Fakr; insanın kalb gözünü, Hakk'ın tükenmez hazinelerine açan nurdan bir anahtardır; bu anahtara sahip olan, dünyanın en zengini sayılır.
Fakr; gınânın kapısıdır; o kapıdan geçebilenler vicdanlarında 'Mâlikü'l-Mülk'ün sonsuz definelerine ulaşırlar; ulaşırlar da, fakrı ayn-ı gınâ bulurlar. Bu itibarla da, Hz. Cüneyd'in de buyurduğu gibi, diyebiliriz ki: 'Gınâ, fakrın kemâle erme keyfiyetinden başka bir şey değildir.'
Evet, Allah'a karşı iftikar tamamlanınca, mutlak gınâya ulaşılır; gınâya ulaşılınca da, insan ruhu başka bir şeye ihtiyaç hissetmez ki, halk arasındaki: 'Asıl zenginlik kalb zenginliğidir.' sözünün mânâsı da bu olsa gerek...
Evet insan, böyle bir zenginliğe erince âdetâ her yerde geçerli bir kredi kartını elde etmiş gibi olur. Böyle sırlı bir sermayeye sahip olan ise ne güçsüzdür, ne de fakir. Bir eski söz, bu yeni gerçeği, hiç yoktan iyidir ölçüsünde şöyle anlatır:
Kuvvet O'nun biz güçlüyüz; O'nun namıyla ünlüyüz, Zirveler aşar yürürüz; Zorluklar âsândır bize.
Malımız yok pek ganîyiz; O'nun ile olduk aziz. Tefekkürdür mesleğimiz; Yaş-kuru irfandır bize.
İnsanın fakr ve ihtiyacı O'nun zilletine sebep değildir. Aksine, fakrının şuurunda olduğu ölçüde izzetine vesiledir. Zira 'Ganiy-yi Mutlak' olan Allah'a karşı fakr u ihtiyaç şuuru, gınânın ta kendisidir. Evet insan, vicdânındaki nokta-i istinâd ve nokta-i istimdâdı duyup, hissedip O'na yöneldiği nisbette 'başka şeylere muhtaç olmadığı' şuur ve idrâkine ulaşır ki, böyle birisi tam bir fakir olduğu halde, hiç kimseye ve hiçbir şeye karşı ihtiyaç hissetmez. Ve yine böyle bir fakir, kendi varlığı dahil her şeyi Cenâb-ı Hak'tan bilir ve sahip olduğu şeyleri O'nun vücûdunun ziyasının bir gölgesi sayar ki, tevhid şuurunun bu seviyeye ulaşmasına 'fenâ fillâh' denir.. ve iki adım ötede de 'bekâ billah' vardır. Bu mânâ ile alâkalı olarak Hayâlî merhum şöyle der:
'Hayâlî fakr şalına çekmek cism-i üryânı, Ânınla fahrederler, atlas ü dîbâyı bilmezler.'Fakr; evliyânın şiârı, asfiyânın hâli ve Hak sevgisinin de en bâriz emâresidir.
Fakr; varlığı kendinden olmayan her şeyden alâkayı kesip, doğrudan doğruya Hazret-i 'Ehad ü Samed'e teveccühten ibarettir. Bu itibarladır ki; insan bütün fâniyat ve zâilâtı kalben terk edip, sıfât ve Zât-ı İlâhî'de fânî olduğu ölçüde fakra ulaşmış ve ا َ ل ْ ف َ ق ْ ر ُ ف َ خ ْ ر ِ ي 'Fakirlik iftihar vesilemdir.'[1] fehvâsınca fahre ermiş sayılır. Bir kudsî sözde de ifade edildiği gibi, fakr, iman ve iz'ânın bir buudu hâline gelince, bütün iradeler, bütün meşîetler ve bütün havl ü kuvvetler silinir gider de, sadece ve sadece Allah'ın (celle celâluhu) havl ve kuvveti kalır... Böyle birisinin dünyalar dolusu serveti de olsa, fânî ve zâil olması itibarıyla her şeyi vehm ü hayâl farz ederek, sadece O'nu görür, O'nu bilir, O'nu düşünür.. ve acz ü fakr şuuruyla sadece ve sadece O'na güvenir, O'na dayanır ve O'ndan başka her şeye karşı bütün bütün kalben bîgâne hâle gelir. Nâbî merhum ne hoş söyler:
'Eyleme fakra hakaretle nazar ey Nâbî, Fakr, âyinesidir suret-i istiğnânın.'
Allah Resulü buyurmuşlar ki; ' FAKR”ımla iftihar ederim ”.
Yani Yokluğumla iftihar ederim. Burada ki FAKR elbetteki Fakirlik, yoksulluk hali değildir. Allah Resulü yoksulluğumla iftihar ederim demeiştir, ince bir ifade ile Fenafillah Allah'ta yok olma halinden bahsetmiştir. Allah'ı varlığı dışında ikiinci bir varlığın olmadığını, dolayısıyla kendisinin de HİÇ lşiğine değinmiştir.
Caresizlik, yoksulluk ya da yoksunluk gibi anlamlar iceren bir sozcuktur. Mustafa Kemal Ataturk'un Genclige Hitabe'sinde de gecer bir cumle icinde... Soyle der Atamiz:
'Millet, fakr-u zaruret icinde harap ve bitap dusmus olabilir.'
Fakr; insanın kalb gözünü, Hakk'ın tükenmez hazinelerine açan nurdan bir anahtardır; bu anahtara sahip olan, dünyanın en zengini sayılır.
Fakr; gınânın kapısıdır; o kapıdan geçebilenler vicdanlarında 'Mâlikü'l-Mülk'ün sonsuz definelerine ulaşırlar; ulaşırlar da, fakrı ayn-ı gınâ bulurlar. Bu itibarla da, Hz. Cüneyd'in de buyurduğu gibi, diyebiliriz ki: 'Gınâ, fakrın kemâle erme keyfiyetinden başka bir şey değildir.'
Evet, Allah'a karşı iftikar tamamlanınca, mutlak gınâya ulaşılır; gınâya ulaşılınca da, insan ruhu başka bir şeye ihtiyaç hissetmez ki, halk arasındaki: 'Asıl zenginlik kalb zenginliğidir.' sözünün mânâsı da bu olsa gerek...
Evet insan, böyle bir zenginliğe erince âdetâ her yerde geçerli bir kredi kartını elde etmiş gibi olur. Böyle sırlı bir sermayeye sahip olan ise ne güçsüzdür, ne de fakir. Bir eski söz, bu yeni gerçeği, hiç yoktan iyidir ölçüsünde şöyle anlatır:
Kuvvet O'nun biz güçlüyüz;
O'nun namıyla ünlüyüz,
Zirveler aşar yürürüz;
Zorluklar âsândır bize.
Malımız yok pek ganîyiz;
O'nun ile olduk aziz.
Tefekkürdür mesleğimiz;
Yaş-kuru irfandır bize.
İnsanın fakr ve ihtiyacı O'nun zilletine sebep değildir. Aksine, fakrının şuurunda olduğu ölçüde izzetine vesiledir. Zira 'Ganiy-yi Mutlak' olan Allah'a karşı fakr u ihtiyaç şuuru, gınânın ta kendisidir. Evet insan, vicdânındaki nokta-i istinâd ve nokta-i istimdâdı duyup, hissedip O'na yöneldiği nisbette 'başka şeylere muhtaç olmadığı' şuur ve idrâkine ulaşır ki, böyle birisi tam bir fakir olduğu halde, hiç kimseye ve hiçbir şeye karşı ihtiyaç hissetmez. Ve yine böyle bir fakir, kendi varlığı dahil her şeyi Cenâb-ı Hak'tan bilir ve sahip olduğu şeyleri O'nun vücûdunun ziyasının bir gölgesi sayar ki, tevhid şuurunun bu seviyeye ulaşmasına 'fenâ fillâh' denir.. ve iki adım ötede de 'bekâ billah' vardır. Bu mânâ ile alâkalı olarak Hayâlî merhum şöyle der:
'Hayâlî fakr şalına çekmek cism-i üryânı,
Ânınla fahrederler, atlas ü dîbâyı bilmezler.'Fakr; evliyânın şiârı, asfiyânın hâli ve Hak sevgisinin de en bâriz emâresidir.
Fakr; varlığı kendinden olmayan her şeyden alâkayı kesip, doğrudan doğruya Hazret-i 'Ehad ü Samed'e teveccühten ibarettir. Bu itibarladır ki; insan bütün fâniyat ve zâilâtı kalben terk edip, sıfât ve Zât-ı İlâhî'de fânî olduğu ölçüde fakra ulaşmış ve ا َ ل ْ ف َ ق ْ ر ُ ف َ خ ْ ر ِ ي 'Fakirlik iftihar vesilemdir.'[1] fehvâsınca fahre ermiş sayılır. Bir kudsî sözde de ifade edildiği gibi, fakr, iman ve iz'ânın bir buudu hâline gelince, bütün iradeler, bütün meşîetler ve bütün havl ü kuvvetler silinir gider de, sadece ve sadece Allah'ın (celle celâluhu) havl ve kuvveti kalır... Böyle birisinin dünyalar dolusu serveti de olsa, fânî ve zâil olması itibarıyla her şeyi vehm ü hayâl farz ederek, sadece O'nu görür, O'nu bilir, O'nu düşünür.. ve acz ü fakr şuuruyla sadece ve sadece O'na güvenir, O'na dayanır ve O'ndan başka her şeye karşı bütün bütün kalben bîgâne hâle gelir. Nâbî merhum ne hoş söyler:
'Eyleme fakra hakaretle nazar ey Nâbî,
Fakr, âyinesidir suret-i istiğnânın.'
Allah Resulü buyurmuşlar ki; ' FAKR”ımla iftihar ederim ”.
Yani Yokluğumla iftihar ederim.
Burada ki FAKR elbetteki Fakirlik, yoksulluk hali değildir.
Allah Resulü yoksulluğumla iftihar ederim demeiştir,
ince bir ifade ile Fenafillah Allah'ta yok olma halinden bahsetmiştir.
Allah'ı varlığı dışında ikiinci bir varlığın olmadığını, dolayısıyla kendisinin de HİÇ lşiğine değinmiştir.
FAKR, İFTİHARIMIZDIR.
Caresizlik, yoksulluk ya da yoksunluk gibi anlamlar iceren bir sozcuktur. Mustafa Kemal Ataturk'un Genclige Hitabe'sinde de gecer bir cumle icinde... Soyle der Atamiz:
'Millet, fakr-u zaruret icinde harap ve bitap dusmus olabilir.'