Güzel bahçeli bir ilkokulun penceresinden dünyaya, hayret, hasret ve biraz da bayat bayram şekeri kederiyle bakan, aklı canbaz,yanağı al, sesi çilek aroması bir çocuk oturuyor gözlerinde...
bir fırtınanın kopmak üzere olduğunu hissettiler iki kardeş birbirlerinin yüzüne, gözlerine baktılar bir kaç saniye. Aralarında telepatik bir iletişim kurulmuştu son günlerde, birbirlerinin ne hissettiğini ne söyleyeceğini, nasıl tepki vereceğini bilir olmuşlardı. iyi ki de olmuşlardı. şu , özellikle son günlerde en üst seviyeyee çıkmış olan aile içi tartışmalar hatta kavgalarda ablasıyla derhal nisbeten korunaklı odalarına çekilmeyi ve o aşağılayıcı, kırıcı yok edici çatışmalardan korunmayı başarıyorlardı. bu olayların tek bir faydası sayılabilecek olsa o da ablasıyla çok fazla yakınlaşmış olmalarıydı. ablası evet bir ablaydı ama aslında o da kendisinden sadece üç yaş büyüktü. yine de bu az yaş farkına rağmen ablası onu kollanmaya korunmaya muhafaza edilmeye layık değerli bir varlık olarak görüp hep öyle davranmıştı. iyiki öyle görmüş iyi ki öyle davranmıştı, iyi ki ablası vardı.
ablası son günlerde hep yaptığı gibi yine elinden tutup hadi gel odama gidelim , sana göstermek istediğim bir şey var, ve adeta çekiştirerek onu odaya götürdü. babası bu arada yine bildiği küfürleri sıralama aşamasına çoktan geçmişti. bu sefer daha aceleciydi, aradaki aşamaları hızla atlayıp direk küfür aşamasına da çok hızlı varmıştı. annesi de belki haklı bile olsa susmuyor, altta kalırım korkusundanmıdır nedir o da hakaretamiz kelimeleri sıralıyordu. ikisinin de aklına o iki yavru gelmiyordu. ablası ne gösterirse göstersin izleyemiyor, ablasını takip etmekte çok zorlanıyordu. tüm duyuları anne babasındaydı. aslında ilgilenmiyormuş gibi yapsa da ablacığının minik kalp atışlarını , nasıl da göğüs kafesini kırarcasına güm güm ettiğini kendisi de duyuyordu. bu durum onu daha da korkutuyordu, bu sefer işlerin daha kötü olduğunu hissetmişlerdi, babaları yeter artık bıktım senden de çocuklarından da defolun bir rahat bırakın artık diye uluduğunu farkettiler. anneleri ne diyorsun sen ne dediğinin farkında mısın duyacaklar sus artık diye adeta yalvararak sızlandı. odaya girmiş olsalar annelerinin babalarının ayaklarının dibinde yerde olduğunu da görebileceklerdi. girmediler giremediler, annelerini daha fazla utandırmak istemiyorlardı. fakat babaları durmuyordu, kendini durduramıyordu belki, hani insanlar çok sininrlenince kendilerini dolduruşa getirirler ya o kabildendi belki, birazdan yatışıp pişman olacak, önce annelerini yerden kaldıracak, özür dileyecek sonra gelip odaya kendilerine sarılacak, ardından anneleri de gelmiş olacak o da sarılacak ve diğer kavgalarda olduğu gibi sevgi yumağı olmuş bir halde öylece dakikalarca kalacaklardı, o bir kaç dakikada kırılan onurlar tamir edilecek, azalan sevgilerin yeri dolacak, umutlar filizlenecekti bir bir. beklediler öyle olmadı, babaları geri adım atmadı, bıktım git dedi, çocukları da al, kadın nereye diyordu, başını kaldırmıştı her halde sesi daha net daha gürdü şimdi, hem biri gidecekse o da sen olursun ancak dedi babalrı yok canım bu ev benim dedi, bu evden başka bir şey sahibi mi olabildim onu da sizden önce almıştım iyi ki de almışım senin ve çocuklarının yüzünden birikim mi yapabildim anca yersiniz bi gidin yeter dedi ağzından tükrükler salyalar da akıyordur kesin. bir süre sessizliğin ardından adam hışımla kadını yerden kaldırdı, durma hadi istemiyorum çık git dedi. kapının gümbürtüsüyle sarsıldılar. odalarının kapısı sonuna kadar açıldı, hadi bakalım dedi babaları siz de ne olduğunu anlamışlardı ama inanamıyorlardı, sadece bağırmak istiyorlardı, ama bağırmaya da korkuyorlardı, belki bir yumruk bile atabilirdi babaları, ablasına bakıyordu, o ne yapacağını bilirdi, o ne yaparsa onu yapacaktı, ablası korkmuştu, gözleri yuvalarından çıkacak gibiydi, kendisine hiç bakmıyordu, daha sonra çok utandım senden kardeşim bakamadım yüzüne, seni koruyamadığım için beni suçladığını düşünüyordum diye anlatacaktı o dakikaları. kendilerini kapıda buldular. anneleri ağlıyordu, onları görünce sarıldı, kenetlenmişcesine sarılmışlardı birbirlerine, çözülemediler dakikalarca, anneleri hadi oyalanmayın inelim dedi, apartmanın yakınındaki çocuk parkında bir banka iliştiler, annesi ikisini de sarmıştı, çok üzgündü, ama hiç korkmuyordu, çünkü yanında ona şimdiye kadar ve şimdiden sonra hep yanında bulacağı iki güçlü kadın vardı. uyumak değilde gönül geçmesi gibi bir şeydi bir kaç saatlik geçen zaman, bank sallanıyordu, annesi ve ablası uyusun diye bacaklarıyla bankı sarsıyorlar diye düşünüyordu. hayır bu öyle değil, sarsıntı artıyor, sesler var duyuyor, korkunç, çığlıklar, yagmur başlamış, delice dövüyor suratını. ablası sarılıyor sırılsıklam gövdesiyle. korkma diyor, korkmamak mümkün mü, korku ne, biz nerdeyiz, ne oluyor. deprem oluyor diyor bir çok insan sesi, binalarının yerdeki hali, nasıl yıkıldı hatırlamıyor. babaları geliyor akıllarına ordaydı, çıkabilmiş miydi, bilmiyorlar, hiç bir şey bilmiyorlar.
Bir adam bir kadın var içimde iyice anladım Bana bunu sessizce anlatıyorlardı Bir yerde onların yönlerinden alımlı bir zarf katlanmıştı uzaktaki bulvarların geceye vurdukları çağırmasız kır günlerini zararsız akrepleri uzunlamasına yaşayıp yatay bir çocukla kalkan bir sürü alışkanlıklar taşıyan insanlığımızı gülüşü yalnızlar çarşısında çağrılmış gümüş seslerini aynadaki yüzlerin başkası sevsin diye en seçkin yerine bir şal gezdirirdi İnsanlığımıza bir şey getirirdi yalnızlarla
Bir sen varsın hep saçların ağzın Bir merdiven hücresinde uzak çağrışımlarla koşardın ya bensem seni sonsuz gelişinle saçından tanıyor gülüşünden kaçıyor eğilip başını içlerimden geçtiğin zaman uzağa bir yolcuya karşı çıkar gibi Artık gecikmiş alışıldığım gidişinle davranılmaz üstünde durulmaz hiçbir tüfeğe gelmez bir kekliksem
Yüzün soygundan geçmiş öyle bir yerde durmuş ki bakışın boynun bozgun üstünden bir nehir geçer gibi ya gecedir ondan ya bulanık sudan bir hasta gibi ağrımaktasın
Gelişini aldım onu nasıl harcadım Denizden bunalıp okyanusa Selâm çakan vapurun Sevindik adımına birden parka çekildik Ve birden nasıl bayram bıyıklı Bir yaylım herkesin yaydığı bir merhabayla Eğip başını içlerimden gittiğin zaman Uzağa bir yolcuya çıkar gibi
Selini üstüme çektin önce camdan bir mektup dolabının üstüste sayısız koridorunu yüzüme yakın başını duvara değdirmiş bir benzetişle josef ka benzeri bir bakışındı ya da konuşmayı kesip aman sen öyle bir gittin ki benimle
Piknik beni sana verdi önce Gelişen güneş yalnızlıktan bir göze Eski ellerin Ve çağlarınla bir şeye uzanmış etin Ve hançerinle zamana saf durmuş Son gidişindir bu
Bunların hepsi beni çağırıyorlar sevinçlerimden Biri denizdir uzun boylu gürültüsüyle zaten hangisi kavak zürafası değil biri bütün yan odaları bekler kuşkulu geçer camlardan ve bırakır yerini bir koridor bekçisine
Haydi sen bütün onlara git benimle Son sigaramdın Gidişin antinikotin Birden bir şey mutlu eşit piyano çalıyor Elleri iki çeşit durgun Gerçi çıkmıyor gelenlerin karanlığa duranların Suya inen sesleri
Tam şimdi denizinle bir çakıl taşına yaklaşıyor kuma çok yakın bütün kesitlerinle bakıyor ve bunalıyorsun
Tam şimdi ipe koşan beni elleriyle alkışlayan ağrıyan bir gün geliyor
din sosyolojisi alanında master yapmak istemiştim bir ara üniversiteden bir hoca davet etti beni ön görüşmeye gittim. bana bir kitap listesi verdi. din sosyolojisini başlattıkları nokta neresi biliyor musunuz froud bloom vilyım rich üleyn dedim bu nasıl iş din sosyolojisi gibi bir alan dünkü frouddan mı başlar hani bunun emevisi bağdadı hani bunun mö si hani bunun farabisi gazalisi yürüyün bi gidin hocaya dedim hoca bu ne iş dedi böyle dedim niye dedi üniversitendeki kürsü devşirme batıdan yani batı ne derse biz onu okuyup okutuyoruz dedim sen necisin hocam tekkeyi bekleyen kavalı çalan sensin ama kavalı çaldıran başka hiç mi dışına çıkamazsın hiç mi beni uyandıramazsın sen hocasın bir sözün yeter fitili ateşlemeye ama ilahiyat hocam olacak olan bu adam bir ateist idi işte üniversitelerimizin hali sonra eğitimin kalitesi adına sözüm ona rektör beğenmeyenler aylarca kıçlarını öğrenciye dönüp ayakta kazık gibi dikilip bomboş durdular defolun uleyn bi gidin yettiniz gari bir bitmediniz neyse zamanla o da olacak zamanla
bizim avrupa ve amerikadan devşirme üniversite eğitimimizde neden hocalar sahici konulara eğilip mesela arabesk müzik bir dönem insanını nasıl etkilemiştir. bu konuları araştırmazlar? yoksa bunu da mı alev alatlı dan bekliyorlar ya da mim kemal ökenin dediği gibi batıdan bekliyoruz hatta biz o kadar ki islamı bile batıdan öğreniyoruz mesela mevlananın yüzüne bakmayan bizler baktık batı bu insanı yüceltiyor derhal konuşmalarımızda mesneviden yerler açtık . ayıp ya hu kıçınızı bir kaldırın her şeyi birilerinden beklemeyin. niye bulun hoca rektör oldu diye tepineceğinize biraz bunlara kafa yorun hani oraya seçilmiş çocuklaraı topluyorsunuz ya o seçilmiş çocuklara nasıl eğitim veriyorsunuz bir anlatın bu millete bakalım
arabesk müzik ne diyebilirim ki yorumcularını bile önüne katıp sürükleyen, dokunduğu kişileri nesneleri şeyleri ve zamanı başka bir şeye dönüştüren çok güçlü bir tarz. kim arabeskin dayanılmaz romantizmine karşı koyabilir. kim şu aşağıdaki şarkıyı dinlerken aynı kalabilir, bu aşkın kahramanı kim olmak istemez.
bir gece habersiz bize gel merdivenler gıcırdamasın öyle yorgunum ki hiç sorma sen halimden anlarsın sabahlara kadar oturup konuşalım kimse duymasın mavi bir gökyüzümüz olsun kanatlarımız dokunarak uçalım.
insanlardan buz gibi soğudum, işte yalnız sen varsın öyle halsizim ki hiç sorma anlarsın.
Güzel bahçeli bir ilkokulun penceresinden
dünyaya,
hayret, hasret ve biraz da
bayat bayram şekeri kederiyle bakan,
aklı canbaz,yanağı al,
sesi çilek aroması
bir çocuk oturuyor
gözlerinde...
Bu kadar yürekten çağırma beni!
Bir gece ansızın gelebilirim.
Beni bekliyorsan, uyumamışsan,
Sevinçten kapında ölebilirim.
Belki de hayata yeni başlarım,
İçimde küllenen kor alevlenir,
bir fırtınanın kopmak üzere olduğunu hissettiler iki kardeş birbirlerinin yüzüne, gözlerine baktılar bir kaç saniye.
Aralarında telepatik bir iletişim kurulmuştu son günlerde, birbirlerinin ne hissettiğini ne söyleyeceğini, nasıl tepki vereceğini bilir olmuşlardı.
iyi ki de olmuşlardı. şu , özellikle son günlerde en üst seviyeyee çıkmış olan aile içi tartışmalar hatta kavgalarda ablasıyla derhal nisbeten korunaklı odalarına çekilmeyi ve o aşağılayıcı, kırıcı yok edici çatışmalardan korunmayı başarıyorlardı.
bu olayların tek bir faydası sayılabilecek olsa o da ablasıyla çok fazla yakınlaşmış olmalarıydı.
ablası evet bir ablaydı ama aslında o da kendisinden sadece üç yaş büyüktü.
yine de bu az yaş farkına rağmen ablası onu kollanmaya korunmaya muhafaza edilmeye layık değerli bir varlık olarak görüp hep öyle davranmıştı. iyiki öyle görmüş iyi ki öyle davranmıştı, iyi ki ablası vardı.
ablası son günlerde hep yaptığı gibi yine elinden tutup hadi gel odama gidelim , sana göstermek istediğim bir şey var,
ve adeta çekiştirerek onu odaya götürdü. babası bu arada yine bildiği küfürleri sıralama aşamasına çoktan geçmişti.
bu sefer daha aceleciydi, aradaki aşamaları hızla atlayıp direk küfür aşamasına da çok hızlı varmıştı. annesi de belki haklı bile olsa susmuyor, altta kalırım korkusundanmıdır nedir o da hakaretamiz kelimeleri sıralıyordu. ikisinin de aklına o iki yavru gelmiyordu.
ablası ne gösterirse göstersin izleyemiyor, ablasını takip etmekte çok zorlanıyordu. tüm duyuları anne babasındaydı.
aslında ilgilenmiyormuş gibi yapsa da ablacığının minik kalp atışlarını , nasıl da göğüs kafesini kırarcasına güm güm ettiğini kendisi de duyuyordu.
bu durum onu daha da korkutuyordu, bu sefer işlerin daha kötü olduğunu hissetmişlerdi,
babaları
yeter artık bıktım senden de çocuklarından da
defolun bir rahat bırakın artık diye uluduğunu farkettiler.
anneleri
ne diyorsun sen
ne dediğinin farkında mısın
duyacaklar sus artık diye adeta yalvararak sızlandı.
odaya girmiş olsalar annelerinin babalarının ayaklarının dibinde yerde olduğunu da görebileceklerdi. girmediler giremediler, annelerini daha fazla utandırmak istemiyorlardı.
fakat babaları durmuyordu, kendini durduramıyordu belki, hani insanlar çok sininrlenince kendilerini dolduruşa getirirler ya o kabildendi belki, birazdan yatışıp pişman olacak, önce annelerini yerden kaldıracak,
özür dileyecek sonra gelip odaya kendilerine sarılacak, ardından anneleri de gelmiş olacak o da sarılacak ve diğer kavgalarda olduğu gibi sevgi yumağı olmuş bir halde öylece dakikalarca kalacaklardı, o bir kaç dakikada kırılan onurlar tamir edilecek, azalan sevgilerin yeri dolacak, umutlar filizlenecekti bir bir.
beklediler
öyle olmadı, babaları geri adım atmadı,
bıktım git dedi, çocukları da al, kadın
nereye diyordu, başını kaldırmıştı her halde sesi daha net daha gürdü şimdi,
hem biri gidecekse o da sen olursun ancak dedi
babalrı
yok canım bu ev benim dedi,
bu evden başka bir şey sahibi mi olabildim onu da sizden önce almıştım iyi ki de almışım
senin ve çocuklarının yüzünden birikim mi yapabildim
anca yersiniz
bi gidin yeter dedi
ağzından tükrükler salyalar da akıyordur kesin.
bir süre sessizliğin ardından adam hışımla kadını yerden kaldırdı, durma hadi istemiyorum çık git dedi.
kapının gümbürtüsüyle sarsıldılar.
odalarının kapısı sonuna kadar açıldı, hadi bakalım dedi babaları
siz de
ne olduğunu anlamışlardı ama inanamıyorlardı, sadece bağırmak istiyorlardı, ama bağırmaya da korkuyorlardı, belki bir yumruk bile atabilirdi babaları, ablasına bakıyordu, o ne yapacağını bilirdi, o ne yaparsa onu yapacaktı, ablası korkmuştu, gözleri yuvalarından çıkacak gibiydi, kendisine hiç bakmıyordu,
daha sonra
çok utandım senden kardeşim bakamadım yüzüne, seni koruyamadığım için beni suçladığını düşünüyordum diye anlatacaktı o dakikaları.
kendilerini kapıda buldular. anneleri ağlıyordu, onları görünce sarıldı, kenetlenmişcesine sarılmışlardı birbirlerine, çözülemediler dakikalarca, anneleri hadi oyalanmayın inelim dedi, apartmanın yakınındaki çocuk parkında bir banka iliştiler,
annesi ikisini de sarmıştı, çok üzgündü, ama hiç korkmuyordu, çünkü yanında ona şimdiye kadar ve şimdiden sonra hep yanında bulacağı iki güçlü kadın vardı.
uyumak değilde gönül geçmesi gibi bir şeydi bir kaç saatlik geçen zaman, bank sallanıyordu,
annesi ve ablası uyusun diye bacaklarıyla bankı sarsıyorlar diye düşünüyordu.
hayır bu öyle değil,
sarsıntı artıyor, sesler var duyuyor, korkunç, çığlıklar, yagmur başlamış, delice dövüyor suratını.
ablası sarılıyor sırılsıklam gövdesiyle.
korkma diyor, korkmamak mümkün mü, korku ne, biz nerdeyiz, ne oluyor. deprem oluyor diyor bir çok insan sesi, binalarının yerdeki hali, nasıl yıkıldı hatırlamıyor.
babaları geliyor akıllarına
ordaydı, çıkabilmiş miydi, bilmiyorlar, hiç bir şey bilmiyorlar.
sabaha gelsin bu türkü
sarışın coşkun delişmen ışınlarıyla zaptedilemez gün ışığına gelsin
huzura gelsin
çayın demine
kahvenin köpüğüne
sevgililerin kavuşmasına
dostların temaşasına
hülasa
hayata gelsin
bizzat hayatın kendisine
Bir adam bir kadın var içimde iyice anladım
Bana bunu sessizce anlatıyorlardı
Bir yerde onların yönlerinden
alımlı bir zarf katlanmıştı uzaktaki
bulvarların geceye vurdukları
çağırmasız kır günlerini zararsız akrepleri
uzunlamasına yaşayıp yatay bir çocukla kalkan
bir sürü alışkanlıklar taşıyan
insanlığımızı gülüşü yalnızlar çarşısında
çağrılmış gümüş seslerini aynadaki yüzlerin
başkası sevsin diye en seçkin yerine
bir şal gezdirirdi
İnsanlığımıza bir şey getirirdi yalnızlarla
Bir sen varsın hep saçların ağzın
Bir merdiven hücresinde
uzak çağrışımlarla koşardın ya bensem
seni sonsuz gelişinle
saçından tanıyor gülüşünden kaçıyor
eğilip başını içlerimden geçtiğin zaman
uzağa bir yolcuya karşı çıkar gibi
Artık gecikmiş alışıldığım gidişinle
davranılmaz üstünde durulmaz
hiçbir tüfeğe gelmez bir kekliksem
Yüzün soygundan geçmiş öyle bir yerde
durmuş ki bakışın boynun bozgun
üstünden bir nehir geçer gibi
ya gecedir ondan ya bulanık sudan
bir hasta gibi ağrımaktasın
Gelişini aldım onu nasıl harcadım
Denizden bunalıp okyanusa
Selâm çakan vapurun
Sevindik adımına birden parka çekildik
Ve birden nasıl bayram bıyıklı
Bir yaylım herkesin yaydığı bir merhabayla
Eğip başını içlerimden gittiğin zaman
Uzağa bir yolcuya çıkar gibi
Selini üstüme çektin önce
camdan bir mektup dolabının
üstüste sayısız koridorunu yüzüme yakın
başını duvara değdirmiş bir benzetişle
josef ka benzeri bir bakışındı
ya da konuşmayı kesip aman sen
öyle bir gittin ki benimle
Piknik beni sana verdi önce
Gelişen güneş yalnızlıktan bir göze
Eski ellerin
Ve çağlarınla bir şeye uzanmış etin
Ve hançerinle zamana saf durmuş
Son gidişindir bu
Bunların hepsi beni çağırıyorlar sevinçlerimden
Biri denizdir uzun boylu gürültüsüyle
zaten hangisi kavak zürafası değil
biri bütün yan odaları bekler
kuşkulu geçer camlardan
ve bırakır yerini bir koridor bekçisine
Haydi sen bütün onlara git benimle
Son sigaramdın
Gidişin antinikotin
Birden bir şey mutlu eşit piyano çalıyor
Elleri iki çeşit durgun
Gerçi çıkmıyor gelenlerin karanlığa duranların
Suya inen sesleri
Tam şimdi denizinle
bir çakıl taşına yaklaşıyor
kuma çok yakın bütün kesitlerinle
bakıyor ve bunalıyorsun
Tam şimdi ipe koşan
beni elleriyle alkışlayan
ağrıyan bir gün geliyor
Cahit Zarifoğlu
ya bu nasıl
o klip nasıl dehşet bi şey
insan hallerini iğreti yaşamları nasıl bir anlatıştır o
o sözler
o tını
iskender paydaş
e-f-s-a-n-e
bir beddua bu kadar mı içten ve haklı okunur
tüm zamanlara meydan okuyabilecek ezgisi sözüyle yorumcusuyla yorumcunun sesiyle muhteşem bir yapıt
Bir söz
Bir an kayboldun gibi! yaşadım kıyameti
Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti
Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma
Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma
Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından
Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından
Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde
Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde
Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş
Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş
Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine
Kapılıp gidiyorum saçının sellerine
Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar
Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar
Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın
Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın
Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi
Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi
Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım
Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım
Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden
İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden
Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm
Erdem Bayazıt
Bir an kayboldun gibi! yaşadım kıyameti
Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti
Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma
Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma
Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından
Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından
Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde
Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde
Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş
Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş
Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine
Kapılıp gidiyorum saçının sellerine
Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar
Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar
Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın
Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın
Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi
Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi
Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım
Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım
Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden
İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden
Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm
Erdem Bayazıt
Bir an kayboldun gibi! yaşadım kıyameti
Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti
Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma
Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma
Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından
Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından
Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde
Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde
Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş
Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş
Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine
Kapılıp gidiyorum saçının sellerine
Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar
Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar
Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın
Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın
Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi
Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi
Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım
Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım
Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden
İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden
Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm
Erdem Bayazıt
din sosyolojisi alanında master yapmak istemiştim bir ara
üniversiteden bir hoca davet etti beni ön görüşmeye gittim. bana bir kitap listesi verdi.
din sosyolojisini başlattıkları nokta neresi biliyor musunuz
froud
bloom
vilyım rich
üleyn dedim bu nasıl iş din sosyolojisi gibi bir alan dünkü frouddan mı başlar
hani bunun emevisi bağdadı hani bunun mö si hani bunun farabisi gazalisi
yürüyün bi gidin
hocaya dedim hoca bu ne iş
dedi böyle
dedim niye
dedi üniversitendeki kürsü devşirme
batıdan
yani batı ne derse biz onu okuyup okutuyoruz
dedim sen necisin hocam
tekkeyi bekleyen kavalı çalan sensin ama kavalı çaldıran başka
hiç mi dışına çıkamazsın
hiç mi beni uyandıramazsın
sen hocasın bir sözün yeter fitili ateşlemeye
ama ilahiyat hocam olacak olan bu adam bir ateist idi
işte üniversitelerimizin hali
sonra
eğitimin kalitesi adına sözüm ona rektör beğenmeyenler
aylarca kıçlarını öğrenciye dönüp ayakta kazık gibi dikilip bomboş durdular
defolun uleyn bi gidin
yettiniz gari
bir bitmediniz
neyse zamanla o da olacak zamanla
bizim avrupa ve amerikadan devşirme üniversite eğitimimizde neden hocalar sahici konulara eğilip mesela arabesk müzik bir dönem insanını nasıl etkilemiştir. bu konuları araştırmazlar?
yoksa bunu da mı alev alatlı dan bekliyorlar
ya da mim kemal ökenin dediği gibi batıdan bekliyoruz
hatta biz o kadar ki islamı bile batıdan öğreniyoruz
mesela mevlananın yüzüne bakmayan bizler baktık batı bu insanı yüceltiyor derhal konuşmalarımızda mesneviden yerler açtık . ayıp ya hu
kıçınızı bir kaldırın
her şeyi birilerinden beklemeyin.
niye bulun hoca rektör oldu diye tepineceğinize biraz bunlara kafa yorun
hani oraya seçilmiş çocuklaraı topluyorsunuz ya
o seçilmiş çocuklara nasıl eğitim veriyorsunuz bir anlatın bu millete bakalım
mesela şu şarkı siz de böyle sevme isteği uyandırmıyor mu
arabesk müzik
ne diyebilirim ki
yorumcularını bile önüne katıp sürükleyen, dokunduğu kişileri nesneleri şeyleri ve zamanı başka bir şeye dönüştüren çok güçlü bir tarz.
kim arabeskin dayanılmaz romantizmine karşı koyabilir.
kim şu aşağıdaki şarkıyı dinlerken aynı kalabilir, bu aşkın kahramanı kim olmak istemez.
ne güzel şiirmişsin sen
Koptu kopacak bir çıngarın ortasındayım
Mayına bastım Caney çağırma n''olur beni
Bak dadanıyor saçlarıma bir soysuz rüzgâr
Bir adım yürüyemem ne olur sen vur beni
Bir kuş en fazla kaç yerinden vurulur Caney
Kanadı tutkallanmış güvercine uç deme
En fazla kaç mermi alıyorsa bir şarjör
O kadarını boşalt bir avuçluk gövdeme
Ne çok yaktı beni aşkın yorgun yalazı
Islak izmaritler içinde kokuştu ömrüm
Anla ki çatlıyorum anla ki susamam ben
Tanırsın beni Caney bağırarak ölürüm
Bir hayale yetecek zamanım kaldı Caney
Mümkünse o kadarlık ödünç ver yüreğini
Öfkem sabrımı aştı vefa etmezse ömrüm
Hayata arz edersin bilginin gereğini
bir gece habersiz bize gel
merdivenler gıcırdamasın
öyle yorgunum ki hiç sorma
sen halimden anlarsın
sabahlara kadar oturup konuşalım
kimse duymasın
mavi bir gökyüzümüz olsun kanatlarımız
dokunarak uçalım.
insanlardan buz gibi soğudum,
işte yalnız sen varsın
öyle halsizim ki hiç sorma
anlarsın.
cahit külebi