Devrim hareketine 82 kişiyle başladım. Eğer bunu tekrar yapmak zorunda kalsaydım yanıma 10 ya da 15 sadık insan alırdım. Eğer sadıksanız ve hareket planınız varsa ne kadar küçük olduğunuzun hiç bir önemi yoktur. (fidel castro)
Fidel Alejandro Castro Ruz (d. 13 Ağustos 1926, Mayari, Küba) , Küba Devrimi'nin önderlerinden olan, Kübalı Marksist devrimci. Devrim sonrası, Küba devlet başkanı.
Orta hâlli İspanyol göçmeni bir toprak sahibi olan Angel Castro'nun beş çocuğundan ikincisidir. Çocukluğu yoksul bir yöre olan Mayari'de geçmiştir. Oriente ilinin merkezi Santiago'daki Katolik okullarında ve Havana'daki Cizvit lisesi Belen İlahiyat Okulu'nda öğrenim gördü. 1950'de Havana Üniversitesi'nden hukuk doktoru olarak mezun oldu.
Öğrenciyken, 1947'de Dominik Cumhuriyeti'ne karşı başarısızlıkla sonuçlanan bir devrimci harekete ve 1948'de Bogota'daki kent ayaklanmalarına katıldı.1947'de Küba Halk Partisi'ne girdi. 1950-52 arasında avukatlık yaptıktan sonra Temsilciler Meclisi seçimleri için Küba Halk Partisi'nden adaylığını koydu. Ama 10 Mart 1952'de iktidardaki Carlos Prio Socarras hükûmetini deviren Küba'nın eski başkanlarından General Fulgencio Batista seçimleri iptal etti.
1953 başlarında Batista diktatörlüğünü yıkmak amacıyla küçük bir grup oluşturan Castro, 26 Temmuz'da Santiago'daki Moncada Kışlasına 125 arkadaşıyla birlikte bir baskın düzenledi ama başarısızlığa uğrayarak tutuklandı. 16 Ekim 1953'te Santiago'daki Küba Yüksek Mahkemesi'nde yapılan yargılamada Sayın yargıç siz beni mahkum edin! Tarih beni haklı çıkaracaktır! (La Historia Me Absolvera) cümlesiyle biten ünlü savunmasını yaptı. Mahkeme sonunda 16 yıla mahkûm oldu. Juventud Adasında 21 ay hapis yattıktan sonra, Batista'nın emriyle cezasının geriye kalan bölümü bağışlandı.
1955'te Küba'dan ayrılarak Meksika'ya geçti ve 26 Temmuz Hareketi adlı yeni bir örgüt kurdu.İspanya İç Savaşı'na katılmış olan Kübalı Alberto Bayo'nun yönetiminde gerilla savaşı eğitimi gören örgüt üyeleri 2 Aralık 1956'da Granma yatıyla Küba'ya dönerek Oriente'de karaya çıktı. Burada hükûmet kuvvetleriyle girişilen çatışmalarda arkadaşlarının çoğunu yitiren Castro, aralarında kardeşi Raul Castro ve Ernesto Che Guevara'nın da bulunduğu 12 arkadaşıyla birlikte Oriente'nin güneybatısındaki Maestra Dağlarına çekildi. Bu dağlarda iki yıl boyunca Batista'nın kuvvetlerine karşı bir gerilla savaşı yürüttü. Giderek siyasi desteğini yitiren ve bir dizi askerî yenilgiye uğrayan Batista, 31 Aralık 1958'de Dominik Cumhuriyeti'ne kaçtı. Castro 1959'un ilk günlerinde Havana'ya girdi. Hukukçu Doktor Manuel Urrutia Leo devlet başkanlığına, Castro da başbakanlığa getirildi.
Castro hükûmeti ilk olarak fiyatları ve kiraları düşürdü. Ardından köklü bir toprak reformu başlattı, 40 hektarı geçen toprak bedelleri 20 yılda ödenmek üzere kamulaştırıldı ve halk çiftlikleri olarak işletilmeye başlandı. Önceleri Castro'ya karşı çıkmakla beraber 1959'a doğru gerilla hareketini desteklemeye başlayan Küba Sosyalist Halk Partisi (PSP) Castro ile ilişkilerini geliştirerek etkili bir konum kazandı.Bu durumdan tedirgin olan Urrutia'nın toprak reformunun ertelenmesi yönündeki baskıları üzerine, Castro istifa etti. Ama halkın yoğun tepkisi karşısında Urrutia görevinden çekilmek zorunda kaldı. Yerine Osvaldo Doticos getirilirken Castro yeniden başbakan oldu.
Fidel Castro, (15 Nisan 1959) Bu sırada toprakların kamulaştırılmasından zarar gören ABD şirketlerinin baskısıyla ABD hükûmeti Küba'ya karşı ekonomik ambargo uygulamaya başladı. Ekonomisi tek ürüne dayalı bir ülke olan Küba, öteden beri ABD'ye sattığı şekeri SSCB'ye satmaya başladı. ABD şirketlerinin elindeki rafineriler, şeker karşılığında SSCB'den alınan ham petrolü işlemeyi reddedince Castro bu rafinerileri devletleştirdi. Bu gelişme ABD ile Küba'nın arasını daha da açtı. Devrimden sonra ABD'ye kaçan ve John F. Kennedy yönetiminden silah ve mali destek sağlayan Kübalıların Nisan 1961'de giriştiği Domuzlar Körfezi Çıkartması başarısızlıkla sonuçlandı. Castro çıkarmanın ardından yayımladığı Havana Bildirisi ile ilk kez, Küba'nın sosyalist politikalar izleyeceğini dünyaya duyurdu. 1962'de SSCB'nin Küba'ya balistik füzeler yerleştirmesi ve John F. Kennedy'nin Küba'yı deniz ablukasına almasıyla dünya bir nükleer savaşın eşiğine geldi.Bunalım ancak ABD'nin Küba'da hükûmeti devirmek için artık girişimde bulunmayacağına söz vermesi ve SSCB'nin Türkiye'deki Amerikan füze rampalarının kaldırılması karşılığında nükleer silahlarını Küba'dan geri çekmeyi kabul etmesiyle atlatılabildi. Bununla birlikte Merkezi Haber alma Örgütü (CIA) Castro'ya yönelik suikast plânları hazırlamayı sürdürdü.
Kruşçev'in Küba Bunalımı sırasında ödün verdiğini öne süren Castro, 1968'e değin bağımsız sosyalist bir politika izledi. Güney ve Orta Amerika ile Afrika'daki devrimleri destekleyici bir tutum aldı. Aynı dönemde Bağlantısızlar Hareketi'nin önderlerinden biri durumuna geldi. 1968'den sonra SSCB ile ilişkilerin düzelmesi doğrultusunda başlayan askeri ve ekonomik yakınlaşma süreci içinde, SSCB'te dönük bir dış politika izledi.1975'te Angola'daki iç savaş sırasında Angola Halk Kurtuluş Cephesi'ni (MPLA) desteklemek amacıyla Kübalı askerler gönderdi. Bunu Etiyopya ve başka ülkelere gönderilen gönderilen Kübalı askerler izledi. 1980'lerde Küba'nın yurt dışındaki asker sayısı 40 bine ulaştı.
1961'de Küba Sosyalist Halk Partisi ile birleşme sonucu ortaya çıkan Birleşmiş Sosyalist Devrim Partisi'nin (1965'ten sonra Küba Komünist Partisi) genel sekreterliğini üstlenen Castro, ülke içinde çok yönlü ve kapsamlı politikalar uygulamaya başladı. Okuma yazma seferberliği sonunda okuryazarlık oranı yüzde 90'ın üzerine çıktı. Yeni okullar açılarak eğitim olanakları yaygınlaştırıldı. Zenginlik kaynaklarının, ulusal gelirin ve sağlık hizmetlerinin dağılımında köklü değişiklikler gerçekleştirildi. İşsizlik büyük ölçüde ortadan kaldırılırken, herkese çalışma yükümlülüğü getirildi. Bütün bunlara karşın tek ürüne dayalı (şeker) Küba ekonomisini dönüştürme yönündeki çabalar başarılı sonuçlar vermediğinden, 1970'lerin ortasından başlayarak önemli sıkıntılar yaşanmaya başladı.Bu nedenle SSCB'nin mali desteği büyük önem kazandı.
Küba'da 1959'dan sonra ilk kez yerel seçimlerin yapıldığı ve devlet yapısında yeni düzenlemelerin geliştirildiği 1976'da Devlet Konseyi ve Bakanlar Kurulu başkanlığını üstlenen Castro, güçlü ve merkezi bürokrasiye dayanarak toplumsal ve ekonomik yaşamdaki yönlendirici rolünü sürdürdü. Devlet ve parti organlarında eski mücadele arkadaşlarına ağırlık verdi. Silahlı kuvvetlerden sorumlu devlet bakanı olan kardeşi Raul Castro giderek ikinci adam konumu kazandı. SSCB ve Doğu Avrupa'nın sosyalist ülkelerinde 1980'lerin sonlarında ortaya çıkan demokratikleşme ve piyasa ekonomisine yönelme süreci karşısında Küba yönetimi sosyalizmin Marksist-Leninist yorumuna bağlılığını sürdürdü. 1989'da Fidel Castro'nun yakın çevresindeki ordu komutanlarının karıştığı yolsuzlukların ortaya çıkarılması yönetimi ciddi biçimde sarstı. Öte yandan SSCB'yle ticaret hacminin gitgide küçülmesi ve Sovyet yardımlarının ortadan kalkması kısa sürede Küba ekonomisi üzerindeki etkilerini göstermeye başladı.
Enerjik, karizmatik ve siyasi sezgileri güçlü bir önder ve parlak bir hatip yeteneği olan Castro, üzgün bir siyasi düşünür olmaktan çok gelişen olaylara göre davranmasını bilen aktif bir eylem adamıdır. Başardığı işlerle halk içinde önemli bir destek kazanmakla birlikte, çoğu sonradan ABD'ye sığınan geniş bir muhalif kitlesinin doğmasına da yol açmıştır. Bu kitleler için Kimseyi zorla ülkemizde yaşamaya mahkum edemeyiz. Eğer insanların özgürlüğün kıymetini anlamak için esareti yaşayıp tecrübe etme ihtiyacı varsa, Bu durumu olgunlukla karşılayacağız! demesi, dünya kamuoyunda ve kendi ülkesindeki karizmasını kuvvetlendirmiş, zorlayıcı ve baskıcı bir liderden daha ziyade özgürlükçü bir insan olduğu imajını yaratmıştır. birçok sanatçı ve bilim adamını yargılamaksızın kabul etmiş ve desteklemiştir. Ernest Hemingway, U2 müzik gurubunun solisti Bono, gibi modern özgürlükçü birçok sanatçıyı Dost edinmiş ve sade bir yaşantı biçimini benimsemiştir. Halkıyla kendi arasındaki duvarları kaldırmıştır. ABD kökenli tarihçiler tarafından yaptıkları çarpıtılmış ve Amerikan medyası tarafından kötü gösterilmeye çalışılması, dünya kamuoyunda daha çok meşhur olmasına neden olmuştur. Amerikan medya çevresince kötü gösterilmesine karşın verdiği cevap çok açıktır: Eğer tarih böyle yazıldıysa yapacak birşeyim yok! Benim için önemli olan halkın desteği ve güvenidir! Birçok kişi benim özgüvenimin kaynağını merak etmektedir. Kaynak çok açıktır: HALK! ! demiştir. Bu söylem ile gerçekler ne kadar çarpıtılırsa çarpıtılsın, insanların gerçeği göreceği mesajını vermiştir. Gerçeği çarptıranların korkularından dolayı gerçekleri çarpıttığı gerçeğini görmüş ve bunu birçok söyleminde ifade etmiştir.
Eğitimini hukuk alanında yapmıştır. 1952'de Batista'ya karşı giriştiği mücadele sonucunda hapsedilmiştir (1953-1955) ve ardından da sürgüne gönderilmiştir. 1956'da Küba'ya dönerek 26 Temmuz Hareketi'ni başlatmıştır ve 2 Ocak 1959'da iktidarı ele geçirmiştir.
Fidel Castro 31 Temmuz 2006 tarihinde sağlık problemleri nedeniyle yetkilerini geçici olarak başkan yardımcısı ve kardeşi Raúl Castro'ya devretti.[1]
19 Şubat 2008'de bir açıklama yaparak, 1959 yılından beri yürütmekte olduğu Küba Devlet Başkanlığı görevini bıraktığını açıklamıştır.
Fidel Castro, orta halli İspanyol göçmeni bir toprak sahibi olan Angel Castro y Argiz’in, aşçısı Lina Ruz’dan doğan evlilik dışı beş çocuğundan ikincisidir. Çocukluğu yoksul bir yöre olan Mayari’de geçmiştir.Oriente ilinin merkezi Santiago’daki Katolik okullarında ve Havana’daki Cizvit lisesi Belen İlahiyat Okulu’nda öğrenim gördü.
1950′ de Havana Üniversitesi’nden hukuk doktoru olarak mezun oldu.Öğrenciyken, 1947′ de Dominik Cumhuriyeti’ne karşı başarısızlıkla sonuçlanan bir devrimci harekete ve 1948′ de Bogota’daki kent ayaklanmalarına katıldı.1947′ de Küba Halk Partisi’ne girdi. 1950-52 arasında avukatlık yaptıktan sonra Temsilciler Meclisi seçimleri için Küba Halk Partisi’nden adaylığını koydu.Ama 10 Mart 1952′ de iktidardaki Carlos Prio Socarras hükümetini deviren Küba’nın eski başkanlarından General Fulgencio Batista seçimleri iptal etti. 1953 başlarında Batista diktatörlüğünü yıkmak amacıyla küçük bir grup oluşturan Castro, 26 Temmuz’da Santiago’daki Moncada Kışlasına 125 arkadaşıyla birlikte bir baskın düzenledi.Ama başarısızlığa uğrayarak tutuklandı.16 Ekim 1953′ te Santiago’daki Küba Yüksek Mahkemesi’nde yapılan yargılamada Tarih beni aklayacaktır (La Historia Me Absolvera) cümlesiyle biten ünlü savunmasını yaptı.Mahkeme sonunda 16 yıla mahkum oldu.
Juventud Adasında 21 ay hapis yattıktan sonra, Batista’nın emriyle cezasının geriye kalan bölümü bağışlandı. 1955′ te Küba’dan ayrılarak Meksika’ya geçti ve 26 Temmuz Hareketi adlı yeni bir örgüt kurdu.İspanya İç Savaşı’na katılmış olan Kübalı Alberto Bayo’nun yönetiminde gerilla savaşı eğitimi gören örgüt üyeleri 2 Aralık 1956′ da Granma yatıyla Küba’ya dönerek Oriente’de karaya çıktı.Burada hükümet kuvvetleriyle girişilen çatışmalarda arkadaşlarının çoğunu yitiren Castro, aralarında kardeşi Raul Castro ve Ernesto Che Guevara’nın da bulunduğu 12 arkadaşıyla birlikte Oriente’nin güneybatısındaki Maestra Dağlarına çekildi.
Bu dağlarda iki yıl boyunca Batista’nın kuvvetlerine karşı başarılı bir gerilla savaşı yürüttü.Giderek siyasi desteğini yitiren ve bir dizi askeri yenilgiye uğrayan Batista, 31 Aralık 1958′ de Dominik Cumhuriyeti’ne kaçtı.Castro 1959′ un ilk günlerinde Havana’ya girdi.Hukukçu Dr. Manuel Urrutia Leo devlet başkanlığına, Castro da başbakanlığa getirildi.
Castro hükümeti ilk olarak fiyatları ve kiralarıdüşürdü.Ardından köklü bir toprak reformu başlattı; 40 hektarı geçen toprak bedelleri 20 yılda ödenmek üzere kamulaştırıldı ve halk çiftlikleri olarak işletilmeye başlandı.Önceleri Castro’ya karşı çıkmakla beraber 1959′ a doğru gerilla hareketini desteklemeye başlayan Küba Sosyalist Halk Partisi (PSP) Castro ile ilişkilerini geliştirerek etkili bir konum kaxandı.
Bu durumdan tedirgin olan Urrutia’nın toprak reformunun ertelenmesi yönündeki baskıları üzerine, Castro istifa etti.Ama halkın yoğun tepkisi karşısında Urrutia görevinden çekilmek zorunda kaldı.Yerine Osvaldo Doticos getirilirken Castro yeniden başbakan oldu. Bu sırada toprakların kamulaştırılmasından zarar gören ABD şirketlerinin baskısıyla ABD hükümeti Küba’ya karşı ekonomik ambargo uygulamaya başladı.
Ekonomisi tek ürüne dayalı bir ülke olan Küba, öteden beri ABD’ye sattığı şekeri SSCB’ye satmaya başladı.ABD şirketlerinin elindeki rafineriler, şeker karşılığında SSCB’den alınan ham petrolü işlemeyi reddedince, Castro bu rafinerileri devletleştirdi.Bu gelişme ABD ile Küba’nın arasını daha da açtı.Devrimden sonra ABD’ye kaçan ve John F. Kennedy yönetiminden silah ve mali destek sağlayan Kübalıların Nisan 1961′ de giriştiği Domuzlar Körfezi Çıkartması başarısızlıkla sonuçlandı.Castro çıkarmanın ardından yayımladığı Havana Bildirisi ile ilk kez, Küba’nın sosyalist politikalar izleyeceğini dünyaya duyurdu. 1962′ de SSCB’nin Küba’ya balistik füzeler yerleştirmesi ve John F. Kennedy’nin Küba’yı deniz ablukasına almasıyla dünya bir nükleer savaşın eşiğine geldi.Bunalım ancak ABD’nin Küba’da hükümeti devirmek için artık girişimde bulunmayacağına söz vermesi ve SSCB’nin Türkiye’deki Amerikan füze rampalarının kaldırılması karşılığında nükleer silahlarını Küba’dan geri çekmeyi kabul etmesiyle atlatılabildi.Bununla birlikte Merkezi Haberalma Örgütü (CIA) Castro’yu öldürmeye yönelik suikast planları düzenlemeyi sürdürdü.
Eğitimini hukuk alanında yapmıştır. Mayari‘de doğmuştur. 1952′ de Batista’ya karşı giriştiği mücadele sonucunda hapsedilmiştir (1953-1955) ve ardından da sürgüne gönderilmiştir. 1956′ da Küba’ya dönerek 26 Temmuz Hareketi’ni başlatmıştır ve 2 Ocak 1959′ da iktidarı ele geçirmiştir. Fidel Castro 31 Temmuz 2006 tarihinde sağlık problemleri nedeniyle yetkilerini geçici olarak Başkan yardımcısı ve kardeşi Raúl Castro’ya devretmiştir.
istifa etmesine üzüldüm ama kardeşinin seçimleri kazanacağına da inanıyorum........ o bir efsane...................
Fidel Alejandro Castro Ruz (d. 13 Ağustos 1926, Mayari) , Küba Devrimi'nin önderlerinden olan, Kübalı Marksist devrimci. Devrim sonrası, Küba devlet başkanı.
Orta halli İspanya göçmeni bir toprak sahibi olan Angel Castro y Argiz'in, aşçısı Lina Ruz'dan doğan evlilik dışı beş çocuğundan ikincisidir. Çocukluğu yoksul bir yöre olan Mayari'de geçmiştir. Oriente ilinin merkezi Santiago'daki Katolik okullarında ve Havana'daki Cizvit lisesi Belen İlahiyat Okulu'nda öğrenim gördü. 1950'de Havana Üniversitesi'nden hukuk doktoru olarak mezun oldu.
Öğrenciyken, 1947'de Dominik Cumhuriyeti'ne karşı başarısızlıkla sonuçlanan bir devrimci harekete ve 1948'de Bogota'daki kent ayaklanmalarına katıldı.1947'de Küba Halk Partisi'ne girdi.1950-52 arasında avukatlık yaptıktan sonra Temsilciler Meclisi seçimleri için Küba Halk Partisi'nden adaylığını koydu. Ama 10 Mart 1952'de iktidardaki Carlos Prio Socarras hükümetini deviren Küba'nın eski başkanlarından General Fulgencio Batista seçimleri iptal etti.
1953 başlarında Batista diktatörlüğünü yıkmak amacıyla küçük bir grup oluşturan Kastro, 26 Temmuz'da Santiago'daki Moncada Kışlasına 125 arkadaşıyla birlikte bir baskın düzenledi.Ama başarısızlığa uğrayarak tutuklandı.16 Ekim 1953'te Santiago'daki Küba Yüksek Mahkemesi'nde yapılan yargılamada Tarih beni aklayacaktır (La Historia Me Absolvera) cümlesiyle biten ünlü savunmasını yaptı.Mahkeme sonunda 16 yıla mahkum oldu.Juventud Adasında 21 ay hapis yattıktan sonra, Batista'nın emriyle cezasının geriye kalan bölümü bağışlandı.
1955'te Küba'dan ayrılarak Meksika'ya geçti ve 26 Temmuz Hareketi adlı yeni bir örgüt kurdu.İspanya İç Savaşı'na katılmış olan Kübalı Alberto Bayo'nun yönetiminde gerilla savaşı eğitimi gören örgüt üyeleri 2 Aralık 1956'da Granma yatıyla Küba'ya dönerek Oriente'de karaya çıktı.Burada hükümet kuvvetleriyle girişilen çatışmalarda arkadaşlarının çoğunu yitiren Castro, aralarında kardeşi Raul Castro ve Ernesto Che Guevara'nın da bulunduğu 12 arkadaşıyla birlikte Oriente'nin güneybatısındaki Maestra Dağlarına çekildi.Bu dağlarda iki yıl boyunca Batista'nın kuvvetlerine karşı başarılı bir gerilla savaşı yürüttü.Giderek siyasi desteğini yitiren ve bir dizi askeri yenilgiye uğrayan Batista, 31 Aralık 1958'de Dominik Cumhuriyeti'ne kaçtı.Castro 1959'un ilk günlerinde Havana'ya girdi.Hukukçu Dr. Manuel Urrutia Leo devlet başkanlığına, Castro da başbakanlığa getirildi.
Fidel Kastro (1978) Castro hükümeti ilk olarak fiyatları ve kiralarıdüşürdü.Ardından köklü bir toprak reformu başlattı; 40 hektarı geçen toprak bedelleri 20 yılda ödenmek üzere kamulaştırıldı ve halk çiftlikleri olarak işletilmeye başlandı.Önceleri Castro'ya karşı çıkmakla beraber 1959'a doğru gerilla hareketini desteklemeye başlayan Küba Sosyalist Halk Partisi (PSP) Castro ile ilişkilerini geliştirerek etkili bir konum kazandı.Bu durumdan tedirgin olan Urrutia'nın toprak reformunun ertelenmesi yönündeki baskıları üzerine, Castro istifa etti.Ama halkın yoğun tepkisi karşısında Urrutia görevinden çekilmek zorunda kaldı.Yerine Osvaldo Doticos getirilirken Castro yeniden başbakan oldu.
Bu sırada toprakların kamulaştırılmasından zarar gören ABD şirketlerinin baskısıyla ABD hükümeti Küba'ya karşı ekonomik ambargo uygulamaya başladı.Ekonomisi tek ürüne dayalı bir ülke olan Küba, öteden beri ABD'ye sattığı şekeri SSCB'ye satmaya başladı.ABD şirketlerinin elindeki rafineriler, şeker karşılığında SSCB'den alınan ham petrolü işlemeyi reddedince, Castro bu rafinerileri devletleştirdi.Bu gelişme ABD ile Küba'nın arasını daha da açtı.Devrimden sonra ABD'ye kaçan ve John F. Kennedy yönetiminden silah ve mali destek sağlayan Kübalıların Nisan 1961'de giriştiği Domuzlar Körfezi Çıkartması başarısızlıkla sonuçlandı.Castro çıkarmanın ardından yayımladığı Havana Bildirisi ile ilk kez, Küba'nın sosyalist politikalar izleyeceğini dünyaya duyurdu.1962'de SSCB'nin Küba'ya balistik füzeler yerleştirmesi ve John F. Kennedy'nin Küba'yı deniz ablukasına almasıyla dünya bir nükleer savaşın eşiğine geldi.Bunalım ancak ABD'nin Küba'da hükümeti devirmek için artık girişimde bulunmayacağına söz vermesi ve SSCB'nin Türkiye'deki Amerikan füze rampalarının kaldırılması karşılığında nükleer silahlarını Küba'dan geri çekmeyi kabul etmesiyle atlatılabildi.Bununla birlikte Merkezi Haberalma Örgütü (CIA) Castro'yu öldürmeye yönelik suikast planları düzenlemeyi sürdürdü.
Eğitimini hukuk alanında yapmıştır. 1952'de Batista'ya karşı giriştiği mücadele sonucunda hapsedilmiştir (1953-1955) ve ardından da sürgüne gönderilmiştir. 1956'da Küba'ya dönerek 26 Temmuz Hareketi'ni başlatmıştır ve 2 Ocak 1959'da iktidarı ele geçirmiştir.
Fidel Kastro 31 Temmuz 2006 tarihinde sağlık problemleri nedeniyle yetkilerini geçici olarak Başkan yardımcısı ve kardeşi Raúl Kastro'ya devretmiştir.[1] Tüm yetkilerini geri alarak Nisan 2007'de görevinin başına dönmüştür.
1959 da batistayı devirip kübada devrim yapan adam. ernesto che gueveranın silah arkadaşıdır ama aralarındaki problemi cümle alem bilir. Bir dedikoduya göre che Bolivyaya castrodan kaçmak için gitmiştir. Dünyayı nükleer savaşın eşiğine getirmiştir Allah'tan Brejnev son anda kıvırdı. Son dönemde sağlığı iyi değil 3 yıl önce dünyanın en iyi fahişelerinin kübada olduğunu söyleyip turistleri davet etmişti.
ülkesini 40 yıl ABD ye karşı korudu gerçekten saygı duyulacak biri Gerçek sosyalist Türklüğe uyarladığımızda bana Ulu Hakan 2.Abdülhamid hanı hatırlatıyor.
Dünya yaşlı liderler tarafından yönetiliyor. Belli bir yaşa gelmeyenlerin fikir ve eylemlerine nedense itibar edilmiyor. Yaşlılık yönetimde artı değer olarak görülüyor. Bugün dünyayı yöneten liderlere bakınca çoğunun elli yaşın üzerinde olduğu görülüyor. Yaşlı liderler tarafından yönetilen ülkelerden birisi de Küba'dır.
Küba enteresan bir ülke olarak biliniyor. Kurucuları arasında ünlü devrimci Che Guevara da var. Başkenti Havana olan Küba purolarıyla meşhurdur. Kendi yağıyla kavrulan ülkelerden biridir. Küba'da Amerikan doları döviz olarak kabul edilmiyor. Küba, IMF'e borcu olmayan nadir ülkelerden biridir. Eğitim ilkokuldan üniversiteye kadar her yerde ücretsizdir. Küba, ABD'nin de içinde bulunduğu pek çok sömürgeci devlete karşı direnişiyle tanınmıştır.
Yakın zaman tarihçilerinin belirttiğine göre Küba Devrimi'nin Fidel'le başlayan süreci 1953 Moncado Kışlası baskınıyla başlar. Bu baskınla ilk silahlı mücadeleye başlayan Castro, önce hapsedilir. Sonra Meksika'ya sürülür. 2 Aralık 1956'da Fidel ve Che'nin de aralarında bulunduğu 82 devrimcinin Küba'nın doğu sahillerine çıkmasıyla başlayan mücadelenin ikinci dönemi 1959 Ocak başlarında zafere ulaşır.
Küba halkının yarım asırdan beri sahip çıktığı bir devrimin, halka ilişkin yarattığı değerlere baktığımızda yarım asırdan beri abluka altında yaşayan bir toplumun devrimine, haysiyetine her şeye rağmen neden sarılmakta olduğunu anlıyoruz. ABD'nin bütün çabalarına ve 70 milyar dolarlık bir maliyet yaratan ablukaya rağmen, Küba halkı kendi imkânlarıyla, hayatını ve devrimini korumaya devam ediyor.
Küba, devrimden önce zenginler için kumarhane, eğlence ve fuhuş merkezi olan bir ülkeyken, bugün ise insanî değerlerin, kolektif yaşamın, enternasyonalist dayanışmanın ve toplum merkezli yaşamın sosyal değerlerinin her gün çoğalarak ve kıtaya enerji yayarak yoluna devam ettiği bir ülkedir. Fakat dünyanın bir kısım ülkeleri Küba'nın bu durumunun farkında bile değildir. Dünyanın jandarmalığına soyunan ABD, bugün bile bu ülkeyi sürekli olarak tahrik ve taciz etmektedir. Devrimin sağladığı başarılardan bazılarına baktığımızda Küba'nın nereden nereye geldiğini görmekteyiz. Bu ülkeyle ilgili verilere göre Küba'da devrimden sonra hayat adeta yeniden düzenlenmiş, eski kalıntılar silinmiştir:
Devrimden sonra 60 yeni üniversite, on binlerce spor kompleksi, kültür merkezi ve enstitüler açılmıştır. ABD'de binde 12, Türkiye'de binde seksen olan çocuk ölüm oranlarını binde 6'ya kadar düşürmüş bir ülkedir Küba… Koruyucu hekimlik dalında çok ileri bir noktada olan Küba'da, ortalama yaşam süresi erkeklerde 75'e, kadınlarda 77'ye kadar yükselmiştir. Küba'da okuma yazma oranı yüzde yüzdür, eğitim dokuzuncu sınıfa kadar zorunludur. Oy verme yaşı 16, sendikalaşma oranı yüzde 95'tir. Küba'da yaşayan herkes sağlık ve eğitim hizmetlerinden ücretsiz yararlanır.
Küba'da her aileye, büyüklüğüne göre konut tahsis ediliyor. Küba, Latin Amerika ve üçüncü Dünya ülkelerine binlerce doktor gönderen ve bu ülkelerden 17 bin tıp öğrencisine ülkesinde ücretsiz eğitim veren tek ülkedir. İşsizliğin olmadığı Küba'da, her 100-120 aileye bir doktor düşüyor. Ülke kalkınması için ve çalışanların nelerle karşılaştığını yakından görmek için bütün yöneticiler yılda bir ay tarlalarda ya da üretimde çalışıyor. Nüfusu 11 milyon olan Küba'nın (yüzde 66'sı beyaz, yüzde 12'si zenci, yüzde 20 kadarı melez) tüm vatandaşları ırk ayrımı olmaksızın Halk Parlamentosunda eşit temsil ediliyor. Her ailenin gıda karnesi ve sağlıklı beslenme hakkı anayasal güvence altındadır. Küba lideri Castro ülkedeki genelevleri kapatarak çocuklar için iyileştirme merkezleri açmıştır.
Adı ne olursa olsun Fidel Castro, Küba'da köklü ve temelli bir sistem kurmuştur. Amerika kıtasının yanı başında emperyalizme kafa tutan bu lideri alkışlamamak mümkün değildir. Dimdik ayakta duran Küba ve onun bilge lideri Castro koskoca Amerika'ya karşı örnek bir mücadele göstermektedir. Küba'nın dış borcunun olmaması bu mücadelenin kolaylaşmasına zemin hazırlamıştır. Çünkü borç alan akıl da alır bir gün... Borçluluk esarete giden yolun ilk basamağıdır. Türkiye Batı'ya ve IMF'ye borçlu olmasaydı elbette bu kadar zelil olmazdı.
Sosyalizmi benimseyen bir insan değilim. Fakat Küba'daki sistem, adı ne olursa olsun, halkı refaha ve sosyal dayanışmaya götürmüştür. Elindeki imkânları halkın refahı için kullanan Castro, silahlanmaya ve orduya aşırı yatırımlar yapmamıştır. Bugünkü sosyalistlerin yaptıklarının veya yapmak istediklerinin Fidel Castro'nun icraatlarıyla alakası yoktur. Bilindiği gibi daha düne kadar sosyalizm Rusya'da da uygulandı. Fakat bu ülkeyi felâkete sürükledi. Onun için Castro'nun başarılarını ve dik duruşunu örnek göstererek sosyalizme paye biçenler baştan yanılıyordur.
Fidel Castro şimdi bir hayli yaşlandı. Artık devleti idare edecek durumda değil. Küba Devlet Başkanı Fidel Castro, sağlık sorunları nedeniyle yetkilerini kardeşi Raul Castro'ya devretti. Fidel'in başkanlık yetkilerini geçici olarak aynı zamanda Savunma Bakanı olan kardeşi Raul Castro'ya devretmesine gerekçe olarak, Fidel Castro'nun, mide bağırsak kanaması nedeniyle ameliyat olması gösterildi. 80 yaşına basan Castro, 1959'dan bu yana yönetimi elinde bulunduruyor.
Küba lideri Fidel Castro'yu öldürmek için ABD Gizli Servisi CIA'le Castro muhaliflerinin elli yıldan bu yana 638 suikast planı yaptığı ortaya çıktı. Fakat öldürmeyen Allah öldürmüyor işte... Benim bildiğim Castro iyileşir ve tekrar yetkilerini geri alıp başkanlığa kaldığı yerden devam eder. Sömürgeci ve yayılmacı ABD'ye Castro gibi muhalifler gerekir. Bu cephenin boş bırakılması Amerika'nın işini kolaylaştırır. Castro'nun emperyalizme karşı mücadelesini destekliyor, dönüşünü bekliyoruz.
yahu bazen aklıma gelirde koskoca amerika kıtasının dibinde devrim onuru ile yıllardır mücadele eden ermperyalizme teslim olmayan bir yiğit kahraman.zamanımızda azıtan emperyalizm çagında ne mutlu ki yaşayan CASTRO LARIMIZ VAR..ne mutlu ona ne mutlu küba halkının onurlu mücadelesine..usa'ya karşı binlerce küba binlerce COMANDANTE.... fidel yoldaşlarına sevgilerle.....
Latin Amerika usulü soft bir sosyalizm kuran kÜba lideri.....diger sosyalist liderler gibi parayı silahlara ve orduya yatırmamış, saglık hizmetlerinin gelismesine yatırmış, bunun sayesinde de latin amerika'daki en gelişmiş hastanelerin küba'da olmasını sağlamıştır. sağlık hizmetleri herkese eşit şartlarda ve ücretsiz sunulmaktadır. Ayrıca bir babalık yaparak Çernobil faciasinin kurbanlarını Küba'ya getirip adam gibi tedavi görmelerini sağlamıştır.
dünyanın en çok devlet adamı eskiten efsaneleşmiş,idol haline gelmiş devlet başkanı..rauf denktaş devlet adamı eskitmede castrodan sonra ikinci gelir...
Küba lideri Fidel Castro, ABD'nin kendisini devirmeyi amaçlayan yeni yaptırımlarının amacına ulaşamayacağını belirterek, 'Küba'ya saldırırsan savaş çıkar' dedi.
Castro, ABD Başkanı George Bush'u, 'Küba'ya kitlesel göçe ve büyük savaşa yol açacak askeri saldırı düzenlememesi' konusunda uyardı.
ABD'nin uyguladığı yaptırımların sıkılaştırılmasına karşı Küba'da düzenlenen protesto gösterileri öncesinde konuşan Castro, Bush'a 'gelişmiş tekniklerle saldırılar ya da zayiat verdirme savaşı gibi çılgınca maceralara girişmemesi' uyarısında bulundu. Küba lideri, aksi takdirde durumun kontrolünü kaybedebileceğini söyledi.
Bush'a 'hem Küba halkı, hem de Amerikan halkı için istenmeyen şeyler olabileceği' uyarısında da bulunan Castro, 'Önüne geçemeyeceğimiz kitlesel göçe ve genç Amerikan askerleri ile Küba halkının savaşmasına neden olabilirsin. Bu çok üzücü olur. O savaşı da asla kazanamazsın. Burada bölünmüş bir halk bulamayacaksın' diye konuştu. (21 haziran 2004)
TAM ANLAMIYLA BİR LİDER O:SOSYALİZMİ SON GÜCÜNE KADAR SAVUNACAK OLAN İYİ BİR LİDER.MASA BAŞI LİDERLERİNDEN DEĞİL YANİ EN ÖN SAFTA YER ALAN LİDERLERDEN.
Küba Cumhuriyeti Devlet Başkanı Başkumandan FİDEL CASTRO RUZ'un 1 Mayıs 2004 tarihinde Devrim Meydanı'nda gerçekleştirilen işçi bayramı kutlamalarında yaptığı konuşma Havana, 1 MAYIS 2004
'Görünüşe bakılırsa bu kalabalık yeni bir rekor kırmış durumda (Alkışlar ve bağırışlar) . Çok sevgili misafirler, sevgili yoldaşlar, Bu, Devrim'in zaferinden bu yana kutladığımız 45. İşçi Bayramı. Hem ülkemizde, hem de ülkemizin dışında önemli olaylar olup bitiyor.
Devrim, zafer dolu yoluna her zamankinden daha güçlü ve başarılı bir şekilde devam ediyor. Bunun en son kanıtı 15 ve 22 Nisan tarihlerinde Cenova'da gerçekleştirilen ve devrimimizin diplomasi tarihine geçecek olan toplantılardır. Bu toplantılar, dünyanın efendilerinin dünyaya dayattıkları kokuşmuş siyasi ve ekonomik baskı sistemini korumak amacıyla kullandıkları ikiyüzlülük, sürekli aldatmaca ve sinizmin hakkından gelen ezici darbelerle doludur.
Ülkemiz yine sanık sandalyesine oturtuldu. Yani ABD yönetimi ve Avrupa Birliği'ni oluşturan ülkeler, Küba'nın en doğu bölgesinde zorla işgal edilmiş olan -bizzat bu durumun kendisi ülkemizin egemenlik haklarının ve uluslararası hukukun ihlalidir- ve üzerinde Guantánamo deniz üssünün yer aldığı 117.6 kilometre karelik alanda halihazırda işlenmekte olan dünyanın en dehşetli insan hakları ihlallerini unutma hatasına düştü.
Bu üssün kullanlması öncesinde bize hiçbir şey danışılmadı. Bize sadece ABD hükümetinin tutukluları bu üsse nakletme kararını bildirmekle yetindiler.
11 Ocak 2002'de Küba hükümeti ülkemizin bu konudaki tutumunu açık seçik ortaya koyan bir bildiri yayınladı.
New York'taki İkiz Kuleler'e yönelik olarak işlenen korkunç suçun gezegenimizdeki tüm bilinçli insanlar tarafından elbirliğiyle kınandığını tüm dünya bilmektedir.
Fakat dünyanın en güçlü ulusunun hükümeti, dünyanın insan haklarının temel ilkeleri saydığı tüm normları bir kenara iterek, aralarında ABD'nin müttefiklerinin de bulunduğu pekçok ülkeden yüzlerce yurttaşın kilit altında tutulduğu bu korkunç hapishaneyi yarattı. Bu tutuklular orada kimlikleri açıklanmadan, yargılanmaksızın, yasal bir savunma yapamadan, bedensel olarak tehdit altında, hiçbir ceza hukukuna tabi tutulmaksızın ve belirsiz bir süreliğine tecrit edilmiş bir şekilde tutulmaktadırlar. ABD, uygarlığa yaptıkları bu son derece garip katkı için kendi topraklarını kullanabilirdi ama o bunu başka bir ülkeye, her yıl Cenova'da insan hakları ihlalleri konusunda suçladığı Küba'ya ait olan ve yasadışı bir şekilde, zorla işgal altında tuttuğu bir toprak parçasında yapıyor. Buna rağmen İnsan Hakları Komisyonu'nda takdire değer şeyler de yaşandı.
Bugünkü dünya koşullarında vahşi imparatorluktan, onun tehditlerinden, her türlü baskı ve misillemelerinden, özellikle de en korunmasız Üçüncü Dünya ülkelerine dönük olanlarından yaygın bir şekilde korku duyulmaktadır. Cenova'da Amerika Birleşik Devletleri tarafından hazırlanan ve dayatılan bir karar tasarısına karşı ret oyu kullanmak, özellikle de bu tasarı onun küstahça kibrine ve buyurganlığına yaklaşık 50 yıldır meydan okuyan Küba'yı hedef alıyorsa neredeyse intihar anlamına gelir. En güçlü ve en bağımsız ülkeler bile kararlarının siyasi ve ekonomik sonuçlarını hesaba katmak zorunda hissederler kendilerini.
Tüm bunlara karşın birkaç gün önce Cenova'da Küba ve -bazıları ilkesel nedenlerle hareket eden, bazılarıysa şaşırtıcı bir cesaret gösteren -20 ülke, ABD'nin sunduğu karar tasarısına karşı çıktı ve 10 ülke ise çekimser oy kullanarak itibarırıı ve kendisine olan saygısını korudu. Komisyon'un 53 üyesinden yalnızca 22 tanesi -bunların arasında ABD de yer alıyor- bu rezilliğe iştirak etti. ABD'nin karar tasarısına destek veren ülkelerden yedi tanesi Latin Amerika ülkesidir. Bu Latin Amerika ülkelerinin dördü çok büyük bir yoksulluk çekmektedir ve ABD'ye ileri derecede bağımlıdır. Bu ülkelerin hükümetleri tam anlamıyla onursuzluğa mahkum hükümetlerdir. Hiçkimse bunları bağımsız devletler olarak nitelendiremez. Bu ülkeler, bağımsızlıklarının tamamıyla yapay olduğunu şimdiye kadar defalarca gösterdiler.
ABD'ye destek vererek Küba aleyhine oy kullanan beşinci Latin Amerika ülkesi olan Peru, emperyalizmin ve onun neo-liberal küreselleşme sürecinin Latin Amerika'daki pek çok ülkeyi mahkum ettiği köleliğin ve bağımlılığın düzeyini göstermek açısından iyi bir örnektir. Emperyalizm empoze ettiği politikalarla bu ülkeleri göz açıp kapayıncaya kadar siyasi iflasa sürüklemiştir. Peru'nun devlet başkanına olan halk desteği birkaç ay içinde yüzde 8'e düşmüştür. Ülkeyi etkisi altına alan devasa boyutlardaki ekonomik ve toplumsal sorunları böylesine düşük bir destekle çözüme ulaştırmak kesinlikle imkansızdır. Aslında Peru devlet başkanı hiçbir şeyi yönetmemektedir, yönetemez de. Ama başka ülkelerde olduğu gibi toplumsal bir patlama yaşanana kadar ulusötesi şirketler ve oligarşiler onu korurlar.
Konuşmamın bu noktasında Venezuela'lı kardeşimizi hatırlayarak şunu haykırmak istiyorum: Çok Yaşa Venezuela! (Alkışlar ve 'Çok Yaşa Venezuela' bağırışları) Çok Yaşa Bolivarcı Devrim Süreci! (Alkışlar ve 'Çok Yaşa Bolivarcı Devrim Süreci' bağırışları) Çok Yaşa Chavez, Bolivar'ın halkının cesur, zeki lideri çok yaşa! (Alkışlar ve 'Çok Yaşasın' bağırışları) . Ve de Şili ve Meksika hükümetleri var.
İlkini yargılayacak değilim. Şili devlet başkanının Cenova'daki davranışının savaşarak can veren ve şimdi bu kıtanın tarihinde büyük bir onur ve ihtişamla yer tutan Salvador Allende tarafından; Küba'nın kınanması için bu karar tasarısını hazırlayıp teklif edenlerin düzenlediği tertipler sonucunda kaybolan, işkence gören ve öldürülen -Küba'da bu türden ya da bunlara benzer tek bir olay bile yaşanmamıştır- milyonlarca Şili yurttaşı tarafından; gerçek anlamda insancıl bir toplumun yaratılması idealini ve amacını paylaşanlar tarafından yargılanmasını tercih ederim.
Meksika'nın, hakiki ve son derece etkili bir devrime dayanan güvenilir uluslararası politikası sayesinde tüm Latin Amerika'nın ve dünyanın gözünde sahip olduğu büyük prestijin ve etkinin küle dönüşmesini izlemek gerçekten de çok acı verici.
Latin Amerika'nın Meksika'yla dayanışması ve ona destek olması büyük önem taşımaktadır. Aynı şekilde Meksika'nın Latin Amerika'yla dayanışması ve destek vermesi de son derece kritiktir. Meksika topraklarının yarısından fazlası kuzeydeki komşusu tarafından ele geçirilmiştir ve kalanı da büyük tehdit altındadır. Artık ABD-Meksika sınırını Martí'nin sözünü ettiği Rio Bravo oluşturmamaktadır. ABD, Meksika'nın çok daha içlerine doğru ilerlemiştir. Bu sınır artık her yıl 500 Meksikalının hayatını kaybettiği bir ölüm hattıdır. Ve bunun tek nedeni o vahşi, acımasız ilkedir: Sermaye ve mallar için serbest geçiş; insanlar için zulüm, dışlanma ve ölüm. Ve yine de milyonlarca Meksikalı bu riski göze almaktadır. Bugün bu ülkenin Meksikalı göçmen işçiler tarafından yollanan paralar sayesinde elde ettiği gelir, petrol fiyatlarındaki yüksekliğe karşın petrol ihracatından elde ettiği gelirden fazladır.
Böylesine insafsız ve haksız bir durum Cenova'da Küba karşıtı karar tasarılarına destek vermekle, Küba'yı insan hakları ihlaliyle suçlamakla gerçekten çözülecek mi?
Meksika açısından en kötü ve en aşağılayıcı durum, 15 ve 22 Nisan tarihlerinde Cenova'da kullandığı oyun Washington'da belirlendiği haberinin gelmesiyle ortaya çıktı.
Avrupa Birliği her zaman olduğu gibi, Washington'la ittifak halindeki ve ona tâbi bir mafya çetesi misali blok halinde oy kullandı.
Küba Devrimi'ni hedef alan bu kirli ve ahlaksız oyunlar sosyalist bloğun çözülüşüne dek hiçbir başarıya ulaşamamıştı. Ancak çözülüşün ardından tüketim toplumunun kredi ve malları için ölüp ölüp dirilen dönekler de oylarını Avrupa Topluluğu mafyasının oylarına eklediler. Böylece İnsan Hakları Komisyonu'ndaki doğumu tamamlamış oldular: Doğum forsepsle gerçekleşmişti. İmparatorluğun, onun müttefiklerinin, destekçilerinin ve vasallarının, Komisyon üyelerinin yüzde 60'ının karşı ya da çekimser oy kullanmasını engellemek için oynadıkları iğrenç komediye karşı Küba'nın bir an bile pes etmeden sürdürdüğü zorlu mücadelede karar forsepsle çıkarılmış oldu. Bir keresinde gardlarını düşürmüşlerdi ve bunun sonucunda oylamayı kaybettiler. O zamandan bu yana çabalarını kat kat artırdılar. Her biri ABD'nin kontrolü altında olan uluslararası örgütlerin verdiği kredilere, paraya ve kaynaklara tam bağımlı olan ülkeler üzerinde uygulanan baskı ve tehditler artırıldı.
Bu zorlu koşullarda herşeyi riske atarak Yanki'nin karar tasarılarına karşı oy kullanan ülkeler için gelecekte bir anıt dikilmelidir (Alkışlar) . Bu mücadelenin hikayesi tarihe geçmelidir. Gördüğünüz gibi Komisyon'un 53 üyesinin yaklaşık yüzde 60'ı bu yıl bizi desteklemiştir. İmparatorluk elde ettiği boş Pirus zaferini başarıymış gibi sunmakta ve Küba'yı mahkum etmektedir. Oysa ki sarfetmesi gereken efor ve ödemesi gereken siyasi maliyet her sene daha da artmaktadır.
Aramızda kalsın, şunu söyleyebilirim ki, bugün dünyada olanları, -Avrupa toplumunu ya da Avrupa'nın bazı bölgelerindeki en kusursuz, en kutsal toplumlar da dahil olmak üzere hiçbir toplumu dışarıda bırakmadan- tüm toplumlarda olan bitenleri iyice bir gözden geçirecek olursak, insan hakları konusunda hiçbirinin sicilinin Küba devriminin sicili kadar temiz olmadığını görürüz (Alkış) .
Toplumun bir kısmını bir kuru ekmeğe muhtaç hale getirirken diğer yarısını bolluk içinde yaşatan bir sistem, ahlaki bakış açısından bakıldığında insani bir toplum olarak adlandırılamaz.
Egemen süpergüç tarafından yürütülen ve dünyayı sömürürken imparatorluğa eşlik eden müttefikleri tarafından desteklenen bu kampanyalar hile ve yalandan, dünyaya dayatılan ekonomik sistem ortadan kaldırılmadan üstesinden gelinemeyecek olan devasa eşitsizlikleri meşrulaştırma ihtiyacından kaynaklanan yüzsüz politik oyunlardan başka birşey değiller. Bizler gerçek insan haklarını iyi biliriz.
Yanıbaşımızdaki gibi zengin bir toplum 44 milyon yurttaşı tıbbi bakım hakkından yoksunken, milyonlarcası gettolarda ve sayısız dilencisi köprü altlarında yaşarken; insan haklarından bahsetmeye nasıl cüret eder anlayamıyorum. Öyle bir toplum ki milyonlarca kişi ya okuma yazma bilmiyor ya da yarım biliyor, milyonlarca ve milyonlarca kişi işsiz ve hapishaneler toplumun en yoksul, en mahrum kesimlerinin çocuklarıyla dolu.
Diğer yandan, hiçkimse başka ülkelere -hangi ülke olursa olsun- yağdırılan acımasız bombaları ya da imparatorluğun patronunun ölecek masum insanlardan haberi yokmuş gibi kendini '60 ya da daha fazla ülkeye önleyici saldırı başlatma' hakkına sahip ilan ederken nasıl olup da insan haklarından bahsedebildiğini açıklayamaz.
Küba'ya duyulan nefret, küçük bir ülkenin gezegenimizi yağmalayan bu güce ve onun müttefiklerine gösterdiği umulmadık dirençten kaynaklanmaktadır. Küba'nın varlığı ulusların savaşabileceklerinin, sağlam durabileceklerinin ve kazanabileceklerinin bir kanıtıdır. Küba'nın varlığı yeryüzünde yaşanmış gelmiş geçmiş en çirkin sömürü sistemini dayatanlar için küçük düşürücüdür.
Bunu açıklamanın pekçok yolu var. Burada Venezuela'lı kardeşimiz genellikle hakkında pek konuşmadığımız bir şeyi hatırlattı bize: Halkımızın diğer ülkelerle yaptığı tıbbi işbirliğini. Devrim olmadan bunların hiçbiri mümkün olamazdı. Herkesin gayet iyi bildiği gibi Devrim zafer kazandığında halkımızın yüzde 30'u okuma yazma bilmiyordu ve yüzde 60'ı yarı okur yazardı. O dönemde en az altıncı sınıfa kadar okumamış kişilere yarı okur yazar deniyordu -şimdi bize göre en az dokuzuncu sınıfa kadar eğitim almayanlar bu statüde.
Küba'nın eğitim meselesinde dünya çapında bir numara olduğu gerçeğini; Kübalı çocukların bilgi testlerinde ilk sıralarda, gelişmiş ülkelerden bile önde yer aldığını (Alkışlar): nadir istisnalar dışında asgari eğitim düzeyimizin dokuz yıl olduğunu ve dünyada başka hiçbir ülkenin nüfusunun çoğunluğu için bu asgari düzeyi sağlayamadığını gözlerden saklamak istiyorlar.
Uyguladıkları suç niteliğindeki ablukaya, ilaç, tıbbi ekipman ve teknolojiye ulaşmamızı engellemek için çıkardıkları zorluklara karşın ülkemizdeki bebek ölüm oranının Birleşik Devletler'dekinden düşük olduğunu biliyorlar (Alkış) . Belki de bu oranı binde 6'nın altına, belki de hiç de uzak olmayan bir gelecekte binde 5'in de altına düşüreceğimizden haberleri yoktur. Eminiz -bu konuda daha önce hiç konuşmamıştım- beş ya da altı yıllık bir süre içinde ülkemizdeki yaşam beklentisi 80 yılın üzerine çıkacak (Alkı) ve ülkemiz dünyadaki en ileri sağlık bakım hizmetlerinin merkezi haline gelecek.
Üçüncü Dünya'da her yıl -aslında kurtarılabilecekken- ölen milyonlarca çocuk hesaba katıldığında -pek çok ülkede rakamlar her 1000 doğumda 150 ölüme kadar çıkmaktadır ve nüfusun çoğunluğunun bu oranda bebek ölümüyle karşılaştığı ülkeler Cenova'da Küba'ya karşı oy kullananlarla aynı ülkelerdir- her yıl bu dünyada bir soykırım yaşandığı; her yıl bu gezegende Birinci Dünya Savaşı'nda ölenlerden daha fazla ve neredeyse İkinci Dünya Savaşı'ndaki kadar çocuk ve yetişkinin kurtarılabilecekken öldüğü fark edilecektir. Bunlar kurtarılabilecek durumda olan fakat kaynak yetersizliği nedeniyle yaşayamayan insanlardır.
Bu sistemin gelmiş geçmiş en canavarca, en acımasız sistem olduğunu göstermek için hazır tuttuğumuz argüman cephaneliğimiz muazzam zenginliktedir. Amerika Birleşik Devletleri'nin ve Avrupa'lı müttefiklerinin dünyada her yıl işledikleri soykırımın ispatı için basit matematiksel hesaplamaların kullanılması yeterli olacaktır.
Gerçeğin bu olduğunu biliyorlar, buna karşı çıkmaya cesaret edemiyorlar; azgelişmişliği onlar yarattılar ve geri kalmışlığı sömürgecilik yoluyla, doğal kaynakları yağmalayarak ve hatta milyonlarca ve milyonlarca insanı köleleştirerek süreklileştirdiler ve tüm bunların sonucunda dünyamızda korkunç bir yoksulluğun ve hala çözülmeyi bekleyen çok ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden oldular. Bu sorunları burada saymaya kalkışmayacağım ama bunların türümüzün varlığını bile tehdit altına sokan neredeyse çözümsüz sorunlar olduğunu belirtmeliyim.
Bu miting gibi etkinliklerin fazla uzamaması gerektiğini hesaba katarak ve buraya gelmek ve saatlerce burada kalmak için gösterdiğiniz çabayı dikkate alarak konuşmamı yalnızca birkaç gerçeğin altını çizmekle sınırlayacağım. Şöyle söyleyeyim: Zamanında feodalizme karşı oldukça ilerici bir rol oynayan ve daha sonra ulusları yağmalayan, gezegendeki doğal kaynakları boşa harcayan ve harap eden bir emperyalist sisteme dönüşen kapitalist sistem, dürüst, samimi ve objektif bir insan hakları bakış açısından bakıldığında en anlaşılmaz ve en uzlaşılamaz sistemdir.
Orada, Cenova'da dünya ekonomisinin sahibi çeteler toplanmaktadır. Onlara kaç Üçüncü Dünya ülkesiyle işbirliği yaptıklarını, Güney Afrika'daki apartheid rejimine karşı ne yaptıklarını, Üçüncü Dünya'ya kaç öğretmen, kaç doktor yolladıklarını sormak lazım. Daha önce de söylediğim gibi bu konuları gündeme getirmekten hoşlanmıyorum ama bugün bu İşçi Bayramı'nda bunu yapacağım, çünkü burada bir süre önce Cenova'da neler yaşandığını konuşup anlamaya çalışıyoruz.
Bu baylardan her birine, Üçüncü Dünya ülkelerinde çalışan kaç doktorları olduğunu sormak gerekiyor. Bazı yardımlarda bulunan Sınır Tanımayan Doktorlar gibi bazı örgütler ve bazı vakıflar var. Ama o baylara şunu söylüyorum: Eminim ABD ve Avrupa'nın toplamda Küba'nınki kadar çok doktoru bulunmuyordur Haiti'de. Bu doktorlar son derece zor koşullar altında 7 milyondan fazla insana sağlık hizmeti sunuyorlar (Alkış) .
Onlara tek tek sorulabilir, çünkü adalet ve dayanışma temelinde değil bencillik temelinde kurulmuş olan o toplumlar başka insanlar için herhangi bir özveride bulunmaktan acizdir.
Bir ülkeden, Haiti'den bahsettim. Bu ülkeye sürekli müdahale ediyorlar, onu sürekli işgal ediyorlar ama oraya asla ve asla tek bir doktor bile yollamadılar. Onlara Küba'nın şu anda Afrika ve Latin Amerika'da bir dizi tıbbi bakım programı geliştirmekte olduğunu ve en az 17,000 Kübalı doktor, diş hekimi ve sağlık uzmanının başka ülkelerde hizmet vermekte olduğunu, her yıl binlerce hayat kurtardıklarını ve on milyonlarcasına sağlıklarını geri kazandırdıklarını ya da sağlık güvencesi sağladıklarını söylesem acaba nasıl tepki verirler? (Alkış) Ve kimse doktorsuz kaldığımızı düşünmesin, çünkü bu faaliyetlere paralel olarak ülkemizdeki sağlık hizmetlerinde de gerçek bir devrim yaşanmaktadır.
Geçenlerde Sáez'le polikliniklerdeki genel tadilatlar ve bu sayede sunulabilecek yeni sağlık hizmetleri hakkında konuşuyorduk. Öylesine sıkı çalışıyorlar ki bu yılın sonuna dek Havana'daki 82 tane ayakta tedavi hizmeti sunan kliniğin tadilatı ve bazı yeni kurulan kliniklerin inşaatı tamamlanmış olacak. Bu klinikler daha önce sunulmayan hizmetleri sunacaklar (Alkış) . Ve bu sadece küçük bir ayrıntı, çünkü sadece Havana'da değil ülkenin her yerinde başka pek çok program daha devam ediyor.
Gidip hastanelerdeki akrabalarını ziyaret etmek zorunda olan ve bunu yaparken toplu taşımanın zorluklarına katlanan halkımızın bu koşuşturmadan ne çok tasarruf edebileceklerini hesapladık. Devam etmekte olan sağlık programları sayesinde daha önce sadece hastanelerde sunulan hizmetlerin büyük bir bölümü ayakta tedavi hizmeti sunan kliniklerde de verilebilecek.
Kuşkusuz, kesinlikle kuşkusuz, ülkemiz dünyadaki en iyi tıbbi bakım hizmetlerine sahip olacak. Eğer birkaç yıl önce on binlerce genel tıp uzmanından bahsediyorduysak, Tıbbi Bilimlerde on binlerce PhD sahibinden bahsettiğimiz gün de yakın demektir. Bu amaçla ve buna ek olarak eğitim, kültür, spor alanlarında ve başka alanlarda da programlar yürütüyoruz. Tüm bu programlar ülkemizdeki kalkınma sürecinin başladığı ve ekonomimizin şeker kamışı ve benzeri ürünleri üretmeye hasredildiği dönemdekine -çünkü cahil ve aç bir halkın hayatta kalmak için yapabileceği tek şey buydu- göre çok daha sağlam bir ekonomik temele dayanacaklardır.
Bizi insan haklarını ihlal etmekle suçlayan eşkiyaların, Küba'nın tek bir kişinin bile kaybolmadığı dünyadaki tek ülke olduğunu -halkımızın ne büyük başarılar elde ettiğine bakın-, 45 yıllık Devrim boyunca tek bir kişinin bile işkence görmediğini söylemeye cesaretleri yoktur (Alkış) .
Bizler, tek bir hükümlünün bile vurulmadığı ya da bilgi almak için dövülmediği Sierra Maestra'da verdiğimiz savaşım kadar temiz bir Devrim gerçekleştirdik. Burası ölüm mangalarının hiçbir zaman varolmadığı, yargısız infazın gerçekleşmediği yegane Latin Amerika ülkesidir ve bu 45 senedir böyledir. Eğer imparatorluğun ve onun destekçilerinin engerek dilleri bizi itham edecek tek bir vaka bulabilirse, yalnızca tek bir vaka bulabilirse, onlara Küba Cumhuriyeti'ni hediye olarak sunmaya hazırız (Alkış) .
Gerçek budur; abartmıyorum, bilakis. Bu 45 sene boyunca ne yaptığımızı, savaşı kazanmamızı ve 45 senedir savunduğumuz bir devrimi hayata geçirmemizi sağlayan ilkelerimiz sayesinde koruduğumuz tereddütsüz çizgiyi biliyoruz biz. Bugün halkımız, onun bilinci, kültürü, düşünceleri ne durumda, ne düzeyde birlik sağlayabildi? Bizim halkımızdan daha yüksek bir kültür düzeyine, daha yüksek bir siyasi bilince sahip bir halk bulunmamaktadır. Ve bu sadece başlangıçtır (Alkış) .
Bu sabah güneşin doğuşunu beklerken televizyonda gördüm bunu, çok açıktı. Pek çok insanla röportajlar yapılıyordu ve insanların neler dediğini duymalıydınız. Yeni bir dünyayı görebiliyordum. Her yerden, ülkenin her yerinden öğrenciler vardı: Üniversite öğrencileri; Enformasyon Teknolojileri Üniversitesi'nden öğrenciler; sanat öğretmenliği okulundan öğrenciler; sosyal hizmet çalışanları okulundan öğrenciler; öğretmenler ve hemşireler için düzenlenen hızlı eğitim kurslarından öğrenciler; Latin Amerika'dan ve dünyanın başka yerlerinden binlerce -'yabancı genç' demeyeceğim- genç kardeşimizle paylaştığımız okullardan öğrenciler (Alkış) .
Sadece binlerce doktorumuz Latin Amerika'ya dünyanın başka yerlerine gitmekle kalmıyor, biz de oralardan binlerce genci Küba'da tıp okumaları için davet ediyoruz ve insan bununla gurur duymadan edemiyor.
Bizler aslında bilgiyi paylaşmak için çok daha etkili yollar geliştiriyoruz ve kimbilir dünyanın geri kalanının bu verimliliğe ve bu yöntemlere ulaşabilmesi ve daha da önemlisi, bunları uygulamaya geçirebilmesi ne kadar zaman alacak...
Bununla birlikte, oldukça gelişkin eğitim programları uygulamakta ve uygulayacak olan Venezuela'nın, Latin Amerika'nın bağımsızlık mücadelesinin beşiği olan o kahraman ve yiğit halkını Küba'nın bugün erişmiş olduğu düzeylere kısa zamanda taşıyacağından en ufak bir kuşkum yok.
Cenova'da oynadıkları küçük oyunun siyasi maliyetinin giderek daha da arttığını, bu yıl yürüttükleri faaliyetlerin 'geri teptiğini' söylüyordum.
Küba bu sene bir Komisyon temsilcisinin olan biteni görmesi amacıyla Guantánamo deniz üssüne yollanmasını teklif ettiğinde ikiyüzlü sürüsünde, özellikle de Avrupa Topluluğu'ndan olanlarda panik yayıldı. Moralleri çöktü. Bazı Avrupa hükümetleri gerçekten utandılar ve ilkelere göre hareket etmek konusundaki başarısızlıklarını ve ikiyüzlülüklerini itiraf etmek ya da imkansızı yapmak -imparatorluğa karşı çıkmak- zorundaydılar. Bu ikinci seçenek, yüzyıllar boyunca sömürgesi durumunda kalanları hedef tahtasına yerleştiren, bu sömürgelerde on milyonlarca yerliyi ortadan kaldıran ve buralara yük katırlarından daha az özgürlüğe sahip kölelere dönüştürdükleri sayısız Afrikalı insanı getiren yüce insan hakları savunucuları için çok fazlaydı.
Onların Üçüncü Dünya'da yaşayan milyonlarca insana; ulusal kaynakları ve merkez bankalarındaki tüm döviz rezervleri yağmalanan, eşitsiz ticaret anlaşmalarının kurbanı olan milyonlarca insana layık gördükleri muamele budur. Bu sayede elde edilen ganimet çoğunlukla ABD ya da Avrupa bankalarına yatırılır ve imparatorluğun ve onun müttefiklerinin yaptığı finansal yatırımlarda, ticari ve mali açıkların kapatılmasında ve askeri maceralarda kullanılır.
Küba'nın Cenova'da sunduğu teklif neticesinde bizzat Bush ve onun üst düzey yardımcıları çılgınca çalışmak zorunda kaldı. Devlet başkanlarını şahsen davet ettiler. Bush'un nereden zaman bulduğunu, özellikle de uyumayı çok sevdiği hesaba katılacak olursa -öyle diyorlar- (Kahkahalar) kimse bilmiyor. Irak'la, hükümetin mali sorunlarıyla, fonları artırmayı amaçlayan resmi ziyafetlerle ve seçimle ilgili meselelerle nasıl ilgilenebildiğini kimse bilmiyor. Belki de onu Führer diye adlandırmakla haksızlık ediyoruz; belki de o bir dahidir.
Nasıl oluyor da Bush yıllık 512 milyar dolarlık mali açıktan ve yine yaklaşık bu düzeydeki bir ticaret açığından, yani toplamda bir trilyon dolarlık bir açıktan bahsedebiliyor? Çünkü bu ve başka ayrıcalıkları koruyabilmek için dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun parasını manipüle ediyor ve harcıyor.
Üçüncü Dünya merkez bankalarının tüm rezervleri denizötesi bankalarda, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri'ndeki bankalarda tutulmaktadır. Ve tüm para -hak edilmiş ya da hak edilmemiş para- sahipleri ellerindeki tüm paraları dolara çevirmekte ve ABD bankalarına ya da herhangi bir gelişmiş ülkenin bankasına yatırmaktadırlar çünkü kendi ülkelerinin zayıf para birimlerinin sürekli olarak devalüasyona uğramasından korkmaktadırlar. Uluslararası Para Fonu'nun şartlarından biri uyarınca bu Üçüncü Dünya ülkelerindeki hiçbir merkez bankası insanların paralarını dolara ya da başka konvertibl para birimlerine çevirmesine engel olamaz.
Bu para sahipleri biriktirdikleri -ya da soydukları- para için güvenlik istemektedirler. Sahip oldukları tüm parayı ülke dışına çıkarırlar; üstelik herhangi bir şey satın almak için değil, hatta israf etmek için bile değil. Dışarı çıkarırlar, hepsi bu. Avrupa ya da ABD bankalarına yatırılmış olan bu paralar işadamlarına ya da ona ihtiyacı olan herhangi birine borç olarak verilir ve ona en çok ihtiyacı olanlar arasında hükümetler de yer almaktadır. 500 milyar dolardan fazla bütçe açığını kapatmak için gerekli olan para bu bankalardan gelmektedir.
Böylece Üçüncü Dünya uluslarına dayatılan ekonomik sistem, bu ülkelerin sahip oldukları parayı daha gelişkin ülkelere transfer etmek zorunda bırakmaktadır. Bu durum gelişmiş ülkelerin kendi malları için daha fazla para talep edip başka ülkelerin malları için daha az ödeme yapmaları kadar tiksindirici bir gerçektir. Ve tüm bunların üzerinde Latin Amerika'nın 750 milyar doları aşan borcu durmaktadır. Bu borç, geri kalan Üçüncü Dünya ülkelerininkilerle birleştiğinde 2.5 trilyon doları bulmaktadır.
Bu durum halihazırda dünyayı bir felaketin eşiğine, bir çıkmaza, çözümsüz sorunlara götürmektedir. Bu nedenle insanlık, ekonomik adaletten ya da adil bir refah bölüşümünden daha fazlası için mücadele etmek zorunda kalacaktır. İnsanlık, türümüzün hayatta kalabilmesi için mücadele etmek zorunda kalacaktır. Bunu bu İşçi Bayramı'nda, bu mitingin artık sona ermesi gereken bir sırada söylüyorum (Kahkahalar) .
Bu yıl Amerika Birleşik Devletleri 512 milyar dolarlık bir bütçe açığına ve yine 500 milyar doların üzerinde ticaret açığına sahiptir ve dünyanın geri kalanı bunu dışarı kaçan ve bir daha asla geri dönmeyen paralarla ödemektedir. Onlar ise bu parayı kendilerini en gelişkin savaş makineleriyle donatmak için kullanmakta ve yeni hammaddeler için fetih savaşları açmaktadırlar.
Dünyada kurulan düzen, özellikle de İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Bretton Woods anlaşmalarıyla -muhtemelen bu ismi duymuşsunuzdur- kurulan düzen Amerika Birleşik Devletlerine çok büyük ayrıcalıklar tanıdı çünkü o dönemde bu ülke dünyadaki altın rezervinin yüzde 80'ine sahipti. Bu ülke savaşla yerle bir edilmemişti, bunun yerine büyük miktarlarda, çok büyük miktarlarda ihracat gerçekleştirmişti. Ama Avrupa yıkılmıştı, Asya da öyle. Bu sayede ABD 30 milyar dolarlık altın biriktirebildi. Dünya ticareti için gerekli olan sağlam parayı basma hakkı bu ülkeye bu nedenle verilmiştir. Yine de basılan her doların belirli bir miktar altınla desteklenmesi gerekiyordu.
Vietnam Savaşı'nda devasa miktarlarda para harcadıkları ve altın rezervlerinin üçte bir düzeyine düşürdükleri 1971 yılından sonra ünlü Bay Nixon bu para biriminin altına çevrilebilirliğini askıya aldı ve o zamandan bu yana dolaşımda olan şey yalnızca kağıttan ibarettir.
Bunu daha iyi ve daha derinlemesine açıklamak zaman alır ama bizim yuvarlak masa toplantılarımız ve iki yeni televizyon kanalımız var. Teknisyenlerimiz, öğretmenlerimiz ve profesörlerimiz gerçekten de ilginç olan bu konuları halkımıza açıklayabilir ve dünyanın aslında neyin etrafında döndüğünü anlamalarına yardımcı olabilirler.
Uluslararası durum karmaşıktır. Bu yönetimin maceracı politikaları -ah şu maceracılık! - dünyada giderek daha çözümsüz hale gelen sorunlar yaratmaktadır. Dayatılan ekonomik düzen hiç olmadığı kadar sürdürülemezdir ve bu nedenle dizginlenemez toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasına ve her an, her heryerde bir devrimin patlak vermesi olasılığına kimse şaşırmayacaktır. Halihazırda yaşananlar bunlardır.
İspanya'da etkileyici, cesaret verici bir olay yaşandı. Bu neredeyse tamamıyla İspanya halkına, özellikle de genç nesle ait olağanüstü bir başarıdır. Yaşanan trajediden yalnızca 48 saat sonra ve seçimlerin arefesinde verilen kahramanca mücadele, İspanya hükümetinin 11 Mart'ta gerçekleşen korkunç olayı kendi çıkarına ve savaş çığırtkanı ABD'nin lehine manipüle etmeyi amaçlayan kalleşçe manevralarına yıkıcı bir darbe indirmiştir.
Seçimlerle birlikte neler yaşandığını herkes biliyor. Kamuoyu yoklamalarına ve anketlere göre Bay Aznar'ın muhafazakar partisi parlamentoda mutlak çoğunluğu elde edecekti. Bunu elverişli ekonomik duruma ve en önemli medya araçları üzerindeki tekele borçluydu. Fakat, İspanya'da korkunç bir trajedi gerçekleşti; ölü ve yaralı sayısının 1000'i aştığı o terör eylemi. Sonra olayların nasıl geliştiğine şahit olduk.
Bay 'Anzar' -Bush, Aznar'a böyle hitap etmektedir, bu ismi doğru düzgün telaffuz etmeyi bir türlü öğrenemedi- (Kahkahalar) derhal haberleri manipüle etmeye ve ETA'yı suçlamaya başladı. Oysa gerçekte ETA'nın olanlarla hiçbir ilgisi yoktu.
Herkes çeşitli örgütlerin nasıl çalıştıklarını görebilir. Bu saldırının ETA'nın tarzına uymadığı son derece açıktı.
Aznar hemen bunun ETA'nın işi olduğu suçlamasıyla ortaya çıktı ve ne pahasına olursa olsun bunda ısrarcı oldu. Saldırı ayın 11'inde, Perşembe günü gerçekleşmişti. Ayın 12'sinde, akşam saat 6:00'da Küba televizyonundaki Yuvarlak Masa programında gazetecilerimiz bu son derece olumsuz ve üstünkörü manipülasyonu kınadılar. Televizyonda yayınlanan yuvarlak masa tartışmalarımız internet ve uydu üzerinden aralarında İspanya'nında bulunduğu pek çok ülkeden izlenmektedir. Gazetecilerimiz olan bitenle ilgili olarak Batı'da önemli bilgilerin elde edildiğini umduklarını belirttiler ve İspanyol meslektaşlarına ulaşabilmiş olan önemli uluslararası analizcilerin fikirlerini dile getirdiler. İspanya'da medya söz konusu bilgiler ve fikirler hakkında hiçbir şey söylemedi. Küba'nın yaptığı yayınların o destansı siyasi mücadeleyi veren genç İspanyollara herhangi bir faydası oldu mu bilmiyoruz. Seçimlerin başlamasına sadece 36 saat kalmıştı.
Ayın 13'ü olan Cumartesi günü Aznar hala ETA'ya dönük suçlamasında ısrar ediyordu. El Kaide örgütü eylemi üstlenirken Aznar'ın gözü dönmüşçesine ETA'nın suçlu olduğu tezini savunması gözlerden kaçmadı.
ETA sorumlu olsaydı bu gerçekten de Aznar'a ve ABD'ye büyük fayda sağlayacaktı çünkü Avrupa'da Irak savaşına karşı büyük bir muhalefet vardı ve İspanyol halkı Irak'taki savaşa en esaslı şekilde karşı çıkanlardandı (Alkış) . Eğer ETA Avrupa'nın orta yerinde bu eylemi gerçekleştirmiş olsaydı Bay 'Anzar'ın siyasi sermayesi artacak ve savaş taraftarı çizgisi büyük avantaj elde edecekti.
Çok daha fazla oy almayı umduğu seçimlerden 48 saat önce böyle kirli bir manevraya kalkışmasının ardında yatan neden buydu; ama İspanyol halkı bu numarayı fark etti. Cumartesi günü seçimlerin arefesinde halk, çoğunlukla da genç nesil, hükümetteki partinin binaları önünde kitlesel bir şekilde toplandı ve bu menfur kandırmacayı protesto etti, kınadı. O sırada kimse tahmin bile edemese de -ben de artık tepki vermenin imkansız olduğunu düşündüğümü itiraf ediyorum- umulmadık olan gerçekleşti ve türlü kanallardan birbiriyle haberleşen tüm bir halk düzen medyasını pek de kullanmaksızın bu kınamayı bütün ülkeye yaydı. Birbirleriyle haberleşebilmek için bütün gece boyunca her tür aracı kullandıkları söyleniyor. Ve ertesi gün her zamankinden daha fazla insan oy kullanmak için sandık başına gitti. Ve büyük haber, İspanyol halkı Santo Domingo'dan, Honduras'tan, El Salvador'dan gençleri askere alan ve hatta Sandinista ordusundan küçük bir birliği canlı siper olarak Irak'a yollayan -bunu kim akıl edebilirdi, kim akıl edebilirdi! - ve onları oralara yollamak için gerekli prosedürleri hızlandırma işini bizzat üstlenen o hilekarı sağduyulu bir şekilde cezalandırdı. Bir gün genç Latin Amerikalıların o haksız, soykırımcı savaşa canlı siper olarak yollanacağını kim düşünebilirdi!
Medyanın büyük çoğunluğu Aznar'ın ithamını desteklemiş olmasına karşın İspanya'da halkın bu hilekarı nasıl geri püskürtebildiğini ve onu nasıl yendiğini herkes gördü. Tıpkı benzer koşullarda Venezuela halkının ülkelerindeki hain oligarşiyi defalarca yenilgiye uğratması gibi...
Halklara güvenmeliyiz, çünkü halklar ne kadar çok öğrenirlerse, ne kadar çok genel kültür ve siyasi kültür edinirlerse, onlara okuma yazması olmayan cahil sürüleri gibi muamele etmek de o kadar zorlaşır.
Eğer devam etmeme izin verirseniz söyleyeceğim fazla birşey kalmadı. Ama yine de siz bilirsiniz (Alkış) .
Şu anki hükümet İspanyol askerlerinin Irak'tan geri çekilmesi sözünü tutmuştur. Bu kuşkusuz övgüye değer bir davranıştır. Fakat önceki hükümet döneminde İspanya devleti bu yarımkürenin tarihinde eşi görülmemiş bir şey yapmış ve İspanyol Lejyonu'yla birlikte Irak'a gönderilmek ve canlı siper olarak kullanılmak üzere çok sayıda Dominikli, Honduraslı, Salvadorlu ve Nikaragualı genci askere almıştır. Latin Amerika'nın eski sömürge imparatoru olarak saygı ve itibar görmek ve hatta Latin Amerika ve Karayipler'de belirli bir rol üstlenmek isteyen İspanya, önceki hükümetin icraatleri sonucunda Irak'a yollanan bu Latin Amerikalı gençlerin evlerine geri dönmeleri için mücadele etme sorumluluğu ve ahlaki göreviyle karşı karşıyadır.
Şimdi iktidarda yeni bir hükümet bulunmaktadır ama devlet önceki hükümetin yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmelidir. O askerlerin savaşta yer almalarında İspanya'nın sorumluluğu bulunmaktadır ve onların Irak'tan geri çekilmelerinin sağlanması da yine onun ahlaki görevidir.
Sömürge güçlerinin neyse o olarak kaldıklarını ve her zaman evvelki tebalarının irfan sahibi anavatanın yardımına ihtiyaç duyduğuna inanma eğiliminde olduklarını siz gayet iyi bilirsiniz. Tıpkı bize insani yardımda bulunduğunu söyleyen Avrupa'da olduğu gibi bazen yardımdan bahsederler ve bir gün bunun karşılığını almaya karar verirler.
O insanlar Guantánamo'daki korkunç hapishaneyi unutmuşlardır; Amerika Birleşik Devletleri'nin Kübalı beş kahramanı, bilgi elde ederek ülkelerini terörizme karşı savunmakta olan beş genci nasıl korkunç bir haksızlıkla, zalimane ve acımasız bir şekilde hapiste tuttuğunu hatırlamazlar; ABD hükümetlerinin Küba'ya karşı icat ettiği ve 45 senedir uyguladığı terörizmi hatırlamazlar (Bağırışlar) .
Hayatlarını kaybeden binlerce Kübalı yurttaşımızın hikayesini tekrarlamaya gerek yok; Barbados'ta neler olduğundan burada bahsetmeye gerek yok. Gerçek şu ki Avrupa Topluluğu hiçbir şeyi hatırlamamıştır. Orada Miami'de ABD hükümeti'yla yakın bağları olan gangster çetesinin desteği ve tam bir dokunulmazlık altında Küba'ya karşı serbestçe kurulan kumpasları, yapılan suikast ve terör planlarını hatırlamamıştır. Bay Bosch, Miami'de özgürlüğü'nün tadını çıkarmaktadır. O ve Posada Carriles bir Küba uçağının havada infilak etmesine yol açan planı örgütlemişlerdir. Hayır, hatırlamıyorlar, hatırlayamazlar da.
Emperyalizm, 45 sene boyunca komplolar, ülkemizi istikrarsızlığa sokmayı amaçlayan girişimler planlamıştır ve hala da planlamaktadır. İşbirlikçilerine paralar ödemekte ve bu alana daha fazla yatırım yapılmasının şart olduğunu söylemektedir. Sonra Küba yabancı bir güç için çalışan bu işbirlikçilerini cezalandırmak için gerekli önlemleri aldığında bağırıp şikayette bulunmasınlar (Alkış) .
Eğer Küba kendini savunursa, eğer kimse kendisinin cezadan muaf olduğunu düşünmesin diye işbirlikçilerini tutuklayıp cezalandırırsa, işte o zaman ülkemize karşı büyük kampanyalar başlatırlar. Onlar ülkemizin kendini korumasını engellemek istiyorlar ve bu ülke verdiği mücadelelerde her zaman gözettiği standartları ihlal etmeksizin kendini kanunlarla savunmaya devam edecektir. Ve gerekirse kanının son damlasına kadar kendini silahla koruyacaktır (Alkışlar ve bağırışlar) .
Bu yüzden herhangi bir yanılsamaya kapılmasınlar ve ağlayıp feryat ederek, bizi insan hakları ihlalcileri gibi göstererek gelmesinler.
Küba'ya yaptıklarının aynısını Venezuela'ya da yapıyorlar: Provokasyon eylemleri tertip ediyorlar, olaylar çıkartıyorlar, insanları öldürüyorlar ve sonra Venezuela hükümetini suçluyorlar. Onların durumu gerçekten ilginç. Yani Venezuela halkının henüz bizim halkımızın ulaştığı bilgi düzeyine erişmeden böyle direnebilmesi çok ilginç. Bu, halkın içgüdüsüdür ve halk kararlı olduğunda onu kandırmak zordur.
Küba'da herkes gerçeklerin gayet iyi farkındadır ama imparatorluk bu kampanyaları Küba'nın dışarıdaki ününü lekelemek için yürütmektedir. Bu yüzden uykularımız kaçıyor değil. Onların bugün ne düşündüklerinin bir önemi yok, önemli olan yarın ne düşünecekleri. Bu Devrim dünya tarihine damgasını kazınamaz bir şekilde vurmuştur (Alkışlar) . Utanacak hiç ama hiçbir şeyi yoktur çünkü ahlaki ilkeleri yıldızlar kadar yüksektir. Ortaya çıkan ve insan haklarıyla hiçbir alakası olmayan türden kişisel hatalar bir yana, devrimin pratikleri her zaman güvenilir olmuştur. Hiçbir ekonomik, siyasi, idari ya da hukuksal hatanın yapılmadığını iddia etmek naiflik olacaktır. Bununla birlikte, hiç kimse Devrimin kutsal ilkeleriyle, insanları ilgilendiren meselelerle ilgili temel konularda hata yapmaz, aldatmacaya kalkışmaz. Bu türden konularda hata yapılmasına ya da aldatmacaya izin verilmez.
Bugün, yani bu İşçi Bayramı'nda yaptığımız şey gerçekten de bunca yıllık mücadele deneyimine dayanan büyük yeni bir devrim gibi bir şey. Bu, hiçbir toplumsal ayrımcılık gözetmeksizin her bir Kübalı yurttaşımızın refahı için şimdiye kadar yaptıklarımızın ötesine geçen ve yine aynı hayranlık verici insancıl çizgiyi izleyen bir şey.
Yapılanları hepimiz biliyoruz ve siz bunun kanıtısınız, ama gerekli bilgiden, gerekli deneyimden yoksun olduğumuz için yapılabilecek daha neleri yapamadığımızı da biliyoruz. Devrimin nasıl yapılacağını, onun ne olduğunu anlatan bir kitap yok. Bu küçük ülkenin dünyanın gelmiş geçmiş en güçlü ülkesi karşısında 45 yıl boyunca nasıl direneceğini anlatan bir kitap da yok. Bizi silahlarıyla yenemediği gerçeğini anlatan bir kitap da yok. Bunun bedelini iyi biliyordu.
Halkımızı hafife aldıkları Domuzlar Körfezi saldırısı 70 saat bile sürmedi ve Füze Krizi sırasında emperyalist saldırı planları ve halkımızın kararlılığı nedeniyle dünya kendini havaya uçurmanın eşiğine geldi. Ve biz tüm bu yıllar boyunca uygulanan ablukaya ve özel döneme dayandık. Bu, asla kimsenin alt edemeyeceği, iyi hazırlanmış, eğitimli, devrimci gençlerinin taşıdığı büyük güçle birlikte son derece tecrübeli ve mücadelede pişmiş bir halktır (Alkışlar ve bağırışlar) .
Dolayısıyla yaptığımız şeyin bu ülkeyi bir kez daha dönüştüreceğini biliyoruz; ülkemiz halihazırda son derece etkileyici bir biçimde değişmektedir.
Bize siyasi ve toplumsal dersler verebileceklerini sanan eski sömürgeci güçlerden bahsetmiştim. Eğer sömürgeci güçler isterlerse onlara birkaç şey öğretebiliriz ama kimse onların bize birşey öğretecekleri fikrine kapılmak konusunda tez canlılık göstermesin.
Ünlü insani yardımı için Avrupa Ekonomik Topluluğu'na olan şükranlarımızı çoktan sunduk ve şimdi onları daha fazla yardım eli uzatmaları konsunda aceleci olmadığımıza dair uyarıyoruz.
Buna yakından bakalım: Eğer onlardan her yıl 1.5 milyar dolarlık mal satın alır ve onlara çoğunluğu hammade formunda ancak 500 milyon dolarlık mal satarsak insani yardımı veren biziz demektir. Çünkü bize sattıkları 1.5 milyar dolarlık maldan yaklaşık 500 milyon dolar net kar sağlıyor olmalılar. Sonra süslü bavullarıyla ortaya çıkıp küçük bir parça yardım öneriyorlar ve kaldıkları beş yıldızlı otellerde yolculuk ettikleri uçaklarda getirdiklerinden daha fazlasını harcıyorlar. Yani Avrupa Topluluğu'nun bu saçmalıkla bize gelme zahmetine girmesine gerek yok.
Kimse buraya gelebileceğini ve demokrasimizi nasıl geliştirmemiz gerektiği konusunda iki kuruşluk tavsiyelerde bulunabileceğini de düşünmesin. Çünkü bu ülkenin yeterinden fazla deneyimi vardır, çok mücadele etmiştir ve fedakarlıklar ve kanımız pahasına yeterince başarılı olmuştur. Hiçbir Avrupa ülkesi bize demokrasi hakkında küçük dersler verme düşüncesiyle gelmesin çünkü devasa eşitsizlikler içinde yüzen Avrupa'daki hiçbir ülke bugün Küba'nın sahip olduğu gerçek, eşitlikçi ve tam katılımcı demokrasiye sahip değildir. Küba bu demokrasiye halkın iktidarı aldığı ve zenginliğin adil bir şekilde dağıtıldığı günden bu yana sahiptir. Ve halk sadece iktidarı almakla kalmamıştır; o iktidarı NATO'suz ya da İblis'le askeri anlaşmalara girmeksizin savunan da yine aynı halktır (Alkışlar ve bağırışlar) .
Onların bizim sahip olduğumuz eşitlik, insancıllık ve istisnasız herkese gösterilen itina düzeyine sahip olup olmadıklarını anlamak için bu ülkede yapılanları teker teker tartışmak ve dünyanın en zengin ülkelerinde yapılanları tartışmak yeterli olacaktır. Sahip olduğumuz demokrasi başka hiçbir yerde bulunmamaktadır.
Ne olduğumuzdan oldukça eminiz, ne yaptığımızdan ve neye sahip olduğumuzdan. Ama öyle görünüyor ki bazı budalalar bunu hala fark etmediler ve demokrasinin nasıl kurulacağını bize öğretme bahanesiyle iç işlerimize burunlarını sokmakta ısrar ediyorlar. Her halükarda biz de böylesi cömert jestlere, onlara eşitliğin nasıl yaratılacağını, ayrıcalıkların nasıl ortadan kaldırılacağını ve devrimci bir demokrasinin nasıl kurulacağını öğreterek karşılık verebiliriz.
Bunlar hakkında böyle aklıma geldikleri için konuşuyorum çünkü yazmak için fazla zamanım olmadı.
Irak'a yollanan genç Latin Amerikalılardan ve onların ülkelerine dönmelerinin gerektiğinden bahsettim. Emperyalizm bugün canlı siperler arıyor ve orada paralı asker olarak bulunan Polonyalılar da bir gün çekilmeye karar verebilirler. Polonyalılar pek çok kez işgal edilen, pek çok kez istila edilen, defalarca bölünüp parçalanan bir ülkenin tarihine daha uygun davranmalı ve gençlerinin bir fetih savaşına paralı askerler olarak kiralanmasına artık devam etmemelidir.
Hiç şüphem yok ki bugün bu çirkin savaşa destek vermek için birliklerini yollayarak saçma sapan ve utanç verici bir şekilde hareket edenler fazla zaman geçmeden bu konuda daha ciddi ve başka şekilde düşünmeye başlayacaklar.
Ve tüm bunları söylediğime göre sanırım ABD halkıyla ilgili düşüncelerimizi söylemek de görevim.
Küba halkı dahil, dünya halkları Amerikan halkından nefret ediyor değildir. Ne de -çoğunluğu siyah, melez ya da Latin Amerikalı olan- genç Amerikalı askerlerin ölmeleri istenmektedir. Bugün gereksiz ve aptalca bir savaşın kurbanları olan bu gençlerin askerliği seçmelerinin nedeni yoksulluk ve işsizliktir.
Biz Irak'taki hiçbir hükümeti ya da mevcut hiçbir siyasi sistemi savunmuyoruz; bu tamamiyle Iraklıların karar vereceği bir şeydir. New York'ta ve Madrid'teki saldırılarda ölenlerle dayanışma hissettik ve bu tür yöntemleri kınıyoruz. Dünyanın Irak halkına beslediği büyük ve giderek artan sempatiyi yaratan şey Bağdat'ın ve diğer şehirlerin acımasızca bombalanmasıdır. Bu bombalamalar masum siviller arasına terör ve ölüm tohumları ekmekte, milyonlarca çocuğu genci, hamile kadını, anneyi ve yaşlıları tüm hayatları boyunca etkileyecek olan korkunç travmayı tamamen göz ardı etmektedir. Bunlar apaçık yalanlara dayandırılmış, hiçbir şekilde haklı çıkarılamayacak bombalamalardır. Sempati büyümektedir çünkü milyarlarca insan bunun Irak'ın kaynaklarına ve hammaddelerine sahip olmak için yürütülen bir fetih savaşı olduğunu fark etmiştir, çünkü bu savaşta hiçbir meşruiyet, hiçbir yasallık vesaire bulunmamaktadır, çünkü uluslararası hukuk ihlal edilmiştir, çünkü Birleşmiş Milletler'in yetkileri ve otoritesi göz ardı edilmiştir.
Bugün Irak halkı bağımsızlığı, hayatı, çocuklarının hayatı ve meşru hakları ve kaynakları için mücadele etmektedir.
ABD hükümeti bu yüzden, şiddet, savaş ve terör yolunu seçmekte ısrar ettiği için karmaşık bir durumla karşı karşıya kalmıştır. Bu görüşü ortaya atmaya ahlaki açıdan hakkım var çünkü bu savaş çığırtkanı politika yürürlüğe sokulmadan uzun zaman önce, 11 Eylül 2001'de yani tam da İkiz Kuleler'e düzenlenen korkunç saldırının gerçekleştiği sırada ülkemizde gerçekleştirilmekte olan ve 4,500 genç ilkokul öğretmeninin göreve başladığı yeni okul yılının açılış töreninde şunları söyledim:
'ABD Hükümetinin tepkisinin ne olacağını bilmek çok önemli. Büyük olasılıkla gelecek günler dünya için, Küba'yı kastetmiyorum, tehlikeli olacak. Küba birkaç nedenle dünyanın en barışçıl ülkesidir: politikamız, mücadele biçimimiz, öğretimiz ve de yoldaşlar, mutlak korkusuzluğumuz nedeniyle.'
[...] 'Önümüzdeki günler ABD'nin hem içinde hem de dışında gergin geçecektir. Bir dizi insan görüşlerini dillendirme hakkını kendinde bulmaya başlayacaktır.'
'Ne zaman böyle bir trajedi yaşansa, hatta bazen bunların engellenmesi bu denli zor olduğunda bile soğukkanlı olmaktan başka hiçbir yol göremiyorum. Ve özgün koşullarda düşmana birşeyler önermek mümkün olsa, yıllardır bize karşı son derece acımasız olan düşmana bir öneride bulunmama izin verilse, Amerikan halkının iyiliği için ve biraz önce dile getirdiğim iddialara dayanarak, güçlü imparatorluğun liderlerine itidali korumalarını, soğukkanlı davranmalarını, öç alma ya da nefret duygusuyla hareket etmemelerini ve oraya buraya bombalar atarak insan avına çıkmamalarını önerirdim.'
'Dünyadaki sorunların hiçbirinin, hatta terörizmin bile güç kullanarak çözülemeyeceğini ve her bir güç kullanımının, her pervasız güç kullanımının dünya sorunlarını ciddi şekilde artıracağını tekrarlamak istiyorum.'
'Çözüm ne güç kullanımında ne de savaştadır. Bunu her zaman dürüst olmuş birinin tam güvenilirliğiyle, Küba'da yaşanan mücadele yıllarına tanıklık etmiş birinin sağduyulu kanaati ve deneyimiyle söylüyorum. Böyle bir belanın çözüme ulaştırılabilmesi ancak aklın ışığında ve uluslararası kamuoyunun güçlü fikir birliğine ve desteğine dayanan zekice oluşturulmuş politikalarla mümkündür. Bu beklenmedik olay terörizme karşı uluslararası bir mücadelenin başlatılması için kullanılmalıdır diye düşünüyorum. Fakat terörizme karşı bu uluslararası mücadele orda burda terörist öldürülerek, yani onlarınkilerle aynı yöntemlerin kullanılmasıyla, masum yaşamların kurban edilmesiyle başarıya ulaşamaz. Bu herşeyden önce Devlet terörizmine ve öteki korkunç suçlara son verilerek, soykırıma son verilerek ve dürüstçe bir barış politikası güdülerek ve vazgeçilemez ahlaki ve yasal standartlara saygı gösterilerek çözülebilir. Uluslararası barışı ve işbirliğini hedefleyen bir yol seçilmedikçe dünya kurtarılamaz.'
Irak savaşı pek çok insanın hatırına Vietnam Savaşı'nı getiriyor. Benim aklıma ise Cezayir özgürlük savaşını getiriyor. Bu savaşta Fransızların kudretli askeri gücü çok farklı bir kültüre, dile ve dine sahip bir halkın direnişi karşısında tuzla buz olmuştu. Irak'ta olduğu gibi çölümsü bölgelerle dolu bu ülkede halk Fransız birliklerini ve onların o dönem için oldukça ileri olan teknolojilerini alt etmeyi başarmıştı. Fransızlar daha önce de, Bush'un seleflerinin neredeyse nükleer silah kullanma noktasına geldikleri Dien Bien Phu'da yenilgiye uğramışlardı.
Bu tür bir savaşta hegemonik durumdaki süpergücün tüm cephanesi işe yaramaz hale gelir. Bu süpergüç sahip olduğu devasa güçle bir ülkeyi işgal edebilir ama eğer o ülkenin halkı işgalcilere karşı kararlı şekilde mücadele verirse o ülkeyi yönetmesi, idare etmesi imkansızdır.
Sayın Bush'un bir gün Suriye Devlet Başkanı'na ve İran hükümetindeki yetkililere nazik mektuplar yollayacağı ve Irak sorununun çözümü için alçak gönüllü bir şekilde yardım talep edeceği daha önce hiç aklıma gelmezdi. Bu ülkelerin ikisi de şimdiye dek terörist sayılmaktaydı. Bundan da şaşırtıcı olan şey şu ki, basındaki haberlere göre iki gün önce ABD deniz birlikleri Felluce'den çekilmiş ve onların yerine Saddam Hüseyin'in ordusunda görev almış eski bir generalin yönetiminde Irak'lı askerler yerleştirilmiştir.
Şu anki ABD yönetiminin hiçbir barış çabasını ya da girişimini eleştirmem fakat ABD birliklerinin Irak'tan çekilmesi -zaten buraya asla gönderilmemeliydiler- ve Irak halkına tam bağımsızlıklarının iade edilmesi dışında herhangi bir çözüm olabileceğinden son derece kuşkuluyum. Bu çözüme, orada yaratılmış olan karmaşık durum için muhakkak bir çare bulacak olan uluslararası topluluk da destek verecektir.
Bu arada biz Kübalılar olanları izlemeye devam edeceğiz ve bizleri fiziksel olarak ortadan kaldırmayı amaçlayan politikaları savunma hakkını kendinde görenlere karşı en kararlı mücadelemizi sürdüreceğiz. En kötüsü de biraz önce bahsedilen değişikliklerin hızandırılmasından söz edenlerin, eski ölümcül fikirleri bizim için son derece tanıdık olan şahıslarla aynı kişiler olmasıdır.
Şimdi yine ekonomimizi olumsuz şekilde etkileyecek ve ülkemizi istikrarsızlaştıracak yeni önlemlerin yolda olduğu tehditlerini haykırarak gırtlaklarını yormaktadırlar. İmparatorluğun elinde mahkum tutulan ve en utanç verici ve acımasız insan hakları ihlali davasına eşsiz bir vakarla göğüs geren beş yurttaşımızı iade etselerdi çok daha iyi olurdu. Bu yurttaşlarımızın tamamiyle tecrit altında tutuldukları federal hükümet hapishanelerindeki durumları Guantánamo deniz üssünde esir tutulanlarınkinden daha iyi değildir. Fakat tüm bunlara karşın Amerika Birleşik Devletleri'ni yönetenlere daha soğukkanlı, daha duyarlı, daha aklı başında ve daha irfan sahibi olmalarını önermekten çekinmiyoruz.
Devrimi ortadan kaldırmak için çaba harcamakta ısrar edenlere, bugün bu 1 Mayıs'ta burada toplanmış olan kalabalık adına -tıpkı daha önce Girón'da ve mücadelemizin başka kritik anlarında söylediğim gibi- sadece şunu söylüyorum:
'... Bir süre önce, Haziranın başlarında, Avrupa Birliği, kendi dışişleri bakanlarının önceki tahlillerini yok kabul ederek, küçük bir grup bürokratın hazırladığı, faşist kökenli ve faşist ideoloji sahibi José María Aznar adındaki kişinin kışkırtıcılığında kötü bir kararı kabul etti. Bu kararın kabul edilmesi, hegemonik süper gücün saldırgan politikasının Küba'ya yönelik düşmanlık ve tehdidine eklenmiş korkak ve iğrenç bir eylemdir. Onlar, Küba'ya yaptıkları, 'insani yardım' adını verdikleri şeyi azaltmaya ya da gerekirse kesmeye karar verdiler. Ülkemiz ekonomisinin çok büyük zorluklar içinde bulunduğu geçen birkaç yıl içinde sağlanan bu yardım ne kadardır biliyor musunuz? 2000 yılında AB'nin insani yardım adını verdiği miktar 3,6 milyon dolardır. 2001'de 8,5 milyon ve 2002'de 0,6 milyon dolar. Bu, herkesin bildiği emperyalist saldırganlığın büyük tehdidine karşı halkımızın güvenliğini korumak amacıyla, tümüyle yasal zeminde Küba'nın kabul ettiği adil ölçülere sahipti. Görüyorsunuz, yıllık olarak ortalama 4,2 milyon dolar, ki 2002 yılında bir milyonun altına indirildi. Ülkemize 2,5 milyar dolar zarara malolan Kasım 2001 ile Ekim 2002 arasında üç büyük tayfun felaketi ve ABD'ye yönelik 11 Eylül terörist saldırısı sonrasında turizmdeki büyük düşüşle birleşti. Uluslar arası ekonomik kriz nedeniyle şeker ve nikel fiyatlarındaki düşüş ve değişik etmenlerle petrol fiyatlarındaki artışla birleştirince, 'insani yardım' adını verdikleri bu şeyin gerçekte ne anlamı var? 40 yıldır ABD hükümeti tarafından uygulanan ekonomik ambargonun vermiş olduğu 72 milyar dolar kayıp ve hasarla karşılaştırın. Bu, Küba ile iş yapan işadamlarını cezalandıran, Avrupa Birliği'nin ekonomik çıkarlarını tehdit eden Helms-Burton yasasının bir sonucudur. AB ülkeleri, Amerikanın Küba'ya uyguladığı ambargo süresince şeker sübvansiyonları nedeniyle milyarlarca dolar kaybetmişlerdir. Küba, son beş yılda AB ülkelerine mal ithalatı karşılığı olarak 7,5 milyar dolar ödemiştir, yıllık ortalama 1,5 milyar dolardır. Diğer taraftan, son beş yılda, bu ülkelerin Küba'dan yaptıkları ithalat yıllık ortalama olarak 571 milyon dolardır. Söyleyin kim kime yardım etmiş? Ayrıca bu çığırtkanlığı yapılan insani yardım, bürokratik engellerle, exchange bürolarındaki değişim oranlarıyla, üçüncü tarafların kabul ettiği projeleri ulusal parayla finanse etmek için ulusal parayla eşdeğer bir fon yaratılması gibi kabul edilemez koşullarla gelmektedir. Bu demektir ki, eğer Avrupa Komisyonu bir milyon dolar verirse, Küba 27 milyon Küba pezosu koyacak ve bu projelerin yürütülmesi Avrupa'nın NGO'larının tüm karar alıcı süreçlerde yer almasıyla mümkün olacak. Bu saçma, asla kabul edilemez koşul, pratikte üç yıllık projelere yardım akışının sağlanmasıyla paralel hale getirilmiş, sonradan da tümüyle dondurulmuştur. Ekim 2000 ile Aralık 2002 arasında Avrupa Komisyonu resmi olarak 10,6 milyon dolar tutarındaki dört projeyi (çoğunluğu yönetimsel, yasal ve ekonomik konularda teknik yardımı içermektedir) onaylamıştır ve sadece 1,9 milyon doları gıda güvenliği içindir. Bunun hiçbiri yerine getirilmemiştir, bu kurumun bürokratik mekanizmaları tarafından değişik bahanelerle engellenilmiştir. Yine de bu miktarlar tüm Avrupa Birliği raporlarında, her ne kadar ülkemize gelmiş tek bir cent bile mevcut değilse de, 'Küba için uygun görülmüştür' şeklinde yazılıdır. Unutulmamalıdır ki, bunlara ek olarak, Avrupa Komisyonu ve üye ülkelerin Küba'ya yardımla ilgili kendi raporlarının dolaylı bir maliyeti de vardır, öyle ki birinci sınıf standartlarda kendi uçak şirketlerinden alınan uçak biletleri, otel paraları, seyahat masrafları, ücretleri ödenmektedir. Doğrudan projelerin gerçekleştirilmesinde kullanılacağı varsayılan yardım paraları, hiçbir biçimde ülkeye yardım olmayan bu masraflar tarafından küçük küçük tüketilmektedir, ama yine de kamuoyuna kendi 'cömertlikleri'nin bir parçası olarak sunmaktadırlar. Onlar, bu koşullarda, küstah bir biçimde Küba'ya baskı yapmaya ve gözdağı vermeye kalkışmışlardır. Küba, ambargo altında, kuşatılmış küçük bir ülkedir, ama sadece ayakta kalmaya çalışmamıştır, aynı zamanda Avrupa koloni güçlerinin yüzyıllar boyu sömürdüğü üçüncü dünya ülkelerine yardım etmeye de çalışmıştır. 40 yıl boyunca, yüz üçüncü dünya ülkesinden, 30.000'i Afrika'dan olmak üzere, 40.000 genç insan üniversite düzeyinde mesleki ve teknik eğitim için Küba'ya gelmiştir. Onlara hiçbir maliyet çıkarılmamıştır ve ülkemiz, Avrupa Birliği ülkelerinin yaptığı gibi, bu aydınlık beyinlerin bir tekini bile çalmaya çalışmamıştır. Diğer taraftan, bu süre boyunca 52.000 Kübalı doktor ve sağlık görevlisi 93 ülkede gönüllü olarak ve ücretsiz görev yapmışlar, milyonlarca yaşam kurtarmışlardır. Bu süreç sona ermemiştir. 2002 yılında üçüncü dünyadan 16.000 genç master çalışmaları için hiçbir ücret ödemeksizin ülkemizde bulunmaktadır, bunların 8.000'i doktor olarak eğitim görmektedir. Eğer bu eğitimin ABD'deki ve Avrupa'daki parasal karşılığı hesaplanacak olursa, her yıl 450 milyon dolardan daha fazla olduğu görülecektir. Eğer en uzak köşelerde ve en zor bölgelerde görev yapan 3.700 doktorun WHO (Dünya Sağlık Örgütü) verilerine göre yıllık ödenen ücretlerini hesaplarsanız, bu miktara 200 milyon dolar daha eklemeniz gerekir. Herşey dahil, tahminen 700 milyon dolar. Bunları bu ülke yapabilmektedir, kendi mali kaynaklarını gözetmeden, ama Devrim tarafından yaratılmış olan olağanüstü insan sermayesine dayanarak yapabilmektedir. Avrupa Birliği'nin, bu ülkelere teklif ettiği o işe yaramaz ve değersiz yardımlarından dolayı utanması için bir örnektir. Küba askerleri ırkçılığa karşı savaşta kanlarını dökerken, Avrupa Birliği ülkeleri Güney Afrika ırkçıları ile her yıl milyarlarca dolarlık ticaret yapıyorlardı, Güney Afrika halkının ucuz, yarı-köle emeğiyle yüksek kârlar sağlamak için bu ülkeye yatırım yapıyorlardı. Geçen 21 Temmuzda, bir hafta önce, Avrupa Birliği, Küba'daki kendi utanç verici ortaklık konumunu gözden geçirmek için tantanalarla yaptığı toplantıda, 5 Haziranda Küba'ya karşı kabul ettiği meşhur önlemleri yeniden onayladı ve 'ortak konumun hedeflerini daha etkin biçimde izlemek için' politik diyalogu sürdürme kararı aldığını açıkladı. Küba hükümeti, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Birliği hükümetleri tarafından önerilen ve önerilebilecek olan, haysiyet duygularından yoksun her türlü yardımı ya da insani yardımı almayı reddediyor. Ülkemiz sadece tek bir yardım biçimini, bölgesel ya da yerel özerk hükümetlerden, hükümet dışı örgütlerden ve dayanışma hareketlerinden gelecek olan alçakgönüllü ve Küba'ya politik koşullar empoze etmeyen yardımları kabul edecektir. Avrupa Birliği politik diyalogu sürdürme kararı aldığı zaman kendisini gülünç duruma düşürdü. Açıktır ki, bu halk, egemenliğine ve onurunu hiç kimseyle tartışmaz. Tarihsel olarak köle tüccarı, yağmacı ve tüm halkları yokeden, bugün de adil olmayan ticaretle, doğal kaynaklarını sömürerek ve yağmalayarak, ödenemez dış borçlarla, beyin göçüyle azgelişmiş ve yoksul milyarlarca insana acı çektiren eski kolonyalist güçlerle asla. Avrupa Birliği tümüyle bağımsız bir diyalog kurma özgürlüğüne sahip değildir. Onun NATO ve ABD'ye verdiği taahhütler ve Cenevre'de alınan Küba'yı yıkmak isteyen kişilerle birlikte hareket etme kararı, yapısal değişimi gerçekleştirme gücüne sahip olmadığını gösteriyor. Eski sosyalist topluluğun ülkeleri yakın zamanda Avrupa Birliği'ne katılacaktır, ancak Avrupa ülkelerinden daha çok ABD'nin çıkarlarına bağlı olan bu ülkelerin fırsatçı yöneticileri AB içinde süper gücün truva atı görevi göreceklerdir. Onlar, Küba'ya karşı kin doludurlar. Onlar, binlerce kez daha adil ve daha insani bir toplum olan sosyalizmi, asla affedilemeyecek şekilde, kendileri terk ederek çürümüş bir sistemi benimsemişlerdir. Avrupa Birliği oluşturulduğu zaman onu alkışladık, çünkü o, güçlü bir askeri birlik ve ekonomik güç olarak akılcıl ve yararlı bir karşı denge unsuru olacaktı. Biz Euro'yu da sevinçle karşıladık, ABD dolarının mutlak gücüyle boğulan dünya ekonomisinin çıkarına olduğu için sevinçle karşıladık. Ancak, diğer taraftan, dünyanın efendileri ile uzlaşma umuduyla kibirli ve hesapçı hareket ederek Küba'ya onur kırıcı davranışta bulunduklarında, halkımızın saygısına zerre kadar layık değillerdir. Onlarla, kamusal alanda, uluslararası forumlarda ve dünyayı tehdit eden büyük sorunların konuşulduğu yerlerde hiçbir diyaloga girilmeyecektir. Biz Avrupa Birliğinin ya da Birliksizliğinin ilkelerini tartışma konusu yapmayacağız. Onlar, Küba'da, efendilere boyun eğmeyen, tehditleri kabul etmeyen, sadaka için dilenmeyen, gerçekleri söylemekten korkmayan bir ülke bulacaklardır. Birilerinin onlara bazı gerçekleri anlatması gereklidir, çünkü onların bencilliklerinin yanısıra, kendilerine yaltaklanan, Avrupa'nın eski ihtişamıyla büyülenmiş pek çok kişi vardır. İspanya'yı niçin eleştirmiyorlar? Avrupa'yı muz cumhuriyetleri düzeyine indiren onun eğitim sisteminin felaket durumunu düzeltmek için ona neden yardım etmiyorlar? İngiltere'yi, bu mağrur ulusu silip süpüren uyuşturucuyu önlemek için niçin yardım etmiyorlar? Onlar apaçık ihtiyaç duydukları halde kendilerine niçin yardımcı olmuyorlar ve durumlarını tahlil etmiyorlar? Avrupa Birliği, dünya halklarının büyük çoğunluğunun gerçek insan haklarına kavuşması için; dünyanın tüm kaynaklarını ele geçirme peşindekilerin yüzlerine karşı akıllı ve onurlu tutum almak için; ABD eğlence sektörünün uluslarüstü istilasına ve nüfuzuna karşı kendi kültürel kimliğini savunmak için; on milyonları bulan işsizlik sorununu çözmek için; kendi fiilen okur-yazar olmayanlarını eğitmek için; göçmenlere insani davranmak için; Küba'nın yaptığı gibi, kendi yurttaşlarının tümünün gerçek sosyal güvenlik ve sağlık hizmetlerini garanti altına almak için; kendi tüketici ve savurgan alışkanlıklarını ölçülü hale getirmek için; bürokratik ve demagojik yollara sapmaksızın, dünyanın yoksulluğunu, kötü sağlık koşullarını ve cehaletini birazcık olsun azaltmak için yapılanları kendi GSMH'larının %1'i ile güvenceye almak için; köleciliğin ve kolonizmin yüzyıllar boyu Afrika ve diğer bölgelerde yapmış olduğu zararları birazcık olsun tazmin etmek için; Karaiblerden Falkland adalarına kadar bugün hala varlığını sürdüren koloni bölgelerini görmezlikten gelmeyerek, bu bölgelerin bağımsızlığını kazanmaları için, koloni sömürüsünden onları korumak ve tarihsel zararlarını gidermelerine yardımcı olacak ekonomik yardımı yapmak için daha çok çalışmalı ve daha az konuşmalıdır. Bu liste sonsuza kadar uzayıp gidiyor. Eklemeliyim ki, insan haklarını savunan gerçek politika, içi boş sözcüklerle değil fiilen işe girişerek yapılır. GAL tarafından öldürülen Basklı olayını gerçekten soruşturarak; bilimadamı Dr. David Kelly'nin nasıl öldürüldüğünü ya da intihara zorlandığını dünyaya anlatarak; Latin-Amerika ülkelerini ilgilendiren NATO'nun yeni stratejik konseptine ilişkin Rio de Janeiro'da onlara sorduğum soruları yanıtlayarak; tüm tarihin en büyük askeri gücü tarafından ilan edilmiş olan dünyanın herhangi bir ülkesine karşı önleyici vuruş (preemtive strikes) doktrinine kesin olarak ve cesaretle karşı çıkarak yürütülür. Küba üzerindeki uydurma ve zorlama yaptırımlar sadece haksız değil, aynı zamanda gülünçtür. Yine de teşekkür ediyoruz, onların sayesinde büyük bir insan sermayesi yarattık. Küba'nın yaşayabilmek, gelişmek ve başarmak için, ki onlar asla başaramayacaktır, Avrupa Birliği'nin yardımlarına ihtiyacı yoktur. Avrupa Birliği kibirini ve mantıksızlığını gidermelidir. Onyıllardır bizim halkımız Avrupa Birliği'nin dayatmalarından daha büyüklerini dayatan güçlerle çarpışmıştır; heryerde büyük dinçlikte yeni güçler ortaya çıkıyor. Kendilerini geliştirme ve zenginleştirme uğruna başkalarını yokeden ve yoksulluğa mahkum eden mekanizmanın çarkları altındaki halklar gardiyanlardan, müdahalecilerden ve yağmacılardan usanmıştır, Bugün bu halkların bazıları dizginlenemez bir güçle ilerliyorlar, ve diğerleri onlara katılacaktır. Onlar arasında büyük bir uyanış var. Gelecek bu halkların olacaktır. Bu 50 yıllık direniş ve mücadele sürecinde bunlardan çok daha büyük zorluklarla yüzyüze geldik. Avrupa Birliği ülkelerinden hiçbir biçimde yardım almaksızın sosyal ve insani kazanımlar sağladık. Onlara çağrı yapıyorum, kendi hataları üzerine düşünüp taşınsınlar ve öfkeli çıkışlardan ya da Avrupa narsis taşkınlıklarından uzak dursunlar. Ne Avrupa, ne ABD insanlığın geleceği üzerine son sözü söyleyemeyeceklerdir. Bugün elli yıl önce başlattığımız mücadele ve girişim için yargılandığım olağanüstü mahkemede söylediğim benzer şeyleri yineleyeceğim, ama bu sefer bunları söyleyen ben olmayacağım; tarihsel ve büyük bir devrimi gerçekleştirmiş olan ve başarıyla savunan halk tarafından söylenecektir: Beni mahkum edebilirsiniz. Bu sorun değildir. Halklar son sözü söyleyecektir! 50 yıl boyunca bu mücadelede düşenler sonsuza kadar yaşayacaktır. Yaşasın rüyalarını gerçeğe dönüştüren halk! Venceremos!
FİDEL CASTRO-Küba devlet başkanı. Santiago de Cuba - 26 Temmuz 2003
30 mılyon ınsanı özgürlük adı altında ölduren adam.FİDEL CASTRO denen kısıyı bukadar aratırmaya bence gerek yoktur
dünyanın en büyük sosyalist liderlerinden baş kaldırışın simge isimlerinden birisidir. şuanki sağlık durumu nasıl acaba tam bilmiyorum?
Devrim hareketine 82 kişiyle başladım. Eğer bunu tekrar yapmak zorunda kalsaydım yanıma 10 ya da 15 sadık insan alırdım. Eğer sadıksanız ve hareket planınız varsa ne kadar küçük olduğunuzun hiç bir önemi yoktur.
(fidel castro)
Fidel Alejandro Castro Ruz (d. 13 Ağustos 1926, Mayari, Küba) , Küba Devrimi'nin önderlerinden olan, Kübalı Marksist devrimci. Devrim sonrası, Küba devlet başkanı.
Orta hâlli İspanyol göçmeni bir toprak sahibi olan Angel Castro'nun beş çocuğundan ikincisidir. Çocukluğu yoksul bir yöre olan Mayari'de geçmiştir. Oriente ilinin merkezi Santiago'daki Katolik okullarında ve Havana'daki Cizvit lisesi Belen İlahiyat Okulu'nda öğrenim gördü. 1950'de Havana Üniversitesi'nden hukuk doktoru olarak mezun oldu.
Öğrenciyken, 1947'de Dominik Cumhuriyeti'ne karşı başarısızlıkla sonuçlanan bir devrimci harekete ve 1948'de Bogota'daki kent ayaklanmalarına katıldı.1947'de Küba Halk Partisi'ne girdi. 1950-52 arasında avukatlık yaptıktan sonra Temsilciler Meclisi seçimleri için Küba Halk Partisi'nden adaylığını koydu. Ama 10 Mart 1952'de iktidardaki Carlos Prio Socarras hükûmetini deviren Küba'nın eski başkanlarından General Fulgencio Batista seçimleri iptal etti.
1953 başlarında Batista diktatörlüğünü yıkmak amacıyla küçük bir grup oluşturan Castro, 26 Temmuz'da Santiago'daki Moncada Kışlasına 125 arkadaşıyla birlikte bir baskın düzenledi ama başarısızlığa uğrayarak tutuklandı. 16 Ekim 1953'te Santiago'daki Küba Yüksek Mahkemesi'nde yapılan yargılamada Sayın yargıç siz beni mahkum edin! Tarih beni haklı çıkaracaktır! (La Historia Me Absolvera) cümlesiyle biten ünlü savunmasını yaptı. Mahkeme sonunda 16 yıla mahkûm oldu. Juventud Adasında 21 ay hapis yattıktan sonra, Batista'nın emriyle cezasının geriye kalan bölümü bağışlandı.
1955'te Küba'dan ayrılarak Meksika'ya geçti ve 26 Temmuz Hareketi adlı yeni bir örgüt kurdu.İspanya İç Savaşı'na katılmış olan Kübalı Alberto Bayo'nun yönetiminde gerilla savaşı eğitimi gören örgüt üyeleri 2 Aralık 1956'da Granma yatıyla Küba'ya dönerek Oriente'de karaya çıktı. Burada hükûmet kuvvetleriyle girişilen çatışmalarda arkadaşlarının çoğunu yitiren Castro, aralarında kardeşi Raul Castro ve Ernesto Che Guevara'nın da bulunduğu 12 arkadaşıyla birlikte Oriente'nin güneybatısındaki Maestra Dağlarına çekildi. Bu dağlarda iki yıl boyunca Batista'nın kuvvetlerine karşı bir gerilla savaşı yürüttü. Giderek siyasi desteğini yitiren ve bir dizi askerî yenilgiye uğrayan Batista, 31 Aralık 1958'de Dominik Cumhuriyeti'ne kaçtı. Castro 1959'un ilk günlerinde Havana'ya girdi. Hukukçu Doktor Manuel Urrutia Leo devlet başkanlığına, Castro da başbakanlığa getirildi.
Castro hükûmeti ilk olarak fiyatları ve kiraları düşürdü. Ardından köklü bir toprak reformu başlattı, 40 hektarı geçen toprak bedelleri 20 yılda ödenmek üzere kamulaştırıldı ve halk çiftlikleri olarak işletilmeye başlandı. Önceleri Castro'ya karşı çıkmakla beraber 1959'a doğru gerilla hareketini desteklemeye başlayan Küba Sosyalist Halk Partisi (PSP) Castro ile ilişkilerini geliştirerek etkili bir konum kazandı.Bu durumdan tedirgin olan Urrutia'nın toprak reformunun ertelenmesi yönündeki baskıları üzerine, Castro istifa etti. Ama halkın yoğun tepkisi karşısında Urrutia görevinden çekilmek zorunda kaldı. Yerine Osvaldo Doticos getirilirken Castro yeniden başbakan oldu.
Fidel Castro, (15 Nisan 1959) Bu sırada toprakların kamulaştırılmasından zarar gören ABD şirketlerinin baskısıyla ABD hükûmeti Küba'ya karşı ekonomik ambargo uygulamaya başladı. Ekonomisi tek ürüne dayalı bir ülke olan Küba, öteden beri ABD'ye sattığı şekeri SSCB'ye satmaya başladı. ABD şirketlerinin elindeki rafineriler, şeker karşılığında SSCB'den alınan ham petrolü işlemeyi reddedince Castro bu rafinerileri devletleştirdi. Bu gelişme ABD ile Küba'nın arasını daha da açtı. Devrimden sonra ABD'ye kaçan ve John F. Kennedy yönetiminden silah ve mali destek sağlayan Kübalıların Nisan 1961'de giriştiği Domuzlar Körfezi Çıkartması başarısızlıkla sonuçlandı. Castro çıkarmanın ardından yayımladığı Havana Bildirisi ile ilk kez, Küba'nın sosyalist politikalar izleyeceğini dünyaya duyurdu. 1962'de SSCB'nin Küba'ya balistik füzeler yerleştirmesi ve John F. Kennedy'nin Küba'yı deniz ablukasına almasıyla dünya bir nükleer savaşın eşiğine geldi.Bunalım ancak ABD'nin Küba'da hükûmeti devirmek için artık girişimde bulunmayacağına söz vermesi ve SSCB'nin Türkiye'deki Amerikan füze rampalarının kaldırılması karşılığında nükleer silahlarını Küba'dan geri çekmeyi kabul etmesiyle atlatılabildi. Bununla birlikte Merkezi Haber alma Örgütü (CIA) Castro'ya yönelik suikast plânları hazırlamayı sürdürdü.
Kruşçev'in Küba Bunalımı sırasında ödün verdiğini öne süren Castro, 1968'e değin bağımsız sosyalist bir politika izledi. Güney ve Orta Amerika ile Afrika'daki devrimleri destekleyici bir tutum aldı. Aynı dönemde Bağlantısızlar Hareketi'nin önderlerinden biri durumuna geldi. 1968'den sonra SSCB ile ilişkilerin düzelmesi doğrultusunda başlayan askeri ve ekonomik yakınlaşma süreci içinde, SSCB'te dönük bir dış politika izledi.1975'te Angola'daki iç savaş sırasında Angola Halk Kurtuluş Cephesi'ni (MPLA) desteklemek amacıyla Kübalı askerler gönderdi. Bunu Etiyopya ve başka ülkelere gönderilen gönderilen Kübalı askerler izledi. 1980'lerde Küba'nın yurt dışındaki asker sayısı 40 bine ulaştı.
1961'de Küba Sosyalist Halk Partisi ile birleşme sonucu ortaya çıkan Birleşmiş Sosyalist Devrim Partisi'nin (1965'ten sonra Küba Komünist Partisi) genel sekreterliğini üstlenen Castro, ülke içinde çok yönlü ve kapsamlı politikalar uygulamaya başladı. Okuma yazma seferberliği sonunda okuryazarlık oranı yüzde 90'ın üzerine çıktı. Yeni okullar açılarak eğitim olanakları yaygınlaştırıldı. Zenginlik kaynaklarının, ulusal gelirin ve sağlık hizmetlerinin dağılımında köklü değişiklikler gerçekleştirildi. İşsizlik büyük ölçüde ortadan kaldırılırken, herkese çalışma yükümlülüğü getirildi. Bütün bunlara karşın tek ürüne dayalı (şeker) Küba ekonomisini dönüştürme yönündeki çabalar başarılı sonuçlar vermediğinden, 1970'lerin ortasından başlayarak önemli sıkıntılar yaşanmaya başladı.Bu nedenle SSCB'nin mali desteği büyük önem kazandı.
Küba'da 1959'dan sonra ilk kez yerel seçimlerin yapıldığı ve devlet yapısında yeni düzenlemelerin geliştirildiği 1976'da Devlet Konseyi ve Bakanlar Kurulu başkanlığını üstlenen Castro, güçlü ve merkezi bürokrasiye dayanarak toplumsal ve ekonomik yaşamdaki yönlendirici rolünü sürdürdü. Devlet ve parti organlarında eski mücadele arkadaşlarına ağırlık verdi. Silahlı kuvvetlerden sorumlu devlet bakanı olan kardeşi Raul Castro giderek ikinci adam konumu kazandı. SSCB ve Doğu Avrupa'nın sosyalist ülkelerinde 1980'lerin sonlarında ortaya çıkan demokratikleşme ve piyasa ekonomisine yönelme süreci karşısında Küba yönetimi sosyalizmin Marksist-Leninist yorumuna bağlılığını sürdürdü. 1989'da Fidel Castro'nun yakın çevresindeki ordu komutanlarının karıştığı yolsuzlukların ortaya çıkarılması yönetimi ciddi biçimde sarstı. Öte yandan SSCB'yle ticaret hacminin gitgide küçülmesi ve Sovyet yardımlarının ortadan kalkması kısa sürede Küba ekonomisi üzerindeki etkilerini göstermeye başladı.
Enerjik, karizmatik ve siyasi sezgileri güçlü bir önder ve parlak bir hatip yeteneği olan Castro, üzgün bir siyasi düşünür olmaktan çok gelişen olaylara göre davranmasını bilen aktif bir eylem adamıdır. Başardığı işlerle halk içinde önemli bir destek kazanmakla birlikte, çoğu sonradan ABD'ye sığınan geniş bir muhalif kitlesinin doğmasına da yol açmıştır. Bu kitleler için Kimseyi zorla ülkemizde yaşamaya mahkum edemeyiz. Eğer insanların özgürlüğün kıymetini anlamak için esareti yaşayıp tecrübe etme ihtiyacı varsa, Bu durumu olgunlukla karşılayacağız! demesi, dünya kamuoyunda ve kendi ülkesindeki karizmasını kuvvetlendirmiş, zorlayıcı ve baskıcı bir liderden daha ziyade özgürlükçü bir insan olduğu imajını yaratmıştır. birçok sanatçı ve bilim adamını yargılamaksızın kabul etmiş ve desteklemiştir. Ernest Hemingway, U2 müzik gurubunun solisti Bono, gibi modern özgürlükçü birçok sanatçıyı Dost edinmiş ve sade bir yaşantı biçimini benimsemiştir. Halkıyla kendi arasındaki duvarları kaldırmıştır. ABD kökenli tarihçiler tarafından yaptıkları çarpıtılmış ve Amerikan medyası tarafından kötü gösterilmeye çalışılması, dünya kamuoyunda daha çok meşhur olmasına neden olmuştur. Amerikan medya çevresince kötü gösterilmesine karşın verdiği cevap çok açıktır: Eğer tarih böyle yazıldıysa yapacak birşeyim yok! Benim için önemli olan halkın desteği ve güvenidir! Birçok kişi benim özgüvenimin kaynağını merak etmektedir. Kaynak çok açıktır: HALK! ! demiştir. Bu söylem ile gerçekler ne kadar çarpıtılırsa çarpıtılsın, insanların gerçeği göreceği mesajını vermiştir. Gerçeği çarptıranların korkularından dolayı gerçekleri çarpıttığı gerçeğini görmüş ve bunu birçok söyleminde ifade etmiştir.
Eğitimini hukuk alanında yapmıştır. 1952'de Batista'ya karşı giriştiği mücadele sonucunda hapsedilmiştir (1953-1955) ve ardından da sürgüne gönderilmiştir. 1956'da Küba'ya dönerek 26 Temmuz Hareketi'ni başlatmıştır ve 2 Ocak 1959'da iktidarı ele geçirmiştir.
Fidel Castro 31 Temmuz 2006 tarihinde sağlık problemleri nedeniyle yetkilerini geçici olarak başkan yardımcısı ve kardeşi Raúl Castro'ya devretti.[1]
19 Şubat 2008'de bir açıklama yaparak, 1959 yılından beri yürütmekte olduğu Küba Devlet Başkanlığı görevini bıraktığını açıklamıştır.
İşte Castro'nun hayatı....
Fidel Castro, orta halli İspanyol göçmeni bir toprak sahibi olan Angel Castro y Argiz’in, aşçısı Lina Ruz’dan doğan evlilik dışı beş çocuğundan ikincisidir. Çocukluğu yoksul bir yöre olan Mayari’de geçmiştir.Oriente ilinin merkezi Santiago’daki Katolik okullarında ve Havana’daki Cizvit lisesi Belen İlahiyat Okulu’nda öğrenim gördü.
1950′ de Havana Üniversitesi’nden hukuk doktoru olarak mezun oldu.Öğrenciyken, 1947′ de Dominik Cumhuriyeti’ne karşı başarısızlıkla sonuçlanan bir devrimci harekete ve 1948′ de Bogota’daki kent ayaklanmalarına katıldı.1947′ de Küba Halk Partisi’ne girdi.
1950-52 arasında avukatlık yaptıktan sonra Temsilciler Meclisi seçimleri için Küba Halk Partisi’nden adaylığını koydu.Ama 10 Mart 1952′ de iktidardaki Carlos Prio Socarras hükümetini deviren Küba’nın eski başkanlarından General Fulgencio Batista seçimleri iptal etti.
1953 başlarında Batista diktatörlüğünü yıkmak amacıyla küçük bir grup oluşturan Castro, 26 Temmuz’da Santiago’daki Moncada Kışlasına 125 arkadaşıyla birlikte bir baskın düzenledi.Ama başarısızlığa uğrayarak tutuklandı.16 Ekim 1953′ te Santiago’daki Küba Yüksek Mahkemesi’nde yapılan yargılamada Tarih beni aklayacaktır (La Historia Me Absolvera) cümlesiyle biten ünlü savunmasını yaptı.Mahkeme sonunda 16 yıla mahkum oldu.
Juventud Adasında 21 ay hapis yattıktan sonra, Batista’nın emriyle cezasının geriye kalan bölümü bağışlandı.
1955′ te Küba’dan ayrılarak Meksika’ya geçti ve 26 Temmuz Hareketi adlı yeni bir örgüt kurdu.İspanya İç Savaşı’na katılmış olan Kübalı Alberto Bayo’nun yönetiminde gerilla savaşı eğitimi gören örgüt üyeleri 2 Aralık 1956′ da Granma yatıyla Küba’ya dönerek Oriente’de karaya çıktı.Burada hükümet kuvvetleriyle girişilen çatışmalarda arkadaşlarının çoğunu yitiren Castro, aralarında kardeşi Raul Castro ve Ernesto Che Guevara’nın da bulunduğu 12 arkadaşıyla birlikte Oriente’nin güneybatısındaki Maestra Dağlarına çekildi.
Bu dağlarda iki yıl boyunca Batista’nın kuvvetlerine karşı başarılı bir gerilla savaşı yürüttü.Giderek siyasi desteğini yitiren ve bir dizi askeri yenilgiye uğrayan Batista, 31 Aralık 1958′ de Dominik Cumhuriyeti’ne kaçtı.Castro 1959′ un ilk günlerinde Havana’ya girdi.Hukukçu Dr. Manuel Urrutia Leo devlet başkanlığına, Castro da başbakanlığa getirildi.
Castro hükümeti ilk olarak fiyatları ve kiralarıdüşürdü.Ardından köklü bir toprak reformu başlattı; 40 hektarı geçen toprak bedelleri 20 yılda ödenmek üzere kamulaştırıldı ve halk çiftlikleri olarak işletilmeye başlandı.Önceleri Castro’ya karşı çıkmakla beraber 1959′ a doğru gerilla hareketini desteklemeye başlayan Küba Sosyalist Halk Partisi (PSP) Castro ile ilişkilerini geliştirerek etkili bir konum kaxandı.
Bu durumdan tedirgin olan Urrutia’nın toprak reformunun ertelenmesi yönündeki baskıları üzerine, Castro istifa etti.Ama halkın yoğun tepkisi karşısında Urrutia görevinden çekilmek zorunda kaldı.Yerine Osvaldo Doticos getirilirken Castro yeniden başbakan oldu.
Bu sırada toprakların kamulaştırılmasından zarar gören ABD şirketlerinin baskısıyla ABD hükümeti Küba’ya karşı ekonomik ambargo uygulamaya başladı.
Ekonomisi tek ürüne dayalı bir ülke olan Küba, öteden beri ABD’ye sattığı şekeri SSCB’ye satmaya başladı.ABD şirketlerinin elindeki rafineriler, şeker karşılığında SSCB’den alınan ham petrolü işlemeyi reddedince, Castro bu rafinerileri devletleştirdi.Bu gelişme ABD ile Küba’nın arasını daha da açtı.Devrimden sonra ABD’ye kaçan ve John F. Kennedy yönetiminden silah ve mali destek sağlayan Kübalıların Nisan 1961′ de giriştiği Domuzlar Körfezi Çıkartması başarısızlıkla sonuçlandı.Castro çıkarmanın ardından yayımladığı Havana Bildirisi ile ilk kez, Küba’nın sosyalist politikalar izleyeceğini dünyaya duyurdu.
1962′ de SSCB’nin Küba’ya balistik füzeler yerleştirmesi ve John F. Kennedy’nin Küba’yı deniz ablukasına almasıyla dünya bir nükleer savaşın eşiğine geldi.Bunalım ancak ABD’nin Küba’da hükümeti devirmek için artık girişimde bulunmayacağına söz vermesi ve SSCB’nin Türkiye’deki Amerikan füze rampalarının kaldırılması karşılığında nükleer silahlarını Küba’dan geri çekmeyi kabul etmesiyle atlatılabildi.Bununla birlikte Merkezi Haberalma Örgütü (CIA) Castro’yu öldürmeye yönelik suikast planları düzenlemeyi sürdürdü.
Eğitimini hukuk alanında yapmıştır.
Mayari‘de doğmuştur. 1952′ de Batista’ya karşı giriştiği mücadele sonucunda hapsedilmiştir (1953-1955) ve ardından da sürgüne gönderilmiştir. 1956′ da Küba’ya dönerek 26 Temmuz Hareketi’ni başlatmıştır ve 2 Ocak 1959′ da iktidarı ele geçirmiştir.
Fidel Castro 31 Temmuz 2006 tarihinde sağlık problemleri nedeniyle yetkilerini geçici olarak Başkan yardımcısı ve kardeşi Raúl Castro’ya devretmiştir.
istifa etmesine üzüldüm ama kardeşinin seçimleri kazanacağına da inanıyorum........
o bir efsane...................
Fidel Alejandro Castro Ruz (d. 13 Ağustos 1926, Mayari) , Küba Devrimi'nin önderlerinden olan, Kübalı Marksist devrimci. Devrim sonrası, Küba devlet başkanı.
Orta halli İspanya göçmeni bir toprak sahibi olan Angel Castro y Argiz'in, aşçısı Lina Ruz'dan doğan evlilik dışı beş çocuğundan ikincisidir. Çocukluğu yoksul bir yöre olan Mayari'de geçmiştir. Oriente ilinin merkezi Santiago'daki Katolik okullarında ve Havana'daki Cizvit lisesi Belen İlahiyat Okulu'nda öğrenim gördü. 1950'de Havana Üniversitesi'nden hukuk doktoru olarak mezun oldu.
Öğrenciyken, 1947'de Dominik Cumhuriyeti'ne karşı başarısızlıkla sonuçlanan bir devrimci harekete ve 1948'de Bogota'daki kent ayaklanmalarına katıldı.1947'de Küba Halk Partisi'ne girdi.1950-52 arasında avukatlık yaptıktan sonra Temsilciler Meclisi seçimleri için Küba Halk Partisi'nden adaylığını koydu. Ama 10 Mart 1952'de iktidardaki Carlos Prio Socarras hükümetini deviren Küba'nın eski başkanlarından General Fulgencio Batista seçimleri iptal etti.
1953 başlarında Batista diktatörlüğünü yıkmak amacıyla küçük bir grup oluşturan Kastro, 26 Temmuz'da Santiago'daki Moncada Kışlasına 125 arkadaşıyla birlikte bir baskın düzenledi.Ama başarısızlığa uğrayarak tutuklandı.16 Ekim 1953'te Santiago'daki Küba Yüksek Mahkemesi'nde yapılan yargılamada Tarih beni aklayacaktır (La Historia Me Absolvera) cümlesiyle biten ünlü savunmasını yaptı.Mahkeme sonunda 16 yıla mahkum oldu.Juventud Adasında 21 ay hapis yattıktan sonra, Batista'nın emriyle cezasının geriye kalan bölümü bağışlandı.
1955'te Küba'dan ayrılarak Meksika'ya geçti ve 26 Temmuz Hareketi adlı yeni bir örgüt kurdu.İspanya İç Savaşı'na katılmış olan Kübalı Alberto Bayo'nun yönetiminde gerilla savaşı eğitimi gören örgüt üyeleri 2 Aralık 1956'da Granma yatıyla Küba'ya dönerek Oriente'de karaya çıktı.Burada hükümet kuvvetleriyle girişilen çatışmalarda arkadaşlarının çoğunu yitiren Castro, aralarında kardeşi Raul Castro ve Ernesto Che Guevara'nın da bulunduğu 12 arkadaşıyla birlikte Oriente'nin güneybatısındaki Maestra Dağlarına çekildi.Bu dağlarda iki yıl boyunca Batista'nın kuvvetlerine karşı başarılı bir gerilla savaşı yürüttü.Giderek siyasi desteğini yitiren ve bir dizi askeri yenilgiye uğrayan Batista, 31 Aralık 1958'de Dominik Cumhuriyeti'ne kaçtı.Castro 1959'un ilk günlerinde Havana'ya girdi.Hukukçu Dr. Manuel Urrutia Leo devlet başkanlığına, Castro da başbakanlığa getirildi.
Fidel Kastro (1978) Castro hükümeti ilk olarak fiyatları ve kiralarıdüşürdü.Ardından köklü bir toprak reformu başlattı; 40 hektarı geçen toprak bedelleri 20 yılda ödenmek üzere kamulaştırıldı ve halk çiftlikleri olarak işletilmeye başlandı.Önceleri Castro'ya karşı çıkmakla beraber 1959'a doğru gerilla hareketini desteklemeye başlayan Küba Sosyalist Halk Partisi (PSP) Castro ile ilişkilerini geliştirerek etkili bir konum kazandı.Bu durumdan tedirgin olan Urrutia'nın toprak reformunun ertelenmesi yönündeki baskıları üzerine, Castro istifa etti.Ama halkın yoğun tepkisi karşısında Urrutia görevinden çekilmek zorunda kaldı.Yerine Osvaldo Doticos getirilirken Castro yeniden başbakan oldu.
Bu sırada toprakların kamulaştırılmasından zarar gören ABD şirketlerinin baskısıyla ABD hükümeti Küba'ya karşı ekonomik ambargo uygulamaya başladı.Ekonomisi tek ürüne dayalı bir ülke olan Küba, öteden beri ABD'ye sattığı şekeri SSCB'ye satmaya başladı.ABD şirketlerinin elindeki rafineriler, şeker karşılığında SSCB'den alınan ham petrolü işlemeyi reddedince, Castro bu rafinerileri devletleştirdi.Bu gelişme ABD ile Küba'nın arasını daha da açtı.Devrimden sonra ABD'ye kaçan ve John F. Kennedy yönetiminden silah ve mali destek sağlayan Kübalıların Nisan 1961'de giriştiği Domuzlar Körfezi Çıkartması başarısızlıkla sonuçlandı.Castro çıkarmanın ardından yayımladığı Havana Bildirisi ile ilk kez, Küba'nın sosyalist politikalar izleyeceğini dünyaya duyurdu.1962'de SSCB'nin Küba'ya balistik füzeler yerleştirmesi ve John F. Kennedy'nin Küba'yı deniz ablukasına almasıyla dünya bir nükleer savaşın eşiğine geldi.Bunalım ancak ABD'nin Küba'da hükümeti devirmek için artık girişimde bulunmayacağına söz vermesi ve SSCB'nin Türkiye'deki Amerikan füze rampalarının kaldırılması karşılığında nükleer silahlarını Küba'dan geri çekmeyi kabul etmesiyle atlatılabildi.Bununla birlikte Merkezi Haberalma Örgütü (CIA) Castro'yu öldürmeye yönelik suikast planları düzenlemeyi sürdürdü.
Eğitimini hukuk alanında yapmıştır. 1952'de Batista'ya karşı giriştiği mücadele sonucunda hapsedilmiştir (1953-1955) ve ardından da sürgüne gönderilmiştir. 1956'da Küba'ya dönerek 26 Temmuz Hareketi'ni başlatmıştır ve 2 Ocak 1959'da iktidarı ele geçirmiştir.
Fidel Kastro 31 Temmuz 2006 tarihinde sağlık problemleri nedeniyle yetkilerini geçici olarak Başkan yardımcısı ve kardeşi Raúl Kastro'ya devretmiştir.[1] Tüm yetkilerini geri alarak Nisan 2007'de görevinin başına dönmüştür.
PATİ[email protected]
HARAMİ[email protected]
1959 da batistayı devirip kübada devrim yapan adam. ernesto che gueveranın silah arkadaşıdır ama aralarındaki problemi cümle alem bilir. Bir dedikoduya göre che Bolivyaya castrodan kaçmak için gitmiştir. Dünyayı nükleer savaşın eşiğine getirmiştir Allah'tan Brejnev son anda kıvırdı.
Son dönemde sağlığı iyi değil 3 yıl önce dünyanın en iyi fahişelerinin kübada olduğunu söyleyip turistleri davet etmişti.
Mükemmel bir insan ve mükemmel bir liderdir.Dünyanın en karizmatik lideridir.
100 yil daha yasasa asla ölmesini dilemiycem sahane kisilik,che nin aslan silah arkadasi,iiki var...
ülkesini 40 yıl ABD ye karşı korudu gerçekten saygı duyulacak biri
Gerçek sosyalist
Türklüğe uyarladığımızda bana Ulu Hakan 2.Abdülhamid hanı hatırlatıyor.
O kadar komplo, suikat, ambargoya rağmen ülkesini ayakta tutmayı başarabilen bir adam, Nieyse bana hep Abdulhamit'i hatırlatıyor...
küba devriminin öncülerinden ve che nin en yakın arkadaşı.sağlık durumu iyiye gidiyormuş.bu iyi bir haber :)))
HEY GİDİ CASTRO HEY! ...
M.NİHAT MALKOÇ
Dünya yaşlı liderler tarafından yönetiliyor. Belli bir yaşa gelmeyenlerin fikir ve eylemlerine nedense itibar edilmiyor. Yaşlılık yönetimde artı değer olarak görülüyor. Bugün dünyayı yöneten liderlere bakınca çoğunun elli yaşın üzerinde olduğu görülüyor. Yaşlı liderler tarafından yönetilen ülkelerden birisi de Küba'dır.
Küba enteresan bir ülke olarak biliniyor. Kurucuları arasında ünlü devrimci Che Guevara da var. Başkenti Havana olan Küba purolarıyla meşhurdur. Kendi yağıyla kavrulan ülkelerden biridir. Küba'da Amerikan doları döviz olarak kabul edilmiyor. Küba, IMF'e borcu olmayan nadir ülkelerden biridir. Eğitim ilkokuldan üniversiteye kadar her yerde ücretsizdir. Küba, ABD'nin de içinde bulunduğu pek çok sömürgeci devlete karşı direnişiyle tanınmıştır.
Yakın zaman tarihçilerinin belirttiğine göre Küba Devrimi'nin Fidel'le başlayan süreci 1953 Moncado Kışlası baskınıyla başlar. Bu baskınla ilk silahlı mücadeleye başlayan Castro, önce hapsedilir. Sonra Meksika'ya sürülür. 2 Aralık 1956'da Fidel ve Che'nin de aralarında bulunduğu 82 devrimcinin Küba'nın doğu sahillerine çıkmasıyla başlayan mücadelenin ikinci dönemi 1959 Ocak başlarında zafere ulaşır.
Küba halkının yarım asırdan beri sahip çıktığı bir devrimin, halka ilişkin yarattığı değerlere baktığımızda yarım asırdan beri abluka altında yaşayan bir toplumun devrimine, haysiyetine her şeye rağmen neden sarılmakta olduğunu anlıyoruz. ABD'nin bütün çabalarına ve 70 milyar dolarlık bir maliyet yaratan ablukaya rağmen, Küba halkı kendi imkânlarıyla, hayatını ve devrimini korumaya devam ediyor.
Küba, devrimden önce zenginler için kumarhane, eğlence ve fuhuş merkezi olan bir ülkeyken, bugün ise insanî değerlerin, kolektif yaşamın, enternasyonalist dayanışmanın ve toplum merkezli yaşamın sosyal değerlerinin her gün çoğalarak ve kıtaya enerji yayarak yoluna devam ettiği bir ülkedir. Fakat dünyanın bir kısım ülkeleri Küba'nın bu durumunun farkında bile değildir. Dünyanın jandarmalığına soyunan ABD, bugün bile bu ülkeyi sürekli olarak tahrik ve taciz etmektedir. Devrimin sağladığı başarılardan bazılarına baktığımızda Küba'nın nereden nereye geldiğini görmekteyiz. Bu ülkeyle ilgili verilere göre Küba'da devrimden sonra hayat adeta yeniden düzenlenmiş, eski kalıntılar silinmiştir:
Devrimden sonra 60 yeni üniversite, on binlerce spor kompleksi, kültür merkezi ve enstitüler açılmıştır. ABD'de binde 12, Türkiye'de binde seksen olan çocuk ölüm oranlarını binde 6'ya kadar düşürmüş bir ülkedir Küba… Koruyucu hekimlik dalında çok ileri bir noktada olan Küba'da, ortalama yaşam süresi erkeklerde 75'e, kadınlarda 77'ye kadar yükselmiştir. Küba'da okuma yazma oranı yüzde yüzdür, eğitim dokuzuncu sınıfa kadar zorunludur. Oy verme yaşı 16, sendikalaşma oranı yüzde 95'tir. Küba'da yaşayan herkes sağlık ve eğitim hizmetlerinden ücretsiz yararlanır.
Küba'da her aileye, büyüklüğüne göre konut tahsis ediliyor. Küba, Latin Amerika ve üçüncü Dünya ülkelerine binlerce doktor gönderen ve bu ülkelerden 17 bin tıp öğrencisine ülkesinde ücretsiz eğitim veren tek ülkedir. İşsizliğin olmadığı Küba'da, her 100-120 aileye bir doktor düşüyor. Ülke kalkınması için ve çalışanların nelerle karşılaştığını yakından görmek için bütün yöneticiler yılda bir ay tarlalarda ya da üretimde çalışıyor. Nüfusu 11 milyon olan Küba'nın (yüzde 66'sı beyaz, yüzde 12'si zenci, yüzde 20 kadarı melez) tüm vatandaşları ırk ayrımı olmaksızın Halk Parlamentosunda eşit temsil ediliyor. Her ailenin gıda karnesi ve sağlıklı beslenme hakkı anayasal güvence altındadır. Küba lideri Castro ülkedeki genelevleri kapatarak çocuklar için iyileştirme merkezleri açmıştır.
Adı ne olursa olsun Fidel Castro, Küba'da köklü ve temelli bir sistem kurmuştur. Amerika kıtasının yanı başında emperyalizme kafa tutan bu lideri alkışlamamak mümkün değildir. Dimdik ayakta duran Küba ve onun bilge lideri Castro koskoca Amerika'ya karşı örnek bir mücadele göstermektedir. Küba'nın dış borcunun olmaması bu mücadelenin kolaylaşmasına zemin hazırlamıştır. Çünkü borç alan akıl da alır bir gün... Borçluluk esarete giden yolun ilk basamağıdır. Türkiye Batı'ya ve IMF'ye borçlu olmasaydı elbette bu kadar zelil olmazdı.
Sosyalizmi benimseyen bir insan değilim. Fakat Küba'daki sistem, adı ne olursa olsun, halkı refaha ve sosyal dayanışmaya götürmüştür. Elindeki imkânları halkın refahı için kullanan Castro, silahlanmaya ve orduya aşırı yatırımlar yapmamıştır. Bugünkü sosyalistlerin yaptıklarının veya yapmak istediklerinin Fidel Castro'nun icraatlarıyla alakası yoktur. Bilindiği gibi daha düne kadar sosyalizm Rusya'da da uygulandı. Fakat bu ülkeyi felâkete sürükledi. Onun için Castro'nun başarılarını ve dik duruşunu örnek göstererek sosyalizme paye biçenler baştan yanılıyordur.
Fidel Castro şimdi bir hayli yaşlandı. Artık devleti idare edecek durumda değil. Küba Devlet Başkanı Fidel Castro, sağlık sorunları nedeniyle yetkilerini kardeşi Raul Castro'ya devretti. Fidel'in başkanlık yetkilerini geçici olarak aynı zamanda Savunma Bakanı olan kardeşi Raul Castro'ya devretmesine gerekçe olarak, Fidel Castro'nun, mide bağırsak kanaması nedeniyle ameliyat olması gösterildi. 80 yaşına basan Castro, 1959'dan bu yana yönetimi elinde bulunduruyor.
Küba lideri Fidel Castro'yu öldürmek için ABD Gizli Servisi CIA'le Castro muhaliflerinin elli yıldan bu yana 638 suikast planı yaptığı ortaya çıktı. Fakat öldürmeyen Allah öldürmüyor işte... Benim bildiğim Castro iyileşir ve tekrar yetkilerini geri alıp başkanlığa kaldığı yerden devam eder. Sömürgeci ve yayılmacı ABD'ye Castro gibi muhalifler gerekir. Bu cephenin boş bırakılması Amerika'nın işini kolaylaştırır. Castro'nun emperyalizme karşı mücadelesini destekliyor, dönüşünü bekliyoruz.
Josef Broz Tito geliyor aklıma da...dur bakalım...
son zamanlarında che ile bi alıp veremediği varmıydı çok merak ediyorum.. gerçekten ölümünden bazen onu sorumlu tutuyorum.. yinede başka çare yok..
lütfen ölme
bknz: fidelio
fidel in anlamını öğrenmek istiyorum.
yahu bazen aklıma gelirde koskoca amerika kıtasının dibinde devrim onuru ile yıllardır mücadele eden ermperyalizme teslim olmayan bir yiğit kahraman.zamanımızda azıtan emperyalizm çagında ne mutlu ki yaşayan CASTRO LARIMIZ VAR..ne mutlu ona ne mutlu küba halkının onurlu mücadelesine..usa'ya karşı binlerce küba binlerce COMANDANTE.... fidel yoldaşlarına sevgilerle.....
Fidel, mücadelenin adıdır...
Yoldaş Che'yle beraber Batista diktalığını yıkıp sosyalizmi benimseyen asil insanlar...
Geçenlerde Küba'nın 46. devrim yılıydı ve şu sloganlarla karşıladık:
'VİVA KÜBA, VİVA SOSYALİZM! ! ! '
YAŞAŞIN ENTERNASYONALİST MÜCADELEMİZ! ! !
Bana puroyu hatırlatıyor, daha da bir şey hatırlatmıyor.
türkiye dışındaki tek ve ilk(daha sonra yapıldı mı bilmiyorum) atatürk büstü kübadadır ve castro tarafından diktirilmiştir
Latin Amerika usulü soft bir sosyalizm kuran kÜba lideri.....diger sosyalist liderler gibi parayı silahlara ve orduya yatırmamış, saglık hizmetlerinin gelismesine yatırmış, bunun sayesinde de latin amerika'daki en gelişmiş hastanelerin küba'da olmasını sağlamıştır. sağlık hizmetleri herkese eşit şartlarda ve ücretsiz sunulmaktadır. Ayrıca bir babalık yaparak Çernobil faciasinin kurbanlarını Küba'ya getirip adam gibi tedavi görmelerini sağlamıştır.
Küba' daki genelevleri kapattırıp, yerlerine çocuklar için rehabilitasyon merkezleri açtıran adam.
dünyanın en çok devlet adamı eskiten efsaneleşmiş,idol haline gelmiş devlet başkanı..rauf denktaş devlet adamı eskitmede castrodan sonra ikinci gelir...
http://www.iacenter.org/images/cuba_may_day.jpg
Küba lideri Fidel Castro, ABD'nin kendisini devirmeyi amaçlayan yeni yaptırımlarının amacına ulaşamayacağını belirterek, 'Küba'ya saldırırsan savaş çıkar' dedi.
Castro, ABD Başkanı George Bush'u, 'Küba'ya kitlesel göçe ve büyük savaşa yol açacak askeri saldırı düzenlememesi' konusunda uyardı.
ABD'nin uyguladığı yaptırımların sıkılaştırılmasına karşı Küba'da düzenlenen protesto gösterileri öncesinde konuşan Castro, Bush'a 'gelişmiş tekniklerle saldırılar ya da zayiat verdirme savaşı gibi çılgınca maceralara girişmemesi' uyarısında bulundu. Küba lideri, aksi takdirde durumun kontrolünü kaybedebileceğini söyledi.
Bush'a 'hem Küba halkı, hem de Amerikan halkı için istenmeyen şeyler olabileceği' uyarısında da bulunan Castro, 'Önüne geçemeyeceğimiz kitlesel göçe ve genç Amerikan askerleri ile Küba halkının savaşmasına neden olabilirsin. Bu çok üzücü olur. O savaşı da asla kazanamazsın. Burada bölünmüş bir halk bulamayacaksın' diye konuştu.
(21 haziran 2004)
TAM ANLAMIYLA BİR LİDER O:SOSYALİZMİ SON GÜCÜNE KADAR SAVUNACAK OLAN İYİ BİR LİDER.MASA BAŞI LİDERLERİNDEN DEĞİL YANİ EN ÖN SAFTA YER ALAN LİDERLERDEN.
Küba Cumhuriyeti Devlet Başkanı Başkumandan FİDEL CASTRO RUZ'un 1 Mayıs 2004 tarihinde Devrim Meydanı'nda gerçekleştirilen işçi bayramı kutlamalarında yaptığı konuşma
Havana, 1 MAYIS 2004
'Görünüşe bakılırsa bu kalabalık yeni bir rekor kırmış durumda (Alkışlar ve bağırışlar) .
Çok sevgili misafirler, sevgili yoldaşlar,
Bu, Devrim'in zaferinden bu yana kutladığımız 45. İşçi Bayramı. Hem ülkemizde, hem de ülkemizin dışında önemli olaylar olup bitiyor.
Devrim, zafer dolu yoluna her zamankinden daha güçlü ve başarılı bir şekilde devam ediyor. Bunun en son kanıtı 15 ve 22 Nisan tarihlerinde Cenova'da gerçekleştirilen ve devrimimizin diplomasi tarihine geçecek olan toplantılardır. Bu toplantılar, dünyanın efendilerinin dünyaya dayattıkları kokuşmuş siyasi ve ekonomik baskı sistemini korumak amacıyla kullandıkları ikiyüzlülük, sürekli aldatmaca ve sinizmin hakkından gelen ezici darbelerle doludur.
Ülkemiz yine sanık sandalyesine oturtuldu. Yani ABD yönetimi ve Avrupa Birliği'ni oluşturan ülkeler, Küba'nın en doğu bölgesinde zorla işgal edilmiş olan -bizzat bu durumun kendisi ülkemizin egemenlik haklarının ve uluslararası hukukun ihlalidir- ve üzerinde Guantánamo deniz üssünün yer aldığı 117.6 kilometre karelik alanda halihazırda işlenmekte olan dünyanın en dehşetli insan hakları ihlallerini unutma hatasına düştü.
Bu üssün kullanlması öncesinde bize hiçbir şey danışılmadı. Bize sadece ABD hükümetinin tutukluları bu üsse nakletme kararını bildirmekle yetindiler.
11 Ocak 2002'de Küba hükümeti ülkemizin bu konudaki tutumunu açık seçik ortaya koyan bir bildiri yayınladı.
New York'taki İkiz Kuleler'e yönelik olarak işlenen korkunç suçun gezegenimizdeki tüm bilinçli insanlar tarafından elbirliğiyle kınandığını tüm dünya bilmektedir.
Fakat dünyanın en güçlü ulusunun hükümeti, dünyanın insan haklarının temel ilkeleri saydığı tüm normları bir kenara iterek, aralarında ABD'nin müttefiklerinin de bulunduğu pekçok ülkeden yüzlerce yurttaşın kilit altında tutulduğu bu korkunç hapishaneyi yarattı. Bu tutuklular orada kimlikleri açıklanmadan, yargılanmaksızın, yasal bir savunma yapamadan, bedensel olarak tehdit altında, hiçbir ceza hukukuna tabi tutulmaksızın ve belirsiz bir süreliğine tecrit edilmiş bir şekilde tutulmaktadırlar. ABD, uygarlığa yaptıkları bu son derece garip katkı için kendi topraklarını kullanabilirdi ama o bunu başka bir ülkeye, her yıl Cenova'da insan hakları ihlalleri konusunda suçladığı Küba'ya ait olan ve yasadışı bir şekilde, zorla işgal altında tuttuğu bir toprak parçasında yapıyor. Buna rağmen İnsan Hakları Komisyonu'nda takdire değer şeyler de yaşandı.
Bugünkü dünya koşullarında vahşi imparatorluktan, onun tehditlerinden, her türlü baskı ve misillemelerinden, özellikle de en korunmasız Üçüncü Dünya ülkelerine dönük olanlarından yaygın bir şekilde korku duyulmaktadır. Cenova'da Amerika Birleşik Devletleri tarafından hazırlanan ve dayatılan bir karar tasarısına karşı ret oyu kullanmak, özellikle de bu tasarı onun küstahça kibrine ve buyurganlığına yaklaşık 50 yıldır meydan okuyan Küba'yı hedef alıyorsa neredeyse intihar anlamına gelir. En güçlü ve en bağımsız ülkeler bile kararlarının siyasi ve ekonomik sonuçlarını hesaba katmak zorunda hissederler kendilerini.
Tüm bunlara karşın birkaç gün önce Cenova'da Küba ve -bazıları ilkesel nedenlerle hareket eden, bazılarıysa şaşırtıcı bir cesaret gösteren -20 ülke, ABD'nin sunduğu karar tasarısına karşı çıktı ve 10 ülke ise çekimser oy kullanarak itibarırıı ve kendisine olan saygısını korudu. Komisyon'un 53 üyesinden yalnızca 22 tanesi -bunların arasında ABD de yer alıyor- bu rezilliğe iştirak etti. ABD'nin karar tasarısına destek veren ülkelerden yedi tanesi Latin Amerika ülkesidir. Bu Latin Amerika ülkelerinin dördü çok büyük bir yoksulluk çekmektedir ve ABD'ye ileri derecede bağımlıdır. Bu ülkelerin hükümetleri tam anlamıyla onursuzluğa mahkum hükümetlerdir. Hiçkimse bunları bağımsız devletler olarak nitelendiremez. Bu ülkeler, bağımsızlıklarının tamamıyla yapay olduğunu şimdiye kadar defalarca gösterdiler.
ABD'ye destek vererek Küba aleyhine oy kullanan beşinci Latin Amerika ülkesi olan Peru, emperyalizmin ve onun neo-liberal küreselleşme sürecinin Latin Amerika'daki pek çok ülkeyi mahkum ettiği köleliğin ve bağımlılığın düzeyini göstermek açısından iyi bir örnektir. Emperyalizm empoze ettiği politikalarla bu ülkeleri göz açıp kapayıncaya kadar siyasi iflasa sürüklemiştir. Peru'nun devlet başkanına olan halk desteği birkaç ay içinde yüzde 8'e düşmüştür. Ülkeyi etkisi altına alan devasa boyutlardaki ekonomik ve toplumsal sorunları böylesine düşük bir destekle çözüme ulaştırmak kesinlikle imkansızdır. Aslında Peru devlet başkanı hiçbir şeyi yönetmemektedir, yönetemez de. Ama başka ülkelerde olduğu gibi toplumsal bir patlama yaşanana kadar ulusötesi şirketler ve oligarşiler onu korurlar.
Konuşmamın bu noktasında Venezuela'lı kardeşimizi hatırlayarak şunu haykırmak istiyorum: Çok Yaşa Venezuela! (Alkışlar ve 'Çok Yaşa Venezuela' bağırışları) Çok Yaşa Bolivarcı Devrim Süreci! (Alkışlar ve 'Çok Yaşa Bolivarcı Devrim Süreci' bağırışları) Çok Yaşa Chavez, Bolivar'ın halkının cesur, zeki lideri çok yaşa! (Alkışlar ve 'Çok Yaşasın' bağırışları) . Ve de Şili ve Meksika hükümetleri var.
İlkini yargılayacak değilim. Şili devlet başkanının Cenova'daki davranışının savaşarak can veren ve şimdi bu kıtanın tarihinde büyük bir onur ve ihtişamla yer tutan Salvador Allende tarafından; Küba'nın kınanması için bu karar tasarısını hazırlayıp teklif edenlerin düzenlediği tertipler sonucunda kaybolan, işkence gören ve öldürülen -Küba'da bu türden ya da bunlara benzer tek bir olay bile yaşanmamıştır- milyonlarca Şili yurttaşı tarafından; gerçek anlamda insancıl bir toplumun yaratılması idealini ve amacını paylaşanlar tarafından yargılanmasını tercih ederim.
Meksika'nın, hakiki ve son derece etkili bir devrime dayanan güvenilir uluslararası politikası sayesinde tüm Latin Amerika'nın ve dünyanın gözünde sahip olduğu büyük prestijin ve etkinin küle dönüşmesini izlemek gerçekten de çok acı verici.
Latin Amerika'nın Meksika'yla dayanışması ve ona destek olması büyük önem taşımaktadır. Aynı şekilde Meksika'nın Latin Amerika'yla dayanışması ve destek vermesi de son derece kritiktir. Meksika topraklarının yarısından fazlası kuzeydeki komşusu tarafından ele geçirilmiştir ve kalanı da büyük tehdit altındadır. Artık ABD-Meksika sınırını Martí'nin sözünü ettiği Rio Bravo oluşturmamaktadır. ABD, Meksika'nın çok daha içlerine doğru ilerlemiştir. Bu sınır artık her yıl 500 Meksikalının hayatını kaybettiği bir ölüm hattıdır. Ve bunun tek nedeni o vahşi, acımasız ilkedir: Sermaye ve mallar için serbest geçiş; insanlar için zulüm, dışlanma ve ölüm. Ve yine de milyonlarca Meksikalı bu riski göze almaktadır. Bugün bu ülkenin Meksikalı göçmen işçiler tarafından yollanan paralar sayesinde elde ettiği gelir, petrol fiyatlarındaki yüksekliğe karşın petrol ihracatından elde ettiği gelirden fazladır.
Böylesine insafsız ve haksız bir durum Cenova'da Küba karşıtı karar tasarılarına destek vermekle, Küba'yı insan hakları ihlaliyle suçlamakla gerçekten çözülecek mi?
Meksika açısından en kötü ve en aşağılayıcı durum, 15 ve 22 Nisan tarihlerinde Cenova'da kullandığı oyun Washington'da belirlendiği haberinin gelmesiyle ortaya çıktı.
Avrupa Birliği her zaman olduğu gibi, Washington'la ittifak halindeki ve ona tâbi bir mafya çetesi misali blok halinde oy kullandı.
Küba Devrimi'ni hedef alan bu kirli ve ahlaksız oyunlar sosyalist bloğun çözülüşüne dek hiçbir başarıya ulaşamamıştı. Ancak çözülüşün ardından tüketim toplumunun kredi ve malları için ölüp ölüp dirilen dönekler de oylarını Avrupa Topluluğu mafyasının oylarına eklediler. Böylece İnsan Hakları Komisyonu'ndaki doğumu tamamlamış oldular: Doğum forsepsle gerçekleşmişti. İmparatorluğun, onun müttefiklerinin, destekçilerinin ve vasallarının, Komisyon üyelerinin yüzde 60'ının karşı ya da çekimser oy kullanmasını engellemek için oynadıkları iğrenç komediye karşı Küba'nın bir an bile pes etmeden sürdürdüğü zorlu mücadelede karar forsepsle çıkarılmış oldu. Bir keresinde gardlarını düşürmüşlerdi ve bunun sonucunda oylamayı kaybettiler. O zamandan bu yana çabalarını kat kat artırdılar. Her biri ABD'nin kontrolü altında olan uluslararası örgütlerin verdiği kredilere, paraya ve kaynaklara tam bağımlı olan ülkeler üzerinde uygulanan baskı ve tehditler artırıldı.
Bu zorlu koşullarda herşeyi riske atarak Yanki'nin karar tasarılarına karşı oy kullanan ülkeler için gelecekte bir anıt dikilmelidir (Alkışlar) . Bu mücadelenin hikayesi tarihe geçmelidir. Gördüğünüz gibi Komisyon'un 53 üyesinin yaklaşık yüzde 60'ı bu yıl bizi desteklemiştir. İmparatorluk elde ettiği boş Pirus zaferini başarıymış gibi sunmakta ve Küba'yı mahkum etmektedir. Oysa ki sarfetmesi gereken efor ve ödemesi gereken siyasi maliyet her sene daha da artmaktadır.
Aramızda kalsın, şunu söyleyebilirim ki, bugün dünyada olanları, -Avrupa toplumunu ya da Avrupa'nın bazı bölgelerindeki en kusursuz, en kutsal toplumlar da dahil olmak üzere hiçbir toplumu dışarıda bırakmadan- tüm toplumlarda olan bitenleri iyice bir gözden geçirecek olursak, insan hakları konusunda hiçbirinin sicilinin Küba devriminin sicili kadar temiz olmadığını görürüz (Alkış) .
Toplumun bir kısmını bir kuru ekmeğe muhtaç hale getirirken diğer yarısını bolluk içinde yaşatan bir sistem, ahlaki bakış açısından bakıldığında insani bir toplum olarak adlandırılamaz.
Egemen süpergüç tarafından yürütülen ve dünyayı sömürürken imparatorluğa eşlik eden müttefikleri tarafından desteklenen bu kampanyalar hile ve yalandan, dünyaya dayatılan ekonomik sistem ortadan kaldırılmadan üstesinden gelinemeyecek olan devasa eşitsizlikleri meşrulaştırma ihtiyacından kaynaklanan yüzsüz politik oyunlardan başka birşey değiller. Bizler gerçek insan haklarını iyi biliriz.
Yanıbaşımızdaki gibi zengin bir toplum 44 milyon yurttaşı tıbbi bakım hakkından yoksunken, milyonlarcası gettolarda ve sayısız dilencisi köprü altlarında yaşarken; insan haklarından bahsetmeye nasıl cüret eder anlayamıyorum. Öyle bir toplum ki milyonlarca kişi ya okuma yazma bilmiyor ya da yarım biliyor, milyonlarca ve milyonlarca kişi işsiz ve hapishaneler toplumun en yoksul, en mahrum kesimlerinin çocuklarıyla dolu.
Diğer yandan, hiçkimse başka ülkelere -hangi ülke olursa olsun- yağdırılan acımasız bombaları ya da imparatorluğun patronunun ölecek masum insanlardan haberi yokmuş gibi kendini '60 ya da daha fazla ülkeye önleyici saldırı başlatma' hakkına sahip ilan ederken nasıl olup da insan haklarından bahsedebildiğini açıklayamaz.
Küba'ya duyulan nefret, küçük bir ülkenin gezegenimizi yağmalayan bu güce ve onun müttefiklerine gösterdiği umulmadık dirençten kaynaklanmaktadır. Küba'nın varlığı ulusların savaşabileceklerinin, sağlam durabileceklerinin ve kazanabileceklerinin bir kanıtıdır. Küba'nın varlığı yeryüzünde yaşanmış gelmiş geçmiş en çirkin sömürü sistemini dayatanlar için küçük düşürücüdür.
Bunu açıklamanın pekçok yolu var. Burada Venezuela'lı kardeşimiz genellikle hakkında pek konuşmadığımız bir şeyi hatırlattı bize: Halkımızın diğer ülkelerle yaptığı tıbbi işbirliğini. Devrim olmadan bunların hiçbiri mümkün olamazdı. Herkesin gayet iyi bildiği gibi Devrim zafer kazandığında halkımızın yüzde 30'u okuma yazma bilmiyordu ve yüzde 60'ı yarı okur yazardı. O dönemde en az altıncı sınıfa kadar okumamış kişilere yarı okur yazar deniyordu -şimdi bize göre en az dokuzuncu sınıfa kadar eğitim almayanlar bu statüde.
Küba'nın eğitim meselesinde dünya çapında bir numara olduğu gerçeğini; Kübalı çocukların bilgi testlerinde ilk sıralarda, gelişmiş ülkelerden bile önde yer aldığını (Alkışlar): nadir istisnalar dışında asgari eğitim düzeyimizin dokuz yıl olduğunu ve dünyada başka hiçbir ülkenin nüfusunun çoğunluğu için bu asgari düzeyi sağlayamadığını gözlerden saklamak istiyorlar.
Uyguladıkları suç niteliğindeki ablukaya, ilaç, tıbbi ekipman ve teknolojiye ulaşmamızı engellemek için çıkardıkları zorluklara karşın ülkemizdeki bebek ölüm oranının Birleşik Devletler'dekinden düşük olduğunu biliyorlar (Alkış) . Belki de bu oranı binde 6'nın altına, belki de hiç de uzak olmayan bir gelecekte binde 5'in de altına düşüreceğimizden haberleri yoktur. Eminiz -bu konuda daha önce hiç konuşmamıştım- beş ya da altı yıllık bir süre içinde ülkemizdeki yaşam beklentisi 80 yılın üzerine çıkacak (Alkı) ve ülkemiz dünyadaki en ileri sağlık bakım hizmetlerinin merkezi haline gelecek.
Üçüncü Dünya'da her yıl -aslında kurtarılabilecekken- ölen milyonlarca çocuk hesaba katıldığında -pek çok ülkede rakamlar her 1000 doğumda 150 ölüme kadar çıkmaktadır ve nüfusun çoğunluğunun bu oranda bebek ölümüyle karşılaştığı ülkeler Cenova'da Küba'ya karşı oy kullananlarla aynı ülkelerdir- her yıl bu dünyada bir soykırım yaşandığı; her yıl bu gezegende Birinci Dünya Savaşı'nda ölenlerden daha fazla ve neredeyse İkinci Dünya Savaşı'ndaki kadar çocuk ve yetişkinin kurtarılabilecekken öldüğü fark edilecektir. Bunlar kurtarılabilecek durumda olan fakat kaynak yetersizliği nedeniyle yaşayamayan insanlardır.
Bu sistemin gelmiş geçmiş en canavarca, en acımasız sistem olduğunu göstermek için hazır tuttuğumuz argüman cephaneliğimiz muazzam zenginliktedir. Amerika Birleşik Devletleri'nin ve Avrupa'lı müttefiklerinin dünyada her yıl işledikleri soykırımın ispatı için basit matematiksel hesaplamaların kullanılması yeterli olacaktır.
Gerçeğin bu olduğunu biliyorlar, buna karşı çıkmaya cesaret edemiyorlar; azgelişmişliği onlar yarattılar ve geri kalmışlığı sömürgecilik yoluyla, doğal kaynakları yağmalayarak ve hatta milyonlarca ve milyonlarca insanı köleleştirerek süreklileştirdiler ve tüm bunların sonucunda dünyamızda korkunç bir yoksulluğun ve hala çözülmeyi bekleyen çok ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden oldular. Bu sorunları burada saymaya kalkışmayacağım ama bunların türümüzün varlığını bile tehdit altına sokan neredeyse çözümsüz sorunlar olduğunu belirtmeliyim.
Bu miting gibi etkinliklerin fazla uzamaması gerektiğini hesaba katarak ve buraya gelmek ve saatlerce burada kalmak için gösterdiğiniz çabayı dikkate alarak konuşmamı yalnızca birkaç gerçeğin altını çizmekle sınırlayacağım. Şöyle söyleyeyim: Zamanında feodalizme karşı oldukça ilerici bir rol oynayan ve daha sonra ulusları yağmalayan, gezegendeki doğal kaynakları boşa harcayan ve harap eden bir emperyalist sisteme dönüşen kapitalist sistem, dürüst, samimi ve objektif bir insan hakları bakış açısından bakıldığında en anlaşılmaz ve en uzlaşılamaz sistemdir.
Orada, Cenova'da dünya ekonomisinin sahibi çeteler toplanmaktadır. Onlara kaç Üçüncü Dünya ülkesiyle işbirliği yaptıklarını, Güney Afrika'daki apartheid rejimine karşı ne yaptıklarını, Üçüncü Dünya'ya kaç öğretmen, kaç doktor yolladıklarını sormak lazım. Daha önce de söylediğim gibi bu konuları gündeme getirmekten hoşlanmıyorum ama bugün bu İşçi Bayramı'nda bunu yapacağım, çünkü burada bir süre önce Cenova'da neler yaşandığını konuşup anlamaya çalışıyoruz.
Bu baylardan her birine, Üçüncü Dünya ülkelerinde çalışan kaç doktorları olduğunu sormak gerekiyor. Bazı yardımlarda bulunan Sınır Tanımayan Doktorlar gibi bazı örgütler ve bazı vakıflar var. Ama o baylara şunu söylüyorum: Eminim ABD ve Avrupa'nın toplamda Küba'nınki kadar çok doktoru bulunmuyordur Haiti'de. Bu doktorlar son derece zor koşullar altında 7 milyondan fazla insana sağlık hizmeti sunuyorlar (Alkış) .
Onlara tek tek sorulabilir, çünkü adalet ve dayanışma temelinde değil bencillik temelinde kurulmuş olan o toplumlar başka insanlar için herhangi bir özveride bulunmaktan acizdir.
Bir ülkeden, Haiti'den bahsettim. Bu ülkeye sürekli müdahale ediyorlar, onu sürekli işgal ediyorlar ama oraya asla ve asla tek bir doktor bile yollamadılar. Onlara Küba'nın şu anda Afrika ve Latin Amerika'da bir dizi tıbbi bakım programı geliştirmekte olduğunu ve en az 17,000 Kübalı doktor, diş hekimi ve sağlık uzmanının başka ülkelerde hizmet vermekte olduğunu, her yıl binlerce hayat kurtardıklarını ve on milyonlarcasına sağlıklarını geri kazandırdıklarını ya da sağlık güvencesi sağladıklarını söylesem acaba nasıl tepki verirler? (Alkış) Ve kimse doktorsuz kaldığımızı düşünmesin, çünkü bu faaliyetlere paralel olarak ülkemizdeki sağlık hizmetlerinde de gerçek bir devrim yaşanmaktadır.
Geçenlerde Sáez'le polikliniklerdeki genel tadilatlar ve bu sayede sunulabilecek yeni sağlık hizmetleri hakkında konuşuyorduk. Öylesine sıkı çalışıyorlar ki bu yılın sonuna dek Havana'daki 82 tane ayakta tedavi hizmeti sunan kliniğin tadilatı ve bazı yeni kurulan kliniklerin inşaatı tamamlanmış olacak. Bu klinikler daha önce sunulmayan hizmetleri sunacaklar (Alkış) . Ve bu sadece küçük bir ayrıntı, çünkü sadece Havana'da değil ülkenin her yerinde başka pek çok program daha devam ediyor.
Gidip hastanelerdeki akrabalarını ziyaret etmek zorunda olan ve bunu yaparken toplu taşımanın zorluklarına katlanan halkımızın bu koşuşturmadan ne çok tasarruf edebileceklerini hesapladık. Devam etmekte olan sağlık programları sayesinde daha önce sadece hastanelerde sunulan hizmetlerin büyük bir bölümü ayakta tedavi hizmeti sunan kliniklerde de verilebilecek.
Kuşkusuz, kesinlikle kuşkusuz, ülkemiz dünyadaki en iyi tıbbi bakım hizmetlerine sahip olacak. Eğer birkaç yıl önce on binlerce genel tıp uzmanından bahsediyorduysak, Tıbbi Bilimlerde on binlerce PhD sahibinden bahsettiğimiz gün de yakın demektir. Bu amaçla ve buna ek olarak eğitim, kültür, spor alanlarında ve başka alanlarda da programlar yürütüyoruz. Tüm bu programlar ülkemizdeki kalkınma sürecinin başladığı ve ekonomimizin şeker kamışı ve benzeri ürünleri üretmeye hasredildiği dönemdekine -çünkü cahil ve aç bir halkın hayatta kalmak için yapabileceği tek şey buydu- göre çok daha sağlam bir ekonomik temele dayanacaklardır.
Bizi insan haklarını ihlal etmekle suçlayan eşkiyaların, Küba'nın tek bir kişinin bile kaybolmadığı dünyadaki tek ülke olduğunu -halkımızın ne büyük başarılar elde ettiğine bakın-, 45 yıllık Devrim boyunca tek bir kişinin bile işkence görmediğini söylemeye cesaretleri yoktur (Alkış) .
Bizler, tek bir hükümlünün bile vurulmadığı ya da bilgi almak için dövülmediği Sierra Maestra'da verdiğimiz savaşım kadar temiz bir Devrim gerçekleştirdik. Burası ölüm mangalarının hiçbir zaman varolmadığı, yargısız infazın gerçekleşmediği yegane Latin Amerika ülkesidir ve bu 45 senedir böyledir. Eğer imparatorluğun ve onun destekçilerinin engerek dilleri bizi itham edecek tek bir vaka bulabilirse, yalnızca tek bir vaka bulabilirse, onlara Küba Cumhuriyeti'ni hediye olarak sunmaya hazırız (Alkış) .
Gerçek budur; abartmıyorum, bilakis. Bu 45 sene boyunca ne yaptığımızı, savaşı kazanmamızı ve 45 senedir savunduğumuz bir devrimi hayata geçirmemizi sağlayan ilkelerimiz sayesinde koruduğumuz tereddütsüz çizgiyi biliyoruz biz. Bugün halkımız, onun bilinci, kültürü, düşünceleri ne durumda, ne düzeyde birlik sağlayabildi? Bizim halkımızdan daha yüksek bir kültür düzeyine, daha yüksek bir siyasi bilince sahip bir halk bulunmamaktadır. Ve bu sadece başlangıçtır (Alkış) .
Bu sabah güneşin doğuşunu beklerken televizyonda gördüm bunu, çok açıktı. Pek çok insanla röportajlar yapılıyordu ve insanların neler dediğini duymalıydınız. Yeni bir dünyayı görebiliyordum. Her yerden, ülkenin her yerinden öğrenciler vardı: Üniversite öğrencileri; Enformasyon Teknolojileri Üniversitesi'nden öğrenciler; sanat öğretmenliği okulundan öğrenciler; sosyal hizmet çalışanları okulundan öğrenciler; öğretmenler ve hemşireler için düzenlenen hızlı eğitim kurslarından öğrenciler; Latin Amerika'dan ve dünyanın başka yerlerinden binlerce -'yabancı genç' demeyeceğim- genç kardeşimizle paylaştığımız okullardan öğrenciler (Alkış) .
Sadece binlerce doktorumuz Latin Amerika'ya dünyanın başka yerlerine gitmekle kalmıyor, biz de oralardan binlerce genci Küba'da tıp okumaları için davet ediyoruz ve insan bununla gurur duymadan edemiyor.
Bizler aslında bilgiyi paylaşmak için çok daha etkili yollar geliştiriyoruz ve kimbilir dünyanın geri kalanının bu verimliliğe ve bu yöntemlere ulaşabilmesi ve daha da önemlisi, bunları uygulamaya geçirebilmesi ne kadar zaman alacak...
Bununla birlikte, oldukça gelişkin eğitim programları uygulamakta ve uygulayacak olan Venezuela'nın, Latin Amerika'nın bağımsızlık mücadelesinin beşiği olan o kahraman ve yiğit halkını Küba'nın bugün erişmiş olduğu düzeylere kısa zamanda taşıyacağından en ufak bir kuşkum yok.
Cenova'da oynadıkları küçük oyunun siyasi maliyetinin giderek daha da arttığını, bu yıl yürüttükleri faaliyetlerin 'geri teptiğini' söylüyordum.
Küba bu sene bir Komisyon temsilcisinin olan biteni görmesi amacıyla Guantánamo deniz üssüne yollanmasını teklif ettiğinde ikiyüzlü sürüsünde, özellikle de Avrupa Topluluğu'ndan olanlarda panik yayıldı. Moralleri çöktü. Bazı Avrupa hükümetleri gerçekten utandılar ve ilkelere göre hareket etmek konusundaki başarısızlıklarını ve ikiyüzlülüklerini itiraf etmek ya da imkansızı yapmak -imparatorluğa karşı çıkmak- zorundaydılar. Bu ikinci seçenek, yüzyıllar boyunca sömürgesi durumunda kalanları hedef tahtasına yerleştiren, bu sömürgelerde on milyonlarca yerliyi ortadan kaldıran ve buralara yük katırlarından daha az özgürlüğe sahip kölelere dönüştürdükleri sayısız Afrikalı insanı getiren yüce insan hakları savunucuları için çok fazlaydı.
Onların Üçüncü Dünya'da yaşayan milyonlarca insana; ulusal kaynakları ve merkez bankalarındaki tüm döviz rezervleri yağmalanan, eşitsiz ticaret anlaşmalarının kurbanı olan milyonlarca insana layık gördükleri muamele budur. Bu sayede elde edilen ganimet çoğunlukla ABD ya da Avrupa bankalarına yatırılır ve imparatorluğun ve onun müttefiklerinin yaptığı finansal yatırımlarda, ticari ve mali açıkların kapatılmasında ve askeri maceralarda kullanılır.
Küba'nın Cenova'da sunduğu teklif neticesinde bizzat Bush ve onun üst düzey yardımcıları çılgınca çalışmak zorunda kaldı. Devlet başkanlarını şahsen davet ettiler. Bush'un nereden zaman bulduğunu, özellikle de uyumayı çok sevdiği hesaba katılacak olursa -öyle diyorlar- (Kahkahalar) kimse bilmiyor. Irak'la, hükümetin mali sorunlarıyla, fonları artırmayı amaçlayan resmi ziyafetlerle ve seçimle ilgili meselelerle nasıl ilgilenebildiğini kimse bilmiyor. Belki de onu Führer diye adlandırmakla haksızlık ediyoruz; belki de o bir dahidir.
Nasıl oluyor da Bush yıllık 512 milyar dolarlık mali açıktan ve yine yaklaşık bu düzeydeki bir ticaret açığından, yani toplamda bir trilyon dolarlık bir açıktan bahsedebiliyor? Çünkü bu ve başka ayrıcalıkları koruyabilmek için dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun parasını manipüle ediyor ve harcıyor.
Üçüncü Dünya merkez bankalarının tüm rezervleri denizötesi bankalarda, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri'ndeki bankalarda tutulmaktadır. Ve tüm para -hak edilmiş ya da hak edilmemiş para- sahipleri ellerindeki tüm paraları dolara çevirmekte ve ABD bankalarına ya da herhangi bir gelişmiş ülkenin bankasına yatırmaktadırlar çünkü kendi ülkelerinin zayıf para birimlerinin sürekli olarak devalüasyona uğramasından korkmaktadırlar. Uluslararası Para Fonu'nun şartlarından biri uyarınca bu Üçüncü Dünya ülkelerindeki hiçbir merkez bankası insanların paralarını dolara ya da başka konvertibl para birimlerine çevirmesine engel olamaz.
Bu para sahipleri biriktirdikleri -ya da soydukları- para için güvenlik istemektedirler. Sahip oldukları tüm parayı ülke dışına çıkarırlar; üstelik herhangi bir şey satın almak için değil, hatta israf etmek için bile değil. Dışarı çıkarırlar, hepsi bu. Avrupa ya da ABD bankalarına yatırılmış olan bu paralar işadamlarına ya da ona ihtiyacı olan herhangi birine borç olarak verilir ve ona en çok ihtiyacı olanlar arasında hükümetler de yer almaktadır. 500 milyar dolardan fazla bütçe açığını kapatmak için gerekli olan para bu bankalardan gelmektedir.
Böylece Üçüncü Dünya uluslarına dayatılan ekonomik sistem, bu ülkelerin sahip oldukları parayı daha gelişkin ülkelere transfer etmek zorunda bırakmaktadır. Bu durum gelişmiş ülkelerin kendi malları için daha fazla para talep edip başka ülkelerin malları için daha az ödeme yapmaları kadar tiksindirici bir gerçektir. Ve tüm bunların üzerinde Latin Amerika'nın 750 milyar doları aşan borcu durmaktadır. Bu borç, geri kalan Üçüncü Dünya ülkelerininkilerle birleştiğinde 2.5 trilyon doları bulmaktadır.
Bu durum halihazırda dünyayı bir felaketin eşiğine, bir çıkmaza, çözümsüz sorunlara götürmektedir. Bu nedenle insanlık, ekonomik adaletten ya da adil bir refah bölüşümünden daha fazlası için mücadele etmek zorunda kalacaktır. İnsanlık, türümüzün hayatta kalabilmesi için mücadele etmek zorunda kalacaktır. Bunu bu İşçi Bayramı'nda, bu mitingin artık sona ermesi gereken bir sırada söylüyorum (Kahkahalar) .
Bu yıl Amerika Birleşik Devletleri 512 milyar dolarlık bir bütçe açığına ve yine 500 milyar doların üzerinde ticaret açığına sahiptir ve dünyanın geri kalanı bunu dışarı kaçan ve bir daha asla geri dönmeyen paralarla ödemektedir. Onlar ise bu parayı kendilerini en gelişkin savaş makineleriyle donatmak için kullanmakta ve yeni hammaddeler için fetih savaşları açmaktadırlar.
Dünyada kurulan düzen, özellikle de İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Bretton Woods anlaşmalarıyla -muhtemelen bu ismi duymuşsunuzdur- kurulan düzen Amerika Birleşik Devletlerine çok büyük ayrıcalıklar tanıdı çünkü o dönemde bu ülke dünyadaki altın rezervinin yüzde 80'ine sahipti. Bu ülke savaşla yerle bir edilmemişti, bunun yerine büyük miktarlarda, çok büyük miktarlarda ihracat gerçekleştirmişti. Ama Avrupa yıkılmıştı, Asya da öyle. Bu sayede ABD 30 milyar dolarlık altın biriktirebildi. Dünya ticareti için gerekli olan sağlam parayı basma hakkı bu ülkeye bu nedenle verilmiştir. Yine de basılan her doların belirli bir miktar altınla desteklenmesi gerekiyordu.
Vietnam Savaşı'nda devasa miktarlarda para harcadıkları ve altın rezervlerinin üçte bir düzeyine düşürdükleri 1971 yılından sonra ünlü Bay Nixon bu para biriminin altına çevrilebilirliğini askıya aldı ve o zamandan bu yana dolaşımda olan şey yalnızca kağıttan ibarettir.
Bunu daha iyi ve daha derinlemesine açıklamak zaman alır ama bizim yuvarlak masa toplantılarımız ve iki yeni televizyon kanalımız var. Teknisyenlerimiz, öğretmenlerimiz ve profesörlerimiz gerçekten de ilginç olan bu konuları halkımıza açıklayabilir ve dünyanın aslında neyin etrafında döndüğünü anlamalarına yardımcı olabilirler.
Uluslararası durum karmaşıktır. Bu yönetimin maceracı politikaları -ah şu maceracılık! - dünyada giderek daha çözümsüz hale gelen sorunlar yaratmaktadır. Dayatılan ekonomik düzen hiç olmadığı kadar sürdürülemezdir ve bu nedenle dizginlenemez toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasına ve her an, her heryerde bir devrimin patlak vermesi olasılığına kimse şaşırmayacaktır. Halihazırda yaşananlar bunlardır.
İspanya'da etkileyici, cesaret verici bir olay yaşandı. Bu neredeyse tamamıyla İspanya halkına, özellikle de genç nesle ait olağanüstü bir başarıdır. Yaşanan trajediden yalnızca 48 saat sonra ve seçimlerin arefesinde verilen kahramanca mücadele, İspanya hükümetinin 11 Mart'ta gerçekleşen korkunç olayı kendi çıkarına ve savaş çığırtkanı ABD'nin lehine manipüle etmeyi amaçlayan kalleşçe manevralarına yıkıcı bir darbe indirmiştir.
Seçimlerle birlikte neler yaşandığını herkes biliyor. Kamuoyu yoklamalarına ve anketlere göre Bay Aznar'ın muhafazakar partisi parlamentoda mutlak çoğunluğu elde edecekti. Bunu elverişli ekonomik duruma ve en önemli medya araçları üzerindeki tekele borçluydu. Fakat, İspanya'da korkunç bir trajedi gerçekleşti; ölü ve yaralı sayısının 1000'i aştığı o terör eylemi. Sonra olayların nasıl geliştiğine şahit olduk.
Bay 'Anzar' -Bush, Aznar'a böyle hitap etmektedir, bu ismi doğru düzgün telaffuz etmeyi bir türlü öğrenemedi- (Kahkahalar) derhal haberleri manipüle etmeye ve ETA'yı suçlamaya başladı. Oysa gerçekte ETA'nın olanlarla hiçbir ilgisi yoktu.
Herkes çeşitli örgütlerin nasıl çalıştıklarını görebilir. Bu saldırının ETA'nın tarzına uymadığı son derece açıktı.
Aznar hemen bunun ETA'nın işi olduğu suçlamasıyla ortaya çıktı ve ne pahasına olursa olsun bunda ısrarcı oldu. Saldırı ayın 11'inde, Perşembe günü gerçekleşmişti. Ayın 12'sinde, akşam saat 6:00'da Küba televizyonundaki Yuvarlak Masa programında gazetecilerimiz bu son derece olumsuz ve üstünkörü manipülasyonu kınadılar. Televizyonda yayınlanan yuvarlak masa tartışmalarımız internet ve uydu üzerinden aralarında İspanya'nında bulunduğu pek çok ülkeden izlenmektedir. Gazetecilerimiz olan bitenle ilgili olarak Batı'da önemli bilgilerin elde edildiğini umduklarını belirttiler ve İspanyol meslektaşlarına ulaşabilmiş olan önemli uluslararası analizcilerin fikirlerini dile getirdiler. İspanya'da medya söz konusu bilgiler ve fikirler hakkında hiçbir şey söylemedi. Küba'nın yaptığı yayınların o destansı siyasi mücadeleyi veren genç İspanyollara herhangi bir faydası oldu mu bilmiyoruz. Seçimlerin başlamasına sadece 36 saat kalmıştı.
Ayın 13'ü olan Cumartesi günü Aznar hala ETA'ya dönük suçlamasında ısrar ediyordu. El Kaide örgütü eylemi üstlenirken Aznar'ın gözü dönmüşçesine ETA'nın suçlu olduğu tezini savunması gözlerden kaçmadı.
ETA sorumlu olsaydı bu gerçekten de Aznar'a ve ABD'ye büyük fayda sağlayacaktı çünkü Avrupa'da Irak savaşına karşı büyük bir muhalefet vardı ve İspanyol halkı Irak'taki savaşa en esaslı şekilde karşı çıkanlardandı (Alkış) . Eğer ETA Avrupa'nın orta yerinde bu eylemi gerçekleştirmiş olsaydı Bay 'Anzar'ın siyasi sermayesi artacak ve savaş taraftarı çizgisi büyük avantaj elde edecekti.
Çok daha fazla oy almayı umduğu seçimlerden 48 saat önce böyle kirli bir manevraya kalkışmasının ardında yatan neden buydu; ama İspanyol halkı bu numarayı fark etti. Cumartesi günü seçimlerin arefesinde halk, çoğunlukla da genç nesil, hükümetteki partinin binaları önünde kitlesel bir şekilde toplandı ve bu menfur kandırmacayı protesto etti, kınadı. O sırada kimse tahmin bile edemese de -ben de artık tepki vermenin imkansız olduğunu düşündüğümü itiraf ediyorum- umulmadık olan gerçekleşti ve türlü kanallardan birbiriyle haberleşen tüm bir halk düzen medyasını pek de kullanmaksızın bu kınamayı bütün ülkeye yaydı. Birbirleriyle haberleşebilmek için bütün gece boyunca her tür aracı kullandıkları söyleniyor. Ve ertesi gün her zamankinden daha fazla insan oy kullanmak için sandık başına gitti. Ve büyük haber, İspanyol halkı Santo Domingo'dan, Honduras'tan, El Salvador'dan gençleri askere alan ve hatta Sandinista ordusundan küçük bir birliği canlı siper olarak Irak'a yollayan -bunu kim akıl edebilirdi, kim akıl edebilirdi! - ve onları oralara yollamak için gerekli prosedürleri hızlandırma işini bizzat üstlenen o hilekarı sağduyulu bir şekilde cezalandırdı. Bir gün genç Latin Amerikalıların o haksız, soykırımcı savaşa canlı siper olarak yollanacağını kim düşünebilirdi!
Medyanın büyük çoğunluğu Aznar'ın ithamını desteklemiş olmasına karşın İspanya'da halkın bu hilekarı nasıl geri püskürtebildiğini ve onu nasıl yendiğini herkes gördü. Tıpkı benzer koşullarda Venezuela halkının ülkelerindeki hain oligarşiyi defalarca yenilgiye uğratması gibi...
Halklara güvenmeliyiz, çünkü halklar ne kadar çok öğrenirlerse, ne kadar çok genel kültür ve siyasi kültür edinirlerse, onlara okuma yazması olmayan cahil sürüleri gibi muamele etmek de o kadar zorlaşır.
Eğer devam etmeme izin verirseniz söyleyeceğim fazla birşey kalmadı. Ama yine de siz bilirsiniz (Alkış) .
Şu anki hükümet İspanyol askerlerinin Irak'tan geri çekilmesi sözünü tutmuştur. Bu kuşkusuz övgüye değer bir davranıştır. Fakat önceki hükümet döneminde İspanya devleti bu yarımkürenin tarihinde eşi görülmemiş bir şey yapmış ve İspanyol Lejyonu'yla birlikte Irak'a gönderilmek ve canlı siper olarak kullanılmak üzere çok sayıda Dominikli, Honduraslı, Salvadorlu ve Nikaragualı genci askere almıştır. Latin Amerika'nın eski sömürge imparatoru olarak saygı ve itibar görmek ve hatta Latin Amerika ve Karayipler'de belirli bir rol üstlenmek isteyen İspanya, önceki hükümetin icraatleri sonucunda Irak'a yollanan bu Latin Amerikalı gençlerin evlerine geri dönmeleri için mücadele etme sorumluluğu ve ahlaki göreviyle karşı karşıyadır.
Şimdi iktidarda yeni bir hükümet bulunmaktadır ama devlet önceki hükümetin yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmelidir. O askerlerin savaşta yer almalarında İspanya'nın sorumluluğu bulunmaktadır ve onların Irak'tan geri çekilmelerinin sağlanması da yine onun ahlaki görevidir.
Sömürge güçlerinin neyse o olarak kaldıklarını ve her zaman evvelki tebalarının irfan sahibi anavatanın yardımına ihtiyaç duyduğuna inanma eğiliminde olduklarını siz gayet iyi bilirsiniz. Tıpkı bize insani yardımda bulunduğunu söyleyen Avrupa'da olduğu gibi bazen yardımdan bahsederler ve bir gün bunun karşılığını almaya karar verirler.
O insanlar Guantánamo'daki korkunç hapishaneyi unutmuşlardır; Amerika Birleşik Devletleri'nin Kübalı beş kahramanı, bilgi elde ederek ülkelerini terörizme karşı savunmakta olan beş genci nasıl korkunç bir haksızlıkla, zalimane ve acımasız bir şekilde hapiste tuttuğunu hatırlamazlar; ABD hükümetlerinin Küba'ya karşı icat ettiği ve 45 senedir uyguladığı terörizmi hatırlamazlar (Bağırışlar) .
Hayatlarını kaybeden binlerce Kübalı yurttaşımızın hikayesini tekrarlamaya gerek yok; Barbados'ta neler olduğundan burada bahsetmeye gerek yok. Gerçek şu ki Avrupa Topluluğu hiçbir şeyi hatırlamamıştır. Orada Miami'de ABD hükümeti'yla yakın bağları olan gangster çetesinin desteği ve tam bir dokunulmazlık altında Küba'ya karşı serbestçe kurulan kumpasları, yapılan suikast ve terör planlarını hatırlamamıştır. Bay Bosch, Miami'de özgürlüğü'nün tadını çıkarmaktadır. O ve Posada Carriles bir Küba uçağının havada infilak etmesine yol açan planı örgütlemişlerdir. Hayır, hatırlamıyorlar, hatırlayamazlar da.
Emperyalizm, 45 sene boyunca komplolar, ülkemizi istikrarsızlığa sokmayı amaçlayan girişimler planlamıştır ve hala da planlamaktadır. İşbirlikçilerine paralar ödemekte ve bu alana daha fazla yatırım yapılmasının şart olduğunu söylemektedir. Sonra Küba yabancı bir güç için çalışan bu işbirlikçilerini cezalandırmak için gerekli önlemleri aldığında bağırıp şikayette bulunmasınlar (Alkış) .
Eğer Küba kendini savunursa, eğer kimse kendisinin cezadan muaf olduğunu düşünmesin diye işbirlikçilerini tutuklayıp cezalandırırsa, işte o zaman ülkemize karşı büyük kampanyalar başlatırlar. Onlar ülkemizin kendini korumasını engellemek istiyorlar ve bu ülke verdiği mücadelelerde her zaman gözettiği standartları ihlal etmeksizin kendini kanunlarla savunmaya devam edecektir. Ve gerekirse kanının son damlasına kadar kendini silahla koruyacaktır (Alkışlar ve bağırışlar) .
Bu yüzden herhangi bir yanılsamaya kapılmasınlar ve ağlayıp feryat ederek, bizi insan hakları ihlalcileri gibi göstererek gelmesinler.
Küba'ya yaptıklarının aynısını Venezuela'ya da yapıyorlar: Provokasyon eylemleri tertip ediyorlar, olaylar çıkartıyorlar, insanları öldürüyorlar ve sonra Venezuela hükümetini suçluyorlar. Onların durumu gerçekten ilginç. Yani Venezuela halkının henüz bizim halkımızın ulaştığı bilgi düzeyine erişmeden böyle direnebilmesi çok ilginç. Bu, halkın içgüdüsüdür ve halk kararlı olduğunda onu kandırmak zordur.
Küba'da herkes gerçeklerin gayet iyi farkındadır ama imparatorluk bu kampanyaları Küba'nın dışarıdaki ününü lekelemek için yürütmektedir. Bu yüzden uykularımız kaçıyor değil. Onların bugün ne düşündüklerinin bir önemi yok, önemli olan yarın ne düşünecekleri. Bu Devrim dünya tarihine damgasını kazınamaz bir şekilde vurmuştur (Alkışlar) . Utanacak hiç ama hiçbir şeyi yoktur çünkü ahlaki ilkeleri yıldızlar kadar yüksektir. Ortaya çıkan ve insan haklarıyla hiçbir alakası olmayan türden kişisel hatalar bir yana, devrimin pratikleri her zaman güvenilir olmuştur. Hiçbir ekonomik, siyasi, idari ya da hukuksal hatanın yapılmadığını iddia etmek naiflik olacaktır. Bununla birlikte, hiç kimse Devrimin kutsal ilkeleriyle, insanları ilgilendiren meselelerle ilgili temel konularda hata yapmaz, aldatmacaya kalkışmaz. Bu türden konularda hata yapılmasına ya da aldatmacaya izin verilmez.
Bugün, yani bu İşçi Bayramı'nda yaptığımız şey gerçekten de bunca yıllık mücadele deneyimine dayanan büyük yeni bir devrim gibi bir şey. Bu, hiçbir toplumsal ayrımcılık gözetmeksizin her bir Kübalı yurttaşımızın refahı için şimdiye kadar yaptıklarımızın ötesine geçen ve yine aynı hayranlık verici insancıl çizgiyi izleyen bir şey.
Yapılanları hepimiz biliyoruz ve siz bunun kanıtısınız, ama gerekli bilgiden, gerekli deneyimden yoksun olduğumuz için yapılabilecek daha neleri yapamadığımızı da biliyoruz. Devrimin nasıl yapılacağını, onun ne olduğunu anlatan bir kitap yok. Bu küçük ülkenin dünyanın gelmiş geçmiş en güçlü ülkesi karşısında 45 yıl boyunca nasıl direneceğini anlatan bir kitap da yok. Bizi silahlarıyla yenemediği gerçeğini anlatan bir kitap da yok. Bunun bedelini iyi biliyordu.
Halkımızı hafife aldıkları Domuzlar Körfezi saldırısı 70 saat bile sürmedi ve Füze Krizi sırasında emperyalist saldırı planları ve halkımızın kararlılığı nedeniyle dünya kendini havaya uçurmanın eşiğine geldi. Ve biz tüm bu yıllar boyunca uygulanan ablukaya ve özel döneme dayandık. Bu, asla kimsenin alt edemeyeceği, iyi hazırlanmış, eğitimli, devrimci gençlerinin taşıdığı büyük güçle birlikte son derece tecrübeli ve mücadelede pişmiş bir halktır (Alkışlar ve bağırışlar) .
Dolayısıyla yaptığımız şeyin bu ülkeyi bir kez daha dönüştüreceğini biliyoruz; ülkemiz halihazırda son derece etkileyici bir biçimde değişmektedir.
Bize siyasi ve toplumsal dersler verebileceklerini sanan eski sömürgeci güçlerden bahsetmiştim. Eğer sömürgeci güçler isterlerse onlara birkaç şey öğretebiliriz ama kimse onların bize birşey öğretecekleri fikrine kapılmak konusunda tez canlılık göstermesin.
Ünlü insani yardımı için Avrupa Ekonomik Topluluğu'na olan şükranlarımızı çoktan sunduk ve şimdi onları daha fazla yardım eli uzatmaları konsunda aceleci olmadığımıza dair uyarıyoruz.
Buna yakından bakalım: Eğer onlardan her yıl 1.5 milyar dolarlık mal satın alır ve onlara çoğunluğu hammade formunda ancak 500 milyon dolarlık mal satarsak insani yardımı veren biziz demektir. Çünkü bize sattıkları 1.5 milyar dolarlık maldan yaklaşık 500 milyon dolar net kar sağlıyor olmalılar. Sonra süslü bavullarıyla ortaya çıkıp küçük bir parça yardım öneriyorlar ve kaldıkları beş yıldızlı otellerde yolculuk ettikleri uçaklarda getirdiklerinden daha fazlasını harcıyorlar. Yani Avrupa Topluluğu'nun bu saçmalıkla bize gelme zahmetine girmesine gerek yok.
Kimse buraya gelebileceğini ve demokrasimizi nasıl geliştirmemiz gerektiği konusunda iki kuruşluk tavsiyelerde bulunabileceğini de düşünmesin. Çünkü bu ülkenin yeterinden fazla deneyimi vardır, çok mücadele etmiştir ve fedakarlıklar ve kanımız pahasına yeterince başarılı olmuştur. Hiçbir Avrupa ülkesi bize demokrasi hakkında küçük dersler verme düşüncesiyle gelmesin çünkü devasa eşitsizlikler içinde yüzen Avrupa'daki hiçbir ülke bugün Küba'nın sahip olduğu gerçek, eşitlikçi ve tam katılımcı demokrasiye sahip değildir. Küba bu demokrasiye halkın iktidarı aldığı ve zenginliğin adil bir şekilde dağıtıldığı günden bu yana sahiptir. Ve halk sadece iktidarı almakla kalmamıştır; o iktidarı NATO'suz ya da İblis'le askeri anlaşmalara girmeksizin savunan da yine aynı halktır (Alkışlar ve bağırışlar) .
Onların bizim sahip olduğumuz eşitlik, insancıllık ve istisnasız herkese gösterilen itina düzeyine sahip olup olmadıklarını anlamak için bu ülkede yapılanları teker teker tartışmak ve dünyanın en zengin ülkelerinde yapılanları tartışmak yeterli olacaktır. Sahip olduğumuz demokrasi başka hiçbir yerde bulunmamaktadır.
Ne olduğumuzdan oldukça eminiz, ne yaptığımızdan ve neye sahip olduğumuzdan. Ama öyle görünüyor ki bazı budalalar bunu hala fark etmediler ve demokrasinin nasıl kurulacağını bize öğretme bahanesiyle iç işlerimize burunlarını sokmakta ısrar ediyorlar. Her halükarda biz de böylesi cömert jestlere, onlara eşitliğin nasıl yaratılacağını, ayrıcalıkların nasıl ortadan kaldırılacağını ve devrimci bir demokrasinin nasıl kurulacağını öğreterek karşılık verebiliriz.
Bunlar hakkında böyle aklıma geldikleri için konuşuyorum çünkü yazmak için fazla zamanım olmadı.
Irak'a yollanan genç Latin Amerikalılardan ve onların ülkelerine dönmelerinin gerektiğinden bahsettim. Emperyalizm bugün canlı siperler arıyor ve orada paralı asker olarak bulunan Polonyalılar da bir gün çekilmeye karar verebilirler. Polonyalılar pek çok kez işgal edilen, pek çok kez istila edilen, defalarca bölünüp parçalanan bir ülkenin tarihine daha uygun davranmalı ve gençlerinin bir fetih savaşına paralı askerler olarak kiralanmasına artık devam etmemelidir.
Hiç şüphem yok ki bugün bu çirkin savaşa destek vermek için birliklerini yollayarak saçma sapan ve utanç verici bir şekilde hareket edenler fazla zaman geçmeden bu konuda daha ciddi ve başka şekilde düşünmeye başlayacaklar.
Ve tüm bunları söylediğime göre sanırım ABD halkıyla ilgili düşüncelerimizi söylemek de görevim.
Küba halkı dahil, dünya halkları Amerikan halkından nefret ediyor değildir. Ne de -çoğunluğu siyah, melez ya da Latin Amerikalı olan- genç Amerikalı askerlerin ölmeleri istenmektedir. Bugün gereksiz ve aptalca bir savaşın kurbanları olan bu gençlerin askerliği seçmelerinin nedeni yoksulluk ve işsizliktir.
Biz Irak'taki hiçbir hükümeti ya da mevcut hiçbir siyasi sistemi savunmuyoruz; bu tamamiyle Iraklıların karar vereceği bir şeydir. New York'ta ve Madrid'teki saldırılarda ölenlerle dayanışma hissettik ve bu tür yöntemleri kınıyoruz. Dünyanın Irak halkına beslediği büyük ve giderek artan sempatiyi yaratan şey Bağdat'ın ve diğer şehirlerin acımasızca bombalanmasıdır. Bu bombalamalar masum siviller arasına terör ve ölüm tohumları ekmekte, milyonlarca çocuğu genci, hamile kadını, anneyi ve yaşlıları tüm hayatları boyunca etkileyecek olan korkunç travmayı tamamen göz ardı etmektedir. Bunlar apaçık yalanlara dayandırılmış, hiçbir şekilde haklı çıkarılamayacak bombalamalardır. Sempati büyümektedir çünkü milyarlarca insan bunun Irak'ın kaynaklarına ve hammaddelerine sahip olmak için yürütülen bir fetih savaşı olduğunu fark etmiştir, çünkü bu savaşta hiçbir meşruiyet, hiçbir yasallık vesaire bulunmamaktadır, çünkü uluslararası hukuk ihlal edilmiştir, çünkü Birleşmiş Milletler'in yetkileri ve otoritesi göz ardı edilmiştir.
Bugün Irak halkı bağımsızlığı, hayatı, çocuklarının hayatı ve meşru hakları ve kaynakları için mücadele etmektedir.
ABD hükümeti bu yüzden, şiddet, savaş ve terör yolunu seçmekte ısrar ettiği için karmaşık bir durumla karşı karşıya kalmıştır. Bu görüşü ortaya atmaya ahlaki açıdan hakkım var çünkü bu savaş çığırtkanı politika yürürlüğe sokulmadan uzun zaman önce, 11 Eylül 2001'de yani tam da İkiz Kuleler'e düzenlenen korkunç saldırının gerçekleştiği sırada ülkemizde gerçekleştirilmekte olan ve 4,500 genç ilkokul öğretmeninin göreve başladığı yeni okul yılının açılış töreninde şunları söyledim:
'ABD Hükümetinin tepkisinin ne olacağını bilmek çok önemli. Büyük olasılıkla gelecek günler dünya için, Küba'yı kastetmiyorum, tehlikeli olacak. Küba birkaç nedenle dünyanın en barışçıl ülkesidir: politikamız, mücadele biçimimiz, öğretimiz ve de yoldaşlar, mutlak korkusuzluğumuz nedeniyle.'
[...]
'Önümüzdeki günler ABD'nin hem içinde hem de dışında gergin geçecektir. Bir dizi insan görüşlerini dillendirme hakkını kendinde bulmaya başlayacaktır.'
'Ne zaman böyle bir trajedi yaşansa, hatta bazen bunların engellenmesi bu denli zor olduğunda bile soğukkanlı olmaktan başka hiçbir yol göremiyorum. Ve özgün koşullarda düşmana birşeyler önermek mümkün olsa, yıllardır bize karşı son derece acımasız olan düşmana bir öneride bulunmama izin verilse, Amerikan halkının iyiliği için ve biraz önce dile getirdiğim iddialara dayanarak, güçlü imparatorluğun liderlerine itidali korumalarını, soğukkanlı davranmalarını, öç alma ya da nefret duygusuyla hareket etmemelerini ve oraya buraya bombalar atarak insan avına çıkmamalarını önerirdim.'
'Dünyadaki sorunların hiçbirinin, hatta terörizmin bile güç kullanarak çözülemeyeceğini ve her bir güç kullanımının, her pervasız güç kullanımının dünya sorunlarını ciddi şekilde artıracağını tekrarlamak istiyorum.'
'Çözüm ne güç kullanımında ne de savaştadır. Bunu her zaman dürüst olmuş birinin tam güvenilirliğiyle, Küba'da yaşanan mücadele yıllarına tanıklık etmiş birinin sağduyulu kanaati ve deneyimiyle söylüyorum. Böyle bir belanın çözüme ulaştırılabilmesi ancak aklın ışığında ve uluslararası kamuoyunun güçlü fikir birliğine ve desteğine dayanan zekice oluşturulmuş politikalarla mümkündür. Bu beklenmedik olay terörizme karşı uluslararası bir mücadelenin başlatılması için kullanılmalıdır diye düşünüyorum. Fakat terörizme karşı bu uluslararası mücadele orda burda terörist öldürülerek, yani onlarınkilerle aynı yöntemlerin kullanılmasıyla, masum yaşamların kurban edilmesiyle başarıya ulaşamaz. Bu herşeyden önce Devlet terörizmine ve öteki korkunç suçlara son verilerek, soykırıma son verilerek ve dürüstçe bir barış politikası güdülerek ve vazgeçilemez ahlaki ve yasal standartlara saygı gösterilerek çözülebilir. Uluslararası barışı ve işbirliğini hedefleyen bir yol seçilmedikçe dünya kurtarılamaz.'
Irak savaşı pek çok insanın hatırına Vietnam Savaşı'nı getiriyor. Benim aklıma ise Cezayir özgürlük savaşını getiriyor. Bu savaşta Fransızların kudretli askeri gücü çok farklı bir kültüre, dile ve dine sahip bir halkın direnişi karşısında tuzla buz olmuştu. Irak'ta olduğu gibi çölümsü bölgelerle dolu bu ülkede halk Fransız birliklerini ve onların o dönem için oldukça ileri olan teknolojilerini alt etmeyi başarmıştı. Fransızlar daha önce de, Bush'un seleflerinin neredeyse nükleer silah kullanma noktasına geldikleri Dien Bien Phu'da yenilgiye uğramışlardı.
Bu tür bir savaşta hegemonik durumdaki süpergücün tüm cephanesi işe yaramaz hale gelir. Bu süpergüç sahip olduğu devasa güçle bir ülkeyi işgal edebilir ama eğer o ülkenin halkı işgalcilere karşı kararlı şekilde mücadele verirse o ülkeyi yönetmesi, idare etmesi imkansızdır.
Sayın Bush'un bir gün Suriye Devlet Başkanı'na ve İran hükümetindeki yetkililere nazik mektuplar yollayacağı ve Irak sorununun çözümü için alçak gönüllü bir şekilde yardım talep edeceği daha önce hiç aklıma gelmezdi. Bu ülkelerin ikisi de şimdiye dek terörist sayılmaktaydı. Bundan da şaşırtıcı olan şey şu ki, basındaki haberlere göre iki gün önce ABD deniz birlikleri Felluce'den çekilmiş ve onların yerine Saddam Hüseyin'in ordusunda görev almış eski bir generalin yönetiminde Irak'lı askerler yerleştirilmiştir.
Şu anki ABD yönetiminin hiçbir barış çabasını ya da girişimini eleştirmem fakat ABD birliklerinin Irak'tan çekilmesi -zaten buraya asla gönderilmemeliydiler- ve Irak halkına tam bağımsızlıklarının iade edilmesi dışında herhangi bir çözüm olabileceğinden son derece kuşkuluyum. Bu çözüme, orada yaratılmış olan karmaşık durum için muhakkak bir çare bulacak olan uluslararası topluluk da destek verecektir.
Bu arada biz Kübalılar olanları izlemeye devam edeceğiz ve bizleri fiziksel olarak ortadan kaldırmayı amaçlayan politikaları savunma hakkını kendinde görenlere karşı en kararlı mücadelemizi sürdüreceğiz. En kötüsü de biraz önce bahsedilen değişikliklerin hızandırılmasından söz edenlerin, eski ölümcül fikirleri bizim için son derece tanıdık olan şahıslarla aynı kişiler olmasıdır.
Şimdi yine ekonomimizi olumsuz şekilde etkileyecek ve ülkemizi istikrarsızlaştıracak yeni önlemlerin yolda olduğu tehditlerini haykırarak gırtlaklarını yormaktadırlar. İmparatorluğun elinde mahkum tutulan ve en utanç verici ve acımasız insan hakları ihlali davasına eşsiz bir vakarla göğüs geren beş yurttaşımızı iade etselerdi çok daha iyi olurdu. Bu yurttaşlarımızın tamamiyle tecrit altında tutuldukları federal hükümet hapishanelerindeki durumları Guantánamo deniz üssünde esir tutulanlarınkinden daha iyi değildir. Fakat tüm bunlara karşın Amerika Birleşik Devletleri'ni yönetenlere daha soğukkanlı, daha duyarlı, daha aklı başında ve daha irfan sahibi olmalarını önermekten çekinmiyoruz.
Devrimi ortadan kaldırmak için çaba harcamakta ısrar edenlere, bugün bu 1 Mayıs'ta burada toplanmış olan kalabalık adına -tıpkı daha önce Girón'da ve mücadelemizin başka kritik anlarında söylediğim gibi- sadece şunu söylüyorum:
Yaşasın Sosyalizm!
Ya Vatan ya Ölüm!
Zafer Bizimdir!
'... Bir süre önce, Haziranın başlarında, Avrupa Birliği, kendi dışişleri bakanlarının önceki tahlillerini yok kabul ederek, küçük bir grup bürokratın hazırladığı, faşist kökenli ve faşist ideoloji sahibi José María Aznar adındaki kişinin kışkırtıcılığında kötü bir kararı kabul etti. Bu kararın kabul edilmesi, hegemonik süper gücün saldırgan politikasının Küba'ya yönelik düşmanlık ve tehdidine eklenmiş korkak ve iğrenç bir eylemdir.
Onlar, Küba'ya yaptıkları, 'insani yardım' adını verdikleri şeyi azaltmaya ya da gerekirse kesmeye karar verdiler.
Ülkemiz ekonomisinin çok büyük zorluklar içinde bulunduğu geçen birkaç yıl içinde sağlanan bu yardım ne kadardır biliyor musunuz? 2000 yılında AB'nin insani yardım adını verdiği miktar 3,6 milyon dolardır. 2001'de 8,5 milyon ve 2002'de 0,6 milyon dolar. Bu, herkesin bildiği emperyalist saldırganlığın büyük tehdidine karşı halkımızın güvenliğini korumak amacıyla, tümüyle yasal zeminde Küba'nın kabul ettiği adil ölçülere sahipti.
Görüyorsunuz, yıllık olarak ortalama 4,2 milyon dolar, ki 2002 yılında bir milyonun altına indirildi.
Ülkemize 2,5 milyar dolar zarara malolan Kasım 2001 ile Ekim 2002 arasında üç büyük tayfun felaketi ve ABD'ye yönelik 11 Eylül terörist saldırısı sonrasında turizmdeki büyük düşüşle birleşti. Uluslar arası ekonomik kriz nedeniyle şeker ve nikel fiyatlarındaki düşüş ve değişik etmenlerle petrol fiyatlarındaki artışla birleştirince, 'insani yardım' adını verdikleri bu şeyin gerçekte ne anlamı var? 40 yıldır ABD hükümeti tarafından uygulanan ekonomik ambargonun vermiş olduğu 72 milyar dolar kayıp ve hasarla karşılaştırın. Bu, Küba ile iş yapan işadamlarını cezalandıran, Avrupa Birliği'nin ekonomik çıkarlarını tehdit eden Helms-Burton yasasının bir sonucudur.
AB ülkeleri, Amerikanın Küba'ya uyguladığı ambargo süresince şeker sübvansiyonları nedeniyle milyarlarca dolar kaybetmişlerdir.
Küba, son beş yılda AB ülkelerine mal ithalatı karşılığı olarak 7,5 milyar dolar ödemiştir, yıllık ortalama 1,5 milyar dolardır. Diğer taraftan, son beş yılda, bu ülkelerin Küba'dan yaptıkları ithalat yıllık ortalama olarak 571 milyon dolardır. Söyleyin kim kime yardım etmiş?
Ayrıca bu çığırtkanlığı yapılan insani yardım, bürokratik engellerle, exchange bürolarındaki değişim oranlarıyla, üçüncü tarafların kabul ettiği projeleri ulusal parayla finanse etmek için ulusal parayla eşdeğer bir fon yaratılması gibi kabul edilemez koşullarla gelmektedir.
Bu demektir ki, eğer Avrupa Komisyonu bir milyon dolar verirse, Küba 27 milyon Küba pezosu koyacak ve bu projelerin yürütülmesi Avrupa'nın NGO'larının tüm karar alıcı süreçlerde yer almasıyla mümkün olacak.
Bu saçma, asla kabul edilemez koşul, pratikte üç yıllık projelere yardım akışının sağlanmasıyla paralel hale getirilmiş, sonradan da tümüyle dondurulmuştur.
Ekim 2000 ile Aralık 2002 arasında Avrupa Komisyonu resmi olarak 10,6 milyon dolar tutarındaki dört projeyi (çoğunluğu yönetimsel, yasal ve ekonomik konularda teknik yardımı içermektedir) onaylamıştır ve sadece 1,9 milyon doları gıda güvenliği içindir. Bunun hiçbiri yerine getirilmemiştir, bu kurumun bürokratik mekanizmaları tarafından değişik bahanelerle engellenilmiştir. Yine de bu miktarlar tüm Avrupa Birliği raporlarında, her ne kadar ülkemize gelmiş tek bir cent bile mevcut değilse de, 'Küba için uygun görülmüştür' şeklinde yazılıdır.
Unutulmamalıdır ki, bunlara ek olarak, Avrupa Komisyonu ve üye ülkelerin Küba'ya yardımla ilgili kendi raporlarının dolaylı bir maliyeti de vardır, öyle ki birinci sınıf standartlarda kendi uçak şirketlerinden alınan uçak biletleri, otel paraları, seyahat masrafları, ücretleri ödenmektedir. Doğrudan projelerin gerçekleştirilmesinde kullanılacağı varsayılan yardım paraları, hiçbir biçimde ülkeye yardım olmayan bu masraflar tarafından küçük küçük tüketilmektedir, ama yine de kamuoyuna kendi 'cömertlikleri'nin bir parçası olarak sunmaktadırlar.
Onlar, bu koşullarda, küstah bir biçimde Küba'ya baskı yapmaya ve gözdağı vermeye kalkışmışlardır.
Küba, ambargo altında, kuşatılmış küçük bir ülkedir, ama sadece ayakta kalmaya çalışmamıştır, aynı zamanda Avrupa koloni güçlerinin yüzyıllar boyu sömürdüğü üçüncü dünya ülkelerine yardım etmeye de çalışmıştır.
40 yıl boyunca, yüz üçüncü dünya ülkesinden, 30.000'i Afrika'dan olmak üzere, 40.000 genç insan üniversite düzeyinde mesleki ve teknik eğitim için Küba'ya gelmiştir. Onlara hiçbir maliyet çıkarılmamıştır ve ülkemiz, Avrupa Birliği ülkelerinin yaptığı gibi, bu aydınlık beyinlerin bir tekini bile çalmaya çalışmamıştır. Diğer taraftan, bu süre boyunca 52.000 Kübalı doktor ve sağlık görevlisi 93 ülkede gönüllü olarak ve ücretsiz görev yapmışlar, milyonlarca yaşam kurtarmışlardır.
Bu süreç sona ermemiştir. 2002 yılında üçüncü dünyadan 16.000 genç master çalışmaları için hiçbir ücret ödemeksizin ülkemizde bulunmaktadır, bunların 8.000'i doktor olarak eğitim görmektedir. Eğer bu eğitimin ABD'deki ve Avrupa'daki parasal karşılığı hesaplanacak olursa, her yıl 450 milyon dolardan daha fazla olduğu görülecektir. Eğer en uzak köşelerde ve en zor bölgelerde görev yapan 3.700 doktorun WHO (Dünya Sağlık Örgütü) verilerine göre yıllık ödenen ücretlerini hesaplarsanız, bu miktara 200 milyon dolar daha eklemeniz gerekir. Herşey dahil, tahminen 700 milyon dolar.
Bunları bu ülke yapabilmektedir, kendi mali kaynaklarını gözetmeden, ama Devrim tarafından yaratılmış olan olağanüstü insan sermayesine dayanarak yapabilmektedir. Avrupa Birliği'nin, bu ülkelere teklif ettiği o işe yaramaz ve değersiz yardımlarından dolayı utanması için bir örnektir.
Küba askerleri ırkçılığa karşı savaşta kanlarını dökerken, Avrupa Birliği ülkeleri Güney Afrika ırkçıları ile her yıl milyarlarca dolarlık ticaret yapıyorlardı, Güney Afrika halkının ucuz, yarı-köle emeğiyle yüksek kârlar sağlamak için bu ülkeye yatırım yapıyorlardı.
Geçen 21 Temmuzda, bir hafta önce, Avrupa Birliği, Küba'daki kendi utanç verici ortaklık konumunu gözden geçirmek için tantanalarla yaptığı toplantıda, 5 Haziranda Küba'ya karşı kabul ettiği meşhur önlemleri yeniden onayladı ve 'ortak konumun hedeflerini daha etkin biçimde izlemek için' politik diyalogu sürdürme kararı aldığını açıkladı.
Küba hükümeti, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Birliği hükümetleri tarafından önerilen ve önerilebilecek olan, haysiyet duygularından yoksun her türlü yardımı ya da insani yardımı almayı reddediyor. Ülkemiz sadece tek bir yardım biçimini, bölgesel ya da yerel özerk hükümetlerden, hükümet dışı örgütlerden ve dayanışma hareketlerinden gelecek olan alçakgönüllü ve Küba'ya politik koşullar empoze etmeyen yardımları kabul edecektir.
Avrupa Birliği politik diyalogu sürdürme kararı aldığı zaman kendisini gülünç duruma düşürdü. Açıktır ki, bu halk, egemenliğine ve onurunu hiç kimseyle tartışmaz. Tarihsel olarak köle tüccarı, yağmacı ve tüm halkları yokeden, bugün de adil olmayan ticaretle, doğal kaynaklarını sömürerek ve yağmalayarak, ödenemez dış borçlarla, beyin göçüyle azgelişmiş ve yoksul milyarlarca insana acı çektiren eski kolonyalist güçlerle asla.
Avrupa Birliği tümüyle bağımsız bir diyalog kurma özgürlüğüne sahip değildir. Onun NATO ve ABD'ye verdiği taahhütler ve Cenevre'de alınan Küba'yı yıkmak isteyen kişilerle birlikte hareket etme kararı, yapısal değişimi gerçekleştirme gücüne sahip olmadığını gösteriyor. Eski sosyalist topluluğun ülkeleri yakın zamanda Avrupa Birliği'ne katılacaktır, ancak Avrupa ülkelerinden daha çok ABD'nin çıkarlarına bağlı olan bu ülkelerin fırsatçı yöneticileri AB içinde süper gücün truva atı görevi göreceklerdir. Onlar, Küba'ya karşı kin doludurlar. Onlar, binlerce kez daha adil ve daha insani bir toplum olan sosyalizmi, asla affedilemeyecek şekilde, kendileri terk ederek çürümüş bir sistemi benimsemişlerdir.
Avrupa Birliği oluşturulduğu zaman onu alkışladık, çünkü o, güçlü bir askeri birlik ve ekonomik güç olarak akılcıl ve yararlı bir karşı denge unsuru olacaktı. Biz Euro'yu da sevinçle karşıladık, ABD dolarının mutlak gücüyle boğulan dünya ekonomisinin çıkarına olduğu için sevinçle karşıladık.
Ancak, diğer taraftan, dünyanın efendileri ile uzlaşma umuduyla kibirli ve hesapçı hareket ederek Küba'ya onur kırıcı davranışta bulunduklarında, halkımızın saygısına zerre kadar layık değillerdir.
Onlarla, kamusal alanda, uluslararası forumlarda ve dünyayı tehdit eden büyük sorunların konuşulduğu yerlerde hiçbir diyaloga girilmeyecektir.
Biz Avrupa Birliğinin ya da Birliksizliğinin ilkelerini tartışma konusu yapmayacağız. Onlar, Küba'da, efendilere boyun eğmeyen, tehditleri kabul etmeyen, sadaka için dilenmeyen, gerçekleri söylemekten korkmayan bir ülke bulacaklardır.
Birilerinin onlara bazı gerçekleri anlatması gereklidir, çünkü onların bencilliklerinin yanısıra, kendilerine yaltaklanan, Avrupa'nın eski ihtişamıyla büyülenmiş pek çok kişi vardır. İspanya'yı niçin eleştirmiyorlar? Avrupa'yı muz cumhuriyetleri düzeyine indiren onun eğitim sisteminin felaket durumunu düzeltmek için ona neden yardım etmiyorlar? İngiltere'yi, bu mağrur ulusu silip süpüren uyuşturucuyu önlemek için niçin yardım etmiyorlar? Onlar apaçık ihtiyaç duydukları halde kendilerine niçin yardımcı olmuyorlar ve durumlarını tahlil etmiyorlar?
Avrupa Birliği, dünya halklarının büyük çoğunluğunun gerçek insan haklarına kavuşması için; dünyanın tüm kaynaklarını ele geçirme peşindekilerin yüzlerine karşı akıllı ve onurlu tutum almak için; ABD eğlence sektörünün uluslarüstü istilasına ve nüfuzuna karşı kendi kültürel kimliğini savunmak için; on milyonları bulan işsizlik sorununu çözmek için; kendi fiilen okur-yazar olmayanlarını eğitmek için; göçmenlere insani davranmak için; Küba'nın yaptığı gibi, kendi yurttaşlarının tümünün gerçek sosyal güvenlik ve sağlık hizmetlerini garanti altına almak için; kendi tüketici ve savurgan alışkanlıklarını ölçülü hale getirmek için; bürokratik ve demagojik yollara sapmaksızın, dünyanın yoksulluğunu, kötü sağlık koşullarını ve cehaletini birazcık olsun azaltmak için yapılanları kendi GSMH'larının %1'i ile güvenceye almak için; köleciliğin ve kolonizmin yüzyıllar boyu Afrika ve diğer bölgelerde yapmış olduğu zararları birazcık olsun tazmin etmek için; Karaiblerden Falkland adalarına kadar bugün hala varlığını sürdüren koloni bölgelerini görmezlikten gelmeyerek, bu bölgelerin bağımsızlığını kazanmaları için, koloni sömürüsünden onları korumak ve tarihsel zararlarını gidermelerine yardımcı olacak ekonomik yardımı yapmak için daha çok çalışmalı ve daha az konuşmalıdır.
Bu liste sonsuza kadar uzayıp gidiyor. Eklemeliyim ki, insan haklarını savunan gerçek politika, içi boş sözcüklerle değil fiilen işe girişerek yapılır. GAL tarafından öldürülen Basklı olayını gerçekten soruşturarak; bilimadamı Dr. David Kelly'nin nasıl öldürüldüğünü ya da intihara zorlandığını dünyaya anlatarak; Latin-Amerika ülkelerini ilgilendiren NATO'nun yeni stratejik konseptine ilişkin Rio de Janeiro'da onlara sorduğum soruları yanıtlayarak; tüm tarihin en büyük askeri gücü tarafından ilan edilmiş olan dünyanın herhangi bir ülkesine karşı önleyici vuruş (preemtive strikes) doktrinine kesin olarak ve cesaretle karşı çıkarak yürütülür.
Küba üzerindeki uydurma ve zorlama yaptırımlar sadece haksız değil, aynı zamanda gülünçtür. Yine de teşekkür ediyoruz, onların sayesinde büyük bir insan sermayesi yarattık. Küba'nın yaşayabilmek, gelişmek ve başarmak için, ki onlar asla başaramayacaktır, Avrupa Birliği'nin yardımlarına ihtiyacı yoktur.
Avrupa Birliği kibirini ve mantıksızlığını gidermelidir.
Onyıllardır bizim halkımız Avrupa Birliği'nin dayatmalarından daha büyüklerini dayatan güçlerle çarpışmıştır; heryerde büyük dinçlikte yeni güçler ortaya çıkıyor. Kendilerini geliştirme ve zenginleştirme uğruna başkalarını yokeden ve yoksulluğa mahkum eden mekanizmanın çarkları altındaki halklar gardiyanlardan, müdahalecilerden ve yağmacılardan usanmıştır, Bugün bu halkların bazıları dizginlenemez bir güçle ilerliyorlar, ve diğerleri onlara katılacaktır. Onlar arasında büyük bir uyanış var. Gelecek bu halkların olacaktır.
Bu 50 yıllık direniş ve mücadele sürecinde bunlardan çok daha büyük zorluklarla yüzyüze geldik. Avrupa Birliği ülkelerinden hiçbir biçimde yardım almaksızın sosyal ve insani kazanımlar sağladık. Onlara çağrı yapıyorum, kendi hataları üzerine düşünüp taşınsınlar ve öfkeli çıkışlardan ya da Avrupa narsis taşkınlıklarından uzak dursunlar.
Ne Avrupa, ne ABD insanlığın geleceği üzerine son sözü söyleyemeyeceklerdir.
Bugün elli yıl önce başlattığımız mücadele ve girişim için yargılandığım olağanüstü mahkemede söylediğim benzer şeyleri yineleyeceğim, ama bu sefer bunları söyleyen ben olmayacağım; tarihsel ve büyük bir devrimi gerçekleştirmiş olan ve başarıyla savunan halk tarafından söylenecektir:
Beni mahkum edebilirsiniz. Bu sorun değildir. Halklar son sözü söyleyecektir!
50 yıl boyunca bu mücadelede düşenler sonsuza kadar yaşayacaktır.
Yaşasın rüyalarını gerçeğe dönüştüren halk!
Venceremos!
FİDEL CASTRO-Küba devlet başkanı.
Santiago de Cuba - 26 Temmuz 2003