Biz hadimliyiz ve Abdülezel paşanın soyundanız ve onunla gurur duyuyoruz.Biz onun yaptıklarını dinleyerek büyüdük.Mezarı Yunanista n nın Alasonya şehrinde 'Ben öldüğüm yerde gömülmek istiyorum' demiş.Daha sonra Abdülhamit cenazesini Türkiyeye getirmek istemiş fakat mümkün olmamış.
daha kendisini düne kadar tanımıyordum.taki aşağıhadimde kendisine ait anıtı görünceye kadar.hadimden böyle bir askeri dehanın çıkmasıyla gurur duyuyorum.hafızlığıyla,askeri dehasıyla gelecek nesillere örnek olabilecek bir şahsiyet.mezarının nerde bulunduğunu araştırdım ama neticeye varamadım.kendisinden Allah binkere razı olsun.yattığı yer cennet mekanı olsun.türk milleti ve bütün müslümanlar onunla gurur duymalı.şu an aşağı hadimdeki torunlarınıda merak etmekteyim.ezeller sülalesini duymuştum.niçin hadimde onu anma programı düşünülmüyorki.kaç hadimli onu tanıyor.yattığı yer nur olsun..
Yrd.Doç.Dr Fatih BAĞCIOĞLU Rahmetli babam, çocukluğumda beni karşısına alır, büyük-dedesi Abdülbâki Hocaefendi'yi anlatırdı. Abdülbâki Hoca, yıllarca medreselerde okumuş, kendisini yetiştirmiş, ilim ve takva sahibi bir güzel insandı. Medrese eğitiminden sonra, padişahın fermanıyla, kalbleri gönülleri aydınlatmak, İslâm'ı anlatmak ve öğretmek üzere Kınık, Bergama civarına gönderilmişti. O, yıllarca bölgede hizmet etmiş, etrafındaki insanlara ışık saçmıştı. Ve öylesine sevilir, sayılırmış ki, o sokağa çıktığında bölgenin sadece Müslüman-Türk halkı değil, Ermeni, Rum ve Yahûdiler de ayağa kalkar, ona karşı büyük bir saygı ve sevgi gösterirlermiş. Rahmetli babam, bu efsânevî büyük-dedesini göremediğine ne kadar üzüldüğünü, onun özelliklerini, onun hayatını, çocukluğunda dedesinden ve ilçenin diğer yaşlı insanlarından dinlediğini söylerdi. Babam ayrıca, büyük-dedesi Abdülbâki Hoca'nın, dedesi Rıza Efendi Hoca'nın ve 1912-1913 Balkan Savaşı, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı ve 1919-1923 Millî Mücadele yıllarında tam on bir yıl askerlik yapan babası Hâfız Fahri'nin genç yaşta ölümü ve büyük-dede, dede ve babanın zengin kütüphânesinin, nasıl ona-buna dağıtıldığını, yağmalandığını ve geri kalan binlerce kitabın, endişe ve korku yıllarının tesiri altında, nasıl günlerce fırında yakılarak yok edildiğini, derin bir ürpertiyle, dehşet içinde, hüzün dolu bir üslûpla ve çok defa gözyaşlarıyla karışık bir şekilde bana naklederdi. Babamın bana anlattığı kişiler içinde, bir de büyük-dedesi Abdülbâki Hoca'nın kardeşi, yani babamın büyük-amcası Hâfız Abdülezel Paşa vardı. Babam onu, büyük-dedesini anlattığı gibi efsânevî bir üslûpla anlatır, daha doğrusu anlatmaya çalışırdı. Babamın anlattığı Hâfız Abdülezel Paşa, 1853 Kırım Savaşı, 1857-1876 Karadağ İsyânı ve 1868 Girit Ayaklanması’nda büyük başarılar kazanan, eskilerin '93 Harbi' dediği 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda destanlar yazan, 1897 Türk-Yunan Savaşı'nda 82 yaşında atının üzerinden inmeyen, Teselya Zaferi'nin kazanılmasında önemli bir rolü olan büyük bir kahraman, büyük bir komutan, tarihî bir şahsiyetti. Acaba bu büyük insanla ilgili, daha geniş bir bilgi bulamaz mıydım? Konuyla ilgili biraz araştırma yapınca Hâfız Abdülezel Paşa hakkında ne kadar çok şey öğrenebileceğimin farkına vardım. Hâfız Abdülezel Paşa, tarih sayfalarına sığmayan, yabancı ajanslardan, yabancı gazetecilere, Batı'nın krallarına, imparatorlarına kadar herkesin hayran olduğu Türk edebiyatında şiirlere, romanlara, hikâyelere konu olan, gazetelerin anlata anlata bitiremediği, göğsü madalyalarla dolu büyük bir komutandı. Böyle birisini, büyük-amcam olduğu için değil, ama 82 yıllık hayatını, bu millet için seve seve harcadığı için, örnek bir hayat yaşadığı için, Türk tarihinin destanlar yazan büyük komutanlarından biri olduğu için tanıtmak benim için bir vazife, hattâ onun da ötesinde bir borçtu. İşte bu yazıda, bu borç ödenmeye, bu vazife yapılmaya çalışılacaktır.
Kimdir Hâfız Abdülezel Paşa? Hayatı nasıl yaşamış hayattan nasıl ayrılmıştır? Hâfız Abdülezel Paşa, Konya'nın Hâdim ilçesi, Aşağı Hâdim köyünde doğmuştur. Doğum tarihi çeşitli kaynaklarda birbirinden epeyce farklı olarak verilse de, bu kaynakların çoğu, onu, 1815 doğumlu olarak gösterir. Çocuk yaşta İstanbul'a gelen minik Abdülezel, iyi bir eğitim alır, çok zekîdir, küçük yaşta Kur'ân-ı Kerim'i ezberleyip hâfız olur. Askerliğe büyük bir ilgi duymaktadır. Bu yüzden daha 16 yaşında iken er olarak orduya yazılır. Kısa sürede subay olur. Devletin güney-doğu cephesine tayin edilir. On, on iki yıl kadar Arabistan eyaletinin çeşitli vilâyetlerinde görev yapar. Son derece dindar bir subaydır. Genç yaşta birkaç defa hacca gider. Orduda meslek hayatının ilk yıllarında, çalışkanlığı, azmi, karşısına çıkan güçlükleri kolayca yenmesi ve üst üste gelen başarılarıyla dikkat çeker. Bu başarıları onu, hızla terfi eden bir subay hâline getirir. Arabistan cephesinde binbaşılığa kadar yükselir.
Hâfız Abdülezel'in harp meydanlarındaki ilk başarısı ise, 1853 Kırım Savaşı'nda olur. Rusya'nın Osmanlı Devleti'nin bir eyaleti olan Eflak ve Boğdan'ı işgal etmesi ile başlayan bu savaşta, Binbaşı Hâfız Abdülezel büyük başarılar kazanır. Düşmanın bozguna uğrayıp kaçışında önemli bir rol oynar. Bu yıllarda, devletin uçsuz-bucaksız geniş coğrafyasında isyân, ayaklanma ve başkaldırı hareketleri birbirini takip etmektedir. Yunanistan, Rusya'nın ve Fransa'nın yardımıyla Girit'e silâh yığmakta, adadaki Rumları isyâna teşvik edip, adayı Yunanistan'a ilhak etmek istemektedir (1866-1868) . Bu arada Rumeli'de, Sırbistan ve Karadağ isyânları vardır (1857-1876) . Devlet, hem Girit'e hem de Sırbistan ve Karadağ'a on binlerce asker yığmasına rağmen, isyânlar bir türlü tamamen bastırılamıyordu. Çünkü, güçlü Osmanlı orduları karşısında sıkışan Rum, Sırp ve Karadağlı çeteciler, köylerine kaçıyor, işiyle gücüyle uğraşan mâsum bir vatandaş gibi görünüyor, Türk ordusu çekilince de tekrar dağlara çıkıp köy ve kasabaları basıyor, kan döküyor, yağma yapıyor, etrafa korku saçıyorlardı. İşte bu çetecilerle mücadelede hareket kabiliyeti yüksek, değişik çevre şartlarına hazır, gayr-i nizamî savaşı bilen dirayetli komutanlara ihtiyaç vardı ve Hâfız Abdülezel bu savaşlarda hep aranan ve üstün başarılar kazanan bir komutan oldu. Özellikle 1876'daki Sırp İsyânı’nda, büyük kahramanlıklar gösterdi. 29 Ekim 1876'da, Rus Generali Çarnayef'in komuta ettiği Sırp ordusunu Aleksinaç Meydan Savaşı'nda, bozguna uğratan Osman Paşa'nın en önemli komutanlarından biri de Hâfız Abdülezel'di. Bu savaşta cesareti her türlü takdirin üzerindeydi. Bu yüzden çeşitli nişan ve madalyalarla ödüllendirildi. Türk devleti 19. asırda kendisi için 'en uzun yüzyılını' yaşıyordu. Sayısız düşmanları vardı ve bu düşmanların doymak bilmeyen ihtirasları. Devlet eski gücünü kaybetmiş, ayakta durma mücadelesi veriyordu. Ve bu mücadelede Hâfız Abdülezellere ne kadar da ihtiyaç vardı. 1876 Sırp İsyânı'nın bastırılmasından kısa bir süre sonra, 24 Nisan 1877'de bu sefer de Rusya, Türkiye'ye savaş ilân etmişti. Rusya Balkanlar'a inmek, Boğazları ele geçirmek, Akdeniz'e ulaşmak, Doğu Anadolu'yu almak istiyordu. Bu yüzden savaş hem batı (Rumeli) , hem de doğu (Kafkas) cephesinde iki yerde birden başladı. Hâfız Abdülezel, batı (Rumeli) yani Balkan Cephesi'nde savaşıyordu. Bu cephede o Plevne'de destanî bir direniş gösteren Ruslarla bir ölüm kalım mücadelesine girişen Gazi Osman Paşa'nın emrinde bir komutandı. 1. 2. ve 3. Plevne Zaferleri dünya harp tarihine geçiyor, bütün dünya gazetelerinin savaş muhabirleri, büyük devletlerin askerî gözlemcileri Plevne yakınlarına gelmiş, şaşkınlık içinde, bu büyük savaşı takip ediyor, dünya basını savaşı günü gününe okuyucularına aktarıyor, Avrupa harp akademilerinde ve genelkurmaylarında Plevne'nin âkıbeti tartışılıyordu. Gazi Osman Paşa'nın ve emrindeki kurmaylarının, savunma savaşı stratejisine yepyeni unsurlar getirdiği, daha Plevne savunmasının ortalarında kabul ediliyordu. Hâfız Abdülezel'in, Plevne savunmasında kahramanlığı, dillere destan olmuştu. Artık silâhlı kuvvetlerin dışında da herkes onu büyük bir kahraman olarak tanıyordu. 1. Plevne Zaferi’nin (20 Temmuz 1877) kazanılmasında onun rolü büyüktü. O kadar ki, Rusların Plevne'ye ilk saldırılarında, en çok direnen onun komuta ettiği birliklerdi. Düşman, Hâfız Abdülezel'in o müthiş savunması karşısında, binlerce kayıp vermiş ve hemen bütün ağırlıklarını bırakarak bozgun hâlinde kaçmıştı. Bu yüzden bu kahraman birlik, 'Hâfız Bey Tabyası' olarak tarih sayfalarına geçmişti. Hâfız Abdülezel'in kahramanlığı, silâh arkadaşlarıyla münasebetleri, üstün komuta kabiliyeti, üstlerinin ona saygıyla karışık sevgisini de kazandırmıştı. Üstleri onunla iftihar ediyordu. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın efsânevî komutanı, Gazi Osman Paşa, bütün subayların önünde onu alnından öpmüş: 'Abdülezel, sen bizim medâr-ı iftiharımızsın.' demişti. Savaştan sonra, İstanbul'da Hâfız Adülezel'in göğsüne Plevne Kahramanlık Madalyası'nı bizzat devrin paşidâhı Sultan 2. Abdülhamid takmıştı. Hâfız Abdülezel, bütün bu üstün niteliklerine rağmen, son derece tevazu sahibi, mahcup bir insandı. O kendini, iftihar edilecek bunca özelliğine karşın, düz bir insan, insanlardan bir insan olarak görüyordu. Nitekim, Sultan 2. Abdühamid tarafından ödüllendirildiği ve kendisine kahramanlık madalyası takıldığı an, âdeta şaşırmış, içe dönük bir çocuk gibi, mahcup bir edayla: -Ben ne yaptım ki, bana bunca ödül veriliyor? diye sormuştu. Hâfız Abdülezel, Plevne savunmasından sonra da Anadolu'dan Hicaz'a, Basra Körfezi'ne kadar uzanan, Devlet-i Âliye'nin geniş coğrafyasında durup dinlenmeden birçok başarılı hizmetler görmüş, 1885 yılında generalliğe yükseltilmiştir.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve Berlin Anlaşması'ndan sonra Yunanistan Teselya sancağını işgal etmişti. Şimdi de tarihler 1897 yılını gösterirken Epir'e (Yanya vilâyeti) ve Girit'e göz dikmişti. Bu yüzden buralardaki yerli Rumlar, silâhlandırılıp devlete isyân ettirilmiş, ardından Girit'e on bin gönüllü Yunan askeri gönderilmişti. Bununla da yetinmeyen Yunanistan, Girit'i kendine bağladığını ilân etti. Hem Epir'de, hem de Girit'te Müslüman-Türkler katlediliyordu. Bütün bunlar üzerine, Osmanlı Devleti 18 Nisan 1897'de Yunanistan'a savaş ilân etti. Müşir Ethem Paşa başkomutan tayin edildi. Türk ordusu aynı gün taarruza başladı. İşte bu savaşta Türk ordusunun komutanlarından biri de, Hâfız Abdülezel Paşa idi. Seksen iki yaşındaydı. Ama o ihtiyar arslan, savaş meydanında dimdik ayaktaydı. Bu cihad, onun katıldığı yirmi altıncı cihaddı. Uzun boyu, çatık kaşları, bembeyaz sakalı, nuranî çehresiyle bulunduğu devrin 'Serhat Paşaları'nın tam bir timsaliydi. Göğsü harp meydanlarında alınmış nişan ve madalyalarla doluydu. Ama o, tıpkı yüzyıllar öncesinde doksan küsur yaşında, İstanbul önlerine gelen Mihmandâr-ı Nebevî Hz. Halid Eyyûb el-Ensârî Hazretleri gibi savaş meydanına koşmuştu. Hâfız Abdülezel Paşa'nın komuta ettiği askerî birliklerin vazifesi çok önemliydi. Onların görevi Milona geçitlerini ele geçirmek ve buradaki güçlü Yunan savunma hatlarını yararak, Türk ordusuna Atina yolunu açmaktı. Prens Konstantin buraya en seçkin kıtalarını sevketmişti. Türk karargâhında Başkomutan Müşir Ethem Paşa endişeliydi. Acaba Türk ordusu bunu başarabilecek miydi? Aslında Başkomutan Müşir Ethem Paşa boşuna endişeleniyordu. Çünkü onun, sakallarını savaş meydanlarında ağartmış Hâfız Abdülezel Paşa gibi ölümden korkmayan komutanları, birer arslan gibi savaşan askerleri vardı. O gün Hâfız Abdülezel Paşa bir görülmeliydi. Seksen iki yaşındaki bu büyük kahraman, maharetle idare ettiği atının üzerinde yirmi yaşında bir delikanlı gibi dimdik duruyor, birliklerinin önünde Yunan avcı hatlarına doğru yürüyordu. Çünkü karşıdaki Pırnar tepesinin düşmesi Türk ordusuna Milona geçitlerinin yolunu açacaktı. Nur yüzlü komutan askerlerinin önünde, onlara şöyle hitab ediyordu: -Askerlerim! Şu gördüğünüz tepenin zaptı, bizim için pek büyük, pek şanlı bir muzafferiyet temin etmiş olacaktır. Siz Milona Geçidi gibi en geçilmesi zor olan en çetin yerlere hücûm ederek, Osmanlılık Celadetini bütün cihan nazarında ispat eylemiş er oğlu erler olduğunuz cihetle, tevfikât-ı celîle-i Sübhaniye'ye istinaden bu tepenin üzerinde vukû bulacak haydarâne bir hücûmunuzla, zâten gözü yılmış olan düşmanı külliyen perişan ve sancağımızı dikmekle ilâ-yı şân-ı Osmâniyân edeceğimizi katiyen umut ederim. Eğer bu tepeyi zaptederseniz, önünüzde çiçeklerle süslü, geniş bir sahra, bir cihân-ı zafer açılacak ve bütün millet-i İslâmiyye ve Osmaniyye sizin bu muzafferiyyât-ı kahramanenizle ilân-ı şükrân ve iftihar edecektir. Analarınız sizi ancak bugün için doğurdu, büyüttü. Yeryüzünde bulunan bütün Müslümanların halife-i akdesi olan şevketlü padişâhımız efendimiz hazretleri sizi ancak bugün için besledi, vatan sizden bugün fedâkârlık bekliyor. Hülâsa, bugün şan ve namus-ı devlet ve millet sizin süngülerinize istinad etmektedir. Demin söylediğim gibi, eğer gazanferâne bir hücum ile şu tepeyi zabtedecek olursanız, namus-ı vatanı yüceltmiş ve devletimizin gelecek zaferlerini temin etmiş olacaksınız. Askerlerim! Size en son bir vasiyyetim var ki, ifâsını ricâ ederim. Eğer ben, şu tepenin tarafınızdan zabt olunduğunu görmeden, şehâdet şerbetini içecek olursam, cesedimi burada toprak altına defnetmeyerek mutlaka bu tepeyi … bu tepeyi zabt ile üzerinde benim için bir mezar kazarak beni oraya gömünüz. Yok eğer tepeyi zabt edemeyecekseniz, bırakın cesedim bu topraklar üzerinde kalsın, vahşi hayvanlara yem olsun! Evlâtlarım! Sizin dağlar dayanmayan hücumunuza böyle tepeler elbette dayanmaz. Bu cihetle sizden mutlaka bu tepenin zabtını isterim. Tevfik-i İlâhî rehberimiz, imdâd-ı peygamberî yâverimiz, teveccühât-ı celîle-i hazret-i hilâfet penâhî ise, fark-ı iftihârımızda tâcımızdır. Haydi arslanlarım! Arş ileri! Dâima ileri!
Hâfız Abdülezel Paşa'nın, yüzyıllar önce Hz. Halid Eyyûb el-Ensârî Hazretlerinin vasiyetini andıran, bu konuşması ve vasiyeti üzerine, Türk ordusu dalga dalga düşman üzerine gidiyor, destanlar yazıyordu. Önlerindeki nur yüzlü yaşlı arslan Hâfız Abdülezel Paşa, düşman hatlarına iyice yaklaşılınca, yanına emrindeki subaylar koştular. Yaşlı arslanı atından indirmek istiyorlardı. Çünkü karşılıklı olarak bombardıman ve ateş hızlanmış, etrafa yağmur gibi gülleler ve mermiler yağıyordu. Fakat Hâfız Abdülezel Paşa: 'Ben Rus Savaşı’na gittim de attan inmedim! Yunan önünde inmek için ata binmedim! ' diye cevap veriyor, atını Pırnar tepesine, Yunan mevzilerine doğru sürüyor, arkasından kükremiş bir sel gibi Türk ordusu akıyordu. İşte tam o an yüzü acıyla buruştu, sol kolundan vurulmuştu. Subayları, onu yine atından indiremediler. Yaşlı arslan, ileriye dâima ileriye gidiyordu. Bu arada ikinci bir kurşun bu sefer de sağ koluna isabet etti. Fakat Hâfız Abdülezel attan inecek, ölümden korkacak, sipere saklanacak bir komutan değildi. O hâliyle bile, askerlerine ileri, dâima ileri diyordu. Kısa bir süre sonra ise, üçüncü bir kurşun boğazına isabet etti. Ordusunun önünde arslanlar gibi savaşan büyük kahraman, bir an sarsıldı, atından yere düştü. Komutanları hemen etrafına toplandılar. Ama ağlıyorlardı. Çünkü, hayatı boyunca cepheden cepheye koşan, sahabi-misâl bir hayat yaşamaya çalışan, nur yüzlü, gül yüzlü Hâfız Abdülezel Paşa, kendisine örnek aldığı sahabi gibi seksen iki yaşında atından inmemiş, atının üzerinde şehit olmuştu. O, hayatını sahabi gibi yaşamaya çalışmış ve sahabi gibi, Uhud'da şehit düşen Hz. Mus'ab bin Umeyr gibi, Mûte'de şehit düşen Hz. Cafer-i Tayyâr gibi ölmüştü. Komutanlar ve askerleri onun etrafında gözyaşları döküyor, dualar ediyorlardı. Hemen akıllarına, komutanlarının vasiyeti geldi. Paşa'yı, hemen elleri üzerine aldılar, başlarına koydular, tekbir sesleri içinde Türk ordusu, Pırnar tepesine doğru hücuma geçti. Artık Yunan mevzilerinden yağmur gibi yağan, ne top gülleleri, ne kurşun mermileri Türk ordusunu durduramıyordu. Düşman, şaşkınlık içinde bir an olayı seyrediyor ve panik halinde mevzilerini terk edip kaçıyordu. Bu tabloyu, devrin ünlü şâiri İsmail Safâ bir şiirinde ne güzel anlatır:
Ne kahramanmış, o Abdülezel, o merd-i gazâ… Yiğitlerim, çıkalım gayret eyleyin şu dağa Diyorken âh vurulmuş, çekilmemiş otağa! Cerihâsından o dem nâ-ümid imişler hep… 'Vuruldunuz Paşa, siz gitmeyin! ' demişler hep, Önünde askerinin, rehber-i hayat peder! Yalın kılıç, atın üstünde, olmak üzre heder; Hücûm emri verirmiş, vücûdu hûn-âlûd; Bu vak'a nâmına mutlak olur, medar-ı hulûd, Sonunda pîr-i dilâver olur sükût-nümâ Vücudu hâke düşer, rûhu âsuman-peymâ. Şehid düşmesi, dilhûn eder maiyyetini; Maiyyetindeki asker tutar vasiyyetini. Cenâze başta… neferler yürür gider cebele, Cenâze başta… o tekbir akseder cebele! Cenâze başta… diyüp 'Lâilâheillallâh! ' Cenâze başta olur hepsi rehneverd-i felâh, Cenâze başta geçit üstüne düşer âdâ, Cenâze başta çıkarlar âdûyu çiğneyerek Cenâze başta âdû olsa payimâl gerek. Sizin bu hâliniz Osmanlılar! Ne hâlettir? Değil bu levhayı tasvîre şiirler kâdir. Dem-i hücûmda tehliller, âman Yâ Rab! Cihânı titretecek şey, bu hâlet-i agreb! Nedir bu na'ş ile savlet, o kühsâra hele, Lâhit yapmış orada süngüler, tüfeklerle! Dağın başında gömerler şehid-i muhteremi, Ki azm ü rezmde ayn-ı şebâb imiş haremi, Geçen muharebeden yarası durur el'an, Muhâfız-ı vatan olmuş, bu hâfız-ı Kur'ân. Gömüldü can vererek aldığı yere cismi; Niçin verilmesin artık o ma'bere ismi? Niçin denilmeli artık o yerlere Milona? İlelebet koca Abdülezel’le yâd oluna. Bu şanlı harb ile Abdülezel karîn-i ebed Mezarı olsun İlâhî! Meleklere ma'bed!
Pırnar tepesinin düşmesinden sonra Milona geçidi rahatça aşılmış, ardından Losfaki Savaşı kazanılmış, Yenişehir düşmüş, Yunan ordusu cephanesini bırakarak kaçmış, Dömeke Meydan Muharebesi ile Yunan ordusu tamamen dağıtılmıştır. Bu gelişmeler üzerine, Atina'da Yunan hükümeti düşmüş, yeni hükümet Avrupalı büyük devletlere müracaat ederek, barışı sağlamak şartıyla Osmanlı Devleti'nin bütün şartlarını kabul edeceğini peşinen kabul etmiş, Rus Çarı 2. Nikola, 2. Abdülhamid'e telgraf çekerek savaşı durdurmasını rica etmiş, Devlet-i Âliye, Yunanistan'a haddini bildirmiştir.
Kaynaklar 1- Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, Cilt: 8, İstanbul, 1978. 2- 1897 Türk-Yunan Harbi (Hazırlayan: Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı) , İstanbul, 1982. 3- Cemal Kutay, Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, Cilt: 15, İstanbul, 1960. 4- Ali Nihad Tarlan, Edebiyat Meseleleri, İstanbul, 1981. 5- Erol Ülgen, 1897 Türk-Yunan Savaşı'nın Ünlü Komutanlarından Şehit Abdülezel Paşa, Hayatı ve Hakkında Yazılan Şiirler, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı (Belleten-1994) Ankara, 1996, ss. 169-204.
Biz hadimliyiz ve Abdülezel paşanın soyundanız ve onunla gurur duyuyoruz.Biz onun yaptıklarını dinleyerek büyüdük.Mezarı Yunanista n nın Alasonya şehrinde 'Ben öldüğüm yerde gömülmek istiyorum' demiş.Daha sonra Abdülhamit cenazesini Türkiyeye getirmek istemiş fakat mümkün olmamış.
daha kendisini düne kadar tanımıyordum.taki aşağıhadimde kendisine ait anıtı görünceye kadar.hadimden böyle bir askeri dehanın çıkmasıyla gurur duyuyorum.hafızlığıyla,askeri dehasıyla gelecek nesillere örnek olabilecek bir şahsiyet.mezarının nerde bulunduğunu araştırdım ama neticeye varamadım.kendisinden Allah binkere razı olsun.yattığı yer cennet mekanı olsun.türk milleti ve bütün müslümanlar onunla gurur duymalı.şu an aşağı hadimdeki torunlarınıda merak etmekteyim.ezeller sülalesini duymuştum.niçin hadimde onu anma programı düşünülmüyorki.kaç hadimli onu tanıyor.yattığı yer nur olsun..
Sızıntı/Mayıs 2005
Hâfız Abdülezel Paşa
Yrd.Doç.Dr Fatih BAĞCIOĞLU
Rahmetli babam, çocukluğumda beni karşısına alır, büyük-dedesi Abdülbâki Hocaefendi'yi anlatırdı. Abdülbâki Hoca, yıllarca medreselerde okumuş, kendisini yetiştirmiş, ilim ve takva sahibi bir güzel insandı. Medrese eğitiminden sonra, padişahın fermanıyla, kalbleri gönülleri aydınlatmak, İslâm'ı anlatmak ve öğretmek üzere Kınık, Bergama civarına gönderilmişti. O, yıllarca bölgede hizmet etmiş, etrafındaki insanlara ışık saçmıştı. Ve öylesine sevilir, sayılırmış ki, o sokağa çıktığında bölgenin sadece Müslüman-Türk halkı değil, Ermeni, Rum ve Yahûdiler de ayağa kalkar, ona karşı büyük bir saygı ve sevgi gösterirlermiş.
Rahmetli babam, bu efsânevî büyük-dedesini göremediğine ne kadar üzüldüğünü, onun özelliklerini, onun hayatını, çocukluğunda dedesinden ve ilçenin diğer yaşlı insanlarından dinlediğini söylerdi. Babam ayrıca, büyük-dedesi Abdülbâki Hoca'nın, dedesi Rıza Efendi Hoca'nın ve 1912-1913 Balkan Savaşı, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı ve 1919-1923 Millî Mücadele yıllarında tam on bir yıl askerlik yapan babası Hâfız Fahri'nin genç yaşta ölümü ve büyük-dede, dede ve babanın zengin kütüphânesinin, nasıl ona-buna dağıtıldığını, yağmalandığını ve geri kalan binlerce kitabın, endişe ve korku yıllarının tesiri altında, nasıl günlerce fırında yakılarak yok edildiğini, derin bir ürpertiyle, dehşet içinde, hüzün dolu bir üslûpla ve çok defa gözyaşlarıyla karışık bir şekilde bana naklederdi.
Babamın bana anlattığı kişiler içinde, bir de büyük-dedesi Abdülbâki Hoca'nın kardeşi, yani babamın büyük-amcası Hâfız Abdülezel Paşa vardı. Babam onu, büyük-dedesini anlattığı gibi efsânevî bir üslûpla anlatır, daha doğrusu anlatmaya çalışırdı. Babamın anlattığı Hâfız Abdülezel Paşa, 1853 Kırım Savaşı, 1857-1876 Karadağ İsyânı ve 1868 Girit Ayaklanması’nda büyük başarılar kazanan, eskilerin '93 Harbi' dediği 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda destanlar yazan, 1897 Türk-Yunan Savaşı'nda 82 yaşında atının üzerinden inmeyen, Teselya Zaferi'nin kazanılmasında önemli bir rolü olan büyük bir kahraman, büyük bir komutan, tarihî bir şahsiyetti.
Acaba bu büyük insanla ilgili, daha geniş bir bilgi bulamaz mıydım? Konuyla ilgili biraz araştırma yapınca Hâfız Abdülezel Paşa hakkında ne kadar çok şey öğrenebileceğimin farkına vardım.
Hâfız Abdülezel Paşa, tarih sayfalarına sığmayan, yabancı ajanslardan, yabancı gazetecilere, Batı'nın krallarına, imparatorlarına kadar herkesin hayran olduğu Türk edebiyatında şiirlere, romanlara, hikâyelere konu olan, gazetelerin anlata anlata bitiremediği, göğsü madalyalarla dolu büyük bir komutandı.
Böyle birisini, büyük-amcam olduğu için değil, ama 82 yıllık hayatını, bu millet için seve seve harcadığı için, örnek bir hayat yaşadığı için, Türk tarihinin destanlar yazan büyük komutanlarından biri olduğu için tanıtmak benim için bir vazife, hattâ onun da ötesinde bir borçtu. İşte bu yazıda, bu borç ödenmeye, bu vazife yapılmaya çalışılacaktır.
Kimdir Hâfız Abdülezel Paşa? Hayatı nasıl yaşamış hayattan nasıl ayrılmıştır?
Hâfız Abdülezel Paşa, Konya'nın Hâdim ilçesi, Aşağı Hâdim köyünde doğmuştur. Doğum tarihi çeşitli kaynaklarda birbirinden epeyce farklı olarak verilse de, bu kaynakların çoğu, onu, 1815 doğumlu olarak gösterir. Çocuk yaşta İstanbul'a gelen minik Abdülezel, iyi bir eğitim alır, çok zekîdir, küçük yaşta Kur'ân-ı Kerim'i ezberleyip hâfız olur. Askerliğe büyük bir ilgi duymaktadır. Bu yüzden daha 16 yaşında iken er olarak orduya yazılır. Kısa sürede subay olur. Devletin güney-doğu cephesine tayin edilir. On, on iki yıl kadar Arabistan eyaletinin çeşitli vilâyetlerinde görev yapar. Son derece dindar bir subaydır. Genç yaşta birkaç defa hacca gider. Orduda meslek hayatının ilk yıllarında, çalışkanlığı, azmi, karşısına çıkan güçlükleri kolayca yenmesi ve üst üste gelen başarılarıyla dikkat çeker. Bu başarıları onu, hızla terfi eden bir subay hâline getirir. Arabistan cephesinde binbaşılığa kadar yükselir.
bölüm 2
Hâfız Abdülezel'in harp meydanlarındaki ilk başarısı ise, 1853 Kırım Savaşı'nda olur. Rusya'nın Osmanlı Devleti'nin bir eyaleti olan Eflak ve Boğdan'ı işgal etmesi ile başlayan bu savaşta, Binbaşı Hâfız Abdülezel büyük başarılar kazanır. Düşmanın bozguna uğrayıp kaçışında önemli bir rol oynar.
Bu yıllarda, devletin uçsuz-bucaksız geniş coğrafyasında isyân, ayaklanma ve başkaldırı hareketleri birbirini takip etmektedir. Yunanistan, Rusya'nın ve Fransa'nın yardımıyla Girit'e silâh yığmakta, adadaki Rumları isyâna teşvik edip, adayı Yunanistan'a ilhak etmek istemektedir (1866-1868) .
Bu arada Rumeli'de, Sırbistan ve Karadağ isyânları vardır (1857-1876) . Devlet, hem Girit'e hem de Sırbistan ve Karadağ'a on binlerce asker yığmasına rağmen, isyânlar bir türlü tamamen bastırılamıyordu. Çünkü, güçlü Osmanlı orduları karşısında sıkışan Rum, Sırp ve Karadağlı çeteciler, köylerine kaçıyor, işiyle gücüyle uğraşan mâsum bir vatandaş gibi görünüyor, Türk ordusu çekilince de tekrar dağlara çıkıp köy ve kasabaları basıyor, kan döküyor, yağma yapıyor, etrafa korku saçıyorlardı. İşte bu çetecilerle mücadelede hareket kabiliyeti yüksek, değişik çevre şartlarına hazır, gayr-i nizamî savaşı bilen dirayetli komutanlara ihtiyaç vardı ve Hâfız Abdülezel bu savaşlarda hep aranan ve üstün başarılar kazanan bir komutan oldu. Özellikle 1876'daki Sırp İsyânı’nda, büyük kahramanlıklar gösterdi. 29 Ekim 1876'da, Rus Generali Çarnayef'in komuta ettiği Sırp ordusunu Aleksinaç Meydan Savaşı'nda, bozguna uğratan Osman Paşa'nın en önemli komutanlarından biri de Hâfız Abdülezel'di. Bu savaşta cesareti her türlü takdirin üzerindeydi. Bu yüzden çeşitli nişan ve madalyalarla ödüllendirildi.
Türk devleti 19. asırda kendisi için 'en uzun yüzyılını' yaşıyordu. Sayısız düşmanları vardı ve bu düşmanların doymak bilmeyen ihtirasları. Devlet eski gücünü kaybetmiş, ayakta durma mücadelesi veriyordu. Ve bu mücadelede Hâfız Abdülezellere ne kadar da ihtiyaç vardı. 1876 Sırp İsyânı'nın bastırılmasından kısa bir süre sonra, 24 Nisan 1877'de bu sefer de Rusya, Türkiye'ye savaş ilân etmişti. Rusya Balkanlar'a inmek, Boğazları ele geçirmek, Akdeniz'e ulaşmak, Doğu Anadolu'yu almak istiyordu. Bu yüzden savaş hem batı (Rumeli) , hem de doğu (Kafkas) cephesinde iki yerde birden başladı. Hâfız Abdülezel, batı (Rumeli) yani Balkan Cephesi'nde savaşıyordu. Bu cephede o Plevne'de destanî bir direniş gösteren Ruslarla bir ölüm kalım mücadelesine girişen Gazi Osman Paşa'nın emrinde bir komutandı.
1. 2. ve 3. Plevne Zaferleri dünya harp tarihine geçiyor, bütün dünya gazetelerinin savaş muhabirleri, büyük devletlerin askerî gözlemcileri Plevne yakınlarına gelmiş, şaşkınlık içinde, bu büyük savaşı takip ediyor, dünya basını savaşı günü gününe okuyucularına aktarıyor, Avrupa harp akademilerinde ve genelkurmaylarında Plevne'nin âkıbeti tartışılıyordu. Gazi Osman Paşa'nın ve emrindeki kurmaylarının, savunma savaşı stratejisine yepyeni unsurlar getirdiği, daha Plevne savunmasının ortalarında kabul ediliyordu.
Hâfız Abdülezel'in, Plevne savunmasında kahramanlığı, dillere destan olmuştu. Artık silâhlı kuvvetlerin dışında da herkes onu büyük bir kahraman olarak tanıyordu. 1. Plevne Zaferi’nin (20 Temmuz 1877) kazanılmasında onun rolü büyüktü. O kadar ki, Rusların Plevne'ye ilk saldırılarında, en çok direnen onun komuta ettiği birliklerdi. Düşman, Hâfız Abdülezel'in o müthiş savunması karşısında, binlerce kayıp vermiş ve hemen bütün ağırlıklarını bırakarak bozgun hâlinde kaçmıştı. Bu yüzden bu kahraman birlik, 'Hâfız Bey Tabyası' olarak tarih sayfalarına geçmişti.
Hâfız Abdülezel'in kahramanlığı, silâh arkadaşlarıyla münasebetleri, üstün komuta kabiliyeti, üstlerinin ona saygıyla karışık sevgisini de kazandırmıştı. Üstleri onunla iftihar ediyordu. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın efsânevî komutanı, Gazi Osman Paşa, bütün subayların önünde onu alnından öpmüş: 'Abdülezel, sen bizim medâr-ı iftiharımızsın.' demişti. Savaştan sonra, İstanbul'da Hâfız Adülezel'in göğsüne Plevne Kahramanlık Madalyası'nı bizzat devrin paşidâhı Sultan 2. Abdülhamid takmıştı.
Hâfız Abdülezel, bütün bu üstün niteliklerine rağmen, son derece tevazu sahibi, mahcup bir insandı. O kendini, iftihar edilecek bunca özelliğine karşın, düz bir insan, insanlardan bir insan olarak görüyordu. Nitekim, Sultan 2. Abdühamid tarafından ödüllendirildiği ve kendisine kahramanlık madalyası takıldığı an, âdeta şaşırmış, içe dönük bir çocuk gibi, mahcup bir edayla:
-Ben ne yaptım ki, bana bunca ödül veriliyor? diye sormuştu.
Hâfız Abdülezel, Plevne savunmasından sonra da Anadolu'dan Hicaz'a, Basra Körfezi'ne kadar uzanan, Devlet-i Âliye'nin geniş coğrafyasında durup dinlenmeden birçok başarılı hizmetler görmüş, 1885 yılında generalliğe yükseltilmiştir.
bölüm 3
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve Berlin Anlaşması'ndan sonra Yunanistan Teselya sancağını işgal etmişti. Şimdi de tarihler 1897 yılını gösterirken Epir'e (Yanya vilâyeti) ve Girit'e göz dikmişti. Bu yüzden buralardaki yerli Rumlar, silâhlandırılıp devlete isyân ettirilmiş, ardından Girit'e on bin gönüllü Yunan askeri gönderilmişti. Bununla da yetinmeyen Yunanistan, Girit'i kendine bağladığını ilân etti. Hem Epir'de, hem de Girit'te Müslüman-Türkler katlediliyordu. Bütün bunlar üzerine, Osmanlı Devleti 18 Nisan 1897'de Yunanistan'a savaş ilân etti. Müşir Ethem Paşa başkomutan tayin edildi. Türk ordusu aynı gün taarruza başladı. İşte bu savaşta Türk ordusunun komutanlarından biri de, Hâfız Abdülezel Paşa idi. Seksen iki yaşındaydı. Ama o ihtiyar arslan, savaş meydanında dimdik ayaktaydı. Bu cihad, onun katıldığı yirmi altıncı cihaddı. Uzun boyu, çatık kaşları, bembeyaz sakalı, nuranî çehresiyle bulunduğu devrin 'Serhat Paşaları'nın tam bir timsaliydi. Göğsü harp meydanlarında alınmış nişan ve madalyalarla doluydu. Ama o, tıpkı yüzyıllar öncesinde doksan küsur yaşında, İstanbul önlerine gelen Mihmandâr-ı Nebevî Hz. Halid Eyyûb el-Ensârî Hazretleri gibi savaş meydanına koşmuştu.
Hâfız Abdülezel Paşa'nın komuta ettiği askerî birliklerin vazifesi çok önemliydi. Onların görevi Milona geçitlerini ele geçirmek ve buradaki güçlü Yunan savunma hatlarını yararak, Türk ordusuna Atina yolunu açmaktı. Prens Konstantin buraya en seçkin kıtalarını sevketmişti. Türk karargâhında Başkomutan Müşir Ethem Paşa endişeliydi. Acaba Türk ordusu bunu başarabilecek miydi? Aslında Başkomutan Müşir Ethem Paşa boşuna endişeleniyordu. Çünkü onun, sakallarını savaş meydanlarında ağartmış Hâfız Abdülezel Paşa gibi ölümden korkmayan komutanları, birer arslan gibi savaşan askerleri vardı.
O gün Hâfız Abdülezel Paşa bir görülmeliydi. Seksen iki yaşındaki bu büyük kahraman, maharetle idare ettiği atının üzerinde yirmi yaşında bir delikanlı gibi dimdik duruyor, birliklerinin önünde Yunan avcı hatlarına doğru yürüyordu. Çünkü karşıdaki Pırnar tepesinin düşmesi Türk ordusuna Milona geçitlerinin yolunu açacaktı. Nur yüzlü komutan askerlerinin önünde, onlara şöyle hitab ediyordu:
-Askerlerim! Şu gördüğünüz tepenin zaptı, bizim için pek büyük, pek şanlı bir muzafferiyet temin etmiş olacaktır. Siz Milona Geçidi gibi en geçilmesi zor olan en çetin yerlere hücûm ederek, Osmanlılık Celadetini bütün cihan nazarında ispat eylemiş er oğlu erler olduğunuz cihetle, tevfikât-ı celîle-i Sübhaniye'ye istinaden bu tepenin üzerinde vukû bulacak haydarâne bir hücûmunuzla, zâten gözü yılmış olan düşmanı külliyen perişan ve sancağımızı dikmekle ilâ-yı şân-ı Osmâniyân edeceğimizi katiyen umut ederim. Eğer bu tepeyi zaptederseniz, önünüzde çiçeklerle süslü, geniş bir sahra, bir cihân-ı zafer açılacak ve bütün millet-i İslâmiyye ve Osmaniyye sizin bu muzafferiyyât-ı kahramanenizle ilân-ı şükrân ve iftihar edecektir. Analarınız sizi ancak bugün için doğurdu, büyüttü. Yeryüzünde bulunan bütün Müslümanların halife-i akdesi olan şevketlü padişâhımız efendimiz hazretleri sizi ancak bugün için besledi, vatan sizden bugün fedâkârlık bekliyor. Hülâsa, bugün şan ve namus-ı devlet ve millet sizin süngülerinize istinad etmektedir. Demin söylediğim gibi, eğer gazanferâne bir hücum ile şu tepeyi zabtedecek olursanız, namus-ı vatanı yüceltmiş ve devletimizin gelecek zaferlerini temin etmiş olacaksınız.
Askerlerim! Size en son bir vasiyyetim var ki, ifâsını ricâ ederim. Eğer ben, şu tepenin tarafınızdan zabt olunduğunu görmeden, şehâdet şerbetini içecek olursam, cesedimi burada toprak altına defnetmeyerek mutlaka bu tepeyi … bu tepeyi zabt ile üzerinde benim için bir mezar kazarak beni oraya gömünüz. Yok eğer tepeyi zabt edemeyecekseniz, bırakın cesedim bu topraklar üzerinde kalsın, vahşi hayvanlara yem olsun!
Evlâtlarım! Sizin dağlar dayanmayan hücumunuza böyle tepeler elbette dayanmaz. Bu cihetle sizden mutlaka bu tepenin zabtını isterim.
Tevfik-i İlâhî rehberimiz, imdâd-ı peygamberî yâverimiz, teveccühât-ı celîle-i hazret-i hilâfet penâhî ise, fark-ı iftihârımızda tâcımızdır.
Haydi arslanlarım! Arş ileri! Dâima ileri!
bölüm 4
Hâfız Abdülezel Paşa'nın, yüzyıllar önce Hz. Halid Eyyûb el-Ensârî Hazretlerinin vasiyetini andıran, bu konuşması ve vasiyeti üzerine, Türk ordusu dalga dalga düşman üzerine gidiyor, destanlar yazıyordu. Önlerindeki nur yüzlü yaşlı arslan Hâfız Abdülezel Paşa, düşman hatlarına iyice yaklaşılınca, yanına emrindeki subaylar koştular. Yaşlı arslanı atından indirmek istiyorlardı. Çünkü karşılıklı olarak bombardıman ve ateş hızlanmış, etrafa yağmur gibi gülleler ve mermiler yağıyordu. Fakat Hâfız Abdülezel Paşa:
'Ben Rus Savaşı’na gittim de attan inmedim!
Yunan önünde inmek için ata binmedim! '
diye cevap veriyor, atını Pırnar tepesine, Yunan mevzilerine doğru sürüyor, arkasından kükremiş bir sel gibi Türk ordusu akıyordu. İşte tam o an yüzü acıyla buruştu, sol kolundan vurulmuştu. Subayları, onu yine atından indiremediler. Yaşlı arslan, ileriye dâima ileriye gidiyordu. Bu arada ikinci bir kurşun bu sefer de sağ koluna isabet etti. Fakat Hâfız Abdülezel attan inecek, ölümden korkacak, sipere saklanacak bir komutan değildi. O hâliyle bile, askerlerine ileri, dâima ileri diyordu. Kısa bir süre sonra ise, üçüncü bir kurşun boğazına isabet etti. Ordusunun önünde arslanlar gibi savaşan büyük kahraman, bir an sarsıldı, atından yere düştü. Komutanları hemen etrafına toplandılar. Ama ağlıyorlardı. Çünkü, hayatı boyunca cepheden cepheye koşan, sahabi-misâl bir hayat yaşamaya çalışan, nur yüzlü, gül yüzlü Hâfız Abdülezel Paşa, kendisine örnek aldığı sahabi gibi seksen iki yaşında atından inmemiş, atının üzerinde şehit olmuştu. O, hayatını sahabi gibi yaşamaya çalışmış ve sahabi gibi, Uhud'da şehit düşen Hz. Mus'ab bin Umeyr gibi, Mûte'de şehit düşen Hz. Cafer-i Tayyâr gibi ölmüştü. Komutanlar ve askerleri onun etrafında gözyaşları döküyor, dualar ediyorlardı. Hemen akıllarına, komutanlarının vasiyeti geldi. Paşa'yı, hemen elleri üzerine aldılar, başlarına koydular, tekbir sesleri içinde Türk ordusu, Pırnar tepesine doğru hücuma geçti. Artık Yunan mevzilerinden yağmur gibi yağan, ne top gülleleri, ne kurşun mermileri Türk ordusunu durduramıyordu. Düşman, şaşkınlık içinde bir an olayı seyrediyor ve panik halinde mevzilerini terk edip kaçıyordu. Bu tabloyu, devrin ünlü şâiri İsmail Safâ bir şiirinde ne güzel anlatır:
Ne kahramanmış, o Abdülezel, o merd-i gazâ…
Yiğitlerim, çıkalım gayret eyleyin şu dağa
Diyorken âh vurulmuş, çekilmemiş otağa!
Cerihâsından o dem nâ-ümid imişler hep…
'Vuruldunuz Paşa, siz gitmeyin! ' demişler hep,
Önünde askerinin, rehber-i hayat peder!
Yalın kılıç, atın üstünde, olmak üzre heder;
Hücûm emri verirmiş, vücûdu hûn-âlûd;
Bu vak'a nâmına mutlak olur, medar-ı hulûd,
Sonunda pîr-i dilâver olur sükût-nümâ
Vücudu hâke düşer, rûhu âsuman-peymâ.
Şehid düşmesi, dilhûn eder maiyyetini;
Maiyyetindeki asker tutar vasiyyetini.
Cenâze başta… neferler yürür gider cebele,
Cenâze başta… o tekbir akseder cebele!
Cenâze başta… diyüp 'Lâilâheillallâh! '
Cenâze başta olur hepsi rehneverd-i felâh,
Cenâze başta geçit üstüne düşer âdâ,
Cenâze başta çıkarlar âdûyu çiğneyerek
Cenâze başta âdû olsa payimâl gerek.
Sizin bu hâliniz Osmanlılar! Ne hâlettir?
Değil bu levhayı tasvîre şiirler kâdir.
Dem-i hücûmda tehliller, âman Yâ Rab!
Cihânı titretecek şey, bu hâlet-i agreb!
Nedir bu na'ş ile savlet, o kühsâra hele,
Lâhit yapmış orada süngüler, tüfeklerle!
Dağın başında gömerler şehid-i muhteremi,
Ki azm ü rezmde ayn-ı şebâb imiş haremi,
Geçen muharebeden yarası durur el'an,
Muhâfız-ı vatan olmuş, bu hâfız-ı Kur'ân.
Gömüldü can vererek aldığı yere cismi;
Niçin verilmesin artık o ma'bere ismi?
Niçin denilmeli artık o yerlere Milona?
İlelebet koca Abdülezel’le yâd oluna.
Bu şanlı harb ile Abdülezel karîn-i ebed
Mezarı olsun İlâhî! Meleklere ma'bed!
Pırnar tepesinin düşmesinden sonra Milona geçidi rahatça aşılmış, ardından Losfaki Savaşı kazanılmış, Yenişehir düşmüş, Yunan ordusu cephanesini bırakarak kaçmış, Dömeke Meydan Muharebesi ile Yunan ordusu tamamen dağıtılmıştır. Bu gelişmeler üzerine, Atina'da Yunan hükümeti düşmüş, yeni hükümet Avrupalı büyük devletlere müracaat ederek, barışı sağlamak şartıyla Osmanlı Devleti'nin bütün şartlarını kabul edeceğini peşinen kabul etmiş, Rus Çarı 2. Nikola, 2. Abdülhamid'e telgraf çekerek savaşı durdurmasını rica etmiş, Devlet-i Âliye, Yunanistan'a haddini bildirmiştir.
Kaynaklar
1- Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, Cilt: 8, İstanbul, 1978.
2- 1897 Türk-Yunan Harbi (Hazırlayan: Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı) , İstanbul, 1982.
3- Cemal Kutay, Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, Cilt: 15, İstanbul, 1960.
4- Ali Nihad Tarlan, Edebiyat Meseleleri, İstanbul, 1981.
5- Erol Ülgen, 1897 Türk-Yunan Savaşı'nın Ünlü Komutanlarından Şehit Abdülezel Paşa, Hayatı ve Hakkında Yazılan Şiirler, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı (Belleten-1994) Ankara, 1996, ss. 169-204.