'berlin'de hiçbir sokakta yatmadım. günbatımını ve tan vaktini gördüm, ama ikisi arasında kendime hep gidecek bir yer buldum. yalnızca yoksulluk ya da kötülüğün, şehri kendilerine karanlıktan gün ağarana kadar dolaşılacak bir manzaraya dönüştürdüğü insanlar, ancak onlar şehrin benden esirgenmiş bilgisine sahip. benim her zaman gidebileceğim bir yer vardı...
berlin günlüğü'nden şehir üzerine walter benjamin'
doğrusu çılgın olmalıyım. vakaınüvisler gibi sözcüklerin peşine düşüyorum. harap bir halde ve umursayarak varsayılmayı. oysa ki biliyorum benden geriye kalacak olan yalnızca buğu. neden o halde keşmekeşe sürükleniyorum. bilmiyorum. 'son bakışta aşk' gibi. tarih üzerine, insan üzerine ve onun alabildiğine karanlığı üzerine yazıyorum. bir yanım tanrının ipine sıkı sıkıya sarılırken heyhat bir yanım olanca direniyor. tanrıya direnen aciz insan. evet ben çöle alışık olmayan bedeviyim. ve asla şehri terkedemeyen göçebe. ruhumun kuyusunda salıncaklar, attarlar, seyyar satıcılar, menekşe sevicileri, ustalar, çıraklar, vapurlar, düdükler, iskemleler, çaylar, şaraplar, dumura uğramış yüzler, yalınayaklılar. çıplaklar, var.
yüzüme yapışmış kürt bir peygamber, öyleyse hangi dille çağıracak insanlığı ve hangi general unutulmuş insanlığını yüzüne sürecek, susturacak beni. doğrusu bilmiyorum, bir şeye doğru gidiyoruz. bir şeyin acıya benzer tadına doğru gidiyoruz.gideceğimiz hiçbir yer yokken bile gidiyoruz. zamanı ve onun getirdiklerini hiçe sayarak 'yüzümdeki kuyu' gayya, bilmiyorum. bunca yıl neyin peşinden sürüklendim? varsayımlarla, kırmızı bir biçime bürünmüş kızlarla, adonisle venüsle nereye sürüklendim.
kimin umurunda, yaşıyoruz, şiirin derinliğinde kürt, uzamında türkçe. ben bunun diliyim. acının bilindik ustası değil ama kaçınılmaz olana sürüklenen, acının dili. evet bir adamın acısından gireceğim içeri. dağlı bir tavırla.
walter'in trajedisi. nietzche'nin trajedisi, rimbaud'un trajedisi, nilgün marmara'nın hölderlin'nin, kaçınılmaz olarak dostoyevski'nin trajedisi. tüm bu trajedileri yüklenerek yürüyorum. dağlı bir tavırla.
gidecek bir yeri olmayan peygamber, yunus'un içinde zikirle meşgulken aslında trajedinin acısını yüzüne biriktiriyor değil miydi? ya yahya'nın sabrı. ve müthiş güveni tanrıya. bedeli ikiye bölünmek olsa bile! evet ki o ağaç kovuğuna saklanırken onu farkeden düşmanlarının testeresinin ilk hamlesinde 'ah' çekince. tanrı'nın ey yahya yoksa bana güvenmiyor musun sorusundan sonraki sessiz ölümü. evet bir yandan trajedi bir yandan umut birikiyor her sabah gözbebeklerime.
walter ki ispanya fransa sınırında intihar ederek göçebeliğini bütün insanlığa duyurmamış mıydı? kaçış ve umudun birleşiminde artık onun ne ırkı ne de dini önemli değildi. insanın saf biçimidir mazlum oluş. merhameti yadsıyamayız bu yüzden. bir efendi köle ilişkisi içerisinde değil elbette bu merhamet. sadece acının dilinden anlamak. acının diline ustaca bir saygı.
ölüme en büyük reddiyedir intihar. hayata da. ikisinin ortasına da. hepsine de hepsine de. intiharı kutsuyor değilim ama gerek zwaig'in eşiyle birlikte intiharı gerekse heine'nin sevgilisi ile intiharı iktidar olana bir büyük eylem değil midir. reddedebilirim ben ey biçimsiz tanrılar sizi. gelin ölü'mü parçalayın...
dağlı bir tavırla yüzümde kürt bir peygamber. dilini unutmuş. kekeme. biçimli, ustalıklı bir acıyı dillendiriyor. artık şehir içime ve dışıma nasıl hükmedebilir.
evet yılların yıllara eklenmesiyle işte böyle keder yükleniyoruz. büyüyor içimizde hiç açmamış çiçek. karanlık bir ustanın eline düşüyor akşam. bütün doğu yolları mayınlarla döşeniyor. bu yüzden sevimsiz bir göç yaşıyoruz batıya doğru. içten dışa merhametle kutsanarak...
evin heryerinde unuttuğum şans eseri bikaç kere annemn elinden kurtarmayı ama nereye saklarsam saklıım kardeşimdn bi türlü kurtaramadıım içini sırf onla doldurmakla geçirdiğm bişi..kimbilir nerde şu an aman evde yok zaten kimse sorun diil
insanın herzamki olaylarını anlatan sıkıntılarını,acılarını,sevinçlerini paylaşan demek,günlük bana insanın samimi dotluk arkadaş lığını anlatıyor ensamimi dostluluğu anlatıyor
gün içerisinde yaşanılan aşk,kin,nefret,ihtiras,çıkma teklifleri,aşık olunan çocun giydiği yediği herşeyi yazdıkları bişe.. ;)) edit:bunlar sadece tahmin kimse bunları okuyup ta kardeşimin günlüğünü okuduğum iddasında bulunamaz:P
günlüğümü koyduğum yerden alıp içindekileri okumasalar tutardım ama her seferinde birileri okuduğu için tutmuyorum ne meraklı insanlar var ya, ben kimsenin günlüğünü okuyormuyum alla alla
Bir Şizofrenin Günlüğü İlk okuduğumda çok zırva bir kitap gibi gelmişti bana. Sonra oturdum kendim yazdım bir günlük. Fakat 2 sene sonra farkettim ki, FBI, hacker vesair dinlenme paranoyası yüzünden günlüğüme hiçbirşey yazmamış hep basit şeyler yazmıştım. Demekki bir şizofren asla sadık bir günlük tutucusu değildi.. Sonra bu Blog'lar çıkınca yeniden günlük tutmaya karar verdim. Bakalım ne çıkacak ortaya :)
Ben: Yine bir sürü aradan sonra sana bir şeyler yazmak geldi aklıma. Aslında ne zamandır aklımdasın ancak, nedense bir türlü yazamadım. Biliyorsun müzmin bir erteleme hastasıyım ben. Ertelemediğim tek şey kitaplarım sanırım.
Aslında şu aralar şunu da düşünmüyor değilim ki, sanırım her günü detaylı bir şekilde şunu yaptım bunu yaptım şeklinde yazmanın çok bir anlamı yok sanırım. Her günü detaylı bir şekilde hatırlamanında gereği yok. Çünkü düşünsene aslında yaşadığımız her gün birbirinin tekrarından başka bir şey değil aslında. Yazmam gerekenler, içimizde hissetiklerimiz, yoğun duygu boşalımları olmalı. İçimi sana nasıl dökebilirim bilmiyorum. İş bu boyuta girince sanki kuracağım cümleler kifayetsiz kalıyor gibi........
Ve yine ben: Neyse yaa sonuçta yazdıkalarım bir bütün oluşturmayan, beynimin 2. kıvrımı ila 10 kıvırımı arasında kalmış, birbiri ile alakası olmayan, kendiliğinden bir ordan bir burdan toplanmış düşünceler kümesi gibi ayrı ayrı, kopuk kopuk dizildiler buraya. Yani bu kadar uzun olarak anlatmaya çalıştığım şey sadece beynimi ve düşüncelerimi toparlayamadığımdır.
birinci sayfana eve geldim yazayım, 2. sine işe geldim, 3. süne doğum günüm, 4. süne sevgilim var, 5. sine aldatıldım, 6. sına yalnızım, 7. sine yaşlanıyorum, 8. sine belki alışmam lazım, 9. suna annemi özledim, 10. sunada hayat güzelmiş...
üstünden gün geçmemiş anlamında
günlük sütlerimiz,
günlük yumurtalarımız
birde
günlük kesim piliçlerimizle...
'berlin'de hiçbir sokakta yatmadım. günbatımını ve tan vaktini gördüm, ama ikisi arasında kendime hep gidecek bir yer buldum. yalnızca yoksulluk ya da kötülüğün, şehri kendilerine karanlıktan gün ağarana kadar dolaşılacak bir manzaraya dönüştürdüğü insanlar, ancak onlar şehrin benden esirgenmiş bilgisine sahip. benim her zaman gidebileceğim bir yer vardı...
berlin günlüğü'nden
şehir üzerine
walter benjamin'
doğrusu çılgın olmalıyım. vakaınüvisler gibi sözcüklerin peşine düşüyorum. harap bir halde ve umursayarak varsayılmayı. oysa ki biliyorum benden geriye kalacak olan yalnızca buğu. neden o halde keşmekeşe sürükleniyorum. bilmiyorum. 'son bakışta aşk' gibi. tarih üzerine, insan üzerine ve onun alabildiğine karanlığı üzerine yazıyorum. bir yanım tanrının ipine sıkı sıkıya sarılırken heyhat bir yanım olanca direniyor. tanrıya direnen aciz insan. evet ben çöle alışık olmayan bedeviyim. ve asla şehri terkedemeyen göçebe. ruhumun kuyusunda salıncaklar, attarlar, seyyar satıcılar, menekşe sevicileri, ustalar, çıraklar, vapurlar, düdükler, iskemleler, çaylar, şaraplar, dumura uğramış yüzler, yalınayaklılar. çıplaklar, var.
yüzüme yapışmış kürt bir peygamber, öyleyse hangi dille çağıracak insanlığı ve hangi general unutulmuş insanlığını yüzüne sürecek, susturacak beni. doğrusu bilmiyorum, bir şeye doğru gidiyoruz. bir şeyin acıya benzer tadına doğru gidiyoruz.gideceğimiz hiçbir yer yokken bile gidiyoruz. zamanı ve onun getirdiklerini hiçe sayarak 'yüzümdeki kuyu' gayya, bilmiyorum. bunca yıl neyin peşinden sürüklendim? varsayımlarla, kırmızı bir biçime bürünmüş kızlarla, adonisle venüsle nereye sürüklendim.
kimin umurunda, yaşıyoruz, şiirin derinliğinde kürt, uzamında türkçe. ben bunun diliyim. acının bilindik ustası değil ama kaçınılmaz olana sürüklenen, acının dili. evet bir adamın acısından gireceğim içeri. dağlı bir tavırla.
walter'in trajedisi. nietzche'nin trajedisi, rimbaud'un trajedisi, nilgün marmara'nın hölderlin'nin, kaçınılmaz olarak dostoyevski'nin trajedisi. tüm bu trajedileri yüklenerek yürüyorum. dağlı bir tavırla.
gidecek bir yeri olmayan peygamber, yunus'un içinde zikirle meşgulken aslında trajedinin acısını yüzüne biriktiriyor değil miydi? ya yahya'nın sabrı. ve müthiş güveni tanrıya. bedeli ikiye bölünmek olsa bile! evet ki o ağaç kovuğuna saklanırken onu farkeden düşmanlarının testeresinin ilk hamlesinde 'ah' çekince. tanrı'nın ey yahya yoksa bana güvenmiyor musun sorusundan sonraki sessiz ölümü. evet bir yandan trajedi bir yandan umut birikiyor her sabah gözbebeklerime.
walter ki ispanya fransa sınırında intihar ederek göçebeliğini bütün insanlığa duyurmamış mıydı? kaçış ve umudun birleşiminde artık onun ne ırkı ne de dini önemli değildi. insanın saf biçimidir mazlum oluş. merhameti yadsıyamayız bu yüzden. bir efendi köle ilişkisi içerisinde değil elbette bu merhamet. sadece acının dilinden anlamak. acının diline ustaca bir saygı.
ölüme en büyük reddiyedir intihar. hayata da. ikisinin ortasına da. hepsine de hepsine de. intiharı kutsuyor değilim ama gerek zwaig'in eşiyle birlikte intiharı gerekse heine'nin sevgilisi ile intiharı iktidar olana bir büyük eylem değil midir. reddedebilirim ben ey biçimsiz tanrılar sizi. gelin ölü'mü parçalayın...
dağlı bir tavırla yüzümde kürt bir peygamber. dilini unutmuş. kekeme. biçimli, ustalıklı bir acıyı dillendiriyor. artık şehir içime ve dışıma nasıl hükmedebilir.
evet yılların yıllara eklenmesiyle işte böyle keder yükleniyoruz. büyüyor içimizde hiç açmamış çiçek. karanlık bir ustanın eline düşüyor akşam. bütün doğu yolları mayınlarla döşeniyor. bu yüzden sevimsiz bir göç yaşıyoruz batıya doğru. içten dışa merhametle kutsanarak...
ey el değmemiş tanrı
al beni.
mehmet şah erincik
haziran sıkıntısı 2007
benim ısrarla tutmaya çalıştığım ancak her gün aynı şeylerin olmasından sebep başaramadığım güzel bişey
evin heryerinde unuttuğum şans eseri bikaç kere annemn elinden kurtarmayı ama nereye saklarsam saklıım kardeşimdn bi türlü kurtaramadıım içini sırf onla doldurmakla geçirdiğm bişi..kimbilir nerde şu an aman evde yok zaten kimse sorun diil
insanın herzamki olaylarını anlatan sıkıntılarını,acılarını,sevinçlerini paylaşan demek,günlük bana insanın samimi dotluk arkadaş lığını anlatıyor ensamimi dostluluğu anlatıyor
Ya zaten yaşamışım günü daha neyini yazıp kafamı kurcalayacam, bi de derler düzenli olurmuş tutanlar, ben pek inanmıyorum ama...
gün içerisinde yaşanılan aşk,kin,nefret,ihtiras,çıkma teklifleri,aşık olunan çocun giydiği yediği herşeyi yazdıkları bişe.. ;))
edit:bunlar sadece tahmin kimse bunları okuyup ta kardeşimin günlüğünü okuduğum iddasında bulunamaz:P
insanın bir günde kendine yakışıp yakışmayanları yazdığıdır! :)
uzun zamandır tutarım o kadar ii saklarım ki iki aydır nerde olduğunu ben bile bulamadım :) ciddiyim
günlüğümü koyduğum yerden alıp içindekileri okumasalar tutardım
ama her seferinde birileri okuduğu için tutmuyorum
ne meraklı insanlar var ya, ben kimsenin günlüğünü okuyormuyum alla alla
Tutardım.Şimdide mesajları yazıyorum.
Bir Şizofrenin Günlüğü
İlk okuduğumda çok zırva bir kitap gibi gelmişti bana. Sonra oturdum kendim yazdım bir günlük. Fakat 2 sene sonra farkettim ki, FBI, hacker vesair dinlenme paranoyası yüzünden günlüğüme hiçbirşey yazmamış hep basit şeyler yazmıştım. Demekki bir şizofren asla sadık bir günlük tutucusu değildi..
Sonra bu Blog'lar çıkınca yeniden günlük tutmaya karar verdim. Bakalım ne çıkacak ortaya :)
Ben 'günce' demeyi tercih edenlerdenim....
.......................
Günce ile söyleşi
Ben: Yine bir sürü aradan sonra sana bir şeyler yazmak geldi aklıma. Aslında ne zamandır aklımdasın ancak, nedense bir türlü yazamadım. Biliyorsun müzmin bir erteleme hastasıyım ben. Ertelemediğim tek şey kitaplarım sanırım.
Aslında şu aralar şunu da düşünmüyor değilim ki, sanırım her günü detaylı bir şekilde şunu yaptım bunu yaptım şeklinde yazmanın çok bir anlamı yok sanırım. Her günü detaylı bir şekilde hatırlamanında gereği yok. Çünkü düşünsene aslında yaşadığımız her gün birbirinin tekrarından başka bir şey değil aslında. Yazmam gerekenler, içimizde hissetiklerimiz, yoğun duygu boşalımları olmalı. İçimi sana nasıl dökebilirim bilmiyorum. İş bu boyuta girince sanki kuracağım cümleler kifayetsiz kalıyor gibi........
Günce:? ? ? ........? ? ? ?
Ben:............................................
................................................
..........................................
...................................................
....................................
......................................
...................................................
Ve yine ben: Neyse yaa sonuçta yazdıkalarım bir bütün oluşturmayan, beynimin 2. kıvrımı ila 10 kıvırımı arasında kalmış, birbiri ile alakası olmayan, kendiliğinden bir ordan bir burdan toplanmış düşünceler kümesi gibi ayrı ayrı, kopuk kopuk dizildiler buraya. Yani bu kadar uzun olarak anlatmaya çalıştığım şey sadece beynimi ve düşüncelerimi toparlayamadığımdır.
Günce:.......? ? ? ........? !
................................
her gün aynı be günlük...
birinci sayfana eve geldim yazayım, 2. sine işe geldim, 3. süne doğum günüm, 4. süne sevgilim var, 5. sine aldatıldım, 6. sına yalnızım, 7. sine yaşlanıyorum, 8. sine belki alışmam lazım, 9. suna annemi özledim, 10. sunada hayat güzelmiş...
saçma...