Yahudiler ve İsrail artık holokostu bir kaldıraç gibi kullanamayacak .artık dünyanın çok daha zalim bir manivelasi oldu. Gazzeliolen ölmeye devam eden bebekler
Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı Üşür müydük nar çiçekleri ürpeririken
Gidersen kim sular fesleğenleri Kuşlar nereye sığınır akşam olunca
Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu Sustuğun yerde birşeyler kırılıyor Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor Bir de seni ekliyorum susuşlarıma
Selamsız saygısız yürüyelim sokakları Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar Adını bilmediğimiz doslar kalır yalnız Yüreğimize alırız onları, ısıtırız Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam
Gidersen kar yağar avuçlarıma Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar
Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık
Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine
Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür Bir tufan olurum sustuğun her yerde
etrafım hep ümitsizlerle dolu yorgun bitmiş bedbahtlarla oysa her şey yeni başlıyor. türkiye oyuna yeni giriyor. sizi böyle ümitsizliğe iten nedir böyle bir lüksünüz var mı?
alın simit çay üçgen peynirinizi yaslanın arkanıza ve unutun tüm zamanları yok tüm zamanları unutup hepten kaybetmiyoruz da kendimizi küçük bir kaçamak iyi geliyor nasılsa
korkmayın önümüzdeki yüz yılın türkiye yüzyılı olmasından bırakın yunan korksun bırakın abd ab çin japonya korksun siz niye korkup bir şarkıyı bile tahammülsüzlük gösterip siliyorsunuz
şu geçtiğimiz seçimlerden hemen sonra bir çok arkadaşımın rehberlerinden beni sildiğini farkettiğimde uleyn bunlar bu ülkede nefes alamıyoruz demokrasi yok diyip seçimi kazanırsak iş yerine davul çağırıp halay çekcez diyenlerdi. demokrat amcanın ülkeye demokrasi getireceğiz diyen demokrat seçmen kitlesiydi. biri bile demedi ki lo bu seçim denen şey tam da budur bir kaybedeni bir de kazananı olur. biz kazansaydık o kaybeden olacaktı değişen bir şey yok. demokrasi memokrasi niye çaldın bizim tası oy hırkızı moy hırkızı hiç bilenem kaybetmedik biz de ikinci olduk kaybetmiş mi olduk kaybetmemiş mi şu yoğurdu sarımsaklasak da mı kartal kalkar
Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında Köle gibi satıldım pazarlar pazarında Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda Verilmemiş hesapların korkusuyla Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim
Bütün şiirlerde söylediğim sensin Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini Ey gönüllerin en yumuşağı en derini Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim
- Can bu forumun adı gecenin tenhasında bir söz bırakmak değil miydi? Hani gece içinden geçenleri dökmek gibi.
- Öyle zannediliyor da; bazen insanın yüreği genişlemesi gerekirken daha fazla daralıyor olmalı yoksa zararsız iki kelam eden türkümüz neden kaldırılsın?
- Ben de anlamadım; geceler bize yaramıyor anlaşıldı düşünmemek lazım bu kadar, sonun Bakırköy!
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Uzatma dünya sürgünümü benim Güneşi bahardan koparıp Aşkın bu en onulmazından koparıp Bir tuz bulutu gibi Savuran yüreğime Ah uzatma dünya sürgünümü benim Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil Ayaklarımdan belli Lambalar eğri Aynalar akrep meleği Zaman çarpılmış atın son hayali Ev miras değil mirasın hayaleti Ey gönlümün doğurduğu Büyüttüğü emzirdiği Kuş tüyünden Ve kuş sütünden Geceler ve gündüzlerde İnsanlığa anıt gibi yükselttiği Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim SEZAİ KARAKOÇ
Ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla Tırmanmışlar surlarıma burçlarıma Kimi ırmaklardan yansıma Kimi kayalardan kırpılma Kimi öteki dünyadan bir çarpılma İçi ölümle dolu Dönen bir huni Doğarken güneş Kesilmiş ölü yüzlerden Bir mozayik minyatürlerden Dokunur tenimize Soğuk bir azrail ürpertisiyle ay Ve birden senin sesin gelir dört yandan Menekşe kokulu sütunlardan Komşu dağlardaki nergislerden leylaklardan Gözlerine ait belgeler sunulur Ey aşkın kutlu kitabı Uçarı hayallere yataklık eden Peri bacalarının yasağı Gönlümün celladı acı mezmur Bana bıraktığın yazıt bu mudur Ölüm geldi bana düğün armağanın gibi Senden bir gök Senden yıldızlar ördüler Ateş böcekleri O gece dört yanıma Ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı Sen bir anne gibi tuttun ufukları Ve çocuklar gülle anne arasında Seninle güller arasında Tuhaf bir ışık bulup eridiler Çocuklar dağ hücrelerinde erdiler Aramızdaki sırra Bir de ay ışığında büyüyen fısıltılar Gençlik monologları Seni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısından Bana getiren Yasamız vardı Öfkeyle yazardın sen bir yüzüne Ölür ölür okurdum öbür yüzünde ben
orada binlerce bebek katledilirken üç gün yas tutmayı gereksiz bulup, niye şimdi, niye ama, niye konserler diyip mızıklananlar filistine niye ordu göndermiyoruz diyen namı diğer kurusıkı kemali alkışlayıp oy veriyorlar yarın türkiye dese ki hadi bakalım gidiyoruz kaçınız dizilir arkasına niye ama niye şimdi biz daha yirmidokuz ekimde tütü giyip fiyonk takıp ront yapakacaktık diye yaygara basarlar.
Sabret gönlüm fırtınaya vakit var Biz her çağda kızılderili Bir her yerde hep yerdeyiz Toprağa mahkum edildi gözlerimiz Kaybolunur dahi ekin gövermez hırıltılı sesimiz
Bir fırtına bekledik başlangıcımız olsun Derimiz mevsimlerle akan oluk oluk kan İlkbahar gelsin ısınsın ellerimizde Sonbaharda sıcaklığını yansıtarak essin rüzgar Ergen dalgalanmalarımızda vursun yüzümüzü hayat
Heyhat! Kış geldi kirpi kesildi saçlarımız karanlığa Hani dedik hani ya bir yaz günü güneş Söz verdik!
- Kimsiniz
Biz bir kaplan gibi masum tırnaklarını kemirmiş kabullenmiş kızılderili
- Vahşi
Ölüm ateş ve kül haliyle acımasız HÜSEYİN ATLANSOY
Öğleyi hızla geçerek bir ayrılık ikindisine uğruyor zaman. Yaşlı ve yorgun ruhum vedalaşıp uzaklaşıyor gölge ve ışıktanGülücükler öpüşler sunuyor bana kırık bir kapıdan odama sızan akşam Keklik sekişleri ve ötüşlerle göz kırpımlık bir anda beliren doğrudan.Katlanarak akıyor duru bir su zaman artık hiç bahsetmeyeceğim ben ruhumdan.Bedenim gibidir ruhum da kalabalık önünde soyunmaktan utanan. Öylesine mahcup başını yerden kaldırmayan hayır hayır bahsetmeyeceğim ben ruhumdan.Ah! devinen kanı bedenimin bir dursa bahsetmeyeceğim ben artık hiç ruhumdan. bulunsa sabah gibi bir taş başucumda dinlenecek ruhum da su uğultusundan. Hüseyin Atlansoy
Gelin gülle başlayalım atalara uyarak Baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine Bir anda yükselen bir bülbül sesi -Erken erken karlar ortasında Güneş dönmüş ışık saçan bir yumurta- Bana geri getirir eski günleri ...Paslanmış demir bir kapı açılır Küf tutmuş kilitler gıcırdarken Ta karanlıklar içinde birden Bir türkü gibi yükselirsin sen Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken Söyleyemediğim ateşten kelimeleri Şuuraltım patlamış bir bomba gibi Saçar ortalığa zamanın Ağaran saçın toz toprağını Bana ne Paris'ten Newyork'tan Londra'dan Moskova'dan Pekin'den Senin yanında Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu Geceme gündüzüme Gözlerin Lale Devrinden bir pencere Ellerin Baki'den Nefi'den Şeyh Galib'den Kucağıma dökülen Altın leylak
aklı başında insanları dinlemek yerine populist siyasilerin sloganik propaganda tarzı yaklaşımlarıyla meseleleri ele alırsanız insanlıkta sınıfta kalırsınız.
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Biri ecdadıma saldırdımı, hatta boğarım! ... -Boğamazsın ki! -Hiç olmazsa yanımdan kovarım. Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam; Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale; Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale! Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum! Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim, Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım. Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu... İrticâın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu?
filistin sorunu türklerin sorunu değildir . filistin sorunu türkiyenin değildir diyenlere el cevap: evet filistin sorunu türkiyenin ve türkiyenin sorunu değildir filistin sorunu insanlığın sorunudur insanım diyebilenlerin sorunudur. insanım diyebilenlerin filistin sorunu olmalıdır.
bu sefer farklı olmalı filistine ağıtlar şarkılar yakıp şiirler söylenme faslı bitmiş olmalı. söylenecek tüm sözler şarkılar şiirler söylendi zaten şimdi eylem zamanı zalimin önünde diz kırıp yalvarmamalı akşamdan sabaha nedamet getirip yaptıklarından doyayı özür dilemesi gibi romantizmyüklü sanrılardan kurtulmalı ona anladığı dilden cevap verilmeli.
gitme ey gerdanlığı inci ve mercan olan ölümlü vakitlerde hayatıma can olan masiva denizinde kalanların feneri ayrılığı intihar, aşkı imtihan olan. Nurullah GENÇ
dururum Pencerelerinden metropol kokusunun değil toprak ve ot kokusunun girdiği her şeyi insan için olan insana göre bir oda bir takım takımların değil insanın kiralayacağı bir oda eşyaların değil insanın olacağı eşyaların değil insanın yaşayacağı bir oda durur beklerim orada dağ başlarında, kalabalıklarda, haksızlıklarda koparılıp soldurulan bir çiçekte, elektrikli araçlarda ciddi parasızlıklardamaddi manevi işkencelerde telefonla kız tavlayangencin neşesinde, parfümünde durur beklerim orada bunalım geçiren çok iyi bir insan serbest hanımların gecelerinde içip içip yatmaların arefesinde, ertesinde balkonsuz ve manzarasız sosyal konutlarda çocukları ve insanları sevdiklerini sanan sanatçı kardeşlerimin sanatlarında güreşçi develere benzeyen meşhur adamların aksesuarlarında durur beklerim orada kar yağışını seyrederken kıyıya vuran küçük köpüksüz bir dalgada durur beklerim orada nesli tükenmiş zanaatlarda ve zanaatkarlarda apartmanlar arasına sıkıştırılmış çocuk ve araba parklarında her sınıf vatandaşın iç ve dış piyasaya karşı giriştiği büyük milli ama normal taarruzlarda benden sonrakinin benden önce dolmuşa binme çağdaşlığında durur beklerim doğum günü, sünnet evlenme kayıp ve ölüm ilanlarında içki müzik ortamlarında doğan ve çok kısa süren maceralarda taşıma sularda havacıvalarla sürüp giden evliliklerin karmaşasında paralarda bankalarda, kasalarda altınlarda hesaplarda kitaplarda durur beklerim oralarını buralarını, kesif zevk veren uzuvlarını yoran mevzun ve atletik vücutlarını yoran ama kafalarını yormayan eskaza yorarlarsa sıkılanların kibarlıklarında kişilik makyajlarında ve yüzlerindeki makyajlarda durur beklerim yetinenlerin dangalaklığında yağmurun altında, bahar dalında dururum huzuru sükunu yurt dışında bulan vatandaşlarla ünlü ünsüz sanatçılarımızın ortak kaygılarında bazı bilimsellerin karışık kafalarında sakallarında batıya hayranlıklarında olay genelde yani şey gibi oldu tamam mı ve benzeri sözcüklerle her şeyi anlatabilenlerin konuşmalarında yeme içme mal mülk üst baş konularındaki modalarla donatılmış mamür ve müreffehama biraz yabancılaşmaların ömründe dururum bilumum avantajlarda, fırsatlarda tezgahlarda kiminle neden evlendiğini çok iyi bilen kiminle neden evleneceğini çok iyi hesap etmiş olanların ebedii saadet tablolarında on sekiz yaşını doldurmuşlukların özgürlüklerin başı bozukların bütün aşılarını yaptırmış, haplarını almışların rüştlerinde erkeklerin yemek kadınların görüşme tekliflerinde dururum çok iyi hazırlanmış sofralarda nefislerde harikalarda çok zevklilerde artık korkusuzca gidebiliriz her yere ne iyi oldu ne iyi eğlendik çok keyifliyim bu gece diyenlerin ve mutluluk durumu olanların boşa giden sesinde dururum günümüz insanının haz ve lezzet altı, hurdahış oluşunda dururum kumların üstünde ve güneşin altında değil ağaç yada çardak altında öküz gibi saatlerce tahta bir masada rakı içip keyif çatan sağlıklıların gittikçe azalan beyin kıvrımlarında dururum işte önemli değil yeter yukarıdaki oda
Yahudiler ve İsrail artık holokostu bir kaldıraç gibi kullanamayacak .artık dünyanın çok daha zalim bir manivelasi oldu. Gazzeliolen ölmeye devam eden bebekler
Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürpeririken
Gidersen kim sular fesleğenleri
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca
Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu
Sustuğun yerde birşeyler kırılıyor
Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun
Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına
Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor
Bir de seni ekliyorum susuşlarıma
Selamsız saygısız yürüyelim sokakları
Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar
Adını bilmediğimiz doslar kalır yalnız
Yüreğimize alırız onları, ısıtırız
Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam
Gidersen kar yağar avuçlarıma
Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar
Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında
Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler
Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde
Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri
Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak
Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık
Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman
Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere
Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun
İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın
Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine
Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür
Bir tufan olurum sustuğun her yerde
beni bu bilgeliğimle bir başıma bırakıp giden sevgili gitme.
Anne ben senin oğlunum
Kanayan bir yurdum var
Anne ben senin oğlunum
Sönmeyen bir umudum var
Ellerimi tutma ne olur
Beni ağlatma ne olur
Anne ben senin oğlunum
Bu kavgaya inancım var
Yaşamak güzeldir anne
Yaşamak senin için
Yaşamak güzeldir anne
Yaşamak yarınlar için
Ölmek yaşamaktır yine
Halkının yüreğinde
Ölmekte güzeldir anne
Ölmek özgürlük için
Anne seni seviyorum
Sana ihtiyacım var
Anne seni seviyorum
Ciğer delen bir acım var
Yusuf Hayaloğlu
etrafım hep ümitsizlerle dolu
yorgun
bitmiş bedbahtlarla
oysa her şey yeni başlıyor.
türkiye oyuna yeni giriyor.
sizi böyle ümitsizliğe iten nedir böyle bir lüksünüz var mı?
alın simit çay üçgen peynirinizi yaslanın arkanıza ve unutun tüm zamanları
yok tüm zamanları unutup hepten kaybetmiyoruz da kendimizi küçük bir kaçamak iyi geliyor nasılsa
korkmayın önümüzdeki yüz yılın türkiye yüzyılı olmasından
bırakın yunan korksun
bırakın abd ab çin japonya korksun
siz niye korkup bir şarkıyı bile tahammülsüzlük gösterip siliyorsunuz
şu geçtiğimiz seçimlerden hemen sonra bir çok arkadaşımın rehberlerinden beni sildiğini farkettiğimde
uleyn bunlar bu ülkede nefes alamıyoruz demokrasi yok diyip seçimi kazanırsak iş yerine davul çağırıp halay çekcez diyenlerdi.
demokrat amcanın ülkeye demokrasi getireceğiz diyen demokrat seçmen kitlesiydi.
biri bile demedi ki lo bu seçim denen şey tam da budur
bir kaybedeni bir de kazananı olur. biz kazansaydık o kaybeden olacaktı
değişen bir şey yok.
demokrasi memokrasi
niye çaldın bizim tası
oy hırkızı moy hırkızı
hiç bilenem kaybetmedik
biz de ikinci olduk
kaybetmiş mi olduk kaybetmemiş mi
şu yoğurdu sarımsaklasak da mı kartal kalkar
Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
tuba yıldırım bas kızım geri vites doğduğun yere
- Can bu forumun adı gecenin tenhasında bir söz bırakmak değil miydi? Hani gece içinden geçenleri dökmek gibi.
- Öyle zannediliyor da; bazen insanın yüreği genişlemesi gerekirken daha fazla daralıyor olmalı yoksa zararsız iki kelam eden türkümüz neden kaldırılsın?
- Ben de anlamadım; geceler bize yaramıyor anlaşıldı düşünmemek lazım bu kadar, sonun Bakırköy!
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Güneşi bahardan koparıp
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli
Lambalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atın son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kuş tüyünden
Ve kuş sütünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
SEZAİ KARAKOÇ
Ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla
Tırmanmışlar surlarıma burçlarıma
Kimi ırmaklardan yansıma
Kimi kayalardan kırpılma
Kimi öteki dünyadan bir çarpılma
İçi ölümle dolu
Dönen bir huni
Doğarken güneş
Kesilmiş ölü yüzlerden
Bir mozayik minyatürlerden
Dokunur tenimize
Soğuk bir azrail ürpertisiyle ay
Ve birden senin sesin gelir dört yandan
Menekşe kokulu sütunlardan
Komşu dağlardaki nergislerden leylaklardan
Gözlerine ait belgeler sunulur
Ey aşkın kutlu kitabı
Uçarı hayallere yataklık eden
Peri bacalarının yasağı
Gönlümün celladı acı mezmur
Bana bıraktığın yazıt bu mudur
Ölüm geldi bana düğün armağanın gibi
Senden bir gök
Senden yıldızlar ördüler
Ateş böcekleri
O gece dört yanıma
Ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı
Sen bir anne gibi tuttun ufukları
Ve çocuklar gülle anne arasında
Seninle güller arasında
Tuhaf bir ışık bulup eridiler
Çocuklar dağ hücrelerinde erdiler
Aramızdaki sırra
Bir de ay ışığında büyüyen fısıltılar
Gençlik monologları
Seni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısından
Bana getiren
Yasamız vardı
Öfkeyle yazardın sen bir yüzüne
Ölür ölür okurdum öbür yüzünde ben
Sezai Karakoç
orada binlerce bebek katledilirken üç gün yas tutmayı gereksiz bulup, niye şimdi, niye ama, niye konserler diyip mızıklananlar filistine niye ordu göndermiyoruz diyen namı diğer kurusıkı kemali alkışlayıp oy veriyorlar
yarın türkiye dese ki hadi bakalım gidiyoruz kaçınız dizilir arkasına
niye ama niye şimdi biz daha yirmidokuz ekimde tütü giyip fiyonk takıp ront yapakacaktık diye yaygara basarlar.
Bir güvercin şiiriydin sen Filistin
Kubbelerde revaklarda sen vardın
Güle telaş düştü çöllere sürgün
Umudun sabrın emeğin vurgun
Toprak kadar ana gök kadar semavi
Akdeniz kadar engin bir düş kadar mavi
Zeytin kadar yeşil can kadar kırmızı
Toprağa kan düştü göklere kuzgun
Hani ağırlardın dört koldan insanlığı
Kervanlar sıra sıra sana gelirdi
Binlerce yılın yortusu hatıratı
Aşk kokan mabedler konuşmaz suskun
Bir güvercin şiiriydin sen Filistin
Nasibi bir cami avlusu dualardın
Şükürler aminlerle bir gül kadardın
Çöle ateş düştü güllere sürgün
Sinan Atik
BATIDA KAN VAR
Sabret gönlüm fırtınaya vakit var
Biz her çağda kızılderili
Bir her yerde hep yerdeyiz
Toprağa mahkum edildi gözlerimiz
Kaybolunur dahi ekin gövermez hırıltılı sesimiz
Bir fırtına bekledik başlangıcımız olsun
Derimiz mevsimlerle akan oluk oluk kan
İlkbahar gelsin ısınsın ellerimizde
Sonbaharda sıcaklığını yansıtarak essin
rüzgar
Ergen dalgalanmalarımızda vursun
yüzümüzü
hayat
Heyhat! Kış geldi kirpi kesildi saçlarımız
karanlığa
Hani dedik hani ya bir yaz günü güneş
Söz verdik!
- Kimsiniz
Biz bir kaplan gibi masum
tırnaklarını kemirmiş kabullenmiş
kızılderili
- Vahşi
Ölüm ateş ve kül haliyle acımasız
HÜSEYİN ATLANSOY
Öğleyi hızla geçerek
bir ayrılık ikindisine uğruyor zaman.
Yaşlı ve yorgun ruhum
vedalaşıp uzaklaşıyor gölge ve ışıktanGülücükler öpüşler sunuyor bana
kırık bir kapıdan odama sızan akşam
Keklik sekişleri ve ötüşlerle
göz kırpımlık bir anda beliren doğrudan.Katlanarak akıyor duru bir su zaman
artık hiç bahsetmeyeceğim ben ruhumdan.Bedenim gibidir ruhum da
kalabalık önünde soyunmaktan utanan.
Öylesine mahcup başını yerden kaldırmayan
hayır hayır bahsetmeyeceğim ben ruhumdan.Ah! devinen kanı bedenimin bir dursa
bahsetmeyeceğim ben artık hiç ruhumdan.
bulunsa sabah gibi bir taş başucumda
dinlenecek ruhum da su uğultusundan.
Hüseyin Atlansoy
Gelin gülle başlayalım atalara uyarak
Baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine
Bir anda yükselen bir bülbül sesi
-Erken erken karlar ortasında
Güneş dönmüş ışık saçan bir yumurta-
Bana geri getirir eski günleri
...Paslanmış demir bir kapı açılır
Küf tutmuş kilitler gıcırdarken
Ta karanlıklar içinde birden
Bir türkü gibi yükselirsin sen
Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken
Söyleyemediğim ateşten kelimeleri
Şuuraltım patlamış bir bomba gibi
Saçar ortalığa zamanın
Ağaran saçın toz toprağını
Bana ne Paris'ten
Newyork'tan Londra'dan
Moskova'dan Pekin'den
Senin yanında
Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı
Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu
Geceme gündüzüme
Gözlerin
Lale Devrinden bir pencere
Ellerin
Baki'den Nefi'den Şeyh Galib'den
Kucağıma dökülen
Altın leylak
1 bölüm
Sezai Karakoç
aklı başında insanları dinlemek yerine populist siyasilerin sloganik propaganda tarzı yaklaşımlarıyla meseleleri ele alırsanız
insanlıkta sınıfta kalırsınız.
yorumsuz
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdımı, hatta boğarım! ...
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticâın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu?
filistin sorunu türklerin sorunu değildir . filistin sorunu türkiyenin değildir diyenlere
el cevap:
evet filistin sorunu türkiyenin ve türkiyenin sorunu değildir
filistin sorunu insanlığın sorunudur
insanım diyebilenlerin sorunudur.
insanım diyebilenlerin filistin sorunu olmalıdır.
bu sefer farklı olmalı filistine ağıtlar şarkılar yakıp şiirler söylenme faslı bitmiş olmalı.
söylenecek tüm sözler şarkılar şiirler söylendi zaten
şimdi eylem zamanı
zalimin önünde diz kırıp yalvarmamalı
akşamdan sabaha nedamet getirip yaptıklarından doyayı özür dilemesi gibi romantizmyüklü sanrılardan kurtulmalı
ona anladığı dilden cevap verilmeli.
alev alatlı çok iyi tuna kafkas
profiline baktım da orada gördüm.
Gözleri aşk ile gülecek yâri
Bir gece ansızın sevebiliriz.
Şiiri, sevdayı hak eden yâri
Bir gece ansızın sevebiliriz.
Ey nefis! Nefretle tutuşup yanma,
Mazinde sevgi yok, maziyi anma!
Bu hayat böylece geçecek sanma,
Bir gece ansızın sevebiliriz.
-Bleda Yaman
gitme ey gerdanlığı inci ve mercan olan
ölümlü vakitlerde hayatıma can olan
masiva denizinde kalanların feneri
ayrılığı intihar, aşkı imtihan olan.
Nurullah GENÇ
dururum
Pencerelerinden metropol kokusunun değil
toprak ve ot kokusunun girdiği
her şeyi insan için olan insana göre bir oda
bir takım takımların değil
insanın kiralayacağı bir oda
eşyaların değil
insanın olacağı
eşyaların değil insanın yaşayacağı bir oda
durur beklerim orada
dağ başlarında, kalabalıklarda, haksızlıklarda
koparılıp soldurulan bir çiçekte, elektrikli araçlarda
ciddi parasızlıklardamaddi manevi işkencelerde
telefonla kız tavlayangencin neşesinde, parfümünde
durur beklerim orada
bunalım geçiren çok iyi bir insan serbest
hanımların gecelerinde
içip içip yatmaların arefesinde, ertesinde
balkonsuz ve manzarasız sosyal konutlarda
çocukları ve insanları sevdiklerini sanan
sanatçı kardeşlerimin sanatlarında
güreşçi develere benzeyen meşhur adamların
aksesuarlarında
durur beklerim orada
kar yağışını seyrederken kıyıya vuran
küçük
köpüksüz bir dalgada
durur beklerim orada
nesli tükenmiş zanaatlarda ve zanaatkarlarda
apartmanlar arasına sıkıştırılmış
çocuk ve araba parklarında
her sınıf vatandaşın iç ve dış piyasaya karşı giriştiği
büyük milli ama normal taarruzlarda
benden sonrakinin benden önce dolmuşa binme
çağdaşlığında
durur beklerim
doğum günü, sünnet evlenme kayıp ve ölüm
ilanlarında
içki müzik ortamlarında doğan ve çok kısa süren
maceralarda
taşıma sularda havacıvalarla sürüp giden evliliklerin
karmaşasında
paralarda bankalarda, kasalarda altınlarda hesaplarda
kitaplarda
durur beklerim
oralarını buralarını, kesif zevk veren uzuvlarını yoran
mevzun ve atletik vücutlarını yoran
ama kafalarını yormayan
eskaza yorarlarsa sıkılanların
kibarlıklarında kişilik makyajlarında ve yüzlerindeki makyajlarda
durur beklerim
yetinenlerin dangalaklığında
yağmurun altında, bahar dalında
dururum
huzuru sükunu yurt dışında bulan vatandaşlarla
ünlü ünsüz sanatçılarımızın ortak kaygılarında
bazı bilimsellerin karışık kafalarında
sakallarında batıya hayranlıklarında
olay genelde yani şey gibi oldu
tamam mı ve benzeri sözcüklerle
her şeyi anlatabilenlerin konuşmalarında
yeme içme mal mülk üst baş konularındaki
modalarla donatılmış
mamür ve müreffehama biraz yabancılaşmaların
ömründe
dururum
bilumum avantajlarda, fırsatlarda
tezgahlarda
kiminle neden evlendiğini çok iyi bilen
kiminle neden evleneceğini çok iyi hesap etmiş
olanların ebedii saadet tablolarında
on sekiz yaşını doldurmuşlukların özgürlüklerin
başı bozukların bütün aşılarını yaptırmış, haplarını almışların rüştlerinde
erkeklerin yemek kadınların görüşme tekliflerinde
dururum
çok iyi hazırlanmış sofralarda
nefislerde harikalarda
çok zevklilerde
artık korkusuzca gidebiliriz her yere
ne iyi oldu ne iyi eğlendik çok keyifliyim bu gece diyenlerin
ve mutluluk durumu olanların boşa giden sesinde
dururum
günümüz insanının haz ve lezzet altı, hurdahış
oluşunda
dururum
kumların üstünde ve güneşin altında değil
ağaç yada çardak altında
öküz gibi saatlerce tahta bir masada
rakı içip keyif çatan sağlıklıların
gittikçe azalan beyin kıvrımlarında
dururum işte önemli değil
yeter yukarıdaki oda