Ah bu gönüller neler yaşamazlar ki! ... Bu hafıza yaşadıklarını neden silmez ki? ...
Yaşadıklarımız hafızamıza alınıyor ve orada arşivleniyor. Sonraki yaşadıklarımız, öncekilerin arşivimizden çıkmasına ve etkileriyle tekrar yaşanır hâle gelmesine neden oluyor.
Bizi etkileyen bir olayı yaşadığımız esnada bulunduğumuz mekân, bu mekânda bulunan başka kişiler, eşyalar, o esnada çalan müzik, o esnada söylenmiş bir söz, o zamanda yaşanan mevsim, o zamanda yaşanan havanın durumu (yağan yağmur ve kar, esen rüzgâr, parçalı pamuk bulutlar, gök yüzünü kuşatmış kara bulutlar vs.) , günün sabahı, öğlesi, ikindisi, akşamı ve gecesi gibi her şey tamamen hafızamızca arşivlenmektedir. Yaşananlardan sonraki zamanlarda karşılaştığımız bir rüzgâr esintisi, bir gün batımının hüzünlü kızıllığı gibi ayrıntılar bizi alıp eski olaya veya o olayın bizdeki yaşanmış etkilerine götürmektedir.
Doğada yaşanan bazı olaylar bizi daha çok ilgilendirmektedir. Eğer bu olayların analojiye elverişli yanları varsa biz, kendimizle bu olaylar arasında benzerlikler kuruyoruz. Bu benzerilkler yüreğimizde çok etkili, derin ve zengin çağrışımlar uyanmasına neden oluyor. Örneğin ben, günün sabahtan öğleye kadar olan zamanı ile yılın ilkbahar mevsimini çocukluktan gençliğe kadar olan çağımızla, günün öğleden ikindiye kadar olan zamanı ile yılın yaz mevsimini orta yaş çağımızla, günün ikindiden akşama kadar olan zamanı ile yılın sonbahar mevsimini yaşlılık çağımızla ve günün akşamdan sonraki gece zamanı ile yılın kış mevsimini de hayattan sonraki çağımızla (kabir, ölüm) karşılaştırır, aralarında benzerlikler kurarım.
Şairlerin birçok şiirinde bu analojik çağrışımların yer aldığını görürüz. Şair sözde akşamı veya sonbaharı anlatırken meteforlarla yaşlılığı, ölüm korkusunu, ayrılığı ve yalnızlığı anlatmaya çalıştığını görürüz.
Esen bir rüzgâr (İsterse pencereden gelen bir esinti olsun.) , her zaman beni alıp ıssız, tenha ve uçsuz bucaksız bir çölün ortasında tek başıma bırakııverir. Kurtulablirsem kurtulayım ondan sonra.
Sonbahar ve ikindi vakti, yüreğime dayanamayacağı kadar ağır bir ayrılık acısı yaşatır. Ahmet Haşim'e de yaşatmış vaktiyle. Gün battıktan sonra batı ufkunda oluşan gurup yüreğimi gurbete doğru hicran bağlarıyla çeker. Güneş yüreğimi de benden ayırarak beraberinde alıp götürür gittiği ötelere... Ben geride kalırım çaresiz hicranlar içinde!
Sonbaharda esen rüzgârlarla dalından kopan sararmış yapraklar gönlümle birlikte savrulur; ürkek ve perişan bir hâlde yağmurun yaşın altında kalıp, kimsesiz ve değersiz bir şekilde ayakların altında tepelenti veya çöpçünün süpürgesinin önünde iteklenen bir süprüntü olur.
Her sabah ve her ilkbahar, yüreğimi yenilerim. Bu zaman eskilerimi ikindi vaktine veya sonbahara kadar çıkarmamı sağlar ya da en azından az taşımama imkân verir. Yeni hayallerle, yeni umutlarla bu zamanlarda daha çok meşgul olurum.
Dağlar hoyrat bir kuvvetle beni hep içimdeki kimsesiz uzaklara götürürler.
kırarsın bazen ekmeği öyle buğu falan da çıkmaz bayattır ya da ısıtılmıştır bir bayatlığın üzerine ama masana doluverir ilham perileri
masanın altında açlıktan ayağına göz koymuşlar kalemini oynatmaya başladın ya hemen kıskanır ilham kedileri
biraz içeri gir dil ovasının altında binlerce şair -mezara nasıl da yakışıyorlar yaşarken kemirilen cesetler- onlara gülüyorlar ilham pireleri
öpüştükten sonra ağzımda ispirto tadı bırakan kadınlar girer rüyalarıma ama öyle değil ne kadar küçülürse küçülsünler mide bulandırmıyor ilham sinekleri...
bir insanın diğerine verebileceği en kutsal şeydir...
Her geldiğinde 1 satırlık şiir yazdıran his.
Henüz dörtlük tamamlanamadı.
İlham, beynin kıvrımlarından, kalbin kılcallarına doğru döşenmiş fay hatlarıdır...a.akdağ
İlham O dur ki vücut bula....
ötesi sokma akıldır o da 3 adımdır....
İlham, kişinin kendinde olan gücün bir başka kişi yada his, rüya vasıtasıyla tezahürü......
Düşünce derinliğinde ortaya çıkan....
teyze
ŞİİR VE İLHAM
Ah bu gönüller neler yaşamazlar ki! ... Bu hafıza yaşadıklarını neden silmez ki? ...
Yaşadıklarımız hafızamıza alınıyor ve orada arşivleniyor. Sonraki yaşadıklarımız, öncekilerin arşivimizden çıkmasına ve etkileriyle tekrar yaşanır hâle gelmesine neden oluyor.
Bizi etkileyen bir olayı yaşadığımız esnada bulunduğumuz mekân, bu mekânda bulunan başka kişiler, eşyalar, o esnada çalan müzik, o esnada söylenmiş bir söz, o zamanda yaşanan mevsim, o zamanda yaşanan havanın durumu (yağan yağmur ve kar, esen rüzgâr, parçalı pamuk bulutlar, gök yüzünü kuşatmış kara bulutlar vs.) , günün sabahı, öğlesi, ikindisi, akşamı ve gecesi gibi her şey tamamen hafızamızca arşivlenmektedir. Yaşananlardan sonraki zamanlarda karşılaştığımız bir rüzgâr esintisi, bir gün batımının hüzünlü kızıllığı gibi ayrıntılar bizi alıp eski olaya veya o olayın bizdeki yaşanmış etkilerine götürmektedir.
Doğada yaşanan bazı olaylar bizi daha çok ilgilendirmektedir. Eğer bu olayların analojiye elverişli yanları varsa biz, kendimizle bu olaylar arasında benzerlikler kuruyoruz. Bu benzerilkler yüreğimizde çok etkili, derin ve zengin çağrışımlar uyanmasına neden oluyor. Örneğin ben, günün sabahtan öğleye kadar olan zamanı ile yılın ilkbahar mevsimini çocukluktan gençliğe kadar olan çağımızla, günün öğleden ikindiye kadar olan zamanı ile yılın yaz mevsimini orta yaş çağımızla, günün ikindiden akşama kadar olan zamanı ile yılın sonbahar mevsimini yaşlılık çağımızla ve günün akşamdan sonraki gece zamanı ile yılın kış mevsimini de hayattan sonraki çağımızla (kabir, ölüm) karşılaştırır, aralarında benzerlikler kurarım.
Şairlerin birçok şiirinde bu analojik çağrışımların yer aldığını görürüz. Şair sözde akşamı veya sonbaharı anlatırken meteforlarla yaşlılığı, ölüm korkusunu, ayrılığı ve yalnızlığı anlatmaya çalıştığını görürüz.
Esen bir rüzgâr (İsterse pencereden gelen bir esinti olsun.) , her zaman beni alıp ıssız, tenha ve uçsuz bucaksız bir çölün ortasında tek başıma bırakııverir. Kurtulablirsem kurtulayım ondan sonra.
Sonbahar ve ikindi vakti, yüreğime dayanamayacağı kadar ağır bir ayrılık acısı yaşatır. Ahmet Haşim'e de yaşatmış vaktiyle. Gün battıktan sonra batı ufkunda oluşan gurup yüreğimi gurbete doğru hicran bağlarıyla çeker. Güneş yüreğimi de benden ayırarak beraberinde alıp götürür gittiği ötelere... Ben geride kalırım çaresiz hicranlar içinde!
Sonbaharda esen rüzgârlarla dalından kopan sararmış yapraklar gönlümle birlikte savrulur; ürkek ve perişan bir hâlde yağmurun yaşın altında kalıp, kimsesiz ve değersiz bir şekilde ayakların altında tepelenti veya çöpçünün süpürgesinin önünde iteklenen bir süprüntü olur.
Her sabah ve her ilkbahar, yüreğimi yenilerim. Bu zaman eskilerimi ikindi vaktine veya sonbahara kadar çıkarmamı sağlar ya da en azından az taşımama imkân verir. Yeni hayallerle, yeni umutlarla bu zamanlarda daha çok meşgul olurum.
Dağlar hoyrat bir kuvvetle beni hep içimdeki kimsesiz uzaklara götürürler.
ilham nöbetleri
kırarsın bazen ekmeği
öyle buğu falan da çıkmaz
bayattır
ya da
ısıtılmıştır bir bayatlığın üzerine
ama masana doluverir
ilham perileri
masanın altında
açlıktan ayağına göz koymuşlar
kalemini oynatmaya başladın ya
hemen kıskanır
ilham kedileri
biraz içeri gir
dil ovasının altında binlerce şair
-mezara nasıl da yakışıyorlar
yaşarken kemirilen cesetler-
onlara gülüyorlar
ilham pireleri
öpüştükten sonra ağzımda
ispirto tadı bırakan kadınlar
girer rüyalarıma
ama öyle değil
ne kadar küçülürse küçülsünler
mide bulandırmıyor
ilham sinekleri...
Bir kadın sevmem gibi....! ! ! ! /*-%&'
Bana biraz ipuçu gibi geldi bu :)
'lehm' (yutma, içine alma)
'ilhâm' (karşı konulmaz bir güçle içine alma)
kendiliğinden zihne giren manasına geliyor..
Esin.
Bir peridir. Hatta bir filmde böyle bir peri, her türlü maskaralığını sakarlığını da ödeterek bir yazarla ortak çalışıyordu.
Arapça karşılığı vahiyden daha çok feyz'e yakın.. Yaratıcılık esnasında ruhun beklenen yönde etkilenmesi...