"Allah' ın aslanı Hz. Ali bir savaş esnasında düşmanı olan yiğitle epeyce vuruşarak sonunda onu yere yıkıp öldürmek üzereyken, o düşman askeri Hz. Ali'nin mübârek yüzüne tükürdü.
Bunun üzerine Hz. Ali düşmanını bırakarak ayağa kalktı: -Yürü git, seni öldürmekten vazgeçtim, serbestsin, dedi.
Savaşçı bu duruma şaştı: -Beni altedip öldürmek üzereyken neden vazgeçtin. Seni ne alıkoydu? diye sordu.
Hz. Ali cevap verip şöyle dedi: -Ben seninle Allah yolunda ve sırf Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için savaşıyordum ve onun için seni öldürecektim.
Sen yüzüme tükürünce öfkelendim, sana kızdım. Eğer o an öldürseydim, sana olan kızgınlığımdan dolayı bunu yapmış olacaktım. Yani seni Allah rızası için değil de kendi nefsim için öldürmüş olacaktım. İşte bu düşünceyle seni serbest bıraktım.
Bunu duyan adam, bu büyük asâlet ve ince anlayış karşısında îman ederek müslümanların safına katıldı."
Bir gün Hz. Ali halifelik döneminde namaza gider. Cami kapısına geldiğinde yanında bulunan atını, orada bulunan fakir bir adama teslim eder. Hz. Ali atını ona teslim ederken, şöyle iç geçirir. Camiden çıktığında şu fakir adama iki dirhem vermeyi niyet eder. Namaz kılıp camiden çıkarken adamın orada olmadığını ve atının yularlarının alınmış olduğunu görür. Bunun üzerine yanında bulunan bir dostuna biraz para verip pazardan bir yular alınmasını ister. Adam pazara gider iki dirheme bir yular alır ve gelip Hz. Aliye verir. Hz. Ali yuları görünce çok şaşırır. Çünkü yular kendi atının yularıdır. Alan adama sorar bunu nereden aldın. Adam pazara gittiğini, birinin elinde yular olduğunu ve satmaya çalıştığını söyler. Eşkâlini de söyleyince Hz. Ali atını teslim etiğini ve yularlarını çalan adam olduğunu anlar. Hz Ali “Sübhanallah” der. Ben o iki dirhemi helal yoldan ona verecektim. Çünkü o iki dirhem onun rızkıydı. Fakat niyeti kötü olduğu için haram yoldan ona ulaştı.
Hz. Ali (R.A.) Efendimiz öyle bir huzur-u kalb ile (kalb huzuru) ile namaz kılardı ki, bütün dünya alt üst olsa dünya yıkılsa hiç haberi olmaz {duymaz) dı. Hz. Ali {R.A.) Efendimizin menkıbelerinde denilir ki: 'Bir harpte Hz. Ali Efendimizin mübarek ayağına bir ok gelmiş, okun demir kısmı kemiğe işlemiş saplanmıştır. Bu yüzden okun demirini çekip çıkaramadılar. Bir cerrah bulup getirdiler. Cerrah demiri görünce Hz. Ali (R.A.) Efendimize: —Size aklı gideren, bayıltıcı bir ilâç vermeli ki, ancak o zaman bu demiri çekip almak mümkün olur. Yoksa bunun ağrısına tahammül edilemez dedi. Emirül-Mü'minin (Müminlerin emin-Halifesi) Hz. Ali Efendimiz: —Bayıltıcı ilâca lüzum yok. Biraz sabredin. Namaz vakti gelsin. Namaza durunca çıkarırsınız buyurdu. Namaz vakti geldi. Hz. Ali (R.A.) namaza başladı. Cerrah da Emirül-Mü'minin Hazretlerinin mübarek ayağını yarıp demiri çıkardı. Yarayı sardı. Hz. Ali (R.A.) namazı bitirince cerraha: — Demiri çıkardın mı? buyurdu. Cerrah: — Evet, çıkardım efendim dedi. Hz. Ali (R.A.) : — Hiç farkına varmadım. Ayağımdaki demiri çıkardığınızı duymadım buyurdu.
Hiristiyan bir yazar olan George Jerdak'ın 6 ciltte bile anlatamadığını biz burda nasıl anlatacağız.Hz Ali ilgili bilgileri servere yuklersek ağır gelir kaldırmaz.
Hz. Ali; Resulullah'ın Amca oğlu, dava arkadaşı, sırdaşı, Hz. Ali; Allah'ın arslanı, Hasan Hüseyin'in babası, Hz. Ali; Resulullah'ın damadı, Hz.Hatice'nin eşi, Hz. Ali; İslama ilk inananlardan, yiğit, gözüpek,cesur şavaşçı, Hz. Ali; İlim deryası, dördüncü halife, müminlerin emiri, Hz. Ali; Camide namaz kılarken öldürülen ilk müslüman.
Bu sözleri İmam Ali’ye ait olduğu bilinen Ali Divanı’dan (Hazreti Emir Ali İbn-i Ubu Talib, Hazreti Ali Divanı, Arapça Çeviri:Vedat Atila, İstanbul-1990, nos. 164,1390,1405) derledik. Bilimin ve deneyimlerin akıl yoluyla elde edilebileceğini söylerken Ali, aynı zamanda iki koşul ileri sürüyor: İstekli ve araştırıcı olmak! Bu iki sözcük, öğrenmenin, eğitim-öğretimin psikolojik ve çevresel koşullarıyla birlikte yöntemlerini de kapsıyor. Üzerinde sayfalarca açıklamalar yapılabilir. Bir düşünen kişi; aklıyla hareket eden, sorgulayarak yargıya varan, soyutlamayı başaran bir kuramcı, kavramlar geliştirir, yorumlar açıklamalar gerektiren özlü sözler söyler ve önermelerde bulunabilir. Bugün İmam Ali’yi, Muaviye’nin ona lanetle başlattığı Emevi anlayışını günümüzde sürdüren Suudi Vahhabileri gibi değerlendirip küçümseyen ve Halife Osman’dan (644-656) sonra beş yıl kadar İslam imparatorluğunu yönetmiş başarısız, sıradan bir halife olarak görenlerle; bilgeliği, erdemleriyle birlikte bilginliği ve bilimsel düşüncelerinden habersiz ve onu sadece doğaüstü güçleri ve kerametleriyle yüceltenler bizim gözümüzde aynıdır. Ali zamanının bilginiydi; Peygamberin ölümünden itibaren “Ali bilim şehrinin kapısı” değil, kendisiydi. Zaten o, alçak gönüllülüğe gerek duymadan “ben devranın(dönemin, zamanın) bilginiyim” diyor. Üstelik bir bilgin, bir alim olarak zamanın ebeveyni, yani ana-babasıdır; öyle söylüyor. Ana-baba çocuklarını korur-kollar, eğitip-yetiştirir, iyiye doğruya yönlendirir. Öyleyse zaman ve o zamanı yaşayanlar, bilginlerin koruması altında olmalı ve onlar yönlendirip yönetmelidir. İmam Ali, ben bir bilgin olarak devranın (zamanın) anası-babasıyım, derken bunları söylemiş olmuyor mu?
Aşağıda, Ali üzerinde yapmakta olduğumuz çalışmadan bir bölüm olan, onun bilimsel kişiliği ve kuramcılığı üzerine kısa bir bakış bulacaksınız. Yazının önemli bir kısmında, başta www.ismaili.net olmak üzere, İslam bilginleri, İmamlar,Ehlibeyt ve Şiilik hakkında bilgiler, araştırma yazıları, makaleler yüklenmiş web sitelerinden yararlanıldı.
1. İmam Ali’nin Bilimsel Kişiliği ve Kuramcılığına Kısa Bakış
Ali bin Abu Talib'in(600-661) erdemlerinin ve niteliklerinin bir portresini çizmek kolay değildir, zira o bilginin kaynağı ve bir erdemler örneğiydi. Gerçekten o, bir canlı bilgi ansiklopedisiydi. Bütün tanınmış sufiler batini (esoteric) bağlarını Ali'ye götürürler.
Abu Nasr Abdullah Sarraj Kitab al-Luma fi't-Tasawwuf (yayımlayan: Nicholson, London, 1914, s. 129) kitabında; Junaid Baghdadi'ye (ö. 910) batıni alanda Ali'nin bilgisi sorulduğu zaman,
“Savaşlarda daha az görevli olsaydı, Ali'nin bizim batıni şeyler üzerinde bildiklerimize çok daha büyük katkısı olabilirdi, çünkü o, kendisine ilm al-ladunni (doğrudan Tanrıdan gelen ruhsal bilgi, gizli ilim) bağışlanmış biriydi” diye yazmaktadır.
Ali, yandaşlarına İslamın, kendi nesnelliği içinde düşünce ile uyum sağlayan, ayrıca kendi yasakları ve buyruklarında da doğa ile anlaşan tek din olduğunu öğretti. İslamın din alanında yarattığı büyük devrim, açıkça aklın üstünlüğünü kabullendiği tutumuyla canlılık kanzandı. Ali insanları akıl ve düşüncenin üstünlüğünü kabul etmeye çağırdı ve onları doğal olaylar üzerinde düşünmeye ve tartışmaya yönlendirdi. Ali'ye göre İslam, herşeyden önce aklın dinidir; kör bir inanç yolu değildir ve bu nedenle mensuplarının, içsel kavrayışa sahip olurken düşünceyi, yeterliliği ve aklı kullanmalarını talebeder; ancak böylece onlar daima adalet ve gerçeğe ilişkin öğretilenler gereğince hareket edebilir ve sağlam bir karakter sahibi olabilirlerdi. Bunlardan dolayı Ali, çeşitli söylev ve konuşmaları aracılığıyla bilimin değerini yüceltti. Onun eğitim ilişkilerinden, bilginin bütün dalları kapladığı ve dinsel bilgiyle sınırlı olmadığı, buna karşılık Araplar'ın sadece teolojinin sınırları içinde durmuş oldukları anlamı çıkmaktadır.
Ali'nin, öğrencisi Abdul Aswad al-Aulai aracılığıyla Arab grameri çalışmalarını kurucusu ve doğru Kuran okuma yönteminin yaratıcısı olduğu bilinmektedir. Ali'nin çalışmaları, Sharif al-Razi Zul Hussain Muhammad bin Hussain bin Musa al-Musawi (ö. 408/1015) tarafından, “Nahjul Balagha” (Güzel konuşma yöntemi) adıyla çok geniş bir özet (compendium) içinde toplanmıştır. Bu onun, konuşmaları-vaazları, mektupları, tartışmaları, öğütleri, tavsiyeleri; ceza, sivil ve ticari hukuk sistemlerine ilişkin hükümleri, mali ve ekonomiksorunlar için çözüm önerileri antolojisidir; kitap ahlak, bilim, teoloji ve felsefe üzerinde yazılan en erken İslami örneği temsil etmektedir. Kendi özgün dokunulmazlığı içinde yapıt, Şiiler tarafından Kuran'dan sonra ikinci derecede saygı görür.
Onun tartışma konularını incelediğimiz zaman, 1300 yılı aşkın zaman önceki birçok çağdaş bilim kuramlarının Ali tarafından ortaya atılmış olduğunu göreceğiz. 9.yüzyıl yazarlarından Şeyh Ali bin İbrahim al-Kummi “Wassaffat”da, bir keresinde dolunaylı bir gecede Ali'nin şöyle söylediğini yazmakta:
“Gökyüzünde gördüğünüz yıldızlar, onların hepsi bizim dünyamızın şehirleri gibi şehirleri vardır.Her kent dikey doğrultuda bir ışık ışınıyla(huzmesiyle) bağlıdır ve bu dik çizginin uzunluğu, gökyüzündeki iki yüz elli yıllık bir yolculuğun uzaklığına eşittir.
Fransız bilim adamı Monsieur Xion bu sözlerden öylesine etkilenmişti ki, şunları ifade etmek zorunda kaldı:
“Bin yıl önce herhangi bir araca ve gerece başvurmaksızın böyle bir bilgiyi veren bir kişi, sadece bir insan gözü ya da zihnine sahibolamaz, fakat o Tanrısal bilgiye sahip olmuş olmalı; böyle bir dinsel rehber ve öndere sahip İslam gerçekten göksel bir din olmalıdır. Ki bu din, onun kurucusuna ardıl olan kişinin, insanüstü akıl ve bilgiye sahip olduğu gerçeğiyle kanıtlanmış (olarak) duruyor.”
Rivayet edilmektedir ki Ali, Mısırlı astrolog Sarsafil'e şu soruyu sormuş: “Söyle bana, Venus yıldızının uydular (tawabi) ve sabit yıldızlarla (jawami) ilişkisi nedir? ” Sarsafil, sadece Grek astronomisini bildiği için yanıt verememişti. Uydular için Arapça tawabi sözcüğü kullanılır ve “izleyenler” anlamındadır. Gerçekten de bir uydu, gezegenin çevresini dolaşan bir “izleyen-takibeden”dir. Benzer biçimde, sabit yıldızlar için kullanılan jawami sözcüğü “biraraya getiren-toplayan ve birarada olanlar” anlamındadır ve gerçekten güneş ya da bir sabit yıldız, biraraya toplanıp çevresinde dönen bütün gezegenleri korur. Ali'nin bu terminolijileri ne denli doğruydu?
Bir kere bir kişi Ali'ye sordu:
“Yer ile güneş arasındaki uzaklık ne kadardır? ” Ali yanıtladı:
“Bir atın gece gündüz ara vermeden yeryüzünden güneşe doğru koştuğunu farzet; onun güneşe ulaşması için tam 500 yıl geçerdi.”
Bunun hesabı yapılırken, bir Arap atının satte normal olarak 22 mil hızla koştuğu bilinmiş olmalıydı. Böylece at 500 yıl içinde, güneş ile dünya arasındaki uzaklığı belirten 95,040,000 mil yol alacaktı. Anımsanmalıdır ki, güneş ile dünya arasındaki aynı uzaklık Rönesans döneminde Avrupa'da genel olarak kabul gördü.
Batılı bilim adamları, başka bir düşünce çerçevesinde 18.yüzyılda aynı uzaklığı ortaya çıkarmışlardı. Dünyadan saatte 10 000 mil hızla uçan bir jet uçağı 11 yılda güneşe ulaşabilir. Bu yöntem dahi uzaklığın 95,040,000 mil olduğunu göstermektedir (bkz. “The Book of Knowledge” edt. E.V. McLoughlin, New York, 1910) . Çağdaş bilim gösteriyor ki, yeryüzünün güneşe en yakın olduğu Ocak başlarında yerden uzaklık 91,400,000 mil ve en uzak olduğu Temmuz ayında bu uzaklık 95,040,000 mil olmaktadır. Öyleyse o kişi, yukarıdaki soruyu Ali'ye, büyük olasılıkla Temmuz ayında sormuş olmalıydı.
Philip K. Hitti “History of the Arabs” (London, 1949, s. 183) kitabında diyor ki:
“Savaşırken yiğit, danışırken zeki, konuşurken akıcı ve anlaşılır, dostlarına karşı dürüst, düşmanlarına alicenap olan Ali; hem İslam yiğitliğinin (şövalyeliğinin) tek örneği hem de adının çevresinde şiirler, atasözleri, kısa dinsel özlü sözler ve sayısız erdem ve yiğitlik öyküleri (anecdots)) anlatılan Arap geleneğinin Süleymanı oldu.”
William Muir, Ali'nin hayranlarından biriydi ve “The Caliphate, its Rise, and Fall” (London, 1924, s. 288) yapıtında şunları yazıyor:
“Ali'nin karakterinde övülecek ve saygı duyulacak pek çok şey vardır. Ayaklarına kapanmış (teslim) olan Basra kentine, cömertçe bir sabırla çok kibar ve hayırsever davrandı. Sürekli entrikalar ve acımasız isyanlarla onun sabrını taşırmış olan fanatiklere karşı öcalma duygusu göstermedi.”
Ali İbn Abu Talib’in Ali Divanı’ndaki(No.1197) “ kim benden birşey için yardım isterse, yıldız kayması hızıyla ona koşarım” sözü acaba sadece onun büyük cömertliğini, yardımseverliğini mi gösteriyor? Ya da kendisinden yardım isteyenlere, Ali olabilecek en büyük hızla yardım ettiğini mi anlatıyor? Zahiri (dışsal) anlamda bu söz iki açıklamayı da kapsar. Ama Ali’ye inananlar, ona “Ali evvel Ali ahir, Ali batın Ali zahir”diyen Alevi toplumu tarafından batıni (içsel, mecazi) anlamda şöyle anlaşılır: Ali nerede çağrılırsa orada hazır ve nazırdır; sıtk-ı bütün olarak, yani kalpten inanarak, “ya Ali medet! ” derseniz, anında imdadınıza yetişir.
İmam Ali, kendisini yardıma çağıranların yardımına koşmasındaki hızının ölçüsünü, dörtnala koşan
Arap atının ya da yaydan çıkan okun hızına neden benzetmemiş de, bir anda yanıp sönen yıldızkayması ışığına benzetiyor? Acaba o, saniyede 312 500 km.olarak hesaplanan ışık hızının ilk habercisi miydi? Yukarıdaki örneklemeler de gözönüne alarak söylersek, bir başka deyişle ışık hızının ilk kuramcısı Ali olamaz mı?
Son olarak aşağıda birkaç batılı yazarın daha Ali hakkındaki görüşlerini vermek istiyoruz:
R.A. Nicholson, “A Literary History of the Arabs”, Cambridge, 1953, s. 191:
“O cesur bir savaşçı, akıllı bir danışman, dürüst bir dost ve alicenap bir düşman idi. Şiirde ve düzgün konuşmada en ilerideydi; dizeleri ve sözleri -onlardan ancak bazılarının aslına uygun olduğu düşünülmesine rağmen-, Doğu Muhammedileri arasında çok meşhurdur.”
Charles Mills, “A History of Muhammadanism”, London, 1817, s. 84:
“Haşimi ailesinin başı Peygamber’in damadı ve kuzeni olarak Ali'nin, Muhammed'in ölümü üzerine hemen halifeliğe geçirilmemiş olması açıkça inanılmaz ve takdir edilemez bir durumdur. Onun doğuşu dahil evliliğinin avantajına, Muhammed'in yakın dostluğu, en önde gelen sahabiliği de eklenmişti. Abu Talib oğlu Ali İslamı ilk kabul edenlerin başında geliyordu ve Muhammed'in, kendisine Musa'nın Harun'u kadar yakın olduğunu söyleyecek kadar da gözdesiydi. Onu, bir hatip olarak başarısı ve bir savaşçı olarak yiğitliği bir millete sunmuştu. Ali’nin içindeki kararlı cesareti erdem, belagatı (güzel konuşması) ise akıldı, bilgiydi.”
Dr. Andrew Crichton, “History of Arabia and its People”, London, 1852, s. 307:
“Bu prens (Ali) , bir ozanın, bir hatip ve bir askerin yeteneklerini birleştirip, üzerinde toplamıştı; zira o kendi ilgi alanlarında en cesur ve en güzel konuşan kişiydi. Ockley tarafından İngilizceye çevrilmiş olan Ali’nin 169 özdeyiş ya da ahlak kuralları; onun aklından, ilim ve irfanından bir anıt olarak kolleksiyonunda hala ayakta duruyor.”
Thomas Carlyle de “Heroes and Hero-worship” (London, 1850, s. 77) kitabında şöyle yazıyordu:
“…bu genç Ali'ye gelince, kimse ona sevmek dışında birşey yapamaz.. Onun kendisinin gösterdiği gibi zamanının ve sonraki zamanların, sevgi ve cesaret dolu, yüce ve çok akıllı bir yaratığıydı. Hristiyan şövalyeliğininin gerçek ve incelik içeren sevgi değerlendirmesi ile, ondaki şövalyelik tam bir arslan cesaretiydi...”
Halifeliği dönemindeki iç çatışmalara, savaşlar ve çeşitli anlaşmazlıklara rağmen, Ali devlet içinde birçok reformlar yaptı. İlk kez o, toprak sahibi köylülerden yıllık arazi vergisi almayı uyguladı. Ticaretini at üzerinde (gezginci çerçi ticareti?) yapanları vergiden muhaf tuttu. İlk kez o, devletin gelir kaynağına ormanları da dahil etti ve onlar üzerine zorunlu vergi getirdi. Ayrıca yoksullar için, kendine özgü bir “fakirlere yardım vergisi” koydu. Yargıçlar için İslam yasalarını (Şeri hükümleri) bir sisteme bağladı. Devlet sınırları içinde taş kırıkları (mıcır) dökerek ilk stabilize yollar yapan Ali oldu ve tanınmış Astkhar kalesi gibi bazı kaleler yaptırdı. Orduyu yeniden organize etti ve çeşitli yerlerde askeri karakollar kurdu. Ayrıca Fırat ırmağı üzerinde ilk kez o sağlam bir köprü yaptırdı.
Ali'nin halifelik yılları aynı zamanda eğitim düzeyinin çok yükseldiği dönem olarak bilinir. Ali eğitim-öğretimi kendi koruması altına almış olan ilk halife idi. Bunun sonucu olarak, Küfe'de okuyan 2000 civarında öğrenciye devlet hazinesinden karşılıksız burs vermişti.
Yazıya, gerçekten tamamlanmasına katkısı olacağına inandığımız, kısa bir bölüm daha eklemek istiyoruz. Bu, “Görmediğim Tanrıya Tapmam” (Alev Yayınları, İstanbul 1996, s.125-128) kitabımızın “İmam Ali’nin akıl ve gönül penceresinden Derviş Baba’nın gördükleri” bölümünden birinci kısım olacak. Derviş Baba, Ali’nin aşağıdaki sözlerini yedi kıtalık bir şiirle yorumlamaktadır:
2. Ali’nin Siyaset Felsefesi: “Utançtır Yoksulu Ezmek, Ona Zulmetmek...”
38- Dünya her zaman iki karşıt halde bulunur; biri yokluk ve
yoksulluk, diğeri bolluk ve rahatlık..
77- Malı yalnızca kendin için kazanılmış olarak düşünme, Allahın
senden kuvvetli olduğunu unutma ondan kork ve malını paylaş.
677- Utançtır insana, evinde serilip yatarken komşusunun üstsüz başsız
bükülerek açlıktan (kıvrılıp) yatması.
467- Nasıl bir hastalıktır, sen evinde tok yatarsın etrafında deriyi
kemirmeğe hasret yürekler varken.
1187- Benim evim gelen herkesin kendi ortamıdır, kilerimiz yiyecek
alana açıktır.
1188- Bütün varımızı sunarız, sadece ekmek ve sirke olsa da.
24- Geçim sağlama isteği, beklemekle elde edilmez.Ama sen de
susuzluğunun giderilmesi için kovanı kuyuya göndermelisin.
25- Gün be gün kova sana suyla gelecektir. Çamuru çok suyu az da olsa
su getirecektir.
1184- İnsanlar bana diyor ki çalışıp kazanmak utançtır. Dedim ki utanç
çalışmayıp hazır yemektir.
26- Çok kimse çalışıp çabaladığı halde zenginliğe ulaşamazken, bir
diğeri hiç çaba harcamadan zengin olmuştur.
27- Ve hiç durmadan mal üstüne mal topladılar
366- Kişiyi ev barındırır, hırkası üstünü ayıbını örter;
ölmeyecek (gereksinimi) kadar yemek yetmez mi insana?
129- Geçimini doğruluk kapılarından iste, kat kat artarak gelecektir.
149- Geçimini şerefsizlikle elde etmeyi isteme. Nefsini yükselt düşük
isteklerden.
157- Mal noksanlığı- kişinin zengin olmaması- aklın yetersizliğine
yorumlanır, zeka fışkırsa da ahmak kabul edilir.
1168-(Oysa) malı çok olmasa da saygın kılabilir kendini kişi, nice
zengin insan vardır ki zenginliğiyle zelildir (kişilik yoksunudur) .
678- Utançtır yoksulu ezmek, ona zulmetmek...
164- Kişi insanlar arasında aklıyla yaşar, bilim ve tecrübeleri
aklıyla edindiği gibi.
(Hazreti Emir Ali İbn-i Ubu Talib, Hazreti Ali Divanı,
Arapça Çeviri Vedat Atila, İstanbul-1990)
“Bir gün Tanrı arslanı Ali keremullahı vecheye (iki yüzü Hakka dönük) sordular: Tanrıyı görürü müsün ki taparsın? Ali eder: ‘Görmesem tapmayıdım(tapmaz idim) ” 1
Ali'm Sen Alimsin
Ali'm sen alimsin biz bilmiyoruz
Gizemine akıl erdirmiyoruz
Dinsel dünyada görüşün nesnel
Sen maddeciymişsin biz görmüyoruz
“Dünyada karşıtlık var” ne demektir
Açıkça diyalektik düşünmektir
Dilindeki “akıl, bilim, emektir”
Sosyalistmişsin de biz görmüyoruz
Sözün açık yorumlamak gerekmez
Tok olan varlıklı açları görmez
Emek sömürücü seni hiç sevmez
“Paylaş” demeni hiç düşünmüyoruz
“Kişinin barınacak evi olsun”
“Giyecek hırkası devliği olsun”
Yani ihtiyacı kadar pay alsın
Demek komünistsin de görmüyoruz 2
Emek sermay' çelişkisin görmüşsün
“Varlık şerefle sağlanmaz” demişsin
Aklı öne alıp bilg'üretmişsin
Sen bir öğretmensin biz görmüyoruz
Ali'm sen Tanrıyı insanda gördün
Onu “görmeseydim ben tapmam” derdin
İnsana sen Tanrı değeri verdin
Evvel ahir sensin biz görmüyoruz
Peygamber “bilimin kapısı” dedi
Övdü seni kızı Fatma'yı verdi
Derviş Baba ya Ali meded! dedi
Sen aramızdasın biz görmüyoruz
1 Kaynaklar: Hacı Bektaş Veli, Makalat, Haz. Sefer Aytekin, Emek Basım Yayımevi: İstanbul, 1954, s.73; Shihabaddin Shah Hoseyni'den W. İvanow'un İngilizceye çevirdiği True Meaning or Religion of Risala dar Haqiqat-e Din'den (Bombay 1947, s.72) aktaran Henry Corbin, Temps Cyclique et Gnose Ismaélienne, Paris 1982, s.143:...par exemple, attribué au Premier Imam: Je n'adorais jamais un Dieu que je ne verrais pas (Görmediğim bir Tanrıya asla tapmazdım) Ve yine Kolayni “Usul-u Kafi I, 98”de İmam Cafer Sadık’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Birisi, Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) 'ın yanına gelerek dedi ki: 'Ey
Müminlerin Emiri, kulluk ederken hiç Rabb'ini gördün mü? ' Ali (a.s) cevaben
şöyle buyurdu: 'Yazıklar olsun sana! Ben görmediğim Rabb'e kulluk etmem.' Sonra
da şöyle devam ettiler: 'O baştaki gözle görülmez; ancak O'nu kalpler iman
Hz. Ali, Fatıma’yı istemek üzere Peygamberimiz (s.a.s) ’in huzuruna gitti. Ancak, söyleyeceklerini sanki unutmuştu, neredeyse dili tutulmuştu. Hz Peygamber (s.a.s.) “ Her halde Fatıma’yı istemeye geldin” diyerek ona yardımcı oldu. Hz. Ali sevinç içinde “ evet “ dedi. Ancak, verecek mehri yoktu. Bu konuda da Peygamberimiz (s.a.s.) yardımcı oldu. Zırhın mehir olarak değerlendirebileceğini hatırlattı. Fakat bir de düğün yemeği vermek lazımdı. Ashabtan bir zat, Hz. Ali’ye bir borç verdi. Ensar da aralarında mısır topladılar, düğün yemeği hazırlandı. Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Ali ve Fatıma’ya “ Allah’ım, ikisini mesut et, onlar hakkında evliliklerini hayırlı kıl” diye dua etti. Hz. Ali’nin evinde eşya olarak bir hasır, yastık, içi lif dolu bir yatak, çömlek ve testi gibi şeyler vardı. Bunları da zırhını satarak elde ettiği para ile almıştı. O paranın bir kısmı ile de Hz. Fatima için ziynet almıştı. Rasul-i Ekrem (s.a.s.) Hz. Fatima’ya çeyiz olarak “Bir kumaş yaygı, bir kırba (su testisi) , yastık, içi ot dolu bir yatak” hazırlamıştı.
dünya islamiyetle nurlanırken nur ışığı resullah ışığı koruyan hz alidir, alevi ve tüm dünya henüz bunun farkında olamıyor ve cehalet icerisinde onlara yönelipdünya nimetlerine dalmış ama ahirette onlar bize ışk olacak onlarla günahlarımızın affını isteyceğiz yazık buna cok üzülüorum herkesin doğru yol olan ve kurtuluş olan kuruna veehlibeyt'e inanmamız gerekir.allah herkese iman ve nefsinin esiri olmktan korusun.....!
adı güzel kendi güzel Alim benim hak yolunu kendine yol tutmuş pirim benim derdi yoklar dert arar dururken tükenmeyen dertlerimin tek dermanısın benim
inancından öte gidecek yolun yoktur bilirim iki değil herşey birdedir gelin canlar bir olalım dedin kabemiz insandır diyerek yobaz sürüsünü sürüdün de geldin adı güzel kendi güzel Alim benim pirim pir sultan abdalım benim
lanet olsun seni inkar edene lanet olsun sana inanana inançsızdır diyene lanet olsun bizi hor gören tüm yezitlere slm olsun bizlerden tüm ehlibeyte...
HZ.Ali, ALLAH ın aslanı. müslüman ordusunun en büyük ve en yiğit kılıcıdır. Peygamberimizin amca oğlu ve damadıdır. Ehl-i beyt in başıdır. HZ.Ali birçok savaşlarda kahramanlık göstermiş, islam ın sancağını taşımıştır. Bu yüzden ona şah-ı merdan, şah-ı velayet, pir-i horasan, haydar-ı kerrar gibi isimler takılmıştır. Bunun bir örneğide HAYBER KALESİ, KAN KALESİ destanıdır. 12 imamların birincisidir.
"Allah' ın aslanı Hz. Ali bir savaş esnasında düşmanı olan yiğitle epeyce vuruşarak sonunda onu yere yıkıp öldürmek üzereyken, o düşman askeri Hz. Ali'nin mübârek yüzüne tükürdü.
Bunun üzerine Hz. Ali düşmanını bırakarak ayağa kalktı:
-Yürü git, seni öldürmekten vazgeçtim, serbestsin, dedi.
Savaşçı bu duruma şaştı:
-Beni altedip öldürmek üzereyken neden vazgeçtin. Seni ne alıkoydu? diye sordu.
Hz. Ali cevap verip şöyle dedi:
-Ben seninle Allah yolunda ve sırf Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için savaşıyordum ve onun için seni öldürecektim.
Sen yüzüme tükürünce öfkelendim, sana kızdım. Eğer o an öldürseydim, sana olan kızgınlığımdan dolayı bunu yapmış olacaktım. Yani seni Allah rızası için değil de kendi nefsim için öldürmüş olacaktım. İşte bu düşünceyle seni serbest bıraktım.
Bunu duyan adam, bu büyük asâlet ve ince anlayış karşısında îman ederek müslümanların safına katıldı."
(Mesnevî, C. I, beyit: 3721 vd. )
''Âlim, insanları Allah'ın rahmetinden ümitsiz kılmadığı gibi, Allah'ın tuzağından/ azabından da emin kılmayan kimsedir.'' Hz. Ali (r.a.)
https://www.linkedin.com/posts/kutbettin-bing%C3%B6lbal%C4%B1-63b646120_activity-7061372646529150976-69xe?utm_source=share&utm_medium=member_desktop
https://pin.it/7Jc4fWF
Nasip kendisine gelmeyenede gider...(hazreti Ali)
Allah’ın Aslan’ı
Bakınız : cemel savaşı
Bir gün Hz. Ali halifelik döneminde namaza gider. Cami kapısına geldiğinde yanında bulunan atını, orada bulunan fakir bir adama teslim eder. Hz. Ali atını ona teslim ederken, şöyle iç geçirir. Camiden çıktığında şu fakir adama iki dirhem vermeyi niyet eder. Namaz kılıp camiden çıkarken adamın orada olmadığını ve atının yularlarının alınmış olduğunu görür. Bunun üzerine yanında bulunan bir dostuna biraz para verip pazardan bir yular alınmasını ister. Adam pazara gider iki dirheme bir yular alır ve gelip Hz. Aliye verir. Hz. Ali yuları görünce çok şaşırır. Çünkü yular kendi atının yularıdır. Alan adama sorar bunu nereden aldın. Adam pazara gittiğini, birinin elinde yular olduğunu ve satmaya çalıştığını söyler. Eşkâlini de söyleyince Hz. Ali atını teslim etiğini ve yularlarını çalan adam olduğunu anlar. Hz Ali “Sübhanallah” der. Ben o iki dirhemi helal yoldan ona verecektim. Çünkü o iki dirhem onun rızkıydı. Fakat niyeti kötü olduğu için haram yoldan ona ulaştı.
Hz. Ali (R.A.) Efendimiz öyle bir huzur-u kalb ile (kalb huzuru) ile namaz kılardı ki, bütün dünya alt üst olsa dünya yıkılsa hiç haberi olmaz {duymaz) dı.
Hz. Ali {R.A.) Efendimizin menkıbelerinde denilir ki: 'Bir harpte Hz. Ali Efendimizin mübarek ayağına bir ok gelmiş, okun demir kısmı kemiğe işlemiş saplanmıştır. Bu yüzden okun demirini çekip çıkaramadılar. Bir cerrah bulup getirdiler. Cerrah demiri görünce Hz. Ali (R.A.) Efendimize:
—Size aklı gideren, bayıltıcı bir ilâç vermeli ki, ancak o zaman bu demiri çekip almak mümkün olur. Yoksa bunun ağrısına tahammül edilemez dedi. Emirül-Mü'minin (Müminlerin emin-Halifesi) Hz. Ali Efendimiz:
—Bayıltıcı ilâca lüzum yok. Biraz sabredin. Namaz vakti gelsin. Namaza durunca çıkarırsınız buyurdu.
Namaz vakti geldi. Hz. Ali (R.A.) namaza başladı. Cerrah da Emirül-Mü'minin Hazretlerinin mübarek ayağını yarıp demiri çıkardı. Yarayı sardı. Hz. Ali (R.A.) namazı bitirince cerraha:
— Demiri çıkardın mı? buyurdu. Cerrah:
— Evet, çıkardım efendim dedi. Hz. Ali (R.A.) :
— Hiç farkına varmadım. Ayağımdaki demiri çıkardığınızı duymadım buyurdu.
Herşeyin en iyisi, en yeni olanıdır; ama dostların en iyisi, en eskileridir.
her sabah her sabah seher yelleri.
seher yelleriyle esen alidir.
muhammed kılavuz mahşer yerinde.
islamın sancağını çeken alidir.
nerede ararsan hazır bulunur.
okur dört kitabı iyi bilinir.
bayram ayı gibi doğar dolunur.
seher yelleriyle esen alidir.
hakkın emri ile cebrail indi.
indi de ali nin koluna kondu.
zülfikar kuşandı düldül e bindi.
yezidin neslini kesen alidir.
pirsultan ım eydür şah olup güldü.
kabe i şeriften bir nida geldi.
hakkın emri ile dört kitap indi.
okuyan muhammed yazan alidir..
PİRSULTAN ABDAL..
Haydar-ı kerrar, şah-ı merdan, damad-ı nebi, Hz. Ali...
Hiristiyan bir yazar olan George Jerdak'ın 6 ciltte bile anlatamadığını biz burda nasıl anlatacağız.Hz Ali ilgili bilgileri servere yuklersek ağır gelir kaldırmaz.
Hz. Ali yi sevmeyen müslüman da değildir.
Hz. Ali; Resulullah'ın Amca oğlu, dava arkadaşı, sırdaşı,
Hz. Ali; Allah'ın arslanı, Hasan Hüseyin'in babası,
Hz. Ali; Resulullah'ın damadı, Hz.Hatice'nin eşi,
Hz. Ali; İslama ilk inananlardan, yiğit, gözüpek,cesur şavaşçı,
Hz. Ali; İlim deryası, dördüncü halife, müminlerin emiri,
Hz. Ali; Camide namaz kılarken öldürülen ilk müslüman.
hz. Aliyi müslümanlar kadar seven bir inanış yoktur.
ALİ'Yİ GÖRDÜM
sabahın seher vaktinde,
ali'yi gördüm ali'yi.
eğildim niyaz eyledim.
ali'yi gördüm aliyi.
kaşı kirpik deste deste,
armağan sunar dosta,
muhammed ile mihraçta,
ali'yi gördüm ali'yi.
arslanı gördüm meşede,
kırk mum yanar bir şişede,
yedi iklim çar köşede,
ali'yi gördüm ali'yi.
arslanı gördüm çağında,
açılmış cennet bağında,
musa ile tur dağında,
ali'yi gördüm ali'yi.
cennet kapısında duran,
hayber'in kilidin kıran,
kafire zülfikar çalan,
ali'yi gördüm ali'yi.
çiskin dağlar başı çiskin,
kul himmet'im oldu küskün,
cümle erden yerden üstün,
ali'yi gördüm ali'yi.
KUL HİMMET
CİHAN VAR OLDUKÇA,ALİ VAR OLUR.
CİHAN,VAR OLURKEN DE ALİ VARDI.
ayine tuttum yüzüme
ali göründü gözüme..
-Giriş-
“Kişi insanlar arasında aklıyla yaşar, bilim ve tecrübeleri aklıyla edindiği gibi.”
“Bilim elde etmek için istekli ve araştırıcı ol.”
“Ben devranın bilginiyim, öyleki (onun) anası-babası gibiyim.”
Bu sözleri İmam Ali’ye ait olduğu bilinen Ali Divanı’dan (Hazreti Emir Ali İbn-i Ubu Talib, Hazreti Ali Divanı, Arapça Çeviri:Vedat Atila, İstanbul-1990, nos. 164,1390,1405) derledik. Bilimin ve deneyimlerin akıl yoluyla elde edilebileceğini söylerken Ali, aynı zamanda iki koşul ileri sürüyor: İstekli ve araştırıcı olmak! Bu iki sözcük, öğrenmenin, eğitim-öğretimin psikolojik ve çevresel koşullarıyla birlikte yöntemlerini de kapsıyor. Üzerinde sayfalarca açıklamalar yapılabilir. Bir düşünen kişi; aklıyla hareket eden, sorgulayarak yargıya varan, soyutlamayı başaran bir kuramcı, kavramlar geliştirir, yorumlar açıklamalar gerektiren özlü sözler söyler ve önermelerde bulunabilir. Bugün İmam Ali’yi, Muaviye’nin ona lanetle başlattığı Emevi anlayışını günümüzde sürdüren Suudi Vahhabileri gibi değerlendirip küçümseyen ve Halife Osman’dan (644-656) sonra beş yıl kadar İslam imparatorluğunu yönetmiş başarısız, sıradan bir halife olarak görenlerle; bilgeliği, erdemleriyle birlikte bilginliği ve bilimsel düşüncelerinden habersiz ve onu sadece doğaüstü güçleri ve kerametleriyle yüceltenler bizim gözümüzde aynıdır. Ali zamanının bilginiydi; Peygamberin ölümünden itibaren “Ali bilim şehrinin kapısı” değil, kendisiydi. Zaten o, alçak gönüllülüğe gerek duymadan “ben devranın(dönemin, zamanın) bilginiyim” diyor. Üstelik bir bilgin, bir alim olarak zamanın ebeveyni, yani ana-babasıdır; öyle söylüyor. Ana-baba çocuklarını korur-kollar, eğitip-yetiştirir, iyiye doğruya yönlendirir. Öyleyse zaman ve o zamanı yaşayanlar, bilginlerin koruması altında olmalı ve onlar yönlendirip yönetmelidir. İmam Ali, ben bir bilgin olarak devranın (zamanın) anası-babasıyım, derken bunları söylemiş olmuyor mu?
Aşağıda, Ali üzerinde yapmakta olduğumuz çalışmadan bir bölüm olan, onun bilimsel kişiliği ve kuramcılığı üzerine kısa bir bakış bulacaksınız. Yazının önemli bir kısmında, başta www.ismaili.net olmak üzere, İslam bilginleri, İmamlar,Ehlibeyt ve Şiilik hakkında bilgiler, araştırma yazıları, makaleler yüklenmiş web sitelerinden yararlanıldı.
1. İmam Ali’nin Bilimsel Kişiliği ve Kuramcılığına Kısa Bakış
Ali bin Abu Talib'in(600-661) erdemlerinin ve niteliklerinin bir portresini çizmek kolay değildir, zira o bilginin kaynağı ve bir erdemler örneğiydi. Gerçekten o, bir canlı bilgi ansiklopedisiydi. Bütün tanınmış sufiler batini (esoteric) bağlarını Ali'ye götürürler.
Abu Nasr Abdullah Sarraj Kitab al-Luma fi't-Tasawwuf (yayımlayan: Nicholson, London, 1914, s. 129) kitabında; Junaid Baghdadi'ye (ö. 910) batıni alanda Ali'nin bilgisi sorulduğu zaman,
“Savaşlarda daha az görevli olsaydı, Ali'nin bizim batıni şeyler üzerinde bildiklerimize çok daha büyük katkısı olabilirdi, çünkü o, kendisine ilm al-ladunni (doğrudan Tanrıdan gelen ruhsal bilgi, gizli ilim) bağışlanmış biriydi” diye yazmaktadır.
Ali, yandaşlarına İslamın, kendi nesnelliği içinde düşünce ile uyum sağlayan, ayrıca kendi yasakları ve buyruklarında da doğa ile anlaşan tek din olduğunu öğretti. İslamın din alanında yarattığı büyük devrim, açıkça aklın üstünlüğünü kabullendiği tutumuyla canlılık kanzandı. Ali insanları akıl ve düşüncenin üstünlüğünü kabul etmeye çağırdı ve onları doğal olaylar üzerinde düşünmeye ve tartışmaya yönlendirdi. Ali'ye göre İslam, herşeyden önce aklın dinidir; kör bir inanç yolu değildir ve bu nedenle mensuplarının, içsel kavrayışa sahip olurken düşünceyi, yeterliliği ve aklı kullanmalarını talebeder; ancak böylece onlar daima adalet ve gerçeğe ilişkin öğretilenler gereğince hareket edebilir ve sağlam bir karakter sahibi olabilirlerdi. Bunlardan dolayı Ali, çeşitli söylev ve konuşmaları aracılığıyla bilimin değerini yüceltti. Onun eğitim ilişkilerinden, bilginin bütün dalları kapladığı ve dinsel bilgiyle sınırlı olmadığı, buna karşılık Araplar'ın sadece teolojinin sınırları içinde durmuş oldukları anlamı çıkmaktadır.
Ali'nin, öğrencisi Abdul Aswad al-Aulai aracılığıyla Arab grameri çalışmalarını kurucusu ve doğru Kuran okuma yönteminin yaratıcısı olduğu bilinmektedir. Ali'nin çalışmaları, Sharif al-Razi Zul Hussain Muhammad bin Hussain bin Musa al-Musawi (ö. 408/1015) tarafından, “Nahjul Balagha” (Güzel konuşma yöntemi) adıyla çok geniş bir özet (compendium) içinde toplanmıştır. Bu onun, konuşmaları-vaazları, mektupları, tartışmaları, öğütleri, tavsiyeleri; ceza, sivil ve ticari hukuk sistemlerine ilişkin hükümleri, mali ve ekonomiksorunlar için çözüm önerileri antolojisidir; kitap ahlak, bilim, teoloji ve felsefe üzerinde yazılan en erken İslami örneği temsil etmektedir. Kendi özgün dokunulmazlığı içinde yapıt, Şiiler tarafından Kuran'dan sonra ikinci derecede saygı görür.
Onun tartışma konularını incelediğimiz zaman, 1300 yılı aşkın zaman önceki birçok çağdaş bilim kuramlarının Ali tarafından ortaya atılmış olduğunu göreceğiz. 9.yüzyıl yazarlarından Şeyh Ali bin İbrahim al-Kummi “Wassaffat”da, bir keresinde dolunaylı bir gecede Ali'nin şöyle söylediğini yazmakta:
“Gökyüzünde gördüğünüz yıldızlar, onların hepsi bizim dünyamızın şehirleri gibi şehirleri vardır.Her kent dikey doğrultuda bir ışık ışınıyla(huzmesiyle) bağlıdır ve bu dik çizginin uzunluğu, gökyüzündeki iki yüz elli yıllık bir yolculuğun uzaklığına eşittir.
Fransız bilim adamı Monsieur Xion bu sözlerden öylesine etkilenmişti ki, şunları ifade etmek zorunda kaldı:
“Bin yıl önce herhangi bir araca ve gerece başvurmaksızın böyle bir bilgiyi veren bir kişi, sadece bir insan gözü ya da zihnine sahibolamaz, fakat o Tanrısal bilgiye sahip olmuş olmalı; böyle bir dinsel rehber ve öndere sahip İslam gerçekten göksel bir din olmalıdır. Ki bu din, onun kurucusuna ardıl olan kişinin, insanüstü akıl ve bilgiye sahip olduğu gerçeğiyle kanıtlanmış (olarak) duruyor.”
Rivayet edilmektedir ki Ali, Mısırlı astrolog Sarsafil'e şu soruyu sormuş: “Söyle bana, Venus yıldızının uydular (tawabi) ve sabit yıldızlarla (jawami) ilişkisi nedir? ” Sarsafil, sadece Grek astronomisini bildiği için yanıt verememişti. Uydular için Arapça tawabi sözcüğü kullanılır ve “izleyenler” anlamındadır. Gerçekten de bir uydu, gezegenin çevresini dolaşan bir “izleyen-takibeden”dir. Benzer biçimde, sabit yıldızlar için kullanılan jawami sözcüğü “biraraya getiren-toplayan ve birarada olanlar” anlamındadır ve gerçekten güneş ya da bir sabit yıldız, biraraya toplanıp çevresinde dönen bütün gezegenleri korur. Ali'nin bu terminolijileri ne denli doğruydu?
Bir kere bir kişi Ali'ye sordu:
“Yer ile güneş arasındaki uzaklık ne kadardır? ” Ali yanıtladı:
“Bir atın gece gündüz ara vermeden yeryüzünden güneşe doğru koştuğunu farzet; onun güneşe ulaşması için tam 500 yıl geçerdi.”
Bunun hesabı yapılırken, bir Arap atının satte normal olarak 22 mil hızla koştuğu bilinmiş olmalıydı. Böylece at 500 yıl içinde, güneş ile dünya arasındaki uzaklığı belirten 95,040,000 mil yol alacaktı. Anımsanmalıdır ki, güneş ile dünya arasındaki aynı uzaklık Rönesans döneminde Avrupa'da genel olarak kabul gördü.
Batılı bilim adamları, başka bir düşünce çerçevesinde 18.yüzyılda aynı uzaklığı ortaya çıkarmışlardı. Dünyadan saatte 10 000 mil hızla uçan bir jet uçağı 11 yılda güneşe ulaşabilir. Bu yöntem dahi uzaklığın 95,040,000 mil olduğunu göstermektedir (bkz. “The Book of Knowledge” edt. E.V. McLoughlin, New York, 1910) . Çağdaş bilim gösteriyor ki, yeryüzünün güneşe en yakın olduğu Ocak başlarında yerden uzaklık 91,400,000 mil ve en uzak olduğu Temmuz ayında bu uzaklık 95,040,000 mil olmaktadır. Öyleyse o kişi, yukarıdaki soruyu Ali'ye, büyük olasılıkla Temmuz ayında sormuş olmalıydı.
Philip K. Hitti “History of the Arabs” (London, 1949, s. 183) kitabında diyor ki:
“Savaşırken yiğit, danışırken zeki, konuşurken akıcı ve anlaşılır, dostlarına karşı dürüst, düşmanlarına alicenap olan Ali; hem İslam yiğitliğinin (şövalyeliğinin) tek örneği hem de adının çevresinde şiirler, atasözleri, kısa dinsel özlü sözler ve sayısız erdem ve yiğitlik öyküleri (anecdots)) anlatılan Arap geleneğinin Süleymanı oldu.”
William Muir, Ali'nin hayranlarından biriydi ve “The Caliphate, its Rise, and Fall” (London, 1924, s. 288) yapıtında şunları yazıyor:
“Ali'nin karakterinde övülecek ve saygı duyulacak pek çok şey vardır. Ayaklarına kapanmış (teslim) olan Basra kentine, cömertçe bir sabırla çok kibar ve hayırsever davrandı. Sürekli entrikalar ve acımasız isyanlarla onun sabrını taşırmış olan fanatiklere karşı öcalma duygusu göstermedi.”
Ali İbn Abu Talib’in Ali Divanı’ndaki(No.1197) “ kim benden birşey için yardım isterse, yıldız kayması hızıyla ona koşarım” sözü acaba sadece onun büyük cömertliğini, yardımseverliğini mi gösteriyor? Ya da kendisinden yardım isteyenlere, Ali olabilecek en büyük hızla yardım ettiğini mi anlatıyor? Zahiri (dışsal) anlamda bu söz iki açıklamayı da kapsar. Ama Ali’ye inananlar, ona “Ali evvel Ali ahir, Ali batın Ali zahir”diyen Alevi toplumu tarafından batıni (içsel, mecazi) anlamda şöyle anlaşılır: Ali nerede çağrılırsa orada hazır ve nazırdır; sıtk-ı bütün olarak, yani kalpten inanarak, “ya Ali medet! ” derseniz, anında imdadınıza yetişir.
İmam Ali, kendisini yardıma çağıranların yardımına koşmasındaki hızının ölçüsünü, dörtnala koşan
Arap atının ya da yaydan çıkan okun hızına neden benzetmemiş de, bir anda yanıp sönen yıldızkayması ışığına benzetiyor? Acaba o, saniyede 312 500 km.olarak hesaplanan ışık hızının ilk habercisi miydi? Yukarıdaki örneklemeler de gözönüne alarak söylersek, bir başka deyişle ışık hızının ilk kuramcısı Ali olamaz mı?
Son olarak aşağıda birkaç batılı yazarın daha Ali hakkındaki görüşlerini vermek istiyoruz:
R.A. Nicholson, “A Literary History of the Arabs”, Cambridge, 1953, s. 191:
“O cesur bir savaşçı, akıllı bir danışman, dürüst bir dost ve alicenap bir düşman idi. Şiirde ve düzgün konuşmada en ilerideydi; dizeleri ve sözleri -onlardan ancak bazılarının aslına uygun olduğu düşünülmesine rağmen-, Doğu Muhammedileri arasında çok meşhurdur.”
Charles Mills, “A History of Muhammadanism”, London, 1817, s. 84:
“Haşimi ailesinin başı Peygamber’in damadı ve kuzeni olarak Ali'nin, Muhammed'in ölümü üzerine hemen halifeliğe geçirilmemiş olması açıkça inanılmaz ve takdir edilemez bir durumdur. Onun doğuşu dahil evliliğinin avantajına, Muhammed'in yakın dostluğu, en önde gelen sahabiliği de eklenmişti. Abu Talib oğlu Ali İslamı ilk kabul edenlerin başında geliyordu ve Muhammed'in, kendisine Musa'nın Harun'u kadar yakın olduğunu söyleyecek kadar da gözdesiydi. Onu, bir hatip olarak başarısı ve bir savaşçı olarak yiğitliği bir millete sunmuştu. Ali’nin içindeki kararlı cesareti erdem, belagatı (güzel konuşması) ise akıldı, bilgiydi.”
Dr. Andrew Crichton, “History of Arabia and its People”, London, 1852, s. 307:
“Bu prens (Ali) , bir ozanın, bir hatip ve bir askerin yeteneklerini birleştirip, üzerinde toplamıştı; zira o kendi ilgi alanlarında en cesur ve en güzel konuşan kişiydi. Ockley tarafından İngilizceye çevrilmiş olan Ali’nin 169 özdeyiş ya da ahlak kuralları; onun aklından, ilim ve irfanından bir anıt olarak kolleksiyonunda hala ayakta duruyor.”
Thomas Carlyle de “Heroes and Hero-worship” (London, 1850, s. 77) kitabında şöyle yazıyordu:
“…bu genç Ali'ye gelince, kimse ona sevmek dışında birşey yapamaz.. Onun kendisinin gösterdiği gibi zamanının ve sonraki zamanların, sevgi ve cesaret dolu, yüce ve çok akıllı bir yaratığıydı. Hristiyan şövalyeliğininin gerçek ve incelik içeren sevgi değerlendirmesi ile, ondaki şövalyelik tam bir arslan cesaretiydi...”
Halifeliği dönemindeki iç çatışmalara, savaşlar ve çeşitli anlaşmazlıklara rağmen, Ali devlet içinde birçok reformlar yaptı. İlk kez o, toprak sahibi köylülerden yıllık arazi vergisi almayı uyguladı. Ticaretini at üzerinde (gezginci çerçi ticareti?) yapanları vergiden muhaf tuttu. İlk kez o, devletin gelir kaynağına ormanları da dahil etti ve onlar üzerine zorunlu vergi getirdi. Ayrıca yoksullar için, kendine özgü bir “fakirlere yardım vergisi” koydu. Yargıçlar için İslam yasalarını (Şeri hükümleri) bir sisteme bağladı. Devlet sınırları içinde taş kırıkları (mıcır) dökerek ilk stabilize yollar yapan Ali oldu ve tanınmış Astkhar kalesi gibi bazı kaleler yaptırdı. Orduyu yeniden organize etti ve çeşitli yerlerde askeri karakollar kurdu. Ayrıca Fırat ırmağı üzerinde ilk kez o sağlam bir köprü yaptırdı.
Ali'nin halifelik yılları aynı zamanda eğitim düzeyinin çok yükseldiği dönem olarak bilinir. Ali eğitim-öğretimi kendi koruması altına almış olan ilk halife idi. Bunun sonucu olarak, Küfe'de okuyan 2000 civarında öğrenciye devlet hazinesinden karşılıksız burs vermişti.
Yazıya, gerçekten tamamlanmasına katkısı olacağına inandığımız, kısa bir bölüm daha eklemek istiyoruz. Bu, “Görmediğim Tanrıya Tapmam” (Alev Yayınları, İstanbul 1996, s.125-128) kitabımızın “İmam Ali’nin akıl ve gönül penceresinden Derviş Baba’nın gördükleri” bölümünden birinci kısım olacak. Derviş Baba, Ali’nin aşağıdaki sözlerini yedi kıtalık bir şiirle yorumlamaktadır:
2. Ali’nin Siyaset Felsefesi: “Utançtır Yoksulu Ezmek, Ona Zulmetmek...”
38- Dünya her zaman iki karşıt halde bulunur; biri yokluk ve
yoksulluk, diğeri bolluk ve rahatlık..
77- Malı yalnızca kendin için kazanılmış olarak düşünme, Allahın
senden kuvvetli olduğunu unutma ondan kork ve malını paylaş.
677- Utançtır insana, evinde serilip yatarken komşusunun üstsüz başsız
bükülerek açlıktan (kıvrılıp) yatması.
467- Nasıl bir hastalıktır, sen evinde tok yatarsın etrafında deriyi
kemirmeğe hasret yürekler varken.
1187- Benim evim gelen herkesin kendi ortamıdır, kilerimiz yiyecek
alana açıktır.
1188- Bütün varımızı sunarız, sadece ekmek ve sirke olsa da.
24- Geçim sağlama isteği, beklemekle elde edilmez.Ama sen de
susuzluğunun giderilmesi için kovanı kuyuya göndermelisin.
25- Gün be gün kova sana suyla gelecektir. Çamuru çok suyu az da olsa
su getirecektir.
1184- İnsanlar bana diyor ki çalışıp kazanmak utançtır. Dedim ki utanç
çalışmayıp hazır yemektir.
26- Çok kimse çalışıp çabaladığı halde zenginliğe ulaşamazken, bir
diğeri hiç çaba harcamadan zengin olmuştur.
27- Ve hiç durmadan mal üstüne mal topladılar
366- Kişiyi ev barındırır, hırkası üstünü ayıbını örter;
ölmeyecek (gereksinimi) kadar yemek yetmez mi insana?
129- Geçimini doğruluk kapılarından iste, kat kat artarak gelecektir.
149- Geçimini şerefsizlikle elde etmeyi isteme. Nefsini yükselt düşük
isteklerden.
157- Mal noksanlığı- kişinin zengin olmaması- aklın yetersizliğine
yorumlanır, zeka fışkırsa da ahmak kabul edilir.
1168-(Oysa) malı çok olmasa da saygın kılabilir kendini kişi, nice
zengin insan vardır ki zenginliğiyle zelildir (kişilik yoksunudur) .
678- Utançtır yoksulu ezmek, ona zulmetmek...
164- Kişi insanlar arasında aklıyla yaşar, bilim ve tecrübeleri
aklıyla edindiği gibi.
(Hazreti Emir Ali İbn-i Ubu Talib, Hazreti Ali Divanı,
Arapça Çeviri Vedat Atila, İstanbul-1990)
“Bir gün Tanrı arslanı Ali keremullahı vecheye (iki yüzü Hakka dönük) sordular: Tanrıyı görürü müsün ki taparsın? Ali eder: ‘Görmesem tapmayıdım(tapmaz idim) ” 1
Ali'm Sen Alimsin
Ali'm sen alimsin biz bilmiyoruz
Gizemine akıl erdirmiyoruz
Dinsel dünyada görüşün nesnel
Sen maddeciymişsin biz görmüyoruz
“Dünyada karşıtlık var” ne demektir
Açıkça diyalektik düşünmektir
Dilindeki “akıl, bilim, emektir”
Sosyalistmişsin de biz görmüyoruz
Sözün açık yorumlamak gerekmez
Tok olan varlıklı açları görmez
Emek sömürücü seni hiç sevmez
“Paylaş” demeni hiç düşünmüyoruz
“Kişinin barınacak evi olsun”
“Giyecek hırkası devliği olsun”
Yani ihtiyacı kadar pay alsın
Demek komünistsin de görmüyoruz 2
Emek sermay' çelişkisin görmüşsün
“Varlık şerefle sağlanmaz” demişsin
Aklı öne alıp bilg'üretmişsin
Sen bir öğretmensin biz görmüyoruz
Ali'm sen Tanrıyı insanda gördün
Onu “görmeseydim ben tapmam” derdin
İnsana sen Tanrı değeri verdin
Evvel ahir sensin biz görmüyoruz
Peygamber “bilimin kapısı” dedi
Övdü seni kızı Fatma'yı verdi
Derviş Baba ya Ali meded! dedi
Sen aramızdasın biz görmüyoruz
1 Kaynaklar: Hacı Bektaş Veli, Makalat, Haz. Sefer Aytekin, Emek Basım Yayımevi: İstanbul, 1954, s.73; Shihabaddin Shah Hoseyni'den W. İvanow'un İngilizceye çevirdiği True Meaning or Religion of Risala dar Haqiqat-e Din'den (Bombay 1947, s.72) aktaran Henry Corbin, Temps Cyclique et Gnose Ismaélienne, Paris 1982, s.143:...par exemple, attribué au Premier Imam: Je n'adorais jamais un Dieu que je ne verrais pas (Görmediğim bir Tanrıya asla tapmazdım) Ve yine Kolayni “Usul-u Kafi I, 98”de İmam Cafer Sadık’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Birisi, Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) 'ın yanına gelerek dedi ki: 'Ey
Müminlerin Emiri, kulluk ederken hiç Rabb'ini gördün mü? ' Ali (a.s) cevaben
şöyle buyurdu: 'Yazıklar olsun sana! Ben görmediğim Rabb'e kulluk etmem.' Sonra
da şöyle devam ettiler: 'O baştaki gözle görülmez; ancak O'nu kalpler iman
hakikatleriyle görür.”
ilim kapısı...
diyor ki:
'“Akıllının dili, gönlünün ötesindedir. Ahmağın gönlü ise, dilinin ötesindedir.”'
Hz. Ali, Fatıma’yı istemek üzere Peygamberimiz
(s.a.s) ’in huzuruna gitti. Ancak,
söyleyeceklerini sanki unutmuştu, neredeyse dili tutulmuştu.
Hz Peygamber (s.a.s.) “ Her halde Fatıma’yı istemeye geldin”
diyerek ona yardımcı oldu. Hz. Ali sevinç içinde “ evet “ dedi.
Ancak, verecek mehri yoktu.
Bu konuda da Peygamberimiz (s.a.s.)
yardımcı oldu. Zırhın mehir olarak değerlendirebileceğini hatırlattı.
Fakat bir de düğün yemeği vermek lazımdı. Ashabtan bir zat,
Hz. Ali’ye bir borç verdi. Ensar da aralarında mısır topladılar,
düğün yemeği hazırlandı. Peygamberimiz (s.a.s.)
Hz. Ali ve Fatıma’ya
“ Allah’ım, ikisini mesut et, onlar hakkında evliliklerini hayırlı kıl”
diye dua etti. Hz. Ali’nin evinde eşya olarak bir hasır, yastık,
içi lif dolu bir yatak, çömlek ve testi gibi şeyler vardı.
Bunları da zırhını satarak elde ettiği para ile almıştı.
O paranın bir kısmı ile de Hz. Fatima için ziynet almıştı.
Rasul-i Ekrem (s.a.s.) Hz. Fatima’ya çeyiz olarak
“Bir kumaş yaygı, bir kırba (su testisi) ,
yastık, içi ot dolu bir yatak” hazırlamıştı.
dünya islamiyetle nurlanırken nur ışığı resullah ışığı koruyan hz alidir, alevi ve tüm dünya henüz bunun farkında olamıyor ve cehalet icerisinde onlara yönelipdünya nimetlerine dalmış ama ahirette onlar bize ışk olacak onlarla günahlarımızın affını isteyceğiz yazık buna cok üzülüorum herkesin doğru yol olan ve kurtuluş olan kuruna veehlibeyt'e inanmamız gerekir.allah herkese iman ve nefsinin esiri olmktan korusun.....!
Son halife. Efendimizin(s.a.v) damadı. İlim deryası.. savaş meydanlarının haydar-ı kerrar ı..
İlmin kapısı..
kefenim biçilse mezar kazılsa,
yine geçmem ala gözlü şahımdan...
Ahiretini dünya ile satma. Bilmediğin şey hakkında konuşma.
Vazifen olmayan şeye karışma. Ve her işi kendi ehline bırak.
Açık kalpli, mert düşman, içinden pazarlıklı dosttan iyidir.
Akıl gibi mal, iyi huy gibi dost, edep gibi miras, ilim gibi şeref olmaz.
Akıllı olan kemal, cahil olan mal ister.
Amelsiz sevâb dileyen, yaysız ok atmaya kalkan kişiye benzer.
Allah katında insanların en kötüsü, hayatında midesini ve şehvet güdüsünü doyurmaktan başka hedefi olmayan kismedir.
Allah seni özgür yaratmışken, başkasının kölesi olma.
Asıl yetimler, anadan ve babadan yoksun olanlar değil, akıldan yoksun
olanlardır.
Ayıbın en büyüğü, ona benzer bir ayıp sende de varken, başkasını ayıplamandır.
Bildiği halde susmak, bilmediği halde konuşmak kadar çirkindir.
Bilge insan çalışmasına, bilgisiz de boş hayallerine güvenir.
Bilgin bir söz ehli olamıyorsan, hiç olmazsa dikkatli bir dinleyici ol.
Bilgin ölü olsa bile diridir. Cahil ise diri olsa bile ölüdür.
Bilgisiz, bilmediğini sormaktan utanmasın. Alim, içinden çıkamayacağı bir meselede en iyisini Allah’u Teâlâ bilir’ demekten sakınmasın.
Can gözü kör olunca, gözle görüşün bir yararı yoktur.
adı güzel kendi güzel Alim benim
hak yolunu kendine yol tutmuş pirim benim
derdi yoklar dert arar dururken
tükenmeyen dertlerimin tek dermanısın benim
inancından öte gidecek yolun yoktur bilirim
iki değil herşey birdedir gelin canlar bir olalım dedin
kabemiz insandır diyerek yobaz sürüsünü sürüdün de geldin
adı güzel kendi güzel Alim benim
pirim pir sultan abdalım benim
lanet olsun seni inkar edene
lanet olsun sana inanana inançsızdır diyene
lanet olsun bizi hor gören tüm yezitlere
slm olsun bizlerden tüm ehlibeyte...
HZ.Ali, ALLAH ın aslanı. müslüman ordusunun en büyük ve en yiğit kılıcıdır. Peygamberimizin amca oğlu ve damadıdır. Ehl-i beyt in başıdır. HZ.Ali birçok savaşlarda kahramanlık göstermiş, islam ın sancağını taşımıştır. Bu yüzden ona şah-ı merdan, şah-ı velayet, pir-i horasan, haydar-ı kerrar gibi isimler takılmıştır. Bunun bir örneğide HAYBER KALESİ, KAN KALESİ destanıdır. 12 imamların birincisidir.