruç

    RESULLAH [SAV] diyorki ümmetimin ışıgı numan adlı kişidir degerli din kardeşlerim böyle zatları anarken önce mübarek ruhlarına bir fatiha okuyalım islam dinini en açık şekilde anlatan ilmiyle insanlıga hizmet etmiş kişidir ALLAH`ıma hergün dua edıyorum müslüman olarak doğdum müslüman olarak öleyim diye ALLAH imamı azam ebu hanefi ve bu dine hizmet etmiş ve etmekte olan herkesden razı olun LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDUN RESULLAH SÜBHANALLAH ALLAHU EKBER ELHAMDULİLLAH ALLAHÜMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ALA ALİ MUHAMMED LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAH

  • Namaz Oruç
    Namaz Oruç

    RESULLAH [SAV]diyorki ümmetimin ışığıdır imamı azamı anarken önce mübarek ruhu şeriflerine bir fatiha okuyalım sonra ilminden yararlanalım her konuyu açıklayarak insalığa sunmuştur ALLAH``hıma her gün dua edıyorum müslüman olarak doğdum müslüman olarak öleyım diye LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDUN RESULLAH

  • Nusret Orhan
    Nusret Orhan

    Herşeyi bildiğini iddia edenlere İmam-ıAzam'ın sözü:
    O ki ilim kaynağı idi, bakın ne diyor.
    ' Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım, başım göğe değerdi '

  • Uğur Şamil Tuğrul
    Uğur Şamil Tuğrul

    İmam-ı Azam (r.a.) hakkında bazı hadis-i şerifler;

    (Âdem (aleyhisselam) benimle öğündüğü gibi ben de ümmetimden bir kimse ile öğünürüm. İsmi Numan, künyesi Ebu Hanife’dir. O, ümmetimin ışığıdır.)

    (Peygamberler benimle öğündükleri gibi ben de Ebu Hanife ile öğünüyorum. Onu seven beni sevmiş olur. Onu sevmeyen beni sevmemiş olur.)

    (Ümmetimden biri, İslamiyeti canlandırır. Bid’atleri öldürür. Adı Numan bin Sabit’tir.)

    (Her asırda ümmetimden yükselenler olacaktır. Ebu Hanife zamanının en yükseğidir.)

    Hazret-i Ali de; “Size bu Kufe şehrinde bulunan, Ebu Hanife adında birini haber vereyim. Onun kalbi ilim ve hikmet ile dolu olacaktır. Ahir zamanda, birçok kimse, onun kıymetini bilmeyerek helak olacaktır” buyurdu.

    İmam-ı a’zamın zamanında ve sonraki asırlarda yaşayan İslam âlimleri hep onu methetmişler, büyüklüğünü bildirmişlerdir.

    Abdullah ibni Mübarek anlatır:
    İmam-ı a’zam Ebu Hanife, imam-ı Malik’in yanına geldiğinde imam-ı Malik ayağa kalkıp ona hürmet gösterdi. O gittikten sonra yanındakilere: “Bu zatı tanıyor musunuz? Bu zat, Ebu Hanife Numan bin Sabit’tir. Eğer şu ağaç direk altındır dese, ispat eder” dedi.

    Veki' der ki:
    “Allahü teâlâya yemin ederim ki, Hazret-i İmam çok emin idi. Yine Allahü teâlâya yemin ederim ki Allahü teâlâ onun kalbine azamet ve celaleti ile tecelli eylemişti, Allahü teâlânın rızasını her şeye tercih ederdi.”

    Ebu Ahvas der ki:
    “Eğer kendisine üç güne kadar öleceği bildirilse, yapmakta olduğu amelden, ibadetten daha fazlasını yapması imkansızdı, çünkü her zaman yapılabilecek ibadetin çoğunu yapardı.”

    Bekir İbni Maruf der ki:
    “Bu ümmetin içinde sireti, Ebu Hanife'den güzel olan bir kimse görmedim.”
    (Siret, ahlak ve kalb güzelliği demektir.)

    Hasen İbni Salih der ki:
    “Ebu Hanife, kuvvetli vera sahibi ve haramlardan çok uzak idi. Şüpheli olur diye, helallerin fazlasından kaçınırdı. Kendini ve ilmini koruma hususunda daha kuvvetli âlim görmedim. Vefatına kadar ömrü mücadele ile geçti.”

    Yezid ibni Harun der ki:
    “Bin âlimin huzurunda bulunup hepsinden ilim topladım. Bunların içinde, vera sahibi ve dilini çok koruyan Ebu Hanife’den başkasını görmedim.”

    Hafas der ki:
    “Otuz sene Ebu Hanifenin sohbetinde bulundum. Aleni yapmadığı bir şeyi, gizli de yaptığını görmedim. Şüphelendiği bir şey, malının hepsi bile olsa yanında saklamaz, elinden çıkarırdı.”

    Harun Reşid, Ebu Yusuf'a Hazret-i İmamın ahlakını sordu. Ebu Yusuf şöyle anlattı:
    (Haramdan nefret eder, çok sakınırdı. Dinde bilmediği şeyi söylemezdi. Allahü teâlâya itaat ve ibadet etmeyi ve Ona isyan etmemeyi çok severdi. Dünyayı sevenlerden, dünyaya düşkün olanlardan uzak idi. Az konuşur, çok düşünürdü. Eğer bir soru sorulsa ve cevabını bilse, söyler ve daima doğruyu söylerdi. Eğer bunun gayrisi bir mesele olsa, hak üzere kıyas edip, ona tâbi olur, bunda dinini çok kayırırdı. İlim ve malını Allah yolunda dağıtırdı. İnsanlardan hiç kimseye ihtiyacı yoktu, O yalnız Allahü teâlânın rahmetine kavuşmayı ve rızasını kazanmayı düşünürdü. Hiç kimseye tamah etmez. Gıybet etmekten çok uzak idi. Bir kimseyi hayırdan, iyilikten başka şey ile anmazdı.)
    Harun Reşid, bunları dinledikten sonra dedi ki: (Bu saydıkların salihlerin, evliyanın ahlakıdır.)

    Hafız Muhammed ibni Meymun der ki:
    “Ebu Hanife’nin zamanında ondan arif ve fakih yoktu. Yemin ederim ki, onun mübarek ağzından bir söz duymaya yüz bin dinar (altın) veririm.”

    İbni Üyeyne;
    “Onun eşini ve benzerini gözüm görmedi, fıkıh bilgisi Kufe’de Ebu Hanife’nin talebesindedir” demiştir.

    Davud-i Tai’nin yanında Ebu Hanife hazretlerinden konuşuldu. Buyurdu ki: “O bir yıldızdır. Karanlıkta kalanlar onunla yol bulur, hidayete kavuşur.”

    Hafız Abdülaziz ibni Revvad der ki:
    “Ebu Hanife’yi seven, Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebindedir. Ona buğz eden, kötüleyen bid’at sahibidir. Ebu Hanife bizimle insanlar arasında miyardır (ölçüdür) . Onu sevenin, ona yüzünü dönenin Ehl-i sünnet olduğunu; buğz edenin bid’at sahibi olduğunu anlarız.”

    İbrahim bin Muaviye-i Darir der ki:
    “Ebu Hanife’yi sevmek sünnetin tamamındandır. Ebu Hanife adaleti gözetir, insafla konuşur, ilmin yollarını insanlara beyan eder ve herkesin müşkillerini çözerdi.”

    Hakikate varmış evliyanın büyüklerinden Sehl bin Abdullah Tüsteri;
    “Eğer Musa ve İsa aleyhimesselamın kavimlerinde Ebu Hanife hazretleri gibi âlimler bulunsaydı, bunlar doğru yoldan ayrılıp, dinlerini bozmazlardı” buyurdu.

    İmam-ı Şafii; “Ben imam-ı a’zam Ebu Hanife’den daha büyük fıkıh âlimi bilmem. Fıkıh öğrenmek isteyen onun talebesinin ilim meclisinde otursun, onlara hizmet etsin” buyurdu.

    İmam Ahmed ibni Hanbel; “İmam-ı a’zam, vera (haramlara düşme korkusuyla şüphelilerden sakınan) ve zühd (dünyaya düşkün olmayan) , isar (cömertlik) sahibiydi. Ahirete olan arzusunun çokluğunu kimse anlayacak derecede değildi” buyurdu.

    İmam-ı Malik’e; “İmam-ı a’zamdan bahsederken onu diğerlerinden daha çok methediyorsunuz? ” dediklerinde; “Evet öyledir. Çünkü, insanlara ilmi ile faydalı olmakta, onun derecesi diğerleri ile mukayese edilemez. Bunun için ismi geçince, insanlar ona dua etsinler, diye hep methederim” buyurdu.

    İmam-ı Gazali; “İmam-ı a’zam Ebu Hanife çok ibadet ederdi. Kuvvetli zühd sahibiydi. Marifeti tam bir arif idi. Takva sahibi olup, Allahü teâlâdan çok korkardı. Daima Allahü teâlânın rızasında bulunmayı isterdi” buyurdu.

    Yahya bin Muaz-ı Razi anlatır:
    Peygamber efendimizi rüyada gördüm ve; “Ya Resulallah, seni nerede arayayım? ” dedim. Cevabında; “Beni, Ebu Hanife’nin ilminde ara” buyurdu.

    İmam-ı Rabbani hazretleri buyurur ki:
    “İmam-ı a’zam, abdestin edeplerinden bir edebi terk ettiği için kırk senelik namazını kaza etmiştir. Ebu Hanife takva sahibi, sünnete uymakta ictihad ve istinbatta (şer’i delillerden hüküm çıkarmakta) öyle bir dereceye kavuşmuştur ki, diğerleri bunu anlamaktan acizdirler. İmam-ı a’zam, hadis-i şerifleri ve Eshab-ı kiramın sözünü kendi reyine (ictihadına tercih) ederdi.”

    İmam-ı Rabbani hazretleri Mebde ve Mead risalesinde de şöyle buyurur:
    “Derecesinin yüksekliğini ve kıymetini anlatmaktan aciz olduğumuz o büyük imamın şânından ne yazayım! Müctehidlerin en vera sahibiydi. En müttekisi (Allah’tan korkarak haramdan çok sakınanı) o idi. Şafii’den de, Malik’ten de, İbni Hanbel’den de her bakımdan üstündü.”

    Yine İmam-ı Rabbani ve Muhammed Parisa hazretleri buyurdular ki:
    “İsa aleyhisselam gibi ülülazm bir Peygamber gökten inip İslam diniyle amel edince ve ictihad buyurunca, ictihadı imam-ı a’zamın ictihadına uygun olacaktır. Bu da imam-ı a’zamın büyüklüğünü, ictihadının doğruluğunu gösteren en büyük şahittir.”

    Feridüddin-i Attar hazretleri imam-ı a’zamı şöyle anlatır;
    “İslamiyetin ve milletin ışığı, din ve devletin mumu, hakikatler menbaı, manevi cevherler ve ince bilgiler denizi, ârif, âlim, sofi, cihanın imamı, methi bütün dillerde dolaşan, her milletin makbulü olanı ben nasıl anlatabilirim? Onun riyazet ve mücahedeleri, onun halvet ve müşahedelerinin sonu yoktur. Firasette, siyasette, akıllılıkta ve zekilikte bir tane idi. Mürüvvet ve fütüvvette bir hilkat garibesi idi. Cihanın kerimi, zamanın en cömerdi, devrinin efdali ve vaktinin en âlimi idi. En yüksek derece ve eşsiz mertebede idi. Hazret-i İmamı-ı Ebu Hanife Kufi'nin şemaili, vasıfları Tevrat' ta, yazılı idi.”
    (Riyazet nefsin istediklerini yapmamaktır, Mücahede ise nefsin istemediklerini yapmaktır.)

    “Yüz elli senesinde dünyanın ziyneti gider” hadis-i şerifinin, imam-ı a’zam için olduğunu İslam âlimleri bildirmiştir. Çünkü o tarihte imam-ı a’zam gibi bir büyük vefat etmemişti.

    BÖYLE BİR İNSANA TABİ OLMAK NE KADAR GÜZEL..

  • Ensar Yıldırım
    Ensar Yıldırım

    s a. şayet hafızam beni yanıltmıyor ise Ebu hanefi imamı azamın eşi idi bır gun imamı azam kadınlardan oluşan bır cemaata vaaz verirken kendisine yöneltilen bır soruda eşinin bilgisine danıştı ve doğru cevabı buldu ondan dolayı bırlıkte anılır oldular.çağrıştımaya gelince yaşamda kadın erkek dayanışmasıının bundan daha belirgin anlatılacağı bır kavram yoktur bence

  • Emrah Ün
    Emrah Ün

    ilmin kaynağı, geleceği önceden bildirilmiş islam'a büyük hizmetlerde bulunmuş o ve onun mezhebine tabi olanlar ALLAH tarafından övülmüş imamların imamı fıkıh alimlerinin hocası bir ilim adamıdır....

  • Emrah Ün
    Emrah Ün

    ilmin kaynağı, geleceği önceden bildirilmiş islam'a büyük hizmetlerde bulunmuş o ve onun mezhebine tabi olanlar ALLAH tarafından övülmüş imamların imamı fıkıh alimlerinin hocası bir ilim adamıdır....

  • Mustafa
    Mustafa

    imamı azam ebu hanefi hazretleri doğrudan mezhep kuruculuğunun yanında bir ermiş ve evliya yani Allah dostudur.Çok güçlü bir hafızaya sahip kelam ve makam erbabıdır.Kimileri mezhep durumunu uygun görmesede dosdoğru Allaha acıldığını inandıktan sonra farketmişlerdir.Devrinin en iyi ilim adamlarından biridir.

  • Meltem Yılmaz
    Meltem Yılmaz

    Devamlı ilimle meşgul olduğu için mürekkebin babası ismini almıştır.

  • Mâi Eflatun
    Mâi Eflatun

    rivayet odur ki; sabit bir yolculuk esnasında dere kenarında ilerlerken derede bir elma görür..aç ve susuz olduğundan elmayı da derede görünce alıp bir lokma ısırır..ancak sonra kimin acaba diye düşünüp kul hakkıyla ölmek düşüncesinden dolayı ısırdığı elmayı tükürür..ancak bir damla elma suyunu yuttuğunu farkedeer..elmanın dereye nereden geldiğini araştırmaya başlar.dere boyunca yürür ta ki dere kenarında bi elma ağacını görene dek..ağacın başında yaşlı bir zat görür..durumu anlatır..elmanın bir damla suyu bendedir..ağaç senin ise hakkını bana helal eder misin? (ne hassasiyet ya Rab!)
    yaşlı adam; yanımda ben yeter diyene kadar çalışırsan hakkımı helal etmeyi düşünürüm der..sabit kabul eder..bu yaşlı zatın yanında yıllarca çalışır..bir gün gelir yaşlı adam artık vaktin doldu yalnız benim kör,sağır,dilsiz bir kızım var..onunla evlenirsen artık hakkım sana helaldir der..mecbur hassasiyet sahibi numan kabul eder.eve gelirler.o zamanki geleneğe göre nikah vekil tayiniyle kıyılır.sabit odada zevcesini bekler..odanın kapısı açlır kki içeri bir güzel girer..kör,sağır,dilsiz değildir..korkar yanlış odada olmaktan ve anlatır beklediği kişinin vasıflarını..kız tebessüm eder..ben o yaşlı adamın evlilik sözü verdiğin kızıyım..dünyadaki günahlara gözlerimi kapadığım için kör,kulaklarımı tıkadığım için sağır,konuşmadığım için de dilsiz oldum..tüm bunlar işte buna işaret etmektedir der..
    işte bu iki temiz ve hassas insan imam-i azam Ebu Hanife'nin anne ve babasıdır efendim..
    ve yine rivayet odur ki şayet babasının boğazından o elma suyu akmamış olsaydı imam-ı Azam tahayyül ediniz daha nasıl bir sahşiyet olabilirdi? ?

    *tabii bunlar menkıbedir..insanların kıymetlerini ifade için,taaarif için anlatılır..amaç bundan ötesi değildir..

  • Nerminözdemir
    Nerminözdemir

    Mahşer Günü'nde,O'nun mezhebine uyanlardan biri olmakla övüneceğim.İmam-ı Azam'la bu ümmeti nasiplendirdiği için Allah'a şükürler olsun.

  • Ferdi Kavlakoğlu
    Ferdi Kavlakoğlu

    Ehli sünnetin dört büyük imamının birincisi olan İ-mamı Azam Ebu Hanife, H. 80'de Kufe'de doğdu.

    Ebu Hanife künyesinin meşhur olmasının sebebi hakkında eski kaynaklarda yeterli bir açıklama yoktur. Ancak 'Hanif' kelimesinin müennesi olan 'Hanife' kelimesine nispetle bu künyenin, İslam'a tam gönül vermiş abid bir kimse olması veya Iraklılar arasında 'Hanife' denilen bir divit veya yazı hokkasını devamlı yanında bulundurması sebebiyle verilmiş olduğu söylenmektedir. Hanife isminde bir kızı olduğundan bu künyeyle anıldığı söylenmişse de kabul görmemiştir. Zira onun Hammad'dan çocuğu olduğu bilinmemektedir.

    İlmi Yetişmesi

    Ebu Hanife Kufe'de yetişti. Gençliğinde kumaş ticaretiyle uğraştı. Bu ticaret onu ilimle uğraşmaktan alıkoymadı. Onu ilme teşvik edenin Şa'bi olduğu rivayet edilmektedir.

    Ebu Hanife pek çok ilim halkasına katılmış ve değerli zatlardan ilim almış olmakla beraber, onun en uzun süre hocalığını Hammad ibnu Ebi Süleyman yapmıştır.

    İmamı Azam Ebu Hanife'nin ilmi, hocası vasıtasıyla dört büyük sahabiye dayanmaktadır. Şöyle ki; Hz Peygamber'in vefatından sonra Kufe'ye yerleşmiş olan Ali ibnu Ebi Talip ve Abdullah ibnu Mes'ud'dan ilim alan Mesruk ibnu'l-Ecda (Ö. 63) , Alkame ibnu Kays (Ö. 62) ve Şureyh (Ö. 80) 'den Şa'bi ve İbrahim en-Nehai (Ö. 96) ders almışlar. Onlardan da Hammad ibnu Ebi Süleyman vasıtasıyla Ebu Hanife ilim almıştır. Ebu Hanife ayrıca Abdullah ibnu Abbas'ın kölesi İkrime ve Abdullah ibnu Ömer'in azatlı kölesi Nafi vasıtasıyla adı geçen sahabilerin ilimlerinden istifade etmiş, Mekke fatihi Ata ibnu Ebi Rebah (Ö. 114) 'tan da uzun süre ders almıştır.

    Çok sayıda hadisi şerif ezberleyen Ebu Hanife büyük bir hakim ve fikir adamı olarak yetişti. Üstün bir aklı ve herkesi şaşırtan bir zekası vardı. Fıkıh ilminde imkansız gibi görünen bir zamanda benzeri olmayan bir dereceye yükseldi.

    Ders Vermeye Başlaması

    İmamı Azam Ebu Hanife, on sekiz yıl boyunca kendisinden ilim öğrendiği hocası Hammad'ın en sevdiği talebelerinin başında geliyordu. Çünkü o, üstadının söylediklerini en iyi öğrenen ve hıfzeden talebesiydi. Bu yüzden hocası ders halkasının önünde, kendi hizasında ondan başkasının oturmasını yasaklamıştı.

    Hammad'ın herhangi bir sebepten dolayı şehir dışında olduğu zamanlarda Ebu Hanife, kendisine vekaleten talebelere ders verirdi. Hatta fıkhi meselelerde sorulan sorulara cevap bile verirdi. Hocası Hammad geldiğinde o sorulara verdiği cevapların çoğunu tasdik ederdi.

    Kufe'nin müftüsü olan hocası Hammad vefat edince, arkadaşları onun yerine oğlu İsmail'i geçirmek istediler. Fakat Hammad'ın oğlunun şiire, gece meclislerine, hikayeye düşkün olduğunu görünce, Ebu Hanife'nin ders vermesi hususunda ittifak ettiler. O da kabul etti.

    Ebu Hanife zühd ve takvasıyla, üstün zekasıyla kendini etrafındakilere kabul ettirdi. Zamanla şöhreti arttı, ashabı çoğaldı, mecliste en geniş halkaya sahip oldu.

    İmamı Azam'ın tedris faaliyetinde dikkat ettiği en önemli hususlardan biri de, talebeleriyle istişare yapmaktı. Onlarla istişare etmeksizin kendi başına bir içtihatta bulunmazdı. Müminler için nasihatta bulunurken katı davranmazdı.

    Talebesi Züfer'den nakledilen şu rivayet de onun sabit fikirli olmadığını ortaya koyması ve istişareye verdiği önem bakımından dikkat çekicidir. Züfer şöyle der: 'Ebu Hanife'nin derslerine devam ederdik, Ebu Yusuf ve Muhammed ibnu Hasan da bizimle birlikte okurlardı. Biz Ebu Hanife'nin görüşlerini yazardık. Bir gün Ebu Hanife, Ebu Yusuf'a hitaben: 'Ey Yakub vay haline! Benden her işittiğini yazma. Ben bugün böyle düşünüyorum. Yarın onu bırakabilirim. Yarınki görüşümü ertesi gün terk edebilirim' dedi.' (İbnu Muin, Tarih, II. Cilt, sh. 607; Bağdadi, Tarih, XIII. Cilt, sh. 402)

    Yine onun: 'Bu bizim söyleyebildiğimiz en güzel sözdür. Kim bizim sözümüzden daha doğru bir söz getirirse, o hakikate bizimkinden daha yakındır' dediği; 'Senin bu verdiğin fetvalar doğruluğunda hiç şüphe olmayan hakikatler midir? ' diye sorulunca da: 'Bilmiyorum belki de yanlışlığında hiç şüphe olmayan yanlıştır' şeklinde karşılık verdiği nakledilmektedir. (Bağdadi, Tarih, XIII: Cilt, sh. 352)

    Bütün bunlar onun serbest fikirli ve uzak görüşlü bir şahsiyet olduğuna, verdiği hükümlerle de kimseyi ilzam etmediğine işaret etmektedir. Nitekim kendinin hocalarına, talebelerinin de kendine karşı zaman zaman muhalefet ederek aynı meselelerde farklı hükümler verdikleri nadir olmayan olaylardandır.

    Sünnet ve Hadis Konusundaki Tutumu

    İmamı Azam Ebu Hanife'nin hadis ve sünneti teşri kaynağı olarak kabul etme konusunda diğer imamlardan farkı yoktur. O şöyle der: 'Resulullah (s.a.s.) 'in üzerinde konuştuğu her şey, biz duyalım, duymayalım, başımız ve gözümüz üstündedir. Buna inandık ve bunun Resulullah (s.a.s.) 'in söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz.' (Ebu Hanife, el-Alim, sh. 27)

    Ebu Hanife'nin istidlal kaynaklarını sayarken önce Allah'ın kitabına sonra Resulullah'ın sünnetine baktığı, sonra da sahabe kavlinden dilediğini tercih ettiği rivayet edilir. Kitap ve sünnette bulamadığı bir hususu son olarak sahabe kavillerinde araştırmakta, bunların dışındaki görüşleri bağlayıcı saymamaktadır.

    Ebu Hanife, hadise muhalefet ithamlarını bizzat kendisi reddetmiştir. Rivayetlere göre bir meselede kendisine hadise muhalefet ettiği bildirilince, dayandığı hadisi zikrederek: 'Allah, Resulüne muhalefet edene lanet etsin. Allah onunla bize ikram etti, bizi onunla kurtardı' demiştir. (İbnu Abdilberr, el-İntika, sh. 144)

    Ebu Muti el-Belhi anlatıyor: 'Bir gün Kufe camiinde Ebu Hanife'nin yanında oturuyordum. İçeriye Süfyanu's-Sevri, Mukatil ibnu Hayyan, Hammad ibnu Seleme, Caferu's-Sadık ve diğer alimler girdi. Ebu Hanife'yle konuşarak: 'Bize ulaştığına göre, sen dinde çok kıyas yapıyormuşsun. Bu yüzden senin için endişeliyiz. Çünkü ilk kıyas yapan iblistir' dediler. Ebu Hanife onlarla Cuma sabahından öğle vaktine kadar münazara ederek görüşünü arz etti ve şöyle dedi: 'Ben önce Allah'ın kitabıyla, sonra Resulünün sünnetiyle amel ederim. Daha sonra sahabenin üzerinde ittifak ettiği hükümleri, ihtilaf ettiği hükümlere takdim ederim. Ancak bundan sonra kıyas yaparım.' Bunun üzerine hepsi kalkarak Ebu Hanife'nin elini öptüler ve: 'Sen alimlerin efendisisin' dediler.' (Şa'rani, Mizan, C. 1, sh. 53)

    Ebu Hanife'nin hadis ve sünnete bağlılığını bunların dışında da birçok rivayet teyit etmektedir.

    Sahabe Sözü ve Uygulaması Konusundaki Tutumu

    İmamı Azam Ebu Hanife, Kur'an ve sünnetten sonra sahabe kavlini bağlayıcı görüyor, fakat kendine bunlar arasında tercih yapma hakkı tanıyordu. Ebu Hanife bu tercihi bazen şahıslar arasında, bazen de rivayetler arasında yapıyordu. Ebu Mutı' el-Belhi ile Ebu Hanife arasında geçtiği rivayet edilen şu konuşma bu konuda dikkat çekicidir. Ebu Mutı' ona: 'Şayet senin görüşün Ebu Bekir'inkine zıt düşerse ne yaparsın? ' diye sordu. O da: 'Bu takdirde onun görüşünü alıp kendi görüşümden vazgeçerim. Yine Ömer'in, Osman'ın, Ali'nin görüşleri karşısında böyle yaparım. Ebu Hureyre, Enes ibnu Malik, Semure ibnu Cundeb hariç Hz. Peygamber'in bütün sahabilerinin görüşlerini kendi görüşlerime tercih ederim.' (Şa'rani, Mizan, C. 1, sh. 53)

    Ebu Hanife'nin Ebu Hureyre'yle birlikte bazı sahabileri müstesna tutmuş olması, onlardan rivayet almadığı şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü Ebu Hanife'nin Ebu Hureyre'den nakledilen hadislerle kıyası terk ettiği meşhurdur. Zaten kendi de bu sahabilerden nakledilen rivayetleri değil, onların kendi görüşlerini müstesna tutmaktadır.

    Beşeri Kanunlar ve Uygulayıcıları Karşısındaki Tavrı

    Siyasi yapıda İslam'ın gün geçtikçe daha geri planlara itilerek, yerine saltanatın getirdiği beşeri unsurların hakim kılınması, Emevi idaresinin özellikle son yıllarında zirveye ulaşır. Bu, İslam'ın insanı ilgilendiren bütün alanlarda esas ve tek ölçü olması gerektiği hakikatinin idrakinde olmamaktan başka bir şey değildi. Diğer bir ifadeyle Müslümanlıklarını her vesileyle vurgulayan yöneticiler, Allah'ın hükümlerine şartsız itaat anlamına gelen İslam'ın siyasi boyutunu ihlal edip, itaatlerini sadece kişisel bazı ibadetlere münhasır kılıyorlardı. Ancak, İslam'ı yegane ölçü olarak almadıkları yönetimlerini halk nezdinde meşrulaştırmak ve halkın itaatini kazanabilmek için alimleri araç olarak kullanma politikalarını sürdürüyorlardı. Şüphesiz bu politikaya kananlar ve sırf iyi niyetlerinden dolayı böyle bir oyuna alet edildiklerinin farkına varamayanlar olmuştu. Ancak bazı şahsiyetler, yönetim işinde geri plana itilen İslam'ı bütün muhtevasıyla ortaya koyup, onun gerektirdiği itaatin alanlarını her şeye rağmen ifade etmekten çekinmediler. Siyasi ve askeri güçlerine rağmen, yöneticiler bu şahsiyetlerin söz ve tavırları karşısında korkulu rüyalar gördüler. Hiçbir zaman sayıları kesin olarak ifade edilemeyecek kadar çok olan, ancak coğrafyanın ve zamanın değişimine bağlı olarak genellikle tek kalan bu şahsiyetler arasında İmamı Azam da vardı.

    Emevi ve Abbasi idarelerinin uygulamalarına bizzat tanık olan Ebu Hanife, zühd ve takvası sayesinde yönetimin maşası olmaktan kendini canı pahasına koruyabilmiş bir şahsiyettir. Kulların hakkını gözetmede kusur etmekten korktuğu için Emeviler kadar Abbasiler tarafından da ısrarlı şekilde teklif edilen kadılık görevini ve diğer şahsi menfaatlerin hepsini geri çevirmiştir.

    Ebu Hanife, içinde bulunduğu şartlarda resmi görev almanın İslam'ı temsil etme ve uygulamaya aktarma imkanı sağlayamayacağını iyi fark eder. Bu nedenle resmi görev almanın, meşru olmayan işlere maşa olmaya neden olacağı kanaatine varır. Bu düşüncesini de hiçbir yoruma mahal bırakmayacak şekilde ifade eder. Bu manada kendinden çok değerli hediyeler karşılığında bazı isteklerde bulunan sultanı kastederek şunları söyler: 'Eğer benden Vasıt mescidinin kapılarını saymamı isteseydi, onu bile kabul etmezdim. O halde nasıl olur da bir adamı idam etmek için hüküm vermemi ister ve bu hükümle onun boynunu vurmasına vesile olurum. Ben böyle bir hükmü ihtiva eden kararın altını nasıl mühürlerim! Vallahi ben böyle bir işe ölünceye kadar giremem.' (Mezhepler Tarihi, sh. 231)

    Devlet görevini kabul etmesi için değişik tekliflerle ve en önemlisi işkencelerle karşısına çıkanlara söylediği şu sözleri ise İslam'ı temsilinin önemli bir örneğidir: 'Allah'a yemin ederim ki, bu işi kendi arzumla kabul etmiş olsam bile, yine de size istediğiniz anlamda yaranamayacağım. Nerede kaldı ki zorla, istemeye istemeye teklifinize muvafakat edeyim. Herhangi bir hususta vereceğim karar sizin arzularınızın hilafına olabilir. O zaman bana kızarsınız. Kızınca da beni Fırat nehrinde boğdurmak istersiniz. Boğulurum, fakat kararımı yine değiştirmem.' (Hilafet ve Saltanat, sh. 368)

    Vefatı

    Ebu Hanife'nin ölüm tarihi belli olmakla beraber nasıl öldüğü veya öldürüldüğü hususunda bir ittifak yoktur. Ölüm tarihinin H. 150 olduğunda kaynaklar müttefiktir.

    Ebu Hanife'nin, halife Ebu Cafer el-Mansur'un kadılık teklifini kabul etmeyince kırbaçlandığı ve hapse atıldığı kaynaklarda zikredilmektedir. Fakat onun hapisteyken mi, yoksa hapisten çıktıktan sonra mı öldüğü ihtilaflıdır. Bazı kaynaklarda hapisteyken gördüğü aşırı işkenceler sonucu güçsüz düştüğü ve vefat ettiği bildirilmektedir. Ebu Hanife'nin hapisten çıktıktan sonra, zehirlenerek öldürüldüğü hususunda da rivayetler vardır. Hatib el-Bağdadi: 'Sahih olan onun hapisteyken öldüğüdür' diyor. Bağdadi'den bir buçuk asır önce yaşamış, Ebu'l-Arab Muhammed ibnu Ahmed ibni Temim et-Temimi (Ö. 333) , Kitabu'l-Mihen adlı eserinde, Ebu Hanife'nin zehirlenmesiyle ilgili şu bilgiyi verir: 'Bana bildirildiğine göre, Ebu Hanife, Ebu Cafer el-Mansur'un talebi üzerine yanına gitti, içeri girdi. Mansur onun için zehirli bir süt hazırlatmıştı. Ebu Hanife yanına oturunca Mansur sütü getirterek içmesini istedi. Ebu Hanife yaşlılığından dolayı sütün midesine dokunacağını söyleyerek içmek istemedi. Mansur içmesi için ısrar etti. Ebu Hanife sütü içti, sonra izin almadan Mansur'un yanından kalktı. Mansur nereye gittiğini sorunca, Ebu Hanife: 'Senin gönderdiğin yere' cevabını verdi ve oradan ayrıldı. Kısa bir zaman sonra o süt yüzünden zehirlenerek öldü.' (Benzer bir rivayet Saymeri, sh. 93'de geçer) Bu değişik rivayetler yüzünden Ebu Hanife'nin ölüm sebebi konusunda kesin bir hüküm verilemiyor.

    Bütün teklif ve tehditlere rağmen, İslam'ı yönetim işlerinde geri plana iten bir yönetimin maşası olmaktan kaçınan bu büyük imam, yaşarken cahiliye karşısında yer aldığı gibi, vefatından sonra da bu görevini değişik bir tavırla yerine getirmeyi ihmal etmez. Her gün gördüğü işkencelerin hayatının sona ermesine yol açacağını anlayınca, sultanın gasbetmediği ve sahiplik iddiasında bulunmadığı bir yere defnedilmesini vasiyet eder. (Mezhepler Tarihi, sh. 236)

    Cenazesi vasiyeti üzerine Bağdat'ta Hayzunan kabristanının doğu tarafına defnedildi. Yirmi gün süreyle insanların, kabri başında namazını kılmaya devam ettikleri, bu arada halife Ebu Cafer el-Mansur'un da kabri başına gelip namazını kıldığı rivayet edilmektedir. (Saymeri, sh. 63)

    Eserleri

    İmamı Azam Ebu Hanife'nin, günümüze kadar ulaşabilmiş eserleri pek fazla değildir. Bunların bir kısmının da ona ait olup olmadığı ihtilaflıdır. Bununla beraber talebeleri Ebu Yusuf ve bilhassa İmam Muhammed'in telif ettiği eserler, fıkhını ve çeşitli konulardaki görüşlerini zamanımıza kadar ulaştırmıştır. Ebu Hanife'nin yaşadığı devirde yazdırma usulü yaygın olduğu için hocalar genellikle kendileri yazmaz, talebelerine yazdırırlardı. Bu yüzden kendine isnad edilen eserlerin sayısı fazla değildir. Bu eserlerin başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz.

    1. el-Fıkhu'l-Ekber

    2. el-Fıkhu'l-Ebsat

    3. Osman el-Betti'ye Risale

    4. Osman el-Betti'ye diğer bir risale

    5. el-Vasıyye

    6. el-Vasıyye (oğlu Hammad'a)

    7. el-Vasıyye (talebesi Yusuf ibnu Halid es-Semiti'ye)

    8. el-Vasıyye (talebesi kadı Ebu Yusuf'a)

    9. Müsnedu Ebi Hanife (Ebu Yusuf'un rivayetiyle)

  • Ferdi Kavlakoğlu
    Ferdi Kavlakoğlu

    Devrindeki tüm alimlerin bilgilerini toplasalar, onun yanında hiçbir şey değildi.işte böyle bir mübarek.

  • Ferdi Kavlakoğlu
    Ferdi Kavlakoğlu

    ' ÜMMETİMİN ALİMLERİNE HÜRMET EDİNİZ, ONLAR YERYÜZÜNÜN YILDIZLARIDIR' Hadis-i Şerif

  • Abdülbaki Kavlakoğlu
    Abdülbaki Kavlakoğlu

    Büyük imam, Hz.Muhammed(s.a.v) efendimizin övgüsüne mazhar olan bir mübarek Allah (azze ve celle) dostu.

  • Düşünmüyorum Yine De Varım
    Düşünmüyorum Yine De Varım

    Babası Sabittir

    Kuran-ı Kerimi 60 günde Hıfs ettiği rivayet olunur.