Resûlullah, Temim kıssasını anlattığı sırada deccalin Şam (Akdeniz) veya Yemen (Kızıldeniz) denizlerinden çıkacağını zannettiğini söylerdi... Ancak kendisine vahiy gelince, kesinlikle Doğudan çıkacağını açıklamıştır... Hadiste geçen Halle ise Bağdat'ın Dicle tarafına düşen ve ahalisi çok kötü olan bir köydür... Bazıları da 'hulle', yani ortaya çıkışı manasında yorumlamışlardır... Bu durumda hadisin manası 'O Şam ve Irak'ın ortasında zuhur edecektir' şeklinde olur... Abdullah bin Ömer, deccalin Kûfe'den çıkacağına işaret ederek önce Kûfelilerin kapısını çalacağını söylemiştir...
...
Deccalin gözü patlamış üzüm tanesine, yeşil renkli bir cama, parlak bir yıldıza da benzetilmiştir...
...
Bazı hadis kaynaklarında deccalın hârika bir bineğinden söz edilmektedir... Bu binek bir çeşit eşektir... Deccal kötü olduğu için kendisi gibi kötü bir hayvana binecektir... Çok büyük olan bu eşeğin iki kulağının arasındaki genişlik kırk arşındır (yaklaşık yirmiyedi metre) . İbn Mes'ud'tan rivayet edilen bu hadisin kütüb-i sittede geçmemesi dikkat çekicidir... Eski yorumcular bu konu üzerinde pek durmamış, hadisi olduğu gibi kabul etmişlerdir... Gerçekten böyle bir eşeğin istikbalde olacağını beklemişlerdir... Ancak muasır âlimler konu ile ilgili olarak bazı yorumlar getirmişlerdir... Bir görüşe göre bundan maksat iki kanadının arasındaki genişlik kırk arşın olan bir uçaktır...
...
Konu ile ilgili değişik rivayette yahudilerle büyük bir savaş olacağına dikkat çekilerek ve deccalin çoğu tabileri yahudi ve kadınlardan oluşacağı hatırlatılır... Abdullah bin Ömer'in rivayetine göre, kadınlar deccale tabi olanlar arasında çoğunluğu teşkil ederler... Öyle ki kişi, kadın akrabalarını yani annesini, kızını, kız kardeşini, halasını deccale tabi olur korkusuyla evden çıkmamaları için bağlar... Deccalin tabileri arasında, yüzleri, kalın kabzalı kalkanlara (el-micannu'l-mutraka) benzeyen insanların varlığı da zikredilir...
...
Deccalin çocuğu olmayacaktır...
...
Başka bir tarikte deccal olmak isteyip istemedeği kendisine sorulduğunda, 'Bu görev bana teklif edilseydi, reddetmezdim' der... Onun deccal olduğuna inanan sahabiler kızgınlığından korkmuşlardır... Deccalin bir kızgınlık neticesinde ortaya çıkacağını bildiğinden Hz. Hafsa, İbn Sayyad'ın kızdırılmamasını istemiş bu konuda kardeşi Abdullah bin Ömer'i ikaz etmiştir...
...
İsâ onu Lüd kumluğunda demir bir okla öldürür...
...
'Deccal, zuhurundan otuz sene önce Kavs denilen bir yerde doğacaktır.' Ka'bü'l-Ahbâr
...
Arap folkloründe 'gözleri cam gibi' tabiri kadınlara düşkün olan insan için kullanılır...
...
Deccalin Afîk Akabesi'nde helâk olacağı rivayeti de ayrıca ilgi çekicidir... Çünkü buranın eski inançlarda önemli bir yeri bulunmaktadır... Hz. İsa ile şeytanın şiddetli münakaşa ettiği yer burasıdır...
...
Bu şerden hissedar olan herkes bu gücün bir unsurunu teşkil etmiştir...
...
Ka'bü'l-Ahbar'ın tasvir ettiği deccal, Daniel'in kitabında geçen deccalle oldukça benzerlik arzetmektedir...
Matta İncili'nde deccal karşılığı olarak 'mesiha daggala', 'nabiyya daggala' gibi terkipler kullanılmaktadır... Matta'da şöyle denilmektedir: 'İsa'nın şakirtleri dünyanın sonuna alâmet ne olacak diye sordular... İsa cevap verip onlara dedi: Sakın kimse sizi saptırmasın... Çünkü birçokları 'Mesih benim' diye, benim ismimle gelip bir çoklarını saptıracaklar... Ve bir çok yalancı peygamberler kalkıp bir çoklarını saptıracaklar ve fesat çoğalacağından ötürü bir çoklarının sevgisi soğuyacak... Ancak sona kadar dayanan, kurtulan odur...'
Matta'nın başka bir yerinde deccal ile ilgili şu ifadeler vardır: 'Yalancı mesihler ve yalancı peygamberler kalkıp büyük alâmetler ve hârikalar yapacaklar, şöyle ki, mümkünse seçilmiş olanları bile saptıracaklar...'
Yaklaşık olarak Milâttan elli yıl sonra kaleme alınan Matta İncili dönemine kadar Hristiyanlar arasında İsâ düşmanına mesih-deccal tabiri kullanılmış ve bu bir şahıs veya güç olarak kabul edilmiştir...
Matta İncili'nde deccal ile ilgili olarak iki husus dikkati çekmektedir... Biri yalancı mesihlerin çeşitli ve belirsiz harikalar göstermesi, diğeri ise bir şahıstan değil, topluluktan bahsedilmesi, 'yalancı mesihler' 'yalancı peygamberler' gibi... Bu noktadan hareket eden bazı yazarlar, Hristiyanlıktaki deccal fikrinin bir şahıs değil, topluluk olacağını savunmuşlardır... Şayet bir gün Antiochus Epiphanes'ten ve Pompey'den daha büyük bir dinsiz gelecek olsaydı, inananların kendilerini muhafaza etmeleri için ikaz edilmeleri gerekirdi... Halbuki Matta'da böyle bir ikaz görülmemektedir... Herşey sanki lidersiz cereyan ediyor... Ancak şunu belirtmek gerekir ki, Katolik ilahiyatçılar, ittifaka yakın bir çoğunlukla deccalin bir şahıs olacağı görüşünü savunmaktadırlar...
...
Bazıları da bu üç harfin Yunanca'da safirî harfler olduğunu söylemişlerdir, Arapça'daki 'sin' harfi gibi... 'Sittu mie sittetün ve sittûn' şeklinde telaffuz edildiği zaman yılan sesine benzer bir ses çıkar... Yılan ise İblis'tir... Bazıları ise 7 rakamının olgunluk rakamı olduğunu, 6 rakamı ise 7'ye yakın bir rakam olmasına rağmen ona yetişemeyeceğini söylemişlerdir... Bunun manası şudur: Deccal ne kadar güçlü olursa olsun, yani bir 6 değil, üç 6 olsa yine kuzuya, yani Mesih'e mağlup olur...
...
Yunan asıllı aziz İrenaus (120/202) , deccali şöyle anlatmaktadır: 'Günahkar, katil, tahripçi deccal, yahudi kökenli olup, Dan kabilesinden çıkacaktır... Yeryüzünde üç buçuk sene kalacaktır... Kudüs'e hakim olacaktır.'
Kiliseye mensup yazarlardan olan Tertullian (155/220) , deccal terimini bidatçılara ve bütün isyankarlara teşmil etmektedir... Ona göre deccal, İsa'nın özellikleri olan 'aslan, kuzu, kahraman' gibi sıfatlarını çalacaktır...
...
Hristiyanlık literatürünün yahudilikten fazla etkilendiği Haçlı seferleri dönemi deccal fikrinin gelişmesi için münbit bir zemin teşkil etmiştir... Hatta bu dönemde yahudiler deccalden ümit beklemişlerdir: 'Türk denilen bir deccalin yakında geleceğini, İsrail'in intikamını alacağını ve Hristiyan kiliselerini ahıra dönüştüreceğini yaymışlardır.'
...
Bununla birlikte bazı kaynaklarda Süfyânî başlıbaşına bir kıyamet alâmeti olarak geçer... 360 kişilik bir süvari birliğiyle Şam'a gelecek olan bu şahsın tâbilerinin çoğu evlilikdışı doğan insanlardan oluşur... Âl-i Beytten bir zatla savaşır... Büyük cüsseli, yüzünde çiçek hastalığı izleri, gözünde bir nokta bulunan bir adam şelinde tasvir edilir... Süfyânî'den bahseden kaynaklar onu deccal karakterinde, fakat ne hikmetse deccalden farklı bir kıyamet alâmeti olarak zikrederler...
Bediüzzaman Said Nursi ise Süfyânî'yi İslâm âleminde çıkacak olan deccal şeklinde yorumlamaktadır...
...
Deccalin İstanbul'un fethinden sonra çıkacağı da nakledilir... Bir hadise göre melheme (büyük savaş) , İstanbul'un fethi ve deccalin çıkışı yedi ayda gerçekleşecektir... Diğer bir rivayette de mü'minler İstanbul'u fethettikten sonra kılıçlarını zeytin ağacına asarlar... Tam bu sırada deccalin çıktığı haberini duyarlar... Deccalin çıkacağı zamandaki toplum yapısına işaret edilen bir hadiste nifak ve iman şeklinde iki kamptan bahsedilmektedir... İnsanların böylesine kesin hatlarla ayrılmış iki kampa bölündüğünde deccal çıkacaktır...
Barium oxide is used in a coating for the electrodes of fluorescent lamps, which facilitates the release of electrons...
Barium carbonate is also used in glassmaking... Being a heavy element, barium increases the refractive index and luster of the glass...
Barium, commonly as barium nitrate, is used to give green colors in fireworks... The species responsible for the brilliant green is barium monochloride; in the absence of a source of chlorine a yellow or 'apple' green is produced instead...
Barium peroxide can be used as a catalyst to start an aluminothermic reaction when welding rail tracks together... It can also be used in green tracer ammunition and as a bleaching agent... Barium titanate is a promising electroceramic...
Barium fluoride is used for optics in infrared applications, since it is transparent from about 0.15 to 12 micrometres...
...
Bologna: smoked sausage made of a mixture of meats; lunch meat made out of a few kinds of processed meat...
20 - Hayim Naum isimli müthiş şahıs, aslen Manisa'lıdır korkunç bir Yahudi dehasına mâliktir, bir aralık Paris'te de hahambaşılık etmiştir... Şimdi de Mısır'da bulunması (1949) , İslâmî esaslar bakımından gittikçe bozulmaya yüz tutan Mısır'ın belirttiği vaziyet ve hedefi pek güzel ifşa eder...
21 - İşte bu Hayim Naum, Yahudilik Genelkurmayınca idare edilen kapitalizma ve emperyalizma dünyasında Türkler lehinde vaazlar (!) vermeğe koyularak, işe, Türkiye'yi müstakil hale getirdikten sonra içinden yıktırmak maksadıyla ilk defa Amerika'da başlamıştır... Fakat Türkiye ve bütün İslâm âlemi dahil, bundan hiç kimse şüpheye düşmemiş üstelik derin bir minnet duygusuna kapılmış, bu hareketi meleklere mahsus bir şefkat tecellisi gibi ayakta alkışlanmıştır...
22 - Hahambaşı Hayim Naum, Amerika'ya hareketinden evvel, Beyoğlu'nda, Tünel'in yukarısında BENEBERİT isimli Mason karargâhında, tam bir Yahudi genelkurmayı olan bu yerde, Alber Karasu, Nesim Mazilya, dişçi Sami Könzberg, fotoğrafçı Vaynberg gibi, Türkiye'deki gizli Yahudilik hükümetini temsil ve teşkil eden insanlara karşı şöyle demiştir: 'Gayelerimizin üçü de istihsal olunmuştur. İşte Anadolu'da millî bir Türk mukavemeti peydahlanmış ve ilk neticeyi almış bulunuyor. Bu hareketin başındaki zat, bizim şahsî fikir ve temayüllerini tanıdığımız bir kimsedir. Son derece ileri görüşlü, ananeye zıt kafalı bir zattır. Ruhunda Garp medeniyetine karşı çözülmez rabıta ukdeleri vardır. Fevkalâ tesir ve telkin kabiliyetindedir. Türk milleti gibi uysal bir kütleye her türlü yenilikleri sindirecek bir şef olmak kabiliyeti, yalnız bu zattadır. İşte bizim de planımızı, şimdi, bu müstesna kabiliyet ve istidatları vadeden zata, İslâm birlik ve şuurunu çözdürmek olmalıdır. Bu an, Türkiye'de din hakimiyet ve timsalini yıktırmak için bulunmaz tarihî fırsat dakikasıdır.'
Azâsını teker teker saydığımız ve biri rejimin alayiş fotoğrafçılığını, öbürü de rejim şefi dişçiliğini yapan iki malûm şahısla beraber Yahudi meclisi, bu fikirlere tamamen iştirak etmiş, aralarında gerekli bütün planlar tesbit olunmuş ve bunun üzerinedir ki, Hayim Naum isimli şahsa Amerika seferi düşmüştür... Fakat hadiseden, tertibattan, görüşülen şeylerden ve alınan kararlardan hiç kimsenin, hatta bahis mevzu büyük zatın da haberi olmamıştır... Böylece Hayim Naum bir gölge gibi sinsi, vapura bindiği gibi Amerika'ya doğru çekip gitmiştir...
23 - Hayim Naum, herşeyden evvel Amerika'daki Yahudilik merkezleriyle temas edip bunların mütalâa, tasvip ve himayesini temin ettikten sonra, daha evvel bildirdiğimiz, Türkiye lehindeki konferanslar serisine geçmiştir... Ve işte bu harikulâde melekhaslet (!) ve Türk dostu (!) zatın beklenmedik propagandaları üzerinedir ki, Hayim Naum ismi, Türk matbuatının minnet ve şükranla baş köşesine geçirilmeye başlanmıştır...
24 - Hayim Naum, Amerika'da işini bitirir bitirmez, plan icabı, hemen Londra'ya geçti ve aynı propagandaya orada da devam etti... Fakat iş, kuru bir propaganda ile bitecek soydan değildi... Propaganda, ancak zemini hazırlayabilirdi... Bu zemine atılacak temel için bir devlet eli lazımdı... Hayim Naum ise bu devlet elini, daha planının en başında hesaba katmıştı...
25 - Hayim Naum, Londra'da derhal Lord Curzon ile temas aradı ve temin etti... O zamanki İngiliz politikasının nazımı mevkiinde bulunan bu Lord, nesebinin bir tarafıyla Yahudi idi... Hahambaşı, davayı aynen kabul etmek için bütün şartlara mâlik bulunan Lord'u, ancak Türkiye'ye bazı ıvazlar vermek ve istiklâlini kabul etmek mukabilinde ona İslâmiyete arka döndürtmenin mümkün olacağı mevzuunda ikna etti... Böylece Türkiye'de, İslâm alemi üzerinde nüfuz ve ehemmiyet ifade edecek hiçbir vasıf kalmayacaktı... Hayim Naum, İngiliz Lorduna, milyarlarca sterling ve yüzbinlerce insan feda ederek elde edilemeyecek bir kazancı, basit ve bedava bir formülle takdim ediyordu... Hayim Naum'un son sözü şu oldu: 'Türkiye'nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz; onlara, ben, İslâmiyet temsilciliğini attırmayı kabul ve taahhüt ediyorum! '
26 - İleride, ileri bir müverrihin en ince noktalarına kadar teyit edeceği ve kaynakların en emininden devşirdiğimiz bu bilgiye ilaveten kaydedelim: Lord Curzon, Hahambaşı'nın bu teklifi karşısında o kadar heyecana düştü ki, bir İngiliz politikacısına yakışmayacak bir tarzda hislerini belli eden bir taşkınlık gösterdi, elini hararetle uzatıp teklifi kabul ve Hayim Naum'u tebrik etti...
27 - Bunun üzerine Hayim Naum derhal koşar adımla Lozan yolunu tuttu... İsmet Paşa Lozan'dadır ve o güne kadar hemen her devletle anlaşmış olduğu halde bir türlü İngilizlerle anlaşmanın çaresini bulamamıştır... Şüphesizdir ki, Ankara'yla beraber, hiçbir tertipten haberdar değildir...
28 - Hayim Naum derhal İsmet Paşa ile bir konuşma yaptı ve onunla, geceleyin, geç vakitlere kadar beraber kaldı... Son derece nazik, gizli ve hileli bir dil kullanan Hahambaşı, teklifini, Türk Murahhaslar Heyeti Reis'ine mümkün olduğu kadar zehirsiz ve yumuşak şekilde bildirdi... Heyet reisi (İnönü) , hayretler içinde, bu teklif ve telkine şu cevabı verdi: 'Meseleyi Ankara'ya bildirip mütalâa ve direktifleri aldıktan sonra size cevap verebilirim.'
29 - Ankara'daki devlet ve hükümet başı, haberi alır almaz, derhal Hayim Naum'un Ankara'ya gelmesi talimatını gönderdi...
30 - Hahambaşı hemen Türkiye yolunu tuttu... Amerika'da giriştiği propagandalar muktezası olarak, büyük ve son derece sempatik bir Türk dostu tavrını almayı unutmamıştı...
31 - Hayim Naum'un davaya verdiği ehemmiyet derecesini düşünün ki, kendisi aile efradına fevkalâde düşkün bir kimse olduğu ve ailesi Haydarpaşa taraflarında oturduğu halde bunca hasrete rağmen onlara bir 'Nasılsınız? ' bile dememiş, Sirkeci Garı'nda trene atlamış ve dosdoğru Ankara'yı boylamıştır...
32 - Lozan'da İsmet Paşa, maiyetinden birine, bir gece evvel Hahambaşı'nın kendisine geldiğini ve şu, şu, şu tekliflerde bulunduğunu anlatıyor ve o zatla Paşa arasında, aşağıdaki konuşma geçiyor:
- Yahu, bu kerata bize İslâmî temsilciliğimizi kaldırtmak istiyor!
- Hiç olacak şey mi bu?
- Vallahi öyle.
- Ya ne olacak şimdi?
- Ankara'ya yazdım; bakalım ne cevap verecekler?
33 - Hayim Naum Ankara'da bir gece kalıp derhal İstanbul'a dönüyor ve Ankara'dan aldığı talimatı hamil olarak Lozan'a damlıyor...
34 - Gerisi malûm... Lozan'daki Türk Murahhaslar Heyeti, resmen imzaladıkları muahede hükümleriyle, hiç de böyle, bütün bir tarih ve hayata bedel fedakârlık ifadesinde bulunmadıkları ve sadece dürüst bir anlaşmaya imzalarını atmak vaziyetinde oldukları halde, birdenbire aradan her maniin kalktığını ve anlaşmanın imkân safhasına girdiğini görüyorlar...
35 - Fakat zahir yüzüyle pek iyi tanıdığımız Lozan Muahedesi, ta Ankara'daki kulis arkasından bu şekilde idare olunuyor; ve bu kulis anlaşmasından Lozan'daki Heyet ve Reisi her türlü mesuliyet payına uzak kalıyor... Zirâ hükümleri dürüst olan muahedeyi imzalayan onlar, mukabil teminatın merkezi ise başkalarıdır...
36 - Hayim Naum, o gün bugün, bir daha Türkiye'ye dönmemiştir... Yeni istikamet ve davalar peşinde başka iklimlere ulaşmış, Mısır Hahambaşılığı'na geçmiştir...
37 - Hayim Naum'un derhal Türkiye'den uzaklaşmasını, belki bir gün işin içyüzü sezilir de dinine ve milliyetine bağlı bir Türk'ün tecavüzüne uğrar diye korkusuna atfedenler de vardır...
38 - Fakat bizce bu uzaklaşmadan gaye, Türkiye davasının hallolunmuş bulunduğuna ve günden güne de biraz daha hallolunacağına dair itimattan başka birşey değildir...
39 - Böylece Aziz Türk Vatanı, dış dünya ile iç dünyayı tagallüp altına alanlar arasındaki karşılıklı ve hiçbir tavassuta ihtiyaç bırakmayacak kadar emin gaye birliği yüzünden, sistemli ve yavaş yavaş aslî kaynağından uzaklaştırılmış; Mohaç Meydan Muharebesi'nin gazileri, Garp aleminin asırlar boyunca istihsal edemediği bir neticeyi, biri mutavassıt, biri kabulcü, iki şahıs marifetiyle devşirivermiştir...
40 - Gizli Yahudi Kurmaylar emrindeki Avrupa politikası, şu ince döviz düsturla ifade olunabilir: Yabancı medeniyeleri Garba özendirip kendi kendilerinden uzaklaştırmak; böylece onların, başkalarını kendilerine benzetmesi tehlikesine mani olmak; maksat yerine gelince de gerçek terakkinin işte bu olduğu medihleriyle pohpohlamak; ve mukabil millî cereyanları irtica, gerilik damgası altında suçlandırmak... Garbın işte bu planı, bir Yahudi buluşuyla arzettiğimiz şekilde işlemiş ve sene 1923'ten itibaren sular, işbu noktadan akmaya başlamıştır... Yarının tarihçisi bu hakikati görecektir!
Haznedar’daki evinin bir kaç metre ötesinde ‘Teslim edilen’ Cem G., avukatı tarafından E5’in kenarından alındı, sucuk-ekmekle karnını doyurdu ve yolda Frank Sinatra dinleyerek polis merkezine gitti...
...
Cem G. ‘Ağırlaştırılmış müebbet hapis’ istemiyle tutuklandı... 'Akrep' isimli zırhlı araca bindirilen Cem G. Maltepe Cezaevi’ne götürülürken, 2 çevik kuvvet otobüsü, 4 motosiklet ve bir ekip otosu eşlik etti...
...
Geçtiğimiz hafta Taksim’de iki notere gidip, Cem G.’nun yakalandığını resmi kayıt altına aldırmak istediğini söyleyen Cemil Baran, “Bana savcılığa gitmem gerektiğini söylediler. Basın açıklaması yaptığım gün, polis gözaltına aldı. Üzerimdeki gizli kamera ve telefonlarıma el koydu. Cinayet Masası’nda 48 saat psikolojik işkence gördüm. Bana çeşitli meblağlar teklif edilmesini kesinlikle kabul etmedim” dedi...
Bu cinayette 100-200 kişi içeri girene kadar İstanbul’da kalacağını belirten Baran, “Ahmet E. isimli şahıs, görevdeki rütbeli bir asker ve Garipoğlu ailesinin korumalığını yapıyor. Cem birkaç gün sonra 18 yaşına girecek. Maalesef Cem 6 yıl sonra serbest kalacak. Cem bu kızı keserken 6 kişiydi. Bu kız sana hiç mi müdahale etmedi? Bana emniyette 48 saat içinde yapılan psikolojik baskı, 10 dakika Hayyam Garipoğlu ve Kasım Garipoğlu’na yapılsın” diye konuştu...
Adam olsa gizlenmez zaten ...
Bir örnekle açıklayalım:
Ben lafımı ortaya koyarım beğenen alır gider beğenmeyen bırakır:)
Himm...yukleme, hangi soruyu sorarsam kendimi bulacagim:p :))
'Jakob the Liar' (1999)
Peter Kassovitz
Lady Gaga - Mary Jane Holland...
'Taxi' (1998)
Gérard Pirès
...
Resûlullah, Temim kıssasını anlattığı sırada deccalin Şam (Akdeniz) veya Yemen (Kızıldeniz) denizlerinden çıkacağını zannettiğini söylerdi... Ancak kendisine vahiy gelince, kesinlikle Doğudan çıkacağını açıklamıştır... Hadiste geçen Halle ise Bağdat'ın Dicle tarafına düşen ve ahalisi çok kötü olan bir köydür... Bazıları da 'hulle', yani ortaya çıkışı manasında yorumlamışlardır... Bu durumda hadisin manası 'O Şam ve Irak'ın ortasında zuhur edecektir' şeklinde olur... Abdullah bin Ömer, deccalin Kûfe'den çıkacağına işaret ederek önce Kûfelilerin kapısını çalacağını söylemiştir...
...
Deccalin gözü patlamış üzüm tanesine, yeşil renkli bir cama, parlak bir yıldıza da benzetilmiştir...
...
Bazı hadis kaynaklarında deccalın hârika bir bineğinden söz edilmektedir... Bu binek bir çeşit eşektir... Deccal kötü olduğu için kendisi gibi kötü bir hayvana binecektir... Çok büyük olan bu eşeğin iki kulağının arasındaki genişlik kırk arşındır (yaklaşık yirmiyedi metre) . İbn Mes'ud'tan rivayet edilen bu hadisin kütüb-i sittede geçmemesi dikkat çekicidir... Eski yorumcular bu konu üzerinde pek durmamış, hadisi olduğu gibi kabul etmişlerdir... Gerçekten böyle bir eşeğin istikbalde olacağını beklemişlerdir... Ancak muasır âlimler konu ile ilgili olarak bazı yorumlar getirmişlerdir... Bir görüşe göre bundan maksat iki kanadının arasındaki genişlik kırk arşın olan bir uçaktır...
...
Konu ile ilgili değişik rivayette yahudilerle büyük bir savaş olacağına dikkat çekilerek ve deccalin çoğu tabileri yahudi ve kadınlardan oluşacağı hatırlatılır... Abdullah bin Ömer'in rivayetine göre, kadınlar deccale tabi olanlar arasında çoğunluğu teşkil ederler... Öyle ki kişi, kadın akrabalarını yani annesini, kızını, kız kardeşini, halasını deccale tabi olur korkusuyla evden çıkmamaları için bağlar... Deccalin tabileri arasında, yüzleri, kalın kabzalı kalkanlara (el-micannu'l-mutraka) benzeyen insanların varlığı da zikredilir...
...
Deccalin çocuğu olmayacaktır...
...
Başka bir tarikte deccal olmak isteyip istemedeği kendisine sorulduğunda, 'Bu görev bana teklif edilseydi, reddetmezdim' der... Onun deccal olduğuna inanan sahabiler kızgınlığından korkmuşlardır... Deccalin bir kızgınlık neticesinde ortaya çıkacağını bildiğinden Hz. Hafsa, İbn Sayyad'ın kızdırılmamasını istemiş bu konuda kardeşi Abdullah bin Ömer'i ikaz etmiştir...
...
İsâ onu Lüd kumluğunda demir bir okla öldürür...
...
'Deccal, zuhurundan otuz sene önce Kavs denilen bir yerde doğacaktır.' Ka'bü'l-Ahbâr
...
Arap folkloründe 'gözleri cam gibi' tabiri kadınlara düşkün olan insan için kullanılır...
...
Deccalin Afîk Akabesi'nde helâk olacağı rivayeti de ayrıca ilgi çekicidir... Çünkü buranın eski inançlarda önemli bir yeri bulunmaktadır... Hz. İsa ile şeytanın şiddetli münakaşa ettiği yer burasıdır...
...
Bu şerden hissedar olan herkes bu gücün bir unsurunu teşkil etmiştir...
...
Ka'bü'l-Ahbar'ın tasvir ettiği deccal, Daniel'in kitabında geçen deccalle oldukça benzerlik arzetmektedir...
...
...
Matta İncili'nde deccal karşılığı olarak 'mesiha daggala', 'nabiyya daggala' gibi terkipler kullanılmaktadır... Matta'da şöyle denilmektedir: 'İsa'nın şakirtleri dünyanın sonuna alâmet ne olacak diye sordular... İsa cevap verip onlara dedi: Sakın kimse sizi saptırmasın... Çünkü birçokları 'Mesih benim' diye, benim ismimle gelip bir çoklarını saptıracaklar... Ve bir çok yalancı peygamberler kalkıp bir çoklarını saptıracaklar ve fesat çoğalacağından ötürü bir çoklarının sevgisi soğuyacak... Ancak sona kadar dayanan, kurtulan odur...'
Matta'nın başka bir yerinde deccal ile ilgili şu ifadeler vardır: 'Yalancı mesihler ve yalancı peygamberler kalkıp büyük alâmetler ve hârikalar yapacaklar, şöyle ki, mümkünse seçilmiş olanları bile saptıracaklar...'
Yaklaşık olarak Milâttan elli yıl sonra kaleme alınan Matta İncili dönemine kadar Hristiyanlar arasında İsâ düşmanına mesih-deccal tabiri kullanılmış ve bu bir şahıs veya güç olarak kabul edilmiştir...
Matta İncili'nde deccal ile ilgili olarak iki husus dikkati çekmektedir... Biri yalancı mesihlerin çeşitli ve belirsiz harikalar göstermesi, diğeri ise bir şahıstan değil, topluluktan bahsedilmesi, 'yalancı mesihler' 'yalancı peygamberler' gibi... Bu noktadan hareket eden bazı yazarlar, Hristiyanlıktaki deccal fikrinin bir şahıs değil, topluluk olacağını savunmuşlardır... Şayet bir gün Antiochus Epiphanes'ten ve Pompey'den daha büyük bir dinsiz gelecek olsaydı, inananların kendilerini muhafaza etmeleri için ikaz edilmeleri gerekirdi... Halbuki Matta'da böyle bir ikaz görülmemektedir... Herşey sanki lidersiz cereyan ediyor... Ancak şunu belirtmek gerekir ki, Katolik ilahiyatçılar, ittifaka yakın bir çoğunlukla deccalin bir şahıs olacağı görüşünü savunmaktadırlar...
...
Bazıları da bu üç harfin Yunanca'da safirî harfler olduğunu söylemişlerdir, Arapça'daki 'sin' harfi gibi... 'Sittu mie sittetün ve sittûn' şeklinde telaffuz edildiği zaman yılan sesine benzer bir ses çıkar... Yılan ise İblis'tir... Bazıları ise 7 rakamının olgunluk rakamı olduğunu, 6 rakamı ise 7'ye yakın bir rakam olmasına rağmen ona yetişemeyeceğini söylemişlerdir... Bunun manası şudur: Deccal ne kadar güçlü olursa olsun, yani bir 6 değil, üç 6 olsa yine kuzuya, yani Mesih'e mağlup olur...
...
Yunan asıllı aziz İrenaus (120/202) , deccali şöyle anlatmaktadır: 'Günahkar, katil, tahripçi deccal, yahudi kökenli olup, Dan kabilesinden çıkacaktır... Yeryüzünde üç buçuk sene kalacaktır... Kudüs'e hakim olacaktır.'
Kiliseye mensup yazarlardan olan Tertullian (155/220) , deccal terimini bidatçılara ve bütün isyankarlara teşmil etmektedir... Ona göre deccal, İsa'nın özellikleri olan 'aslan, kuzu, kahraman' gibi sıfatlarını çalacaktır...
...
Hristiyanlık literatürünün yahudilikten fazla etkilendiği Haçlı seferleri dönemi deccal fikrinin gelişmesi için münbit bir zemin teşkil etmiştir... Hatta bu dönemde yahudiler deccalden ümit beklemişlerdir: 'Türk denilen bir deccalin yakında geleceğini, İsrail'in intikamını alacağını ve Hristiyan kiliselerini ahıra dönüştüreceğini yaymışlardır.'
...
Bununla birlikte bazı kaynaklarda Süfyânî başlıbaşına bir kıyamet alâmeti olarak geçer... 360 kişilik bir süvari birliğiyle Şam'a gelecek olan bu şahsın tâbilerinin çoğu evlilikdışı doğan insanlardan oluşur... Âl-i Beytten bir zatla savaşır... Büyük cüsseli, yüzünde çiçek hastalığı izleri, gözünde bir nokta bulunan bir adam şelinde tasvir edilir... Süfyânî'den bahseden kaynaklar onu deccal karakterinde, fakat ne hikmetse deccalden farklı bir kıyamet alâmeti olarak zikrederler...
Bediüzzaman Said Nursi ise Süfyânî'yi İslâm âleminde çıkacak olan deccal şeklinde yorumlamaktadır...
...
Deccalin İstanbul'un fethinden sonra çıkacağı da nakledilir... Bir hadise göre melheme (büyük savaş) , İstanbul'un fethi ve deccalin çıkışı yedi ayda gerçekleşecektir... Diğer bir rivayette de mü'minler İstanbul'u fethettikten sonra kılıçlarını zeytin ağacına asarlar... Tam bu sırada deccalin çıktığı haberini duyarlar... Deccalin çıkacağı zamandaki toplum yapısına işaret edilen bir hadiste nifak ve iman şeklinde iki kamptan bahsedilmektedir... İnsanların böylesine kesin hatlarla ayrılmış iki kampa bölündüğünde deccal çıkacaktır...
...
'Milk' (2008)
Gus Van Sant
...
Heather Joy Arrington (1.7.1967) 'Tennis Player'
...
'Rembrandt' (1936)
Alexander Korda
'Faul of Paul McCartney' (2012)
'Children Of A Lesser God - Başka Tanrı'nın Çocukları' (1986)
Randa Haines
Clifford Odets - 'Rocket to the Moon' (1938)
Emma Rose Roberts (10.2.1991)
'Looking for Mr. Goodbar' (1977)
Richard Brooks
'Runaway Train' (1985)
Andrey Konchalovskiy
Akseli Gallen-Kallela - 'Spells'
...
'Suite for Jazz Orchestra No.2' (1938)
'Suite for Variety Orchestra' (1956)
...
Lambert Wilson (3.8.1958)
Lawrence Alma-Tadema - 'The Education of the Children of Clovis' (1861)
...
Barium oxide is used in a coating for the electrodes of fluorescent lamps, which facilitates the release of electrons...
Barium carbonate is also used in glassmaking... Being a heavy element, barium increases the refractive index and luster of the glass...
Barium, commonly as barium nitrate, is used to give green colors in fireworks... The species responsible for the brilliant green is barium monochloride; in the absence of a source of chlorine a yellow or 'apple' green is produced instead...
Barium peroxide can be used as a catalyst to start an aluminothermic reaction when welding rail tracks together... It can also be used in green tracer ammunition and as a bleaching agent...
Barium titanate is a promising electroceramic...
Barium fluoride is used for optics in infrared applications, since it is transparent from about 0.15 to 12 micrometres...
...
Bologna: smoked sausage made of a mixture of meats; lunch meat made out of a few kinds of processed meat...
...
...
John List (17.9.1925 - 2008)
John Frederick List (1859 – 1944)
Alma List (1887 – 1971)
...
Faik Canselen (1911 - 17.9.2009) 'Boş Beşik'
'Malenkiy prints' (1966)
Arunas Zebriunas
20 - Hayim Naum isimli müthiş şahıs, aslen Manisa'lıdır korkunç bir Yahudi dehasına mâliktir, bir aralık Paris'te de hahambaşılık etmiştir... Şimdi de Mısır'da bulunması (1949) , İslâmî esaslar bakımından gittikçe bozulmaya yüz tutan Mısır'ın belirttiği vaziyet ve hedefi pek güzel ifşa eder...
21 - İşte bu Hayim Naum, Yahudilik Genelkurmayınca idare edilen kapitalizma ve emperyalizma dünyasında Türkler lehinde vaazlar (!) vermeğe koyularak, işe, Türkiye'yi müstakil hale getirdikten sonra içinden yıktırmak maksadıyla ilk defa Amerika'da başlamıştır... Fakat Türkiye ve bütün İslâm âlemi dahil, bundan hiç kimse şüpheye düşmemiş üstelik derin bir minnet duygusuna kapılmış, bu hareketi meleklere mahsus bir şefkat tecellisi gibi ayakta alkışlanmıştır...
22 - Hahambaşı Hayim Naum, Amerika'ya hareketinden evvel, Beyoğlu'nda, Tünel'in yukarısında BENEBERİT isimli Mason karargâhında, tam bir Yahudi genelkurmayı olan bu yerde, Alber Karasu, Nesim Mazilya, dişçi Sami Könzberg, fotoğrafçı Vaynberg gibi, Türkiye'deki gizli Yahudilik hükümetini temsil ve teşkil eden insanlara karşı şöyle demiştir: 'Gayelerimizin üçü de istihsal olunmuştur. İşte Anadolu'da millî bir Türk mukavemeti peydahlanmış ve ilk neticeyi almış bulunuyor. Bu hareketin başındaki zat, bizim şahsî fikir ve temayüllerini tanıdığımız bir kimsedir. Son derece ileri görüşlü, ananeye zıt kafalı bir zattır. Ruhunda Garp medeniyetine karşı çözülmez rabıta ukdeleri vardır. Fevkalâ tesir ve telkin kabiliyetindedir. Türk milleti gibi uysal bir kütleye her türlü yenilikleri sindirecek bir şef olmak kabiliyeti, yalnız bu zattadır. İşte bizim de planımızı, şimdi, bu müstesna kabiliyet ve istidatları vadeden zata, İslâm birlik ve şuurunu çözdürmek olmalıdır. Bu an, Türkiye'de din hakimiyet ve timsalini yıktırmak için bulunmaz tarihî fırsat dakikasıdır.'
Azâsını teker teker saydığımız ve biri rejimin alayiş fotoğrafçılığını, öbürü de rejim şefi dişçiliğini yapan iki malûm şahısla beraber Yahudi meclisi, bu fikirlere tamamen iştirak etmiş, aralarında gerekli bütün planlar tesbit olunmuş ve bunun üzerinedir ki, Hayim Naum isimli şahsa Amerika seferi düşmüştür... Fakat hadiseden, tertibattan, görüşülen şeylerden ve alınan kararlardan hiç kimsenin, hatta bahis mevzu büyük zatın da haberi olmamıştır... Böylece Hayim Naum bir gölge gibi sinsi, vapura bindiği gibi Amerika'ya doğru çekip gitmiştir...
23 - Hayim Naum, herşeyden evvel Amerika'daki Yahudilik merkezleriyle temas edip bunların mütalâa, tasvip ve himayesini temin ettikten sonra, daha evvel bildirdiğimiz, Türkiye lehindeki konferanslar serisine geçmiştir... Ve işte bu harikulâde melekhaslet (!) ve Türk dostu (!) zatın beklenmedik propagandaları üzerinedir ki, Hayim Naum ismi, Türk matbuatının minnet ve şükranla baş köşesine geçirilmeye başlanmıştır...
24 - Hayim Naum, Amerika'da işini bitirir bitirmez, plan icabı, hemen Londra'ya geçti ve aynı propagandaya orada da devam etti... Fakat iş, kuru bir propaganda ile bitecek soydan değildi... Propaganda, ancak zemini hazırlayabilirdi... Bu zemine atılacak temel için bir devlet eli lazımdı... Hayim Naum ise bu devlet elini, daha planının en başında hesaba katmıştı...
25 - Hayim Naum, Londra'da derhal Lord Curzon ile temas aradı ve temin etti... O zamanki İngiliz politikasının nazımı mevkiinde bulunan bu Lord, nesebinin bir tarafıyla Yahudi idi... Hahambaşı, davayı aynen kabul etmek için bütün şartlara mâlik bulunan Lord'u, ancak Türkiye'ye bazı ıvazlar vermek ve istiklâlini kabul etmek mukabilinde ona İslâmiyete arka döndürtmenin mümkün olacağı mevzuunda ikna etti... Böylece Türkiye'de, İslâm alemi üzerinde nüfuz ve ehemmiyet ifade edecek hiçbir vasıf kalmayacaktı... Hayim Naum, İngiliz Lorduna, milyarlarca sterling ve yüzbinlerce insan feda ederek elde edilemeyecek bir kazancı, basit ve bedava bir formülle takdim ediyordu... Hayim Naum'un son sözü şu oldu: 'Türkiye'nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz; onlara, ben, İslâmiyet temsilciliğini attırmayı kabul ve taahhüt ediyorum! '
26 - İleride, ileri bir müverrihin en ince noktalarına kadar teyit edeceği ve kaynakların en emininden devşirdiğimiz bu bilgiye ilaveten kaydedelim: Lord Curzon, Hahambaşı'nın bu teklifi karşısında o kadar heyecana düştü ki, bir İngiliz politikacısına yakışmayacak bir tarzda hislerini belli eden bir taşkınlık gösterdi, elini hararetle uzatıp teklifi kabul ve Hayim Naum'u tebrik etti...
27 - Bunun üzerine Hayim Naum derhal koşar adımla Lozan yolunu tuttu... İsmet Paşa Lozan'dadır ve o güne kadar hemen her devletle anlaşmış olduğu halde bir türlü İngilizlerle anlaşmanın çaresini bulamamıştır... Şüphesizdir ki, Ankara'yla beraber, hiçbir tertipten haberdar değildir...
28 - Hayim Naum derhal İsmet Paşa ile bir konuşma yaptı ve onunla, geceleyin, geç vakitlere kadar beraber kaldı... Son derece nazik, gizli ve hileli bir dil kullanan Hahambaşı, teklifini, Türk Murahhaslar Heyeti Reis'ine mümkün olduğu kadar zehirsiz ve yumuşak şekilde bildirdi... Heyet reisi (İnönü) , hayretler içinde, bu teklif ve telkine şu cevabı verdi: 'Meseleyi Ankara'ya bildirip mütalâa ve direktifleri aldıktan sonra size cevap verebilirim.'
29 - Ankara'daki devlet ve hükümet başı, haberi alır almaz, derhal Hayim Naum'un Ankara'ya gelmesi talimatını gönderdi...
30 - Hahambaşı hemen Türkiye yolunu tuttu... Amerika'da giriştiği propagandalar muktezası olarak, büyük ve son derece sempatik bir Türk dostu tavrını almayı unutmamıştı...
31 - Hayim Naum'un davaya verdiği ehemmiyet derecesini düşünün ki, kendisi aile efradına fevkalâde düşkün bir kimse olduğu ve ailesi Haydarpaşa taraflarında oturduğu halde bunca hasrete rağmen onlara bir 'Nasılsınız? ' bile dememiş, Sirkeci Garı'nda trene atlamış ve dosdoğru Ankara'yı boylamıştır...
32 - Lozan'da İsmet Paşa, maiyetinden birine, bir gece evvel Hahambaşı'nın kendisine geldiğini ve şu, şu, şu tekliflerde bulunduğunu anlatıyor ve o zatla Paşa arasında, aşağıdaki konuşma geçiyor:
- Yahu, bu kerata bize İslâmî temsilciliğimizi kaldırtmak istiyor!
- Hiç olacak şey mi bu?
- Vallahi öyle.
- Ya ne olacak şimdi?
- Ankara'ya yazdım; bakalım ne cevap verecekler?
33 - Hayim Naum Ankara'da bir gece kalıp derhal İstanbul'a dönüyor ve Ankara'dan aldığı talimatı hamil olarak Lozan'a damlıyor...
34 - Gerisi malûm... Lozan'daki Türk Murahhaslar Heyeti, resmen imzaladıkları muahede hükümleriyle, hiç de böyle, bütün bir tarih ve hayata bedel fedakârlık ifadesinde bulunmadıkları ve sadece dürüst bir anlaşmaya imzalarını atmak vaziyetinde oldukları halde, birdenbire aradan her maniin kalktığını ve anlaşmanın imkân safhasına girdiğini görüyorlar...
35 - Fakat zahir yüzüyle pek iyi tanıdığımız Lozan Muahedesi, ta Ankara'daki kulis arkasından bu şekilde idare olunuyor; ve bu kulis anlaşmasından Lozan'daki Heyet ve Reisi her türlü mesuliyet payına uzak kalıyor... Zirâ hükümleri dürüst olan muahedeyi imzalayan onlar, mukabil teminatın merkezi ise başkalarıdır...
36 - Hayim Naum, o gün bugün, bir daha Türkiye'ye dönmemiştir... Yeni istikamet ve davalar peşinde başka iklimlere ulaşmış, Mısır Hahambaşılığı'na geçmiştir...
37 - Hayim Naum'un derhal Türkiye'den uzaklaşmasını, belki bir gün işin içyüzü sezilir de dinine ve milliyetine bağlı bir Türk'ün tecavüzüne uğrar diye korkusuna atfedenler de vardır...
38 - Fakat bizce bu uzaklaşmadan gaye, Türkiye davasının hallolunmuş bulunduğuna ve günden güne de biraz daha hallolunacağına dair itimattan başka birşey değildir...
39 - Böylece Aziz Türk Vatanı, dış dünya ile iç dünyayı tagallüp altına alanlar arasındaki karşılıklı ve hiçbir tavassuta ihtiyaç bırakmayacak kadar emin gaye birliği yüzünden, sistemli ve yavaş yavaş aslî kaynağından uzaklaştırılmış; Mohaç Meydan Muharebesi'nin gazileri, Garp aleminin asırlar boyunca istihsal edemediği bir neticeyi, biri mutavassıt, biri kabulcü, iki şahıs marifetiyle devşirivermiştir...
40 - Gizli Yahudi Kurmaylar emrindeki Avrupa politikası, şu ince döviz düsturla ifade olunabilir: Yabancı medeniyeleri Garba özendirip kendi kendilerinden uzaklaştırmak; böylece onların, başkalarını kendilerine benzetmesi tehlikesine mani olmak; maksat yerine gelince de gerçek terakkinin işte bu olduğu medihleriyle pohpohlamak; ve mukabil millî cereyanları irtica, gerilik damgası altında suçlandırmak... Garbın işte bu planı, bir Yahudi buluşuyla arzettiğimiz şekilde işlemiş ve sene 1923'ten itibaren sular, işbu noktadan akmaya başlamıştır... Yarının tarihçisi bu hakikati görecektir!
NFK
mahrem günahların sivil elemanı.
resmi ilişkilerde büyük makam ve irade.
bazen siz, ama genelde onlar.
gizlilik biraz büyütmek için aslında.
Gizli özne hakkında birçok şey yazılabilir ama ben sadece gizli özne grubunun özür dilerim şarkısını dinlemenizi tavsiye ediyorum..mükemmel :)
...
Haznedar’daki evinin bir kaç metre ötesinde ‘Teslim edilen’ Cem G., avukatı tarafından E5’in kenarından alındı, sucuk-ekmekle karnını doyurdu ve yolda Frank Sinatra dinleyerek polis merkezine gitti...
...
Cem G. ‘Ağırlaştırılmış müebbet hapis’ istemiyle tutuklandı... 'Akrep' isimli zırhlı araca bindirilen Cem G. Maltepe Cezaevi’ne götürülürken, 2 çevik kuvvet otobüsü, 4 motosiklet ve bir ekip otosu eşlik etti...
...
Geçtiğimiz hafta Taksim’de iki notere gidip, Cem G.’nun yakalandığını resmi kayıt altına aldırmak istediğini söyleyen Cemil Baran, “Bana savcılığa gitmem gerektiğini söylediler. Basın açıklaması yaptığım gün, polis gözaltına aldı. Üzerimdeki gizli kamera ve telefonlarıma el koydu. Cinayet Masası’nda 48 saat psikolojik işkence gördüm. Bana çeşitli meblağlar teklif edilmesini kesinlikle kabul etmedim” dedi...
Bu cinayette 100-200 kişi içeri girene kadar İstanbul’da kalacağını belirten Baran, “Ahmet E. isimli şahıs, görevdeki rütbeli bir asker ve Garipoğlu ailesinin korumalığını yapıyor. Cem birkaç gün sonra 18 yaşına girecek. Maalesef Cem 6 yıl sonra serbest kalacak. Cem bu kızı keserken 6 kişiydi. Bu kız sana hiç mi müdahale etmedi? Bana emniyette 48 saat içinde yapılan psikolojik baskı, 10 dakika Hayyam Garipoğlu ve Kasım Garipoğlu’na yapılsın” diye konuştu...
...