seyrek gülüş sen ne güzel bir şeysin nazlanırsın ama bir gün gelirsin' düşen bir yaprağa bağladım hayatımı olsun artık diyorum ne olacaksa paralı asker miyim neyim ben ekleyip duruyorum sabahları akşama ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor gerçi söylenmez böyle şeyler uluorta aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim nasıl bir dostluk ki bu,hem kadim hem de mayhoş elma tadında. kendimi de koysam ayağımın altına yine de yetişemiyorum ey aşk, omzunun hizasına. çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu ve ayağını kaldırıyor dünya,konuşurken benimle. budanan oğullar gibiyim,sessiz ve narin nereye konsam geri sayım başlıyor kurcalıyor beni bir çırağın elleri ah,unufak olsam ve desem ki ağzın tat görmesin hayat kandırdın beni. sorma, elim kırılsın bir daha dokunursam güneşe.
Amerika her şeyimi verdim sana, şimdi bir hiçim 17 Ocak 1956 ve iki dolar yirmi-yedi sent. Kendi kafam bile destek değil bana. İnsanlarla savaşı ne zaman sona erdireceğiz Amerika? Al şu atom bombanı kıçına sok. Kafam bozuk, Amerika, bir de sen üstüme varma, Kafam yerine gelene dek şiir miir de yazmayacağım. Söyle bana Amerika ne zaman melekleşeceksin sen? Ne zaman anadan doğma olacaksın Ne zaman bakacaksın mezarlıktan Amerika? Ne zaman milyonlarca troçkistine yakışır olacaksın? Amerika, kitaplıkların niçin gözyaşı ile dolu? Amerika, Hindistan'a yumurtaları ne zaman yollayacaksın? Amerika bu senin kılı kırk yarmalarından bıktım artık. Ne zaman süpermarket'e gidip, şu güzel gözlerim için gerekenleri alabileceğim? Amerika, her şeyin bir yana, eksiksiz olan bir sen varsın bir de ben, öbür dünya değil. Şu makinalarına da dayanasım kalmadı Amerika, bil. Bende bir ermiş olma isteği uyandırdın. Bu tartışmayı çözmek için bir başka yol olmalı. Burroughs şimdi Tanca'da, sanmıyorum ki geri dönsün Korkunç bir şey olurdu bu. Sen de korkunç musun Amerika yoksa bir oyun mu bu? Saplantımdan döneceğimi sanıyorsan aldanıyorsun. Öyle üstüme varma Amerika, ne yaptığımı biliyorum ben. Amerika, erikler çiçek döküyor. Aylardır gazete okuduğum yok, her gün cinayetten birisi Kodesi boyluyor. Amerika, Wobblie'lere tutkunum ben. Küçükken komünisttim Amerika, özür mözür de dilemiyorum şimdi her fırsatta esrar çekiyorum. Günlerce evde oturup iş olsun diye kilerdeki gülleri seyrediyorum. Chinatown'a gittiğimde kafayı çekiyorum ölesiye, ama hiç kimselerle yatamıyorum. Bu işin içinde bir şamata olduğunu sanıyorum. Ah! Sen beni Marx okurken görmeliydin Amerika. Ruh doktorum hiçbir şeyin yok diyor. Hiçbir şeyim yok gerçekten, Tanrı' ya yakarma dahil. Mistik görünümlerim ve kozmik titreşimlerim var yalnız. Amerika, daha sana Max Amcam Rusya'dan döndükten sonra ona yaptıklarından söz açmadım. Sana sesleniyorum Amerika. Heyecanlarının daha Time eliyle yönetilmesine göz yumacak mısın? Ben Time'a tutkunum Amerika Her hafta bir tane alıp okuyorum Köşebaşındaki şekercinin yanından geçerken kapağı beni gözlüyor Onu Berkeley Halk Kitaplığı'nın bodrum katında okuyorum. Sana hep sorumluluktan söz ediyor. İş adamları ciddi. Film yapımcıları ciddi. Herkes ciddi, ben hariç. Zaman zaman Amerika ben değil miyim diye düşündüğüm oluyor. Yeniden kendi kendimle konuşmaya başladım işte. Asya bana karşı ayaklanıyor Amerika. Bir metelik talihim yok. En iyisi ulusal kaynakları inceleyip, onlara dönmek. Ulusal kaynaklarım, biliyorum, iki parça esrar, binlerce cinsiyet organı, saatde 1400 mil hızla giden bir özel basılmaz edebiyat ve yirmibeşbin tımarhane. Cezaevlerinden ve beşbin güneş ışığı altında saksılarda Yaşayan fakir fukaradan sözetmiyorum. Fransa'daki kerhaneleri kaldırdım, şimdi sıra Tanca'da. Katolik olmasına katoliğim ama gene de Başkan olmak istiyorum. Amerika senin bu alık ve çılgın havanda nasıl kutsal bir yakarma yazabilirim? Dörtlüklerime Henry Ford gibi devam edeceğim, yazdıklarım onun çıkardığı otomobiller kadar kişisel, üstelik her biri değişik cinsiyetten. Amerika dörtlüklerimi peşin para 2500 dolardan satarım sana, eski dörtlüklerimi de 500 eksiğine alırım. Amerika Tom Mooney'i serbest bırak. Amerika İspanyol cumhuriyetçilerini kurtar. America Sacco ve Vanzetti ölmemeli. Amerika ben Scottsboro çocuklarıyım. Amerika, yedi yaşımdayken anam hücre toplantılarında götürürdü beni, orda bize leblebi satarlardı, bir karneye bir avuç leblebi beş sent ve söylev beleşti herkes bir melekti orda Amerika ve işçiler karşı iyi duygularla doluydu herkes içtendi Amerika ve bilemezsin parti 1833'de nasıl iyiydi ve Scott Nearing ne hoş bir ihtiyardı Bloor Ana bir seferinde nasıl da ağlatmıştı beni bir kez İsrael Amter'i görmüştüm orda. Her biri birer casus olmalıydı onların. Amerika biliyorum gerçekten savaşmak istemiyorsun. Amerika onlar rus haydutları biliyorum. Ruslar onlar Ruslar ve Çinliler. Ve Ruslar. Ve Ruslar. Rusya bizi canlı canlı gövdeye indirmek istiyor. Lüpletmek istiyor. Gücünde çılgına dönmüş Moskof. Elimizden arabalarımızı ve garajlarımızı almak istiyor. Chicago'yu ele geçirmek istiyor. Onun kızıl Reader Digest'a İhtiyacı var. Bizim otomobil fabrikalarımızı Sibirya'ya taşımak istiyor. Benzin istasyonlarımızı o büyük iğrenç bürokrasi yönetsin istiyor. İyi bir şey değil bu. O kızılderililere okuma yazma öğretmek istiyor. Onun güçlü kuvvetli zencilere ihtiyacı var. Bizi günde on-altı saat çalıştırmak istiyor. İmdat. Amerika bu iş ciddi. Amerika ben bunları televizyona bakarak çıkarıyorum. Amerika doğru mu bunlar ? Hemen çalışmaya başlasam iyi olacak, öyle görülüyor. Ama orduya yazılmak istemiyorum, ne de fabrikalarda tasviye tekerleği çevirmek,miyobun biriyim, üstelik kafadan çatlak. Amerika dönsün çark. Nasılı masılı yok. Şu oğlan omuzlarımızla dönsün.(Ferit Edgü ve Orhan Duru'nun çevirisiyle)Allen Ginsberg
ya sen gel ya beni de yanına aldırAğzının bir kıvrımından cesaret bularak ter yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım kalmışsa tomurcuklar önünde sendeleyen çocuklar kalmışsa bir kaç ısrar ölümle yarışacak onların yardımıyla dünyamıza acıdım.Dünya. Çıplak omuzlar üzerinde duran. Herkes alışkın dölyatağı bersalarla ağulanmış bir dünyaya Benimse dar çünkü dargın havsalamın gücü yok bazı şeyleri taşımaya. Önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu sakın Styks sularının heyulası sanmayın er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu, biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak ne ellerin hırsla yaban tutuşu ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır dev iştihasıyla bende kabaran aşkı yetmez karşılamaya. İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır o ferah ve delişmen birçok alınlarda betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim şakaklarıma dayanınca güneş can çekişen bir sansar edasıyla uğultudan farkedilmez olunca konuştuğum kadınların sahiden doğurduğuna toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum nicedir kavrayamam haller içinde halim demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum duydum yağmurların gövdemden ağdığını.Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları bir harfin başlattığı yangın ile söndür beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım öyle mahzun ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.
Biz her şeye, esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan rabbin adıyla başlayan adamlarız anna.büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan. sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir fabrikada hayatta kaldık sırf bu yüzden.piyasaların hınçla dolu iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor bir şekilde. kalbimiz derken, ilk gençliğimiz, sakalımız, bir kasetin iki yüzüne de ard arda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum aslında. işte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor. insaf et anna!gidelim buradan. senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim. hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim. ölelim diyecektim az kalsın. ölmeyelim. hiç ölmeyelim anna. sarılalım diyecektim az kalsın. içimden böyle şeyler de geçiyor işte. sarılalım, dudakların… tamam sustum.gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum. şiir kalsın istersen, sadece otursak. oturmasan da olur benimle,sadece ellerimi tut. ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak. yüzüme bak ama anna, yüzüme bak. gözlerime bak, gözlerimin içine bak. gözlerim biraz karanlık. içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, cipralexler, turgutlar, edipler,sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen başağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var.gözlerim biraz yorgun. içinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler… bekleyişler anna.köylü çocukların parasız yatılı sonuçları mesela. nişanlısı askerde kızlar, kızı ölüm orucundaki baba, babası tersanede oğul, oğlu şizofren anne.hepsini sayamam gerçi, utançlarım da var. ama geçecek hepsi, geçecek. şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek. gözlerimin içine bakmaktan korkma anna. sen adımını attığın andan itibaren hira dinginliğine dönüşecek ortalık. Tarık Tufan
Bir kaç hata önceydi; gözlerimdeki yabancıdan, hayallerimdeki boşluktan önce.
Anlamı vardı sevişmelerin, rakı ile balığın, sarılıp film izlemenin. Yıldızların fotoğrafı yakamozlar, deniz kokusu ciğerlerimde; hala güzeldi yaşamak, güzeldi hayal kurmak.
On üç yıl önceydi yanında heyecanlandığım son kadın, kendim olmadan önce, yatağımdaki yabancılardan önce.
Anlamı vardı gülümsemelerin, verilen sözlerin, birlikte uyanmanın. Bir kaç hata önceydi; gözlerimdeki yabancıdan, hayallerimdeki boşluktan önce. Kendim olmadan önce.
düşlerin en güzelinde çıktın karşıma, 90’ların başıydı Ankara bizi ağırlayan geniş bir handı kalabalıktı, karışıktı, onun da vardı geceleri ay ışığı pek alımlı ama sisli, puslu, dumanlıydı seni sımsıcak uyutmak geçti içimden sonra da seyretmek uykunu, yerin Cebeci civarı ben yalnız adam, baktım sana uzun uzun odamın penceresinden üstelik aramızda dizi dizi tepeler vardı olsundu, seni görmese ela gözlerim ne çıkardı
Anılar defterinde gül yaprağı Gibi unutuldum kurudum Başıma düşmüş sevda ağı Bir başıma tenhalarda kahroldum Sen kimbilir, rüzgârlı eteklerinle Kimbilir hangi iklimdesin, ben Sensiz bu sessizlikle Deli gibiyim sensiz Bu sessizlikle
Ayrılıkla başım belada Gözlerini çevir gözlerime Yoksa sensiz bu sessizlikle Deliler gibiyim Sensiz bu sessizlikle
Avuçlarıma işlemiş nasırlarda seni nasıl öptüğümü yaz Saçlarıma düşen yağmur tanelerinde sana nasıl ıslandığımı Seni yağmur gibi nasıl Yağmuru sen gibi nasıl sevdiğimi yaz
Bir türlü sana gelmeyen yolları O yolları adım adım nasıl ezberlediğimi yaz İki şiir arası bana bir ölüm yaz
Yüzüme değmemiş saçının rüzgarlarını nasıl kokladığımı Bir parça ekmeği yere düşürmenin korkusu ve utancı gibi Yüzüne hüzün düşürmekten nasıl korktuğumu yaz Nasıl eridiğimi Nasıl paramparça olduğumu gözlerinin uçurumlarında Bir gülümsemene nasıl bin ömür verdigimi Sana çöller gibi nasıl sustuğumu, nasıl susadığımı ve nasıl beklediğimi yaz, hiç gelmeyeceğeni bile bile
Kimi tanıdık bir ağaç, Bir bahçe görünce anlar eve vardığını. Kaç daire daha çizebilirim Aramayı bırakmadan önce? Ne zaman kaybederim Yolumu ebediyen? Mümkün sanırdım, sevdiğinin okyanusunda boğulmadan yüzebilmeyi. Mümkün sanırdım, suya dönüşmeden yüzebilmeyi. Ama ben durmaksızın yutuyorum hava zannettiğim şeyi. Ayaklarıma bağlı taşlar rahat bırakmıyor beni. "
İki şiir arası bir ölüm yaz bana Sensizliği katma ne olur Yaz işte bütün hikayemi. Seni nasıl aradığımı bir ömür boyu Nasıl kattığımı gecelerime Gül yüzüne nasıl uyandığımı Ve sensiz ölmekten nasıl korktuğumu anlat
aslında şair emin nadir biraz iyimser bakmış olaya bizim aydınımsı aydının bakmayın anlaşılmıyorum diye yırtınır gibi yapmasına aslında onun istediği tam da anlaşılamamak. billur avizeler altında bayat mezeleri atıştırıp dişlerinin arasında kırıntı barındıran pahalı parfümlerinin bile içlerindeki küf kokusunu bastıramadığı şık giyimli kadınların oluşturduğu meclislerde o anlaşılamamanın acısından dem vururken ne olur anlamayın anlamayın ki anlaşılamayan üst düzey zihni oynayayım diye gözlerinden yardım isteği fışkırmaktadır.
O “en büyük leke”ye takılıp kalmadım, dünyaya bulaşmadım Öğretmenliği ve sessizliği seçtim, hale bakıp sözlere aldırmadım diye, ALLAH’a hamdediyorum; içim içime sığmıyor Onlar altın topladılar, ben hazine buldum Onlar saraylar inşa edip bir kaç koltuk elde ettiler, ben tapınak inşa ettim ve iyilik tanrısının sonsuz iklimlerinde, saltanat tahtına kuruldum Onlar bağ bahçe aldılar, ben ise mucizelerin yeşil ülkesine sahibim Onlar masa başlarında gururlandılar, ben aşk tapınağının minaresinde, gururumu ayaklar altına aldım Onlar Kayser’in köleleri oldular, ben ise “Hekim”in sahabesi oldum Onlar yoldan saptılar, el ve avuçlarını doldurdular, ben ise kaldım ve elim avucum boş bir halde, inzivayı tercih ettim Onlar adlarını ekmeğe sattılar, ben adımı suya verdim Hızır’dan daha çabuk, İskender’den daha önce hedefe ulaştım Onlar lezzet ve zevk aldılar, ben ise gam ve keder Onlar paraperest oldular, ben putperest Onlar altın ve gümüş sergilediler, ben Mevlana gibi, Şems’te açtım ve Şems’te yandım Gönül sofrasını açtım, dert sergisini yaydım Kandan şarap içtim Onlar para babası oldular, ben dert babası Onlar yaşamaya bağlandılar, ben yaşama Onlar bakanlık elde ettiler, ben saltanat Onları yalanla övüyorlarsa, birileri beni gerçek manada kutsuyoorlar Onları, içlerinden düşman, beni ise kalben dost biliyorlar Onlara işlerini rapor ederlerken, bana hallerini rapor ediyorlar Onlar özgürlüğe ihanet ettiler, ben özgürlüğe vefalı kaldım Onlar gece alemlerinde kötü kadınlarla dans ederken, ben tertemiz uzletimde, sufilerin temiz güllerini kokluyorum Onlar elbiselerine sığmayacak kadar şişmanlarken, ben içim içime sığmayacak kadar aşık oldum Onların memurları, benim dertlilerim var Onlar hasta ve zayıf develerini, zorla, saray kapılarında kurban ederken, ben İsmail’imi, şevkle Ka’be yolunda boğazladım Onların içen ve gülenleri varsa, benim de yanan ve ağlayanlarım var Onlar, kalabalıkta birbirlerine yabancıyken, biz yalnızlıkta birbirimizi tanıyoruz Onların altını varsa, benim de aşkım var Onların evi varsa, benim de mihrabım var Onlar yükselirken, ben Mi’rac’a çıkıyorum Onlar yeryüzünde sürünürken, ben göklerde uçuyorum Onlar biterken, ben daha yeni başladım Onlar yaşlanırken, ben gençleşiyorum Onlar vekil oldular, ben ise ma’bud Onlar reis olmuşlarsa, ben de rehber oldum Onların kapıkulları ve fedakar uşakları varsa, benim de soylu bir önderim var Onlar Nuşirevan’ın adalet zincirini boyunlarına vurdular ve ahırları bayındır kıldılar, ben ise sarayları terkettim Buda oldum, zincirleri kırdım, özgür oldum Sanatçı oldum, üretici oldum; nübüvvet ve risalet buldum, ebedileştim Alem gazetesinde bekamı sağladım Onlara, bir grup insan dalkavukluk ediyorsa, bu onları mesleği olduğu içindir Bunların yerine başkaları geçse, onlar da dalkavukluk eder, yağcılık yapar; ama içlerinden nefret duyarlar Beni ise, dünyaya asla teveccüh etmeyen bir kalp över O, dünyayı bir çöplük olarak görür Bu kalpte güzellikten, imandan ve sevgiden başka bir şey yoktur Dünyadan hiç bir beklentisi yoktur Öyle bir kalp ki, ALLAH’ı bile ısrarlarımla över “Ben nerede onlar nerede, zarar ettim” diye yakınır
seyrek gülüş sen ne güzel bir şeysin
nazlanırsın ama bir gün gelirsin'
düşen bir yaprağa bağladım hayatımı
olsun artık diyorum ne olacaksa
paralı asker miyim neyim ben
ekleyip duruyorum sabahları akşama
ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor
gerçi söylenmez böyle şeyler uluorta
aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim
nasıl bir dostluk ki bu,hem kadim
hem de mayhoş elma tadında.
kendimi de koysam ayağımın altına
yine de yetişemiyorum ey aşk,
omzunun hizasına.
çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu
ve ayağını kaldırıyor dünya,konuşurken benimle.
budanan oğullar gibiyim,sessiz ve narin
nereye konsam geri sayım başlıyor
kurcalıyor beni bir çırağın elleri
ah,unufak olsam ve desem ki
ağzın tat görmesin hayat
kandırdın beni.
sorma,
elim kırılsın bir daha
dokunursam güneşe.
Amerika her şeyimi verdim sana, şimdi bir hiçim
17 Ocak 1956 ve iki dolar yirmi-yedi sent.
Kendi kafam bile destek değil bana.
İnsanlarla savaşı ne zaman sona erdireceğiz Amerika?
Al şu atom bombanı kıçına sok.
Kafam bozuk, Amerika, bir de sen üstüme varma,
Kafam yerine gelene dek şiir miir de yazmayacağım.
Söyle bana Amerika ne zaman melekleşeceksin sen?
Ne zaman anadan doğma olacaksın
Ne zaman bakacaksın mezarlıktan Amerika?
Ne zaman milyonlarca troçkistine yakışır olacaksın?
Amerika, kitaplıkların niçin gözyaşı ile dolu?
Amerika, Hindistan'a yumurtaları ne zaman yollayacaksın?
Amerika bu senin kılı kırk yarmalarından bıktım artık.
Ne zaman süpermarket'e gidip, şu güzel gözlerim için
gerekenleri alabileceğim?
Amerika, her şeyin bir yana, eksiksiz olan bir sen varsın
bir de ben, öbür dünya değil.
Şu makinalarına da dayanasım kalmadı Amerika, bil.
Bende bir ermiş olma isteği uyandırdın.
Bu tartışmayı çözmek için bir başka yol olmalı.
Burroughs şimdi Tanca'da, sanmıyorum ki geri dönsün
Korkunç bir şey olurdu bu.
Sen de korkunç musun Amerika yoksa bir oyun mu bu?
Saplantımdan döneceğimi sanıyorsan aldanıyorsun.
Öyle üstüme varma Amerika, ne yaptığımı biliyorum ben.
Amerika, erikler çiçek döküyor.
Aylardır gazete okuduğum yok, her gün
cinayetten birisi Kodesi boyluyor.
Amerika, Wobblie'lere tutkunum ben.
Küçükken komünisttim Amerika, özür mözür de dilemiyorum
şimdi her fırsatta esrar çekiyorum.
Günlerce evde oturup iş olsun diye kilerdeki gülleri seyrediyorum.
Chinatown'a gittiğimde kafayı çekiyorum ölesiye,
ama hiç kimselerle yatamıyorum.
Bu işin içinde bir şamata olduğunu sanıyorum.
Ah! Sen beni Marx okurken görmeliydin Amerika.
Ruh doktorum hiçbir şeyin yok diyor.
Hiçbir şeyim yok gerçekten, Tanrı' ya yakarma dahil.
Mistik görünümlerim ve kozmik titreşimlerim var yalnız.
Amerika, daha sana Max Amcam Rusya'dan döndükten sonra
ona yaptıklarından söz açmadım.
Sana sesleniyorum Amerika.
Heyecanlarının daha Time eliyle yönetilmesine göz yumacak mısın?
Ben Time'a tutkunum Amerika
Her hafta bir tane alıp okuyorum
Köşebaşındaki şekercinin yanından geçerken kapağı beni gözlüyor
Onu Berkeley Halk Kitaplığı'nın bodrum katında okuyorum.
Sana hep sorumluluktan söz ediyor. İş adamları ciddi.
Film yapımcıları ciddi. Herkes ciddi, ben hariç.
Zaman zaman Amerika ben değil miyim diye düşündüğüm oluyor.
Yeniden kendi kendimle konuşmaya başladım işte.
Asya bana karşı ayaklanıyor Amerika.
Bir metelik talihim yok.
En iyisi ulusal kaynakları inceleyip, onlara dönmek.
Ulusal kaynaklarım, biliyorum, iki parça esrar,
binlerce cinsiyet organı, saatde 1400 mil hızla giden
bir özel basılmaz edebiyat ve yirmibeşbin tımarhane.
Cezaevlerinden ve beşbin güneş ışığı altında saksılarda
Yaşayan fakir fukaradan sözetmiyorum.
Fransa'daki kerhaneleri kaldırdım, şimdi sıra Tanca'da.
Katolik olmasına katoliğim ama gene de Başkan olmak istiyorum.
Amerika senin bu alık ve çılgın havanda nasıl kutsal bir yakarma yazabilirim?
Dörtlüklerime Henry Ford gibi devam edeceğim,
yazdıklarım onun çıkardığı otomobiller kadar
kişisel, üstelik her biri değişik cinsiyetten.
Amerika dörtlüklerimi peşin para 2500 dolardan satarım sana,
eski dörtlüklerimi de 500 eksiğine alırım.
Amerika Tom Mooney'i serbest bırak.
Amerika İspanyol cumhuriyetçilerini kurtar.
America Sacco ve Vanzetti ölmemeli. Amerika ben Scottsboro çocuklarıyım.
Amerika, yedi yaşımdayken anam hücre toplantılarında götürürdü beni,
orda bize leblebi satarlardı, bir karneye bir avuç leblebi
beş sent ve söylev beleşti
herkes bir melekti orda Amerika ve işçiler karşı iyi
duygularla doluydu herkes içtendi Amerika ve bilemezsin
parti 1833'de nasıl iyiydi ve Scott Nearing ne hoş
bir ihtiyardı Bloor Ana bir seferinde nasıl da ağlatmıştı
beni bir kez İsrael Amter'i görmüştüm orda.
Her biri birer casus olmalıydı onların.
Amerika biliyorum gerçekten savaşmak istemiyorsun.
Amerika onlar rus haydutları biliyorum.
Ruslar onlar Ruslar ve Çinliler. Ve Ruslar. Ve Ruslar.
Rusya bizi canlı canlı gövdeye indirmek istiyor.
Lüpletmek istiyor. Gücünde çılgına dönmüş Moskof.
Elimizden arabalarımızı ve garajlarımızı almak istiyor.
Chicago'yu ele geçirmek istiyor. Onun kızıl Reader Digest'a İhtiyacı var.
Bizim otomobil fabrikalarımızı Sibirya'ya taşımak istiyor.
Benzin istasyonlarımızı o büyük iğrenç bürokrasi yönetsin istiyor.
İyi bir şey değil bu.
O kızılderililere okuma yazma öğretmek istiyor.
Onun güçlü kuvvetli zencilere ihtiyacı var.
Bizi günde on-altı saat çalıştırmak istiyor.
İmdat.
Amerika bu iş ciddi.
Amerika ben bunları televizyona bakarak çıkarıyorum.
Amerika doğru mu bunlar ?
Hemen çalışmaya başlasam iyi olacak, öyle görülüyor.
Ama orduya yazılmak istemiyorum, ne de fabrikalarda tasviye tekerleği çevirmek,miyobun biriyim, üstelik kafadan çatlak.
Amerika dönsün çark. Nasılı masılı yok. Şu oğlan omuzlarımızla dönsün.(Ferit Edgü ve Orhan Duru'nun çevirisiyle)Allen Ginsberg
ya sen gel ya beni de yanına aldırAğzının bir kıvrımından cesaret bularak
ter yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım
kalmışsa tomurcuklar önünde sendeleyen çocuklar
kalmışsa bir kaç ısrar ölümle yarışacak
onların yardımıyla dünyamıza acıdım.Dünya. Çıplak omuzlar üzerinde duran.
Herkes alışkın dölyatağı bersalarla ağulanmış bir dünyaya
Benimse dar
çünkü dargın havsalamın
gücü yok bazı şeyleri taşımaya.
Önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah
sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu
sakın Styks sularının heyulası sanmayın
er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu,
biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz
öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz
ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
ne ellerin hırsla yaban tutuşu
ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır
dev iştihasıyla bende kabaran aşkı
yetmez karşılamaya.
İnsanlar
hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır
o ferah ve delişmen birçok alınlarda
betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır
çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim
şakaklarıma dayanınca güneş
can çekişen bir sansar edasıyla
uğultudan farkedilmez olunca konuştuğum
kadınların sahiden doğurduğuna
toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum
nicedir kavrayamam haller içinde halim
demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm
bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü
su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum
duydum yağmurların gövdemden ağdığını.Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden
aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan
sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları
bir harfin başlattığı yangın ile söndür
beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım
öyle mahzun
ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.
ismet özel
bu denizde ne ölmek var bize,
ne gam ne dert ne keder
bu deniz alabildiğince muhabbet
bu deniz iyilikten
cömertlikten ibaret
Biz her şeye,
esirgeyen ve bağışlayan,
çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan,
hep esirgeyen ve hep bağışlayan
rabbin adıyla başlayan adamlarız anna.büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan.
sanayi devriminde bile,
karanlık, rutubetli, çok bağırışlı,
çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız
bir fabrikada hayatta kaldık sırf bu yüzden.piyasaların hınçla dolu iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor bir şekilde.
kalbimiz derken,
ilk gençliğimiz, sakalımız,
bir kasetin iki yüzüne de ard arda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum
aslında.
işte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor.
insaf et anna!gidelim buradan.
senin masumiyetini,
bilgelik zamanlarından kalma sırları,
dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.
hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.
ölelim diyecektim az kalsın.
ölmeyelim.
hiç ölmeyelim anna.
sarılalım diyecektim az kalsın.
içimden böyle şeyler de geçiyor işte.
sarılalım, dudakların…
tamam sustum.gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum.
şiir kalsın istersen, sadece otursak.
oturmasan da olur benimle,sadece ellerimi tut.
ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak.
yüzüme bak ama anna, yüzüme bak.
gözlerime bak, gözlerimin içine bak.
gözlerim biraz karanlık.
içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar,
kapıları yumruklayışlar, cipralexler, turgutlar, edipler,sezailer,
siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen başağrıları, bildirilerin öfkesi,
duvarlara uzun dalmışlıklar var.gözlerim biraz yorgun.
içinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler,
bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler…
bekleyişler anna.köylü çocukların parasız yatılı sonuçları mesela.
nişanlısı askerde kızlar,
kızı ölüm orucundaki baba,
babası tersanede oğul,
oğlu şizofren anne.hepsini sayamam gerçi, utançlarım da var.
ama geçecek hepsi, geçecek.
şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek.
gözlerimin içine bakmaktan korkma anna.
sen adımını attığın andan itibaren
hira dinginliğine dönüşecek ortalık.
Tarık Tufan
şairim şairsin şairşairiz şairsiniz şairler
Bir kaç hata önceydi;
gözlerimdeki yabancıdan,
hayallerimdeki boşluktan önce.
Anlamı vardı sevişmelerin,
rakı ile balığın,
sarılıp film izlemenin.
Yıldızların fotoğrafı yakamozlar,
deniz kokusu ciğerlerimde;
hala güzeldi yaşamak,
güzeldi hayal kurmak.
On üç yıl önceydi
yanında heyecanlandığım son kadın,
kendim olmadan önce,
yatağımdaki yabancılardan önce.
Anlamı vardı gülümsemelerin,
verilen sözlerin,
birlikte uyanmanın.
Bir kaç hata önceydi;
gözlerimdeki yabancıdan,
hayallerimdeki boşluktan önce.
Kendim olmadan önce.
düşlerin en güzelinde çıktın karşıma, 90’ların başıydı
Ankara bizi ağırlayan geniş bir handı
kalabalıktı, karışıktı, onun da vardı geceleri ay ışığı pek alımlı
ama sisli, puslu, dumanlıydı
seni sımsıcak uyutmak geçti içimden
sonra da seyretmek uykunu, yerin Cebeci civarı
ben yalnız adam, baktım sana uzun uzun odamın penceresinden
üstelik aramızda dizi dizi tepeler vardı
olsundu, seni görmese ela gözlerim ne çıkardı
Anılar defterinde gül yaprağı
Gibi unutuldum kurudum
Başıma düşmüş sevda ağı
Bir başıma tenhalarda kahroldum
Sen kimbilir, rüzgârlı eteklerinle
Kimbilir hangi iklimdesin, ben
Sensiz bu sessizlikle
Deli gibiyim sensiz
Bu sessizlikle
Ayrılıkla başım belada
Gözlerini çevir gözlerime
Yoksa sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim
Sensiz bu sessizlikle
Cahit Zarifoğlu
Avuçlarıma işlemiş nasırlarda seni nasıl öptüğümü yaz
Saçlarıma düşen yağmur tanelerinde sana nasıl ıslandığımı
Seni yağmur gibi nasıl
Yağmuru sen gibi nasıl sevdiğimi yaz
Bir türlü sana gelmeyen yolları
O yolları adım adım nasıl ezberlediğimi yaz
İki şiir arası bana bir ölüm yaz
Yüzüme değmemiş saçının rüzgarlarını nasıl kokladığımı
Bir parça ekmeği yere düşürmenin korkusu ve utancı gibi
Yüzüne hüzün düşürmekten nasıl korktuğumu yaz
Nasıl eridiğimi
Nasıl paramparça olduğumu gözlerinin uçurumlarında
Bir gülümsemene nasıl bin ömür verdigimi
Sana çöller gibi nasıl sustuğumu, nasıl susadığımı ve nasıl beklediğimi yaz, hiç gelmeyeceğeni bile bile
Kimi tanıdık bir ağaç,
Bir bahçe görünce anlar eve vardığını.
Kaç daire daha çizebilirim
Aramayı bırakmadan önce?
Ne zaman kaybederim
Yolumu ebediyen?
Mümkün sanırdım, sevdiğinin okyanusunda boğulmadan yüzebilmeyi.
Mümkün sanırdım, suya
dönüşmeden yüzebilmeyi.
Ama ben durmaksızın yutuyorum
hava zannettiğim şeyi.
Ayaklarıma bağlı taşlar
rahat bırakmıyor beni. "
Hannan Baker
İki şiir arası bir ölüm yaz bana
Sensizliği katma ne olur
Yaz işte bütün hikayemi.
Seni nasıl aradığımı bir ömür boyu
Nasıl kattığımı gecelerime
Gül yüzüne nasıl uyandığımı
Ve sensiz ölmekten nasıl korktuğumu anlat
yağmura,nisana ve yaşıma aldanıp
uçurumları kıyı sanarak
ve dağlar erişilmeyince acı verir
sözünü unutarak
kaf dağına gitmek istedim
ırmak inadıyla yürüdüm uzaklara
bir derviş olup yürüdüm uzaklara
yanıldı denektaşım geriye döndüm
Kutsal Sözler Panayırı'na sığınıp
ipeksi bir sessizliğe büründüm:
bir hayat,mahçup ve duru
Tanrım,gülleri
ve sessiz harfleri koru.
İbrahim Tenekeci
aslında şair emin nadir biraz iyimser bakmış olaya
bizim aydınımsı aydının bakmayın anlaşılmıyorum diye yırtınır gibi yapmasına
aslında onun istediği
tam da anlaşılamamak.
billur avizeler altında bayat mezeleri atıştırıp dişlerinin arasında kırıntı barındıran pahalı parfümlerinin bile içlerindeki küf kokusunu bastıramadığı şık giyimli kadınların oluşturduğu meclislerde o anlaşılamamanın acısından dem vururken ne olur anlamayın
anlamayın ki anlaşılamayan üst düzey zihni oynayayım diye gözlerinden yardım isteği fışkırmaktadır.
Kendini halktan koparmış,
Aydın geçinen aydınımsı.
'Bu millet sanattan anlamıyor kardeşim'
Demişsin.
Anlattın mı?
Köy meydanlarında sergilemeyi
Düşündün mü resimlerini?
Bir bardak ayran eşliğinde.......
Galerileri,kokteyl bardaklarını
Bırakıp.
'Bu millet okumuyor.' muş.
Okuttun mu?
Halkın anlayacağı dilden
Yazdın mı şiirlerini?
Bir kelimeniz;
Bir ansiklopedi bilgisi.
Bar köşelerinin loş ışıklar şairleri...
Balıkçıların ellerindeki
Ağızdan ağıza dolaşan şarap şisesi
Daha paylaşımcı,
Daha aydınlık sizden.
Çıkın artık şu,
Billur kadehlerinizden
Emin Nadir
yalnızlık
O “en büyük leke”ye takılıp kalmadım, dünyaya
bulaşmadım Öğretmenliği ve sessizliği seçtim, hale
bakıp sözlere aldırmadım diye, ALLAH’a hamdediyorum;
içim içime sığmıyor Onlar altın topladılar, ben
hazine buldum Onlar saraylar inşa edip bir kaç koltuk
elde ettiler, ben tapınak inşa ettim ve iyilik
tanrısının sonsuz iklimlerinde, saltanat tahtına
kuruldum Onlar bağ bahçe aldılar, ben ise mucizelerin
yeşil ülkesine sahibim Onlar masa başlarında
gururlandılar, ben aşk tapınağının minaresinde,
gururumu ayaklar altına aldım Onlar Kayser’in
köleleri oldular, ben ise “Hekim”in sahabesi oldum
Onlar yoldan saptılar, el ve avuçlarını doldurdular,
ben ise kaldım ve elim avucum boş bir halde, inzivayı
tercih ettim
Onlar adlarını ekmeğe sattılar, ben adımı suya verdim
Hızır’dan daha çabuk, İskender’den daha önce hedefe
ulaştım Onlar lezzet ve zevk aldılar, ben ise gam ve
keder Onlar paraperest oldular, ben putperest Onlar
altın ve gümüş sergilediler, ben Mevlana gibi, Şems’te
açtım ve Şems’te yandım Gönül sofrasını açtım, dert
sergisini yaydım Kandan şarap içtim Onlar para
babası oldular, ben dert babası Onlar yaşamaya
bağlandılar, ben yaşama Onlar bakanlık elde ettiler,
ben saltanat Onları yalanla övüyorlarsa, birileri
beni gerçek manada kutsuyoorlar Onları, içlerinden
düşman, beni ise kalben dost biliyorlar Onlara
işlerini rapor ederlerken, bana hallerini rapor
ediyorlar Onlar özgürlüğe ihanet ettiler, ben
özgürlüğe vefalı kaldım Onlar gece alemlerinde kötü
kadınlarla dans ederken, ben tertemiz uzletimde,
sufilerin temiz güllerini kokluyorum Onlar
elbiselerine sığmayacak kadar şişmanlarken, ben içim
içime sığmayacak kadar aşık oldum Onların memurları,
benim dertlilerim var Onlar hasta ve zayıf
develerini, zorla, saray kapılarında kurban ederken,
ben İsmail’imi, şevkle Ka’be yolunda boğazladım
Onların içen ve gülenleri varsa, benim de yanan ve
ağlayanlarım var Onlar, kalabalıkta birbirlerine
yabancıyken, biz yalnızlıkta birbirimizi tanıyoruz
Onların altını varsa, benim de aşkım var Onların evi
varsa, benim de mihrabım var
Onlar yükselirken, ben Mi’rac’a çıkıyorum Onlar
yeryüzünde sürünürken, ben göklerde uçuyorum Onlar
biterken, ben daha yeni başladım Onlar yaşlanırken,
ben gençleşiyorum Onlar vekil oldular, ben ise
ma’bud Onlar reis olmuşlarsa, ben de rehber oldum
Onların kapıkulları ve fedakar uşakları varsa, benim
de soylu bir önderim var Onlar Nuşirevan’ın adalet
zincirini boyunlarına vurdular ve ahırları bayındır
kıldılar, ben ise sarayları terkettim Buda oldum,
zincirleri kırdım, özgür oldum Sanatçı oldum,
üretici oldum; nübüvvet ve risalet buldum,
ebedileştim Alem gazetesinde bekamı sağladım Onlara,
bir grup insan dalkavukluk ediyorsa, bu onları mesleği
olduğu içindir Bunların yerine başkaları geçse, onlar
da dalkavukluk eder, yağcılık yapar; ama içlerinden
nefret duyarlar Beni ise, dünyaya asla teveccüh
etmeyen bir kalp över O, dünyayı bir çöplük olarak
görür Bu kalpte güzellikten, imandan ve sevgiden
başka bir şey yoktur Dünyadan hiç bir beklentisi
yoktur Öyle bir kalp ki, ALLAH’ı bile ısrarlarımla
över “Ben nerede onlar nerede, zarar ettim” diye yakınır
Ali Şeriati
Kul zayıf
Zaman kötü
İşler çok ve hayat kısa
Ölüm yakın yolculuk ise uzundur.
Ve insan ancak,
malik olduğu şeyden vazgeçebilir.
Kesra Bamedi
okuyacağız ki kim ne diyor bileceğiz
bize yeni ufuklar açan yeni bakış açıları geliştirmemizi sağlayan dostlara selam olsun
Aşk, tat aramaktır. Oysa sevgi, sığınak aramaktır. Aşk, aç bir düşkünün yemek yiyişidir. Oysa sevgi, “yabancı bir ülkede dildaş bulmak”tır.