Huzurevine giden yolda birçok neden yatıyor. Kimi nedenler zorunluluktan kimi nedenler ahlaksızlıktan ileri geliyor. Buradan ortaya çıkan sonuç zorunluluktan dolayı olmayan tüm huzurevi vakaları ahlaksızlıktır. Bu noktada önemli olan nokta yaşlıyı oraya gönderen bir evlat varsa onun kendi içinde kendini aklamasıdır işte o zaman o zorunluluktur.
arkadaşlarımla bir günümüzü oradakileri ziyarete ayırmıştık bir selam... bir tebessüm... bir küçük ikram... gönülden bir muhabbet değerleri, içlerinde anlatınlar onların terk edilmelerine, tozlanmalarına engel olamamış kitaplar gibiydiler... sararmış, uçları kıvrılmış kitaplar ve her biri haykıran ayrı birer acıydı yüzlerindeki çizgiler sonra elleri titrekti... yıllar derin izler bırakmıştı belliydi yarınımız! .. nasıl bir muamma böyle ömrünü ailesine adamış yedi çocuklu ev hanımıyla ömrünü hosteslikle geçirmiş yedi dil bilen iş kadını yan yanaydılar... üzerlerinde oturdukları kanepe de anlam verememiştir bu duruma eminim... farklı yaşamları engel olamamıştı böylesi ortak bir sona... içlerinden “böyle mi olmalıydı” der gibiydiler... böyle mi öyleydi ve oldukça hazindi... ama ben asıl gözlerini anlatmak isterdim... dile dökülemez, kelimelerle ifade edilemez acının taşıyıcıları olan gözlerini... anlatmaya çalışmak meşakkat verir... onları arada görüp, bakışlarına orada şahit olmak lazım zira; gözlerinin izleri durur hâlâ gözlerimde o zaman gitmiştim... ama şimdi gidilecek olunsa gitmem bir kere şahit oldum hayatın ve içindekilerin ihanetine... bir daha olmak istemem bir daha görmek istemem tanımlanması namümkün olan o gözleri biliyorum... bu sefer çok daha fazla dokunur hâlleri içime yaşamak daha bir değersizleşir ben de bu sebeple gitmem... gidemem...
muhkemliğiyle bilinen ey ben! .. değişiyorsun bilmem farkında mısın! ..
Geçen zamanla birlikte ahlâkî yapımızda köklü değişimler ve ona bağlı dönüşümler gerçekleşiyor. Batıya yüzümüzü döndüğümüzden beri hayatımız başkalaşmaya, hatta tanınmaz bir hâl almaya başladı. Tanzimat’tan bugüne kadar pek çok şey değişti bu toplumun iç ve dış yapısında. Temel dinamiklerimiz göz göre göre alaşağı edildi. Yerlerine koyulanlar bizi ifade etmekten çok uzak görünüyor.
Müslüman-Türk topluluklarında anne babaya saygı ve hürmet üst düzeydeydi. Çünkü mevcut inancımız bu insanlara olağanüstü derecede kıymet vermiş, onları değerler silsilesinin altın halkası kabul etmiştir. Fakat geçen zamanla birlikte bu alanda da büyük bozulmalara ve değerlerde aşınmalara şahit olunmaktadır. Bu menfi gidişat elbette hayra alamet değil. Çünkü değerlerini ve değerlilerini hiçe sayan milletlerin bir adım ilerlemesi mümkün değildir.
Geleneksel Türk aile yapısı çoktan bozuldu. Eskiden birkaç nesil bir arada yaşardı. Dedeler torunlarla aynı mekânları paylaşırdı. Nineler bütün hünerlerini torunlarına aktarırdı. Tecrübeler dededen toruna aktarılarak ebedileşirdi. Fakat günümüzde bu emniyet ve gelenek halkası koparıldı. Aileler bölündü, ufalandı. Yaşlanan anne ve babalar sözüm ona huzurevlerine mahkûm edildi.
Bilindiği üzere bedenî ve zihnî engeller nedeniyle, evde bakım güçlüğü içinde olan kişiler için, kendilerini evlerinde hissettirecek ortamları sağlamak üzere devlet tarafından huzurevleri kurulmuştur. Fakat hiçbir yaşlı, evindeki huzuru bu mekânlarda bulamaz. Çünkü insana huzur ve emniyet hissi veren mekân değil, o çevrede yaşayan insanlardır. Hiçbir görevli memur, bakıma muhtaç yaşlılara aile bağlarıyla rabıtalı kişilerin sağladığı keyfi ve güven hissini yaşatamaz.
Sevgi, saygı, güven ve huzur birbirleriyle iç içe kavramlardır. Birinin varlığı ötekine destek, yokluğu ise aynı derecede köstektir. Son yüzyılda bu değerlerin hızla aşındığını görmekteyiz. Değerlerimizin erimesini, hatta buharlaşmasını görünce geleceğe dair vicdanî kanaatlerimiz ve beklentilerimiz berraklığını yitiriyor.
Hiç kimse yaşlanmayı istemez. Çünkü yaşlılık hayatı güçleştiriyor. Öyle bir zaman geliyor ki düzlükler yokuşa dönüşüyor Yaşlı olarak tanımlanan nüfus grubu çeşitli sağlık sorunları açısından risk taşıyan özel bir gruptur. En sık gözlenen sağlık sorunları bellek bozuklukları, nörolojik bozukluklar, psikolojik sorunlar, deri değişiklikleri, işitme ve görme kayıpları, kalp, dolaşım, akciğer problemleri, sindirim ve beslenme bozukluklarıdır.
Yaşlanma, bireysel bir değişim olarak kişinin fizikî ve ruhî yönden gerilemesidir. Yaşlılarımız ilerleyen zamanla birlikte pek çok yetilerini kaybediyorlar. Adeta çocuklar gibi bakıma ve himayeye muhtaç hâle geliyorlar. Bazılarının ağzında diş kalmadığı için tıpkı bebekler gibi sıvı gıdalarla besleniyorlar. Alınganlıkları ve hassasiyetleri yaşla birlikte artıyor. Kendileriyle ilgilenilmesini daha çok arzu ediyorlar. Nerden bakarsanız bakınız yaşlılar, yaşın ilerlemesiyle birlikte gittikçe çocuklaşıyorlar.
Yaşlının yaşam kalitesini arttırmak, yaşadığı süreci rahat geçirmesini sağlamak gayesiyle oluşturulan huzurevlerinde binlerce insanımız huzur arıyor. Huzurevinde ne kadar üstün konfor olsa da bu mekânlarda iç huzurun sağlanması pek mümkün değildir. Çünkü buralardaki yaşlılar sudan çıkmış balık misali çaresiz ve yalnızdırlar.
Huzurevinde zaman uzadıkça uzar. Dakikalar saat, saatler yıl, yıllar asırlar gibi uzar gider. Gözler ziyaretçi avındadır her zaman. Bir kapı tıkırtısı gözbebeklerinin canlanmasına yeter de artar da. Her tıklamanın ardında tanıdık bir seda aranır. Gelen olmazsa umutlar geleceğe tehir edilir, ama hiç kaybolmazlar. Zaten umudun tükendiği noktada yaşamak, bedene hamallık yapmaktan farksızdır. Huzurevinde zamanın durağanlaşmasını Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu dörtlüğündeki ifadelerle anlatabiliriz:
“Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpare, geniş bir anın Parçalanmaz akışında.”
Yaşlılık biraz da dünyaya yabancılaşmaktır. Çünkü eş dostun çoğu artık ötelerdedir. Dönülmez yolculuğa çıkmışlardır. Anılarını da toprağa gömmüştür pek çoğu. Diriler için yaşamak da nefes almaktan öte fazla bir mana taşıyamaz raddeye gelmiştir. Hayatın bu noktasında yanı başımızda sakladığımız sararmış solmuş gençlik fotoğrafları koca bir ömrün belgeseli sayılabilir.
Bilindiği gibi Batılı devletlerin yaşlı bir nüfus yapısı var. Bizim nüfusumuz onlara nazaran çok daha genç… Avrupa’da yaşlılar huzurevlerinde bakılıyor. Anne babasını evinde bakan evlat sayısı bir hayli az... Oysa biz onlardan farklıyız. Bizim inancımızda “Cennet annelerin ayakları altındadır”. Anaya, babaya, yaşlılara hizmet ve hürmet etmek Müslümanlıkta ibadet hükmündedir. Onun için ecdadımız anne babalarını el üstünde tutmuş; yaşarlarken onlara adeta ‘öf’ bile dedirtmemişlerdir. Fakat son yıllarda biz de Batının çirkef yoluna girdik. Gelinler kocalarını zorlayarak elden ayaktan düşmüş anne babaları huzurevlerine gönderiyorlar. Fakat bu devran böyle gitmez. Onlar da bir gün elden ayaktan düşeceklerdir. Kendileri de aynı şeylerle karşılaşınca o zaman yanlış yaptıklarını anlayacaklardır. Fakat o zaman da ne yazık ki iş işten geçmiş olacaktır.
elden ayaktan düşünce daha bir huzurlu olunuyor sanırsam.. ama benim gördüğüm huzurevindeki yaşlılar pek huysuz.. hepsi bir arada orayı cinnet evi haline nasıl getirmiyorlar anlamadım..
analara kıymayın efendiler
bulutlar adam öldürmesin
)
Huzurevine giden yolda birçok neden yatıyor. Kimi nedenler zorunluluktan kimi nedenler ahlaksızlıktan ileri geliyor. Buradan ortaya çıkan sonuç zorunluluktan dolayı olmayan tüm huzurevi vakaları ahlaksızlıktır. Bu noktada önemli olan nokta yaşlıyı oraya gönderen bir evlat varsa onun kendi içinde kendini aklamasıdır işte o zaman o zorunluluktur.
huzur ewinde pek çok yaşlı bulunmaktadır kimi yersiz yurtsuz
arkadaşlarımla bir günümüzü oradakileri ziyarete ayırmıştık
bir selam... bir tebessüm... bir küçük ikram... gönülden bir muhabbet
değerleri, içlerinde anlatınlar onların terk edilmelerine, tozlanmalarına engel olamamış
kitaplar gibiydiler... sararmış, uçları kıvrılmış kitaplar
ve her biri haykıran ayrı birer acıydı yüzlerindeki çizgiler
sonra elleri titrekti... yıllar derin izler bırakmıştı belliydi
yarınımız! .. nasıl bir muamma böyle
ömrünü ailesine adamış yedi çocuklu ev hanımıyla
ömrünü hosteslikle geçirmiş yedi dil bilen iş kadını
yan yanaydılar... üzerlerinde oturdukları kanepe de anlam verememiştir
bu duruma eminim... farklı yaşamları engel olamamıştı böylesi ortak bir sona...
içlerinden “böyle mi olmalıydı” der gibiydiler... böyle mi
öyleydi ve oldukça hazindi...
ama ben asıl gözlerini anlatmak isterdim... dile dökülemez, kelimelerle ifade edilemez acının taşıyıcıları olan gözlerini...
anlatmaya çalışmak meşakkat verir... onları arada görüp, bakışlarına orada şahit olmak lazım
zira; gözlerinin izleri durur hâlâ gözlerimde
o zaman gitmiştim... ama şimdi gidilecek olunsa gitmem
bir kere şahit oldum hayatın ve içindekilerin ihanetine... bir daha olmak istemem
bir daha görmek istemem tanımlanması namümkün olan o gözleri
biliyorum... bu sefer çok daha fazla dokunur hâlleri içime
yaşamak daha bir değersizleşir ben de
bu sebeple gitmem... gidemem...
muhkemliğiyle bilinen ey ben! .. değişiyorsun
bilmem farkında mısın! ..
HUZUREVİNDE ZAMAN
M.NİHAT MALKOÇ
Geçen zamanla birlikte ahlâkî yapımızda köklü değişimler ve ona bağlı dönüşümler gerçekleşiyor. Batıya yüzümüzü döndüğümüzden beri hayatımız başkalaşmaya, hatta tanınmaz bir hâl almaya başladı. Tanzimat’tan bugüne kadar pek çok şey değişti bu toplumun iç ve dış yapısında. Temel dinamiklerimiz göz göre göre alaşağı edildi. Yerlerine koyulanlar bizi ifade etmekten çok uzak görünüyor.
Müslüman-Türk topluluklarında anne babaya saygı ve hürmet üst düzeydeydi. Çünkü mevcut inancımız bu insanlara olağanüstü derecede kıymet vermiş, onları değerler silsilesinin altın halkası kabul etmiştir. Fakat geçen zamanla birlikte bu alanda da büyük bozulmalara ve değerlerde aşınmalara şahit olunmaktadır. Bu menfi gidişat elbette hayra alamet değil. Çünkü değerlerini ve değerlilerini hiçe sayan milletlerin bir adım ilerlemesi mümkün değildir.
Geleneksel Türk aile yapısı çoktan bozuldu. Eskiden birkaç nesil bir arada yaşardı. Dedeler torunlarla aynı mekânları paylaşırdı. Nineler bütün hünerlerini torunlarına aktarırdı. Tecrübeler dededen toruna aktarılarak ebedileşirdi. Fakat günümüzde bu emniyet ve gelenek halkası koparıldı. Aileler bölündü, ufalandı. Yaşlanan anne ve babalar sözüm ona huzurevlerine mahkûm edildi.
Bilindiği üzere bedenî ve zihnî engeller nedeniyle, evde bakım güçlüğü içinde olan kişiler için, kendilerini evlerinde hissettirecek ortamları sağlamak üzere devlet tarafından huzurevleri kurulmuştur. Fakat hiçbir yaşlı, evindeki huzuru bu mekânlarda bulamaz. Çünkü insana huzur ve emniyet hissi veren mekân değil, o çevrede yaşayan insanlardır. Hiçbir görevli memur, bakıma muhtaç yaşlılara aile bağlarıyla rabıtalı kişilerin sağladığı keyfi ve güven hissini yaşatamaz.
Sevgi, saygı, güven ve huzur birbirleriyle iç içe kavramlardır. Birinin varlığı ötekine destek, yokluğu ise aynı derecede köstektir. Son yüzyılda bu değerlerin hızla aşındığını görmekteyiz. Değerlerimizin erimesini, hatta buharlaşmasını görünce geleceğe dair vicdanî kanaatlerimiz ve beklentilerimiz berraklığını yitiriyor.
Hiç kimse yaşlanmayı istemez. Çünkü yaşlılık hayatı güçleştiriyor. Öyle bir zaman geliyor ki düzlükler yokuşa dönüşüyor Yaşlı olarak tanımlanan nüfus grubu çeşitli sağlık sorunları açısından risk taşıyan özel bir gruptur. En sık gözlenen sağlık sorunları bellek bozuklukları, nörolojik bozukluklar, psikolojik sorunlar, deri değişiklikleri, işitme ve görme kayıpları, kalp, dolaşım, akciğer problemleri, sindirim ve beslenme bozukluklarıdır.
Yaşlanma, bireysel bir değişim olarak kişinin fizikî ve ruhî yönden gerilemesidir. Yaşlılarımız ilerleyen zamanla birlikte pek çok yetilerini kaybediyorlar. Adeta çocuklar gibi bakıma ve himayeye muhtaç hâle geliyorlar. Bazılarının ağzında diş kalmadığı için tıpkı bebekler gibi sıvı gıdalarla besleniyorlar. Alınganlıkları ve hassasiyetleri yaşla birlikte artıyor. Kendileriyle ilgilenilmesini daha çok arzu ediyorlar. Nerden bakarsanız bakınız yaşlılar, yaşın ilerlemesiyle birlikte gittikçe çocuklaşıyorlar.
Yaşlının yaşam kalitesini arttırmak, yaşadığı süreci rahat geçirmesini sağlamak gayesiyle oluşturulan huzurevlerinde binlerce insanımız huzur arıyor. Huzurevinde ne kadar üstün konfor olsa da bu mekânlarda iç huzurun sağlanması pek mümkün değildir. Çünkü buralardaki yaşlılar sudan çıkmış balık misali çaresiz ve yalnızdırlar.
Huzurevinde zaman uzadıkça uzar. Dakikalar saat, saatler yıl, yıllar asırlar gibi uzar gider. Gözler ziyaretçi avındadır her zaman. Bir kapı tıkırtısı gözbebeklerinin canlanmasına yeter de artar da. Her tıklamanın ardında tanıdık bir seda aranır. Gelen olmazsa umutlar geleceğe tehir edilir, ama hiç kaybolmazlar. Zaten umudun tükendiği noktada yaşamak, bedene hamallık yapmaktan farksızdır. Huzurevinde zamanın durağanlaşmasını Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu dörtlüğündeki ifadelerle anlatabiliriz:
“Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.”
Yaşlılık biraz da dünyaya yabancılaşmaktır. Çünkü eş dostun çoğu artık ötelerdedir. Dönülmez yolculuğa çıkmışlardır. Anılarını da toprağa gömmüştür pek çoğu. Diriler için yaşamak da nefes almaktan öte fazla bir mana taşıyamaz raddeye gelmiştir. Hayatın bu noktasında yanı başımızda sakladığımız sararmış solmuş gençlik fotoğrafları koca bir ömrün belgeseli sayılabilir.
Bilindiği gibi Batılı devletlerin yaşlı bir nüfus yapısı var. Bizim nüfusumuz onlara nazaran çok daha genç… Avrupa’da yaşlılar huzurevlerinde bakılıyor. Anne babasını evinde bakan evlat sayısı bir hayli az... Oysa biz onlardan farklıyız. Bizim inancımızda “Cennet annelerin ayakları altındadır”. Anaya, babaya, yaşlılara hizmet ve hürmet etmek Müslümanlıkta ibadet hükmündedir. Onun için ecdadımız anne babalarını el üstünde tutmuş; yaşarlarken onlara adeta ‘öf’ bile dedirtmemişlerdir. Fakat son yıllarda biz de Batının çirkef yoluna girdik. Gelinler kocalarını zorlayarak elden ayaktan düşmüş anne babaları huzurevlerine gönderiyorlar. Fakat bu devran böyle gitmez. Onlar da bir gün elden ayaktan düşeceklerdir. Kendileri de aynı şeylerle karşılaşınca o zaman yanlış yaptıklarını anlayacaklardır. Fakat o zaman da ne yazık ki iş işten geçmiş olacaktır.
işin gerçeği '' atık yaşlılar ''....bizim içinde kaçınılmaz son, ölümden önce...; S
elden ayaktan düşünce daha bir huzurlu olunuyor sanırsam.. ama benim gördüğüm huzurevindeki yaşlılar pek huysuz.. hepsi bir arada orayı cinnet evi haline nasıl getirmiyorlar anlamadım..
sende bir gün yaşlanıp oraya tıkılıcan ondandır ;)
Ölümüne karsı çıktığım evler..