Çalan çırpan 'İŞİNİ İYİ BİLEN MEMUR' 'BEN ZENGİNİ SEVERİM' 'VİSKİCİ PÜROCU PAPATYALAR' 'HIRSIZLIK TALAN VURGUN' Devr-i iktarının yani ANAP dönemlerinin Maraş Milletvekilini hatırllatıyor.Kimse bana 'tek başına ne yapabilirdi'demesin şairlik birazda yaşam biçimi olmalı.Bu yoksul halkın sırtından milyarlarca maaş alıp iki yılda emekli milletvekili oldu mu olmadı mı? Kürsülere çıkıp bangır bangır kükredi de ben mi duymadım yoksa.Ölünün arkasından konuşulmaz ama yazılabilir sanırım.Şiirlerine sözüm yok. Ruhu şad olsun.
Erdem BEYAZIT'ın şiirleriyle 1990'lı yıllarda, üniversite öğrencisiyken tanıştım.Bu şiirler, o güne kadar aşk-meşk şiirlerinden başka bir repertuarı olmayan bendenizin önünde ufuklar açtı.Bu şiirleri hem okuyor, hem de kasetten dinliyordum.Pek çok mısrasını ezberlemiştim bile.Diyebilirim ki bana serbest şiiri sevdiren ilk şiirlerdir Erdem BEYAZİT'in şiirleri. ' Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm, Ölümsüzlüğü tattık; bize ne yapsın ölüm...' mısraları o gün gibi ruhumu titretir, durur. O, yaşıyorken ölümü tadan ender şairlerden biriydi....Ruhu şad olsun, mekanı cennet olsun...
Erdem BEYAZIT'ın şiirleriyle 1990'lı yıllarda, üniversite öğrencisiyken tanıştım.Bu şiirler, o güne kadar aşk-meşk şiirlerinden başka bir repertuarı olmayan bendenizin önünde ufuklar açtı.Bu şiirleri hem okuyor, hem de kasetten dinliyordum.Pek çok mısrasını ezberlemiştim bile.Diyebilirim ki bana serbest şiiri sevdiren ilk şiirlerdir Erdem BEYAZİT'in şiirleri. ' Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm, Ölümsüzlüğü tattık; bize ne yapsın ölüm...' mısraları o gün gibi ruhumu titretir, durur. O, yaşıyorken ölümü tadan ender şairlerden biriydi....Ruhu şad olsun, mekanı cennet olsun...
Erdem BEYAZIT'ın şiirleriyle 1990'lı yıllarda, üniversite öğrencisiyken tanıştım.Bu şiirler, o güne kadar aşk-meşk şiirlerinden başka bir repertuarı olmayan bendenizin önünde ufuklar açtı.Bu şiirleri hem okuyor, hem de kasetten dinliyordum.Pek çok mısrasını ezberlemiştim bile.Diyebilirim ki bana serbest şiiri sevdiren ilk şiirlerdir Erdem BEYAZİT'in şiirleri. ' Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm, Ölümsüzlüğü tattık; bize ne yapsın ölüm...' mısraları o gün gibi ruhumu titretir, durur. O, yaşıyorken ölümü tadan ender şairlerden biriydi....Ruhu şad olsun, mekanı cennet olsun...
andre gide nin de dediği gibi bir edebiyatçı en çok vefatından sonra duyulur ben vefatından sonra varlığından haberdar olup tanımamız gereken biri olduğuna inandım
Mehmet Kaplan dan nefret etmeme sebep olan adam. Rahmetlinin 'Güneşçağ Savaşçılarını' öyle bir yorumlamış ki... Hocalar da sanki Türkiye de başka eleştirmen çıkmamış gibi döndürüp döndürüp Kaplan ı okutuyorlar. Adam tam da Cemal Süreyya nın dediği gibi eleştirmen değil 'soruşturman'
Erdem bayazıt günümüz şiirini duruş ve yaşayış bakımından inancı doğrultusunda yorumlama kaabiliyeti gösteren nadir şairlerdendir. Onun isyanı olumsuz giden ne varsa ve ikinci plana itilmek istenen hayat tarzını mertçe ve erkek bir söyleyişle ilan etmek tabanına oturur. Şiirinin büyüklüğü onun isbatıdır. Allah Rahmet eylesin
Bir insanî duygular galerisi olan Türk Şiirinde, ölüm başköşeye oturan temalardan biridir. Ve işledikleri konular itibariyle de bazı şairler ön plana çıkarlar. Örneğin Fuzuli aşkta, Necip Fazıl çilede, Erdem Bayazıt da savaş ve ölüm temalarıyla ön plana çıkmış şairlerimizdendir. Erdem Bayazıt da şiirinde birçok temayı başarıyla işleyen usta şairlerimizden biridir. Yeni bir dünyanın, yitik bir medeniyetin umutlarıyla muştular dillendiren bir müjdecidir O. Savaşçıdır. Güneşçağ savaşçısı. Ama elinde gürz, kalkan ya da kılıç yoktur onun. O göğsünde çiçekler mayalanan yeniçağ dervişidir. Silahı merhamet ve imandır. Şehirlerle arası hiç iyi değildir onun. Bulvarlar, bol camekânlı çarşılar, mahpushaneye dönmüş duvarlar, melal denizi ıssız parklar, banklar. Hepsi ruhsuzdur ve şair dağları özlemektedir. Geniş bir tema yelpazesi içinde Bayazıt, ölümü neredeyse bütün boyutlarıyla şiirinde işlemiştir. Yani onun şiirinde ölüm, “dava” temasıyla koşuttur. Erdem Bayazıt ülkemizin ve dünyanın en sarsık zamanlarında birçok ölüme tanıklık etmiştir. Bu ölümler hem manevi hem de reel tarafıyla görünmüştür şaire. Birçok darbeye tanıklık eden şairin gözü önünde yıkılan yiğitler, Afganistan’da, Çeçenistan’da ve neredesiyle tüm İslam coğrafyasında maruz kalınan ölümler, şairin bizatihi bu konuda düşünmesini sağlamıştır. Tabi şairin ölümü bu kadar işlemesini sadece bu nedenlerle izah etmek eksik kalacaktır. Ek olarak; tasavvufi anlayışın ölümle şekillenmesi(Rabıta-ı mevt, Ölmeden önce ölünüz) , dervişane ruhunun ölüme bakışı, belki de en önemlisi çok yakınındakilerin ölümleri onun ölümü daha fazla düşünmesini sağlamıştır. Şairin ölümle ilgili şiirleri bütüncül bir perspektifle okunursa, Bayazıt’ın ölüm bilmecesini kafasında çözdüğü görülecektir. Birçok insanı meşgul eden ölüm, Şairin kafasında bitmiş bir paradoks olarak gözükür okura. Her şeyden önce Şair, “Ölüm ki sonsuza açılan bir kapıydı” diye tarif ettiği ölümü basit bir şey olarak görmektedir. Ve bunu ifade ederken de yer yer metaforlar kullanır. Mesela bir “Bir Portre” şiirinde Socrates karşımıza bir metafor olarak çıkar. Ve şair; neredeyse Sokrates’i modeller bu şiirinde ve ölümü kolaylar. Engin sakin berrak bir denize Uçsuz bir kumsaldan ağır ağır Nasıl yürürse insan Sokrates öyle yürüdü ölüme. Aynı şiirin başka bir bölümünde kalbini Socrates’in eline verir. Ve seslenir. Tilmizleri (talebeleri) ağlaşırken O vasiyet ediyordu - Asklepyos'a bir horoz borçluyuz ___Unutmayınız. Erdem Bayazıt, “kendi ölümüme ait bir deneme” yazacak kadar ölümü gündemine almıştır. Bu şiirde şair bilge bir görüntüyle karşılar okurlarını. Ölüm ve halleri birçok boyutuyla gözler önüne serilir. Kurandaki “her nefis ölümü tadıcıdır” ayetinden mülhem şöyle başlar şiirine. Bir gün öleceğim biliyorum Bunu her an ölür gibi biliyorum Ve öldükten sonra arkasında bırakacağı boşluğu görür gibi anlatır bize. Anamın yüreğinde bir kor Ölene dek sönmeyecek bir ateş Kımıldanıp duracak hep Annesinin bu halinden sonra, karısının, kızlarının ve arkadaşlarının muhtemel refleksleri de şiirleşir şairin dilinde. Okur, şairin sanki bunları görerek yazdığı hissine kapılır. Karım bomboş bulacak dünyayı - Nolurdu birlikte ölseydik, deyip duracak Oysa insan yalnız ölür Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak
Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm Bir süre kaçacaklar insanlardan Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine
Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar - Yaşayıp gidiyorduk yahu Ne vardı acele edecek! Diyecekler Ve şair acı gerçeği şiirin bitişinde kör bir bıçak gibi saplar hakikatin gözüne. Biliyorum yaklaşıyoruz her an Biliyorum oruçlu doğar insan Ölümün iftar sofrasına. Şair, ölümün zamansızlığını, hareketliliğini defaatle yineler. Hatta onun bu özelliğini “kesitler” şiirinde nehir metaforuyla dillendirir. Mahlukta devinen Gürül gürül bir ırmaktır ölüm Şair için ölümün en çok can acıtan yönü ayrılık boyutudur. Şair belki tanık olduğu ölümlerden hareketle, ölümün bıraktığı boşluğu, ansiklopedik kesinlikte ifade eder. En çok babası ölenler bilir şairin şu dizelerinde ne demek istediğini. Babalar ölür Dolaşır eli ölümün Saçlarında anaların oğulların Oğlunu kaybeden bir ebeveyn anlar ancak şairin ne demek istediğini aşağıdaki dizelerde. Oğullar ölür Bir kafes olur ölüm Ana kalbi bir kuştur Azad kabul etmez Ve “Kesitler” şiirinde analar, sevgililer, sınıf arkadaşları ölünce neler yaşanır, hepsini anlatır Şair. Ve gerçekten gerçeğe dokunan bilgece anlatımlardır bunlar. Devam eder şiir: Sonra bir mezarlıkta Bir çukurun başında Bir kapının ağzında Herkes susar Konuşur ölüm
Ve sürer hayat.
Ölümün nereden geleceğinin bilinmemesi, destansı bir eda ile çıkar karşımıza Bayazıt’ın şiirinde. Bazan bir tekerlek altında Ansızın gelir ölüm apansız biter sınav Bir elektrik kesilmesi gibi Kesilir tulu emel Bir ilkenin ve ülkünün şairi olan Erdem Bayazıt’ta, ölüm kendi felsefesiyle karşılanır. Tasavvufun olmazsa olmaz kaidelerinden “ölmeden önce ölünüz! ” sırrı, bir medrese-i yusufiye’de gerçeğe dokunur. Mahpushane bir füze rampası olur. Ve sonsuza uçurur mahpusu. Bazan ölüm vardır Ölümden önce gelir Mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır Sorular hep yanıtsız kalır orada Sadece konuşan rüyalardır Yahut hayaller suskun duvarlarda Gözler kabul eder parmaklar kabul eder Ama beyin hep umuttan yanadır Bazen de şair; Biliyorum kolay değil yaşamak, Ama işte Bir ölünün hala yatağı sıcak Birinin saati işliyor kolunda Yaşamak kolay değil ya kardeşler, Ölmek de değil. Kolay değil bu dünyadan ayrılmak Diyen Orhan Veli’ye inat, dünyaya bağlılığa şöyle itiraz eder. Ölümden uzak ölümler vardır Gazete ilanlarında rastlanılan Dünyaya bağlılığın zavallı Ve muannit Bir belgesidir Daha çok kalanlara ait. Şairin gözü önünde güzel ölümler de vuku bulmuştur. Elbette bu ölüm şekilleri de yansıyacaktır şairin şiirlerine. Ölümler vardır. Can kuş gibi uçar gider Bir martının süzülüp Kaybolması gibi maviliklerde. Erdem Bayazıt; Bazan akan bir film şeridinin Tek kare donan bir fotoğrafı gibidir Dediği ölümü anlatırken -dikkat edilirse- kesin bir dil kullanmaktadır hep. Bu üslup okurda şairin anlattığı şeylerin hepsini kesin bir şekilde yaşadığı, tanık olduğu hissini uyandırır. Şairin bu meyandaki anlatım gücü, bu hakikatten kaynaklanmaktadır. Ölüm, kentteki insanlar için en tehlikeli uyarıcıdır. Ama insanların duyacağı son uyarıdır da aynı zamanda. Bayazıt, insanları “ölüme saygı” duymaya davet ettiği şiirinin finalinde; Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze Kalsın titrek ve mavi elleriniz Bekleyin geliyor ölüm usulca Usulca girer koynunuza. Der ve ölümü hatırlatır hatırlaması gerekenlere. Şair her şeye, hikmet ve tasavvufî neşve içinde bakmayı kendine adet edinmiştir. Bu bakış onun düşünsel yapısının olmazsa olmazıdır. Bu duyuş ve düşünüş şekli şairi o kadar etkilemiştir ki; O dinlediği şarkı ve türkülerde bile ölümün ayak seslerini duyar ve bunu okurlarıyla paylaşır. Ölümden bir işaret var her şeyde Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde:
- Kışlanın önünde redif sesi var Namluların ucunda ölümün sesi! … - Bir ihtimal daha var Umuttan da öte ölümün sesi!
“Ölünün Kıyıları”nda dolaşır Şair. Ve nerdeyse ölümü arzular. “Önden Gidenler İçin” durup kıyıda ağlamak düşer Şairin Bahtına. Ve dilinde mersiye kıvamında, yarım yamalak sitem soslu sözcükler vardır. Onlar gittiler Yalnız bir yemin kaldı aramızda Ben şimdi bu yanda Kasılmış çıplak bir kurşun gibiyim Namluda.
Onlar gittiler Topraktan bir işaret taşıyarak alınlarında Ben şimdi bu yanda Gerilmiş bir an gibiyim Doğumla ölüm arasına.
Şair, geçen “her an, az az öldüğünün farkında” olarak, “saçlarını eskiterek” deneyim dolmaktadır. Bilgece ve kendinden emin bir tonda şöyle der: Ölümle tanıştıktan sonra anladım Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın Şair felsefî anlamda ölümün bütün varyantlarına dokunmuş, sanki “ölmeden önce ölmüştür.” “Sonsöz” şiirinde Hz.Peygamber(S.A.V) metaforuyla ölümü munisleştirir. Bir kavuşma vesilesi yapar ölümü kendine. “Dön! ” fermanının bir sebebi olarak görür ölümü. Ve, -Merhaba Ey Refik-i Ala! Der. Artık söylenecek söz, gerçekleştirilecek eylem kalmamışsa gitme vakti gelmiştir. Ve zaman döne döne Gelmişti başlangıç noktasına İlk yaratılış düğümüne
Mahlûkatın var olduğu Yüzü suyu hürmetine Evrenin efendisinin Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine. Ölümsüzleşmek için ölmek gerekmektedir elbette. Bitmiştir yaşam. Geride kalmıştır, mal, mülk, derd-i maişet. Tertemiz ve açık bir alınla gidilmiştir musallaya. Ölüm muhakkak Ve ölüm mutlak Tek kapısıdır ölümsüzlüğün Gerçi “mahşerden önce mahşer halini yaşayan” Şair için “sonsuz susuzluk” çoktan bitmiştir. Çünkü o bu duygusunu şöyle dile getirmiştir, ölümü kafasında yendiğinde. Ve ölüm bahsinde son noktayı koymuştur: Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm
Edebiyat Camiasının değerli bir mensubunu daha kaybetmenin derin teessürü içerisindeyiz, Ancak eminiz ki O güzel yüreği ile, İnsani kişiliği ile, Ruhen de güzel bir mertebeye erişti, Kendisine Allah'tan Rahmet, Ailesine, yakınlarına ve Camiamıza baş sağlığı diliyoruz, Unutulamayacak bir yıldız daha aramızdan kaydı gitti, Ruhu şad, Mekânı Cennet olsun, Şiir Dostları Duygu pınarı Grubu Adına RETOR / Refah TORLAK.
Edebiyat dünyası Değerli bir emekçisini daha kaybetti, Tüm camiamızın başı sağ olsun, Kendisine Allah'tan Rahmet ve Başta ailesi olmak üzere Tüm yakınlarına ve Camiamıza baş sağlığı diliyorum Ruhu şad, Mekânı cennet olsun. RETOR
Allah gani gani rahmet eylesin. Erdem Bey, bu dünyada söyleyecek sözü olna ve sözünü dosdoğru söyleyen şairdi. Türk şiiri, aynı kuşaktan Cahit Zarifoğlu'ndan sonra da Erdem Beyazıt'ı kaybetti.. Sebep Ey!
MERHUM, Şair Erdem Beyazıt' a Yüce Mevladan Rahmet Diler, Dostlarına- Sevenlerine Ve Kıymetli Yakınlarına Sabır ve metanet Temenni Ederim./ Merhum Üstadın Mekanı Cennet Olsun./
' TÜRK ŞİİRİNİN ÖNEMLİ ŞAİRLERİNDEN BİRİNİ DAHA KAYBETMİŞ OLMANIN DERİN TEESSÜRÜYLE GERİDE BIRAKTIĞIMIZ BU GÜNDE, __ ŞİİR DÜNYASININ BAŞI SAĞOLSUN DERKEN, MERHUMUN AZİZ - HATIRASINI YAŞATACAK OLAN HER ŞİİR SEVER VE ŞAİRE DE - SAYGI SUNUYOR VE ESENLİK DİLİYORUM.' / Nusret Akbayır / ______________________________________________________
Erdem BEYAZİT demek bana göre YEDİ GÜZEL ADAM'dan biri demek... Çünkü Erdem BEYAZİT,Mavera'yı çıkaran 7 güzel insandan birisidir ve bu yedi güzel adamın her birisi MAVERA demektir. Erdem BEYAZİT demek,EDEBİYATIMIZA YENİ SOLUK DEMEK. Erdem BEYAZİT demek,SEBEB EY demek. Erdem BEYAZİT demek,sözün özü ADAM demek.Hemde DAM GİBİ ADAM işte bu... Mustafa EROL
'Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm' diyen Şair'e rahmet olsun.
Hemşehrim, hemşehrisi olmakla onur duyduğum, Şiirlerine hayran olup çağrısına hemen uyduğum, Ölüm haberini duyduğumda dona kalıp buyduğum, Bayazıt oğullarından bir bey Erdem Bayazıt Ağabey.
İsmiyle mütenasip erdem sahibi, adam gibi adam, İnandığı yolda kararlı, cesur ve itikatı sağlam, Vakur yaşadı, istemedi ne şöhret ne ihtişam, Gür sesli Büyük Şair Erdem Bayazıt Ağabey.
Kahramanmaraş, şair yatağı güzel bir memleket, Kısakürek, Zarifoğlu, Karakoç cümlesine bereket, Sana sözümüz olsun, nice şairler yetişecek elbet, Gür sesli Büyük Şair Erdem Bayazıt Ağabey.
Dünya dediğin, koca kainatta nokta, küçücük bir daire, Herkes gün gelecek ölecek, kim bulmuş ki ölüme çare, Allah rahmet eylesin tüm geçmişlerimize ve büyük şaire, Bayazıt oğullarından bir bey Erdem Bayazıt Ağabey.
Ahmet SANDAL
Erdem Bayazıt, Büyük Şair. İçten geldiğince, tabi ve gür sesli haykırışların sahibi. Geçen hafta Hakk'a yürüdü. Allah rahmet eylesin. Bir hemşehrisi ve şiir yolunda yürüyen bir kardeşi olarak, anısına bir şiir kaleme almak şahsıma nasip oldu. Bu vesileyle de Erdem Bayazıt Ağabey'e, Yüce Allah'tan rahmet diliyorum. Allah tüm Ümmet-i Muhammed'i imandan ve birlikten ayırmasın. Amin.
E_y Sebeb Ey diyen ağabey R_uhun yücelerdedir umarım D_ahlin çoktur dünya görüşümde E_y sebeb olan şiirin güzellik kazanmasına M_adem sevdirmiştir Rabbimiz gönlümüze B_irgün buluşacağız ebediyet âleminde A_hımız gidişine.. acziyetimizden Y_oksa temiz geldiğin gibi tertemiz gittiğin öyle belli ki, A_hirette umulur ki dünyadakinden iyidir hallerin. Z_ordur kesişmesi yolların yazılmadıkça kaderce I_rmağı aynı değilse insanların T_a Mavera'ya uzanan çizgi değilse yolcunun yolu
Bir gün öleçeğim biliyorum Bunu her an ölür gibi biliyorum...
'Doğumum, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir'
Gün olur toprak uyanır Ağaç uyanır uyanır böcekler Sarı bozkır titrer çıplak dağlar yeşerir Gök yıkanır kirli dumanlardan Su coşar deniz kabarır canlanır ölü şehirler...
Mekanın cennet olsun.. Bize ey demeyi belleten güzel adam... Ölümü hayata döndüren şair...
dönüşüyle, yeryüzünden bir şair daha eksildi. bir başkası şair doğmuş olmalı, bayrağı teslim alacak bir yeni mısra düşen... o'nun huzurunda, bembeyaz kıyılarda, o an hiçbir işimize yaramasa da yalnız bir iletişim, bir tanışmışlık ibaresi olarak kalubeladan, birbirimize, avazımız çıktığı kadar bağırabilmek, çığırabilmek dileğiyle...şiirlerimizi...bütün şiirlerin yazılma sebebine...bütün şiirlerin sahibine doğru... rahmetini eksik etmesin, en rahmetlisi...
Böyle diyordu gönül insanı Erdem Bayazıd, sonsuzluğa yürümeden önce. Ölmeden önce ölünüz emrine harfi harfine uymuş diri yüreklilerden biriydi o. O bir Güneşçağ savaşçısıydı adı üstünde. O da gitti ve giderken o da sonsuzluktan haber veren bir muştu gibiydi. Çünkü mısra mısra müjdelerinde yokluğu mağlup etmişti hep ve sonsuzluğa davet etmişti herkesi. Çağcıl insanın çoğu zaman düşünmediği, hatta anti aging felsefeleriyle hafife bile aldığı; ama aslında hakkındaki soru işaretlerinin mutlaka cevaplanması gerektiği ölüm gerçeği hakkında bakın neler diyordu şâir:
Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze
Kalsın titrek ve mavi elleriniz
Bekleyin geliyor ölüm usulca
Usulca girer koynunuza.
Biz çoğunlukla ölüm şairi olarak Cahit Sıtkı’yı biliriz. Elbette onun şiirlerinde ölüm teması ağırlıklı olarak işlenmiştir. Ama her şâir aslında diğer insanlardan mutlaka daha fazla ama kendi değer ölçülerinin mütevazi sınırları içerisinde muhakkak ölümden bahsetmiştir. Çünkü bengi bir yaşam isteyen şâirin ruhunu, şu kısa ömür doyuramamaktadır. Zira duyguların hendesesinde hesaplar sonsuzluk ölçekli yapılır. Hele şâirler için boyutlar arasında her hangi bir sınır yoktur. Geçmişle gelecek, başka başka ruh dünyalarıyla ölüm ötesi hayat, onların yürek gezegenlerinde sarmaş dolaştır.. Şairlerin hislerine herhangi bir sınır konulamaz. Aslında şiirin en birinci malzemelerinden olan söz sanatları ve bunların içinde epey bir yekün tutan mübalağa sanatı, ruhun dizginlenemeyen sonsuzluk arayışlarının kelime düzleminde hafif bir yansımasıdır. En yenici şiirlerde bile şairlerin bu şuuraltı arayışları kendini belli eder.
Üstelik şiir, eski tarihlerden beri, hatta düz yazıdan da daha önceleri ebediliğin bir aracı olarak kullanılmamış mıdır? Binlerce yıl öncesinden bugüne kulaktan kulağa yayılmış olan halk hikâyelerimiz, türkülerimiz ya da destanlarımız, hep şiir formlarında söylenmiş sözlü ürünler değiller midir? Hatta çocukluğumuzdan beri okul sıralarında, duvarlarda görmeye alışık olduğumuz bütün o yazılar, manzum değiller midir? Demek ki her insanın ruhunda var olan sonsuzluk isteği, bir şekilde kalıcı eserler oluşturma emrini veriyor biyolojik yapımıza. Beynin nöronları, ruh cevheri, kalbimiz ve bütün latifelerimiz el ele verirlerse eğer, ölümsüz eserler ortaya koyabiliyorlar. Eski çağlardan beri insanlık, ölümsüzlüğü şiirlerle yakalamaya çalışmış. Aslında bu durum, basit bir biyolojik yapıya sahip olduğunu düşündüğümüz karıncaların ölüme karşı direnişiyle paralel bir refleksin ürünü. Bu biyolojik yanımızın titrek bir dürtüsü kimilerine göre… Ama bir de çoğu zaman es geçtiğimiz, bizi o karıncadan tefrik eden sonsuzlukla ilintili bir yanımız vardır ki, aslında bu veçhemiz, sonsuzluktan muştularla yüklü mısraların cevelan ettiği debisi yüksek bir ilham nehrinin yatağıdır.. Her yürekte az çok sesi duyulur bu latifenin. Ama şâirler, bu yürek seslerini, karınlarından konuşmasını beceren insanlar gibi yüreklerinden konuşarak satırlarına dökmeyi başarmışlardır. İşte bu şâirlerin en önemlilerinden birisi de Erdem Bayazıt’tır. O açıkça yürekten, çoğu zaman ruhtan konuşmasını bilmiştir. Şu aşağıdaki mısralar ruhun tatlı dilinden değil de nereden süzülmüştür?
Dirilmek yeniden
Yerin uyanması gibi kımıldaması gibi toprağın
Bulutları yarması gibi gün ışığının
Yağmurun ansızın boşanması
Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması
Erimesi gibi karların ve buzulların
Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların
Her şâir ölümün farkındadır farkında olmasına ama ölümden sonrasının karanlığını her şâir aydınlatamaz. Bunun için iman güneşi gerekir öncelikle. Amentüdeki imanın şartlarına inanan herkes, eğitimi ne olursa olsun ölüm gerçeğiyle bir şekilde başa çıkabilmektedir ruh dünyasında. Ama ahirete inanmayan bir insan için ecel, tamamen yok oluşun adıdır. Ölüm onun için bütün sevdiklerinden sonsuza kadar ayrılışın, karanlıklara yuvarlanışın adıdır. Ona göre, hayat aynacığında yansıyan bütün ışıklar, o aynanın bizatihi kendi malıdır. Aynadaki yansımalar yok olduğunda, ayna da yok olmuştur olacaktır. Ya da ayna yok olduğunda o ışıklar da yok olacaktır. İşte bu önermelerde var olan paradokslara Erdem Bayazıt hiçbir zaman düşmemiştir. O bir “Güneşçağ savaşçısıdır” çünkü
Aynadaki yansımalar, güneşin ışınlarının tecellisinden başka bir şey değildir ona göre.. Ve bizler de o ebedi güneşin maddi evren aynasında tezahür eden ışınlarının farklı tonlardaki yansımalarından ibaretiz. Aynanın kırılması ya da bir şekilde yansımaların kesilmesi, aslımızın yok olması anlamına asla gelmemektedir. Zaten aslımız, manamız ve değerimiz olan bütün renkler, ışıklar o güneşin zatında sabittirler. Asla kaybolmamışlardır, kaybolmayacaklardır da. O Sonsuz Güneşin “en güzel isim” ışınlarının yansımalarından ibaret olan düşüncelerimiz, duygularımız, yaşantılarımız kısacası her şeyimiz, bâki kalacaktır, asla hiçbir özelliğimiz yok olmayacaktır. Yok olan aynalardır, asıllar ise her zaman sabittir. Ve bir “Güneşçağ savaşçısı” asla yok olmayacağını çok iyi bilir. İşte asrın Güneşçağ Savaşçılarından olan Erdem Bayazıd da aslına, Güneşler Güneşinin sonsuzluğuna döneceğini çok iyi biliyordu. Ve her Güneşçağ Savaşçısı gibi o da sonsuzluk ülkesinin saraylarına doğru yelken açmıştı ardında şu bengi mısraları bırakarak,
Şu bizim atımızdır deniz hipodrom
Nehrin yatağını öp sen ey savaşçı
Birikinti gölleri geç apartmanları geç kaldırımları
Bir bir ayıkla mezarları.
Güneşçağ öncüleri yolları tuttu dua erleri tuttu
Yüzleri Mekke ülkesi gözleri Medine çeşmesi
Elleri altınçağ mimarı
Erdem Bayazıd, şiirleriyle, mefkuresiyle yaşamaya devam edecek etmesine ama bizler de onun şiirlerini, ideallerini yeni kuşaklara aktarmayı bir görev bilmeliyiz. Gençliğimizi geç olmadan Erdem Bayazıd gibi şâirlerimizin sevgi kokulu mısralarıyla tanıştırmamız gerekiyor. Çünkü sevgisizliğin, ahlaksızlığın ve şiddetin yegane reçetesi, aşağıdaki kırık dökük dizelerimde de ifade etmeye çalıştığım gibi Erdem Bayazıd misali şâirlerimizin sevgi kokulu mısralarında saklı değil; aksine ayan beyan ortadadır..
Her yarının güneşi
Bugünden ekilir unutma
Ve her günü aydınlatan
Bir başka şâirin ruhudur
Güneşler ekilmeden toprağa
Filizlenmeyecek altınçağ
Ve gülemeyecek,
Kölemen kaderli bebeler
Güneşçağ savaşçılarının
Sevgi kokulu mısralarıyla tanışana dek…
Oğuz Düzgün (www.edebigazete.com, www.habersaati.com)
ERDEM BEYAZIT sebeb ey şairi.olgun ve mert ses.cihangir imparatorluğun YİĞİT SESİ.TOK SESLİ ŞAİR.ŞİİRİ CİHADA ADAMIŞ BİR KAVGA ERİ.sebeplerin sebebine sığınan şair.şiiri iman ettiren neslin bölük komutanı..Necip Fazıl soyundan Maraş'ın MEDARI İFTİHARI.Sürüp gelen çağlardan bir alperen.bir dost kucaklaşması.Anadolu insanının kente çağrısı.bir çığlık bir niyaz.Zulme dur deme savaşın büyük doğu davasının emanetçilerinden.Fetih devasına bir ulu batlı. Diriliş neslinin ilk örneklerinden. Yedi güzel adamdan biri.Diriliş neslinin yüz akı.edebiyat kalasının başkomutanlarından.Ölmeden ölen bir kahraman.ölümsüzlüğe ermiş.Risalelerle gökyüzünü kuşatmaya adanmış bir ömür.İslam halklarının yalnızlığını risalelerle yok etmeye çabalan ben de buradayım biz de buradayız diyen biri.İslam dünyasının varolma mücadelesinde ben de varım diyen bir dava eri.
mükemmel şiirlerin mükemmel şairi ERDEM BEYAZIT
FİKİR İŞİÇİSİ TANITILMASINA GEREK YOK MÜCEHVER MÜCEHVERDİR SAYGILAR
Çalan çırpan 'İŞİNİ İYİ BİLEN MEMUR' 'BEN ZENGİNİ SEVERİM' 'VİSKİCİ PÜROCU PAPATYALAR' 'HIRSIZLIK TALAN VURGUN' Devr-i iktarının yani ANAP dönemlerinin Maraş Milletvekilini hatırllatıyor.Kimse bana 'tek başına ne yapabilirdi'demesin şairlik birazda yaşam biçimi olmalı.Bu yoksul halkın sırtından milyarlarca maaş alıp iki yılda emekli milletvekili oldu mu olmadı mı? Kürsülere çıkıp bangır bangır kükredi de ben mi duymadım yoksa.Ölünün arkasından konuşulmaz ama yazılabilir sanırım.Şiirlerine sözüm yok. Ruhu şad olsun.
Bir gidip bir gelerek durmadan
Ay ışığını soluyan ey deniz ey o denizin dibi
Sonra büyüten yalnızlığını kanayan yalnızlığa
kalbim gibi.
Erdem BEYAZIT'ın şiirleriyle 1990'lı yıllarda, üniversite öğrencisiyken tanıştım.Bu şiirler, o güne kadar aşk-meşk şiirlerinden başka bir repertuarı olmayan bendenizin önünde ufuklar açtı.Bu şiirleri hem okuyor, hem de kasetten dinliyordum.Pek çok mısrasını ezberlemiştim bile.Diyebilirim ki bana serbest şiiri sevdiren ilk şiirlerdir Erdem BEYAZİT'in şiirleri.
' Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm,
Ölümsüzlüğü tattık; bize ne yapsın ölüm...' mısraları o gün gibi ruhumu titretir, durur.
O, yaşıyorken ölümü tadan ender şairlerden biriydi....Ruhu şad olsun, mekanı cennet olsun...
Erdem BEYAZIT'ın şiirleriyle 1990'lı yıllarda, üniversite öğrencisiyken tanıştım.Bu şiirler, o güne kadar aşk-meşk şiirlerinden başka bir repertuarı olmayan bendenizin önünde ufuklar açtı.Bu şiirleri hem okuyor, hem de kasetten dinliyordum.Pek çok mısrasını ezberlemiştim bile.Diyebilirim ki bana serbest şiiri sevdiren ilk şiirlerdir Erdem BEYAZİT'in şiirleri.
' Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm,
Ölümsüzlüğü tattık; bize ne yapsın ölüm...' mısraları o gün gibi ruhumu titretir, durur.
O, yaşıyorken ölümü tadan ender şairlerden biriydi....Ruhu şad olsun, mekanı cennet olsun...
Erdem BEYAZIT'ın şiirleriyle 1990'lı yıllarda, üniversite öğrencisiyken tanıştım.Bu şiirler, o güne kadar aşk-meşk şiirlerinden başka bir repertuarı olmayan bendenizin önünde ufuklar açtı.Bu şiirleri hem okuyor, hem de kasetten dinliyordum.Pek çok mısrasını ezberlemiştim bile.Diyebilirim ki bana serbest şiiri sevdiren ilk şiirlerdir Erdem BEYAZİT'in şiirleri.
' Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm,
Ölümsüzlüğü tattık; bize ne yapsın ölüm...' mısraları o gün gibi ruhumu titretir, durur.
O, yaşıyorken ölümü tadan ender şairlerden biriydi....Ruhu şad olsun, mekanı cennet olsun...
andre gide nin de dediği gibi bir edebiyatçı en çok vefatından sonra duyulur ben vefatından sonra varlığından haberdar olup tanımamız gereken biri olduğuna inandım
Mehmet Kaplan dan nefret etmeme sebep olan adam. Rahmetlinin 'Güneşçağ Savaşçılarını' öyle bir yorumlamış ki... Hocalar da sanki Türkiye de başka eleştirmen çıkmamış gibi döndürüp döndürüp Kaplan ı okutuyorlar. Adam tam da Cemal Süreyya nın dediği gibi eleştirmen değil 'soruşturman'
Erdem bayazıt günümüz şiirini duruş ve yaşayış bakımından inancı doğrultusunda yorumlama kaabiliyeti gösteren nadir şairlerdendir. Onun isyanı olumsuz giden ne varsa ve ikinci plana itilmek istenen hayat tarzını mertçe ve erkek bir söyleyişle ilan etmek tabanına oturur. Şiirinin büyüklüğü onun isbatıdır. Allah Rahmet eylesin
Bir şiir dinletisinde şiirini dinlemiştim..
Etkilemişti beni şiiri ve tarzı..
Allah gani gani rahmet etsin...
_______________________________
Ölümsüzlüğü Tadan Şair:Erdem Bayazıtta
Bir insanî duygular galerisi olan Türk Şiirinde, ölüm başköşeye oturan temalardan biridir. Ve işledikleri konular itibariyle de bazı şairler ön plana çıkarlar. Örneğin Fuzuli aşkta, Necip Fazıl çilede, Erdem Bayazıt da savaş ve ölüm temalarıyla ön plana çıkmış şairlerimizdendir.
Erdem Bayazıt da şiirinde birçok temayı başarıyla işleyen usta şairlerimizden biridir. Yeni bir dünyanın, yitik bir medeniyetin umutlarıyla muştular dillendiren bir müjdecidir O. Savaşçıdır. Güneşçağ savaşçısı. Ama elinde gürz, kalkan ya da kılıç yoktur onun. O göğsünde çiçekler mayalanan yeniçağ dervişidir. Silahı merhamet ve imandır. Şehirlerle arası hiç iyi değildir onun. Bulvarlar, bol camekânlı çarşılar, mahpushaneye dönmüş duvarlar, melal denizi ıssız parklar, banklar. Hepsi ruhsuzdur ve şair dağları özlemektedir.
Geniş bir tema yelpazesi içinde Bayazıt, ölümü neredeyse bütün boyutlarıyla şiirinde işlemiştir. Yani onun şiirinde ölüm, “dava” temasıyla koşuttur.
Erdem Bayazıt ülkemizin ve dünyanın en sarsık zamanlarında birçok ölüme tanıklık etmiştir. Bu ölümler hem manevi hem de reel tarafıyla görünmüştür şaire. Birçok darbeye tanıklık eden şairin gözü önünde yıkılan yiğitler, Afganistan’da, Çeçenistan’da ve neredesiyle tüm İslam coğrafyasında maruz kalınan ölümler, şairin bizatihi bu konuda düşünmesini sağlamıştır.
Tabi şairin ölümü bu kadar işlemesini sadece bu nedenlerle izah etmek eksik kalacaktır. Ek olarak; tasavvufi anlayışın ölümle şekillenmesi(Rabıta-ı mevt, Ölmeden önce ölünüz) , dervişane ruhunun ölüme bakışı, belki de en önemlisi çok yakınındakilerin ölümleri onun ölümü daha fazla düşünmesini sağlamıştır.
Şairin ölümle ilgili şiirleri bütüncül bir perspektifle okunursa, Bayazıt’ın ölüm bilmecesini kafasında çözdüğü görülecektir. Birçok insanı meşgul eden ölüm, Şairin kafasında bitmiş bir paradoks olarak gözükür okura.
Her şeyden önce Şair, “Ölüm ki sonsuza açılan bir kapıydı” diye tarif ettiği ölümü basit bir şey olarak görmektedir. Ve bunu ifade ederken de yer yer metaforlar kullanır. Mesela bir “Bir Portre” şiirinde Socrates karşımıza bir metafor olarak çıkar. Ve şair; neredeyse Sokrates’i modeller bu şiirinde ve ölümü kolaylar.
Engin sakin berrak bir denize
Uçsuz bir kumsaldan ağır ağır
Nasıl yürürse insan
Sokrates öyle yürüdü ölüme.
Aynı şiirin başka bir bölümünde kalbini Socrates’in eline verir. Ve seslenir.
Tilmizleri (talebeleri) ağlaşırken
O vasiyet ediyordu
- Asklepyos'a bir horoz borçluyuz
___Unutmayınız.
Erdem Bayazıt, “kendi ölümüme ait bir deneme” yazacak kadar ölümü gündemine almıştır. Bu şiirde şair bilge bir görüntüyle karşılar okurlarını. Ölüm ve halleri birçok boyutuyla gözler önüne serilir.
Kurandaki “her nefis ölümü tadıcıdır” ayetinden mülhem şöyle başlar şiirine.
Bir gün öleceğim biliyorum
Bunu her an ölür gibi biliyorum
Ve öldükten sonra arkasında bırakacağı boşluğu görür gibi anlatır bize.
Anamın yüreğinde bir kor
Ölene dek sönmeyecek bir ateş
Kımıldanıp duracak hep
Annesinin bu halinden sonra, karısının, kızlarının ve arkadaşlarının muhtemel refleksleri de şiirleşir şairin dilinde. Okur, şairin sanki bunları görerek yazdığı hissine kapılır.
Karım bomboş bulacak dünyayı
- Nolurdu birlikte ölseydik, deyip duracak
Oysa insan yalnız ölür
Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak
Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm
Bir süre kaçacaklar insanlardan
Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde
Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine
Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar
- Yaşayıp gidiyorduk yahu
Ne vardı acele edecek!
Diyecekler
Ve şair acı gerçeği şiirin bitişinde kör bir bıçak gibi saplar hakikatin gözüne.
Biliyorum yaklaşıyoruz her an
Biliyorum oruçlu doğar insan
Ölümün iftar sofrasına.
Şair, ölümün zamansızlığını, hareketliliğini defaatle yineler. Hatta onun bu özelliğini “kesitler” şiirinde nehir metaforuyla dillendirir.
Mahlukta devinen
Gürül gürül bir ırmaktır ölüm
Şair için ölümün en çok can acıtan yönü ayrılık boyutudur. Şair belki tanık olduğu ölümlerden hareketle, ölümün bıraktığı boşluğu, ansiklopedik kesinlikte ifade eder. En çok babası ölenler bilir şairin şu dizelerinde ne demek istediğini.
Babalar ölür
Dolaşır eli ölümün
Saçlarında anaların oğulların
Oğlunu kaybeden bir ebeveyn anlar ancak şairin ne demek istediğini aşağıdaki dizelerde.
Oğullar ölür
Bir kafes olur ölüm
Ana kalbi bir kuştur
Azad kabul etmez
Ve “Kesitler” şiirinde analar, sevgililer, sınıf arkadaşları ölünce neler yaşanır, hepsini anlatır Şair. Ve gerçekten gerçeğe dokunan bilgece anlatımlardır bunlar. Devam eder şiir:
Sonra bir mezarlıkta
Bir çukurun başında
Bir kapının ağzında
Herkes susar
Konuşur ölüm
Ve sürer hayat.
Ölümün nereden geleceğinin bilinmemesi, destansı bir eda ile çıkar karşımıza Bayazıt’ın şiirinde.
Bazan bir tekerlek altında
Ansızın gelir ölüm
apansız biter sınav
Bir elektrik kesilmesi gibi
Kesilir tulu emel
Bir ilkenin ve ülkünün şairi olan Erdem Bayazıt’ta, ölüm kendi felsefesiyle karşılanır. Tasavvufun olmazsa olmaz kaidelerinden “ölmeden önce ölünüz! ” sırrı, bir medrese-i yusufiye’de gerçeğe dokunur. Mahpushane bir füze rampası olur. Ve sonsuza uçurur mahpusu.
Bazan ölüm vardır
Ölümden önce gelir
Mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır
Sorular hep yanıtsız kalır orada
Sadece konuşan rüyalardır
Yahut hayaller suskun duvarlarda
Gözler kabul eder parmaklar kabul eder
Ama beyin hep umuttan yanadır
Bazen de şair;
Biliyorum kolay değil yaşamak,
Ama işte
Bir ölünün hala yatağı sıcak
Birinin saati işliyor kolunda
Yaşamak kolay değil ya kardeşler,
Ölmek de değil.
Kolay değil bu dünyadan ayrılmak
Diyen Orhan Veli’ye inat, dünyaya bağlılığa şöyle itiraz eder.
Ölümden uzak ölümler vardır
Gazete ilanlarında rastlanılan
Dünyaya bağlılığın zavallı
Ve muannit
Bir belgesidir
Daha çok kalanlara ait.
Şairin gözü önünde güzel ölümler de vuku bulmuştur. Elbette bu ölüm şekilleri de yansıyacaktır şairin şiirlerine.
Ölümler vardır.
Can kuş gibi uçar gider
Bir martının süzülüp
Kaybolması gibi maviliklerde.
Erdem Bayazıt;
Bazan akan bir film şeridinin
Tek kare donan bir fotoğrafı gibidir
Dediği ölümü anlatırken -dikkat edilirse- kesin bir dil kullanmaktadır hep. Bu üslup okurda şairin anlattığı şeylerin hepsini kesin bir şekilde yaşadığı, tanık olduğu hissini uyandırır. Şairin bu meyandaki anlatım gücü, bu hakikatten kaynaklanmaktadır.
Ölüm, kentteki insanlar için en tehlikeli uyarıcıdır. Ama insanların duyacağı son uyarıdır da aynı zamanda. Bayazıt, insanları “ölüme saygı” duymaya davet ettiği şiirinin finalinde;
Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze
Kalsın titrek ve mavi elleriniz
Bekleyin geliyor ölüm usulca
Usulca girer koynunuza.
Der ve ölümü hatırlatır hatırlaması gerekenlere.
Şair her şeye, hikmet ve tasavvufî neşve içinde bakmayı kendine adet edinmiştir. Bu bakış onun düşünsel yapısının olmazsa olmazıdır. Bu duyuş ve düşünüş şekli şairi o kadar etkilemiştir ki; O dinlediği şarkı ve türkülerde bile ölümün ayak seslerini duyar ve bunu okurlarıyla paylaşır.
Ölümden bir işaret var her şeyde
Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde:
- Kışlanın önünde redif sesi var
Namluların ucunda ölümün sesi!
…
- Bir ihtimal daha var
Umuttan da öte ölümün sesi!
“Ölünün Kıyıları”nda dolaşır Şair. Ve nerdeyse ölümü arzular. “Önden Gidenler İçin” durup kıyıda ağlamak düşer Şairin Bahtına. Ve dilinde mersiye kıvamında, yarım yamalak sitem soslu sözcükler vardır.
Onlar gittiler
Yalnız bir yemin kaldı aramızda
Ben şimdi bu yanda
Kasılmış çıplak bir kurşun gibiyim
Namluda.
Onlar gittiler
Topraktan bir işaret taşıyarak alınlarında
Ben şimdi bu yanda
Gerilmiş bir an gibiyim
Doğumla ölüm arasına.
Şair, geçen “her an, az az öldüğünün farkında” olarak, “saçlarını eskiterek” deneyim dolmaktadır. Bilgece ve kendinden emin bir tonda şöyle der:
Ölümle tanıştıktan sonra anladım
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın
Şair felsefî anlamda ölümün bütün varyantlarına dokunmuş, sanki “ölmeden önce ölmüştür.” “Sonsöz” şiirinde Hz.Peygamber(S.A.V) metaforuyla ölümü munisleştirir. Bir kavuşma vesilesi yapar ölümü kendine. “Dön! ” fermanının bir sebebi olarak görür ölümü. Ve,
-Merhaba Ey Refik-i Ala!
Der. Artık söylenecek söz, gerçekleştirilecek eylem kalmamışsa gitme vakti gelmiştir.
Ve zaman döne döne
Gelmişti başlangıç noktasına
İlk yaratılış düğümüne
Mahlûkatın var olduğu
Yüzü suyu hürmetine
Evrenin efendisinin
Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine.
Ölümsüzleşmek için ölmek gerekmektedir elbette. Bitmiştir yaşam. Geride kalmıştır, mal, mülk, derd-i maişet. Tertemiz ve açık bir alınla gidilmiştir musallaya.
Ölüm muhakkak
Ve ölüm mutlak
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün
Gerçi “mahşerden önce mahşer halini yaşayan” Şair için “sonsuz susuzluk” çoktan bitmiştir. Çünkü o bu duygusunu şöyle dile getirmiştir, ölümü kafasında yendiğinde. Ve ölüm bahsinde son noktayı koymuştur:
Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm
Edebiyat Camiasının değerli bir mensubunu daha kaybetmenin derin teessürü içerisindeyiz,
Ancak eminiz ki O güzel yüreği ile, İnsani kişiliği ile, Ruhen de güzel bir mertebeye erişti,
Kendisine Allah'tan Rahmet, Ailesine, yakınlarına ve Camiamıza baş sağlığı diliyoruz,
Unutulamayacak bir yıldız daha aramızdan kaydı gitti, Ruhu şad, Mekânı Cennet olsun,
Şiir Dostları Duygu pınarı Grubu Adına RETOR / Refah TORLAK.
Edebiyat dünyası Değerli bir emekçisini daha kaybetti,
Tüm camiamızın başı sağ olsun, Kendisine Allah'tan Rahmet ve
Başta ailesi olmak üzere Tüm yakınlarına ve Camiamıza baş sağlığı diliyorum
Ruhu şad, Mekânı cennet olsun. RETOR
'Öldü' demeye dilim varmıyor! ... Seni 'Biz kaybettik, şiir kaybetti,edebiyatımız kaybetti! ! ' Mekanın cennet olsun
Allah gani gani rahmet eylesin.
Erdem Bey, bu dünyada söyleyecek sözü olna ve sözünü dosdoğru söyleyen şairdi.
Türk şiiri, aynı kuşaktan Cahit Zarifoğlu'ndan sonra da Erdem Beyazıt'ı kaybetti..
Sebep Ey!
Hani diyordu bir şiirinde ölü gibi yalnızım.Bizi de yalnız bırakıp gitti.Mekanın cennet olsun Erdem abi...
________________________________________________________
MERHUM, Şair Erdem Beyazıt' a Yüce Mevladan Rahmet Diler,
Dostlarına- Sevenlerine Ve Kıymetli Yakınlarına Sabır ve metanet
Temenni Ederim./ Merhum Üstadın Mekanı Cennet Olsun./
' TÜRK ŞİİRİNİN ÖNEMLİ ŞAİRLERİNDEN BİRİNİ DAHA KAYBETMİŞ
OLMANIN DERİN TEESSÜRÜYLE GERİDE BIRAKTIĞIMIZ BU GÜNDE,
__ ŞİİR DÜNYASININ BAŞI SAĞOLSUN DERKEN, MERHUMUN AZİZ -
HATIRASINI YAŞATACAK OLAN HER ŞİİR SEVER VE ŞAİRE DE -
SAYGI SUNUYOR VE ESENLİK DİLİYORUM.' / Nusret Akbayır /
______________________________________________________
Erdem BEYAZİT demek bana göre YEDİ GÜZEL ADAM'dan biri demek...
Çünkü Erdem BEYAZİT,Mavera'yı çıkaran 7 güzel insandan birisidir ve bu yedi güzel adamın her birisi MAVERA demektir.
Erdem BEYAZİT demek,EDEBİYATIMIZA YENİ SOLUK DEMEK.
Erdem BEYAZİT demek,SEBEB EY demek.
Erdem BEYAZİT demek,sözün özü ADAM demek.Hemde DAM GİBİ ADAM işte bu...
Mustafa EROL
BÜYÜK ŞAİR ERDEM BAYAZIT
'Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm' diyen Şair'e rahmet olsun.
Hemşehrim, hemşehrisi olmakla onur duyduğum,
Şiirlerine hayran olup çağrısına hemen uyduğum,
Ölüm haberini duyduğumda dona kalıp buyduğum,
Bayazıt oğullarından bir bey Erdem Bayazıt Ağabey.
İsmiyle mütenasip erdem sahibi, adam gibi adam,
İnandığı yolda kararlı, cesur ve itikatı sağlam,
Vakur yaşadı, istemedi ne şöhret ne ihtişam,
Gür sesli Büyük Şair Erdem Bayazıt Ağabey.
Kahramanmaraş, şair yatağı güzel bir memleket,
Kısakürek, Zarifoğlu, Karakoç cümlesine bereket,
Sana sözümüz olsun, nice şairler yetişecek elbet,
Gür sesli Büyük Şair Erdem Bayazıt Ağabey.
Dünya dediğin, koca kainatta nokta, küçücük bir daire,
Herkes gün gelecek ölecek, kim bulmuş ki ölüme çare,
Allah rahmet eylesin tüm geçmişlerimize ve büyük şaire,
Bayazıt oğullarından bir bey Erdem Bayazıt Ağabey.
Ahmet SANDAL
Erdem Bayazıt, Büyük Şair. İçten geldiğince, tabi ve gür sesli haykırışların sahibi. Geçen hafta Hakk'a yürüdü. Allah rahmet eylesin. Bir hemşehrisi ve şiir yolunda yürüyen bir kardeşi olarak, anısına bir şiir kaleme almak şahsıma nasip oldu. Bu vesileyle de Erdem Bayazıt Ağabey'e, Yüce Allah'tan rahmet diliyorum. Allah tüm Ümmet-i Muhammed'i imandan ve birlikten ayırmasın. Amin.
Ahmet SANDAL
08.07.2008, Ankara
Edebiyat dünyamızdan bir yıldız daha kaydı. rahmetler olsun Erdem Beyazıt.
Geriye bıraktıklarınla yaşayacaksın.
E_y Sebeb Ey diyen ağabey
R_uhun yücelerdedir umarım
D_ahlin çoktur dünya görüşümde
E_y sebeb olan şiirin güzellik kazanmasına
M_adem sevdirmiştir Rabbimiz gönlümüze
B_irgün buluşacağız ebediyet âleminde
A_hımız gidişine.. acziyetimizden
Y_oksa temiz geldiğin gibi tertemiz gittiğin öyle belli ki,
A_hirette umulur ki dünyadakinden iyidir hallerin.
Z_ordur kesişmesi yolların yazılmadıkça kaderce
I_rmağı aynı değilse insanların
T_a Mavera'ya uzanan çizgi değilse yolcunun yolu
Kanatları şiir olan güzel adam,
Bir gün öleçeğim biliyorum
Bunu her an ölür gibi biliyorum...
'Doğumum, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir'
Gün olur toprak uyanır
Ağaç uyanır uyanır böcekler
Sarı bozkır titrer çıplak dağlar yeşerir
Gök yıkanır kirli dumanlardan
Su coşar deniz kabarır canlanır ölü şehirler...
Mekanın cennet olsun.. Bize ey demeyi belleten güzel adam...
Ölümü hayata döndüren şair...
dönüşüyle, yeryüzünden bir şair daha eksildi. bir başkası şair doğmuş olmalı, bayrağı teslim alacak bir yeni mısra düşen... o'nun huzurunda, bembeyaz kıyılarda, o an hiçbir işimize yaramasa da yalnız bir iletişim, bir tanışmışlık ibaresi olarak kalubeladan, birbirimize, avazımız çıktığı kadar bağırabilmek, çığırabilmek dileğiyle...şiirlerimizi...bütün şiirlerin yazılma sebebine...bütün şiirlerin sahibine doğru... rahmetini eksik etmesin, en rahmetlisi...
GÜNEŞÇAĞ SAVAŞÇISI
“Onlar gittiler
Giderken bir muştu gibiydiler”
Böyle diyordu gönül insanı Erdem Bayazıd, sonsuzluğa yürümeden önce. Ölmeden önce ölünüz emrine harfi harfine uymuş diri yüreklilerden biriydi o. O bir Güneşçağ savaşçısıydı adı üstünde. O da gitti ve giderken o da sonsuzluktan haber veren bir muştu gibiydi. Çünkü mısra mısra müjdelerinde yokluğu mağlup etmişti hep ve sonsuzluğa davet etmişti herkesi. Çağcıl insanın çoğu zaman düşünmediği, hatta anti aging felsefeleriyle hafife bile aldığı; ama aslında hakkındaki soru işaretlerinin mutlaka cevaplanması gerektiği ölüm gerçeği hakkında bakın neler diyordu şâir:
Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze
Kalsın titrek ve mavi elleriniz
Bekleyin geliyor ölüm usulca
Usulca girer koynunuza.
Biz çoğunlukla ölüm şairi olarak Cahit Sıtkı’yı biliriz. Elbette onun şiirlerinde ölüm teması ağırlıklı olarak işlenmiştir. Ama her şâir aslında diğer insanlardan mutlaka daha fazla ama kendi değer ölçülerinin mütevazi sınırları içerisinde muhakkak ölümden bahsetmiştir. Çünkü bengi bir yaşam isteyen şâirin ruhunu, şu kısa ömür doyuramamaktadır. Zira duyguların hendesesinde hesaplar sonsuzluk ölçekli yapılır. Hele şâirler için boyutlar arasında her hangi bir sınır yoktur. Geçmişle gelecek, başka başka ruh dünyalarıyla ölüm ötesi hayat, onların yürek gezegenlerinde sarmaş dolaştır.. Şairlerin hislerine herhangi bir sınır konulamaz. Aslında şiirin en birinci malzemelerinden olan söz sanatları ve bunların içinde epey bir yekün tutan mübalağa sanatı, ruhun dizginlenemeyen sonsuzluk arayışlarının kelime düzleminde hafif bir yansımasıdır. En yenici şiirlerde bile şairlerin bu şuuraltı arayışları kendini belli eder.
Üstelik şiir, eski tarihlerden beri, hatta düz yazıdan da daha önceleri ebediliğin bir aracı olarak kullanılmamış mıdır? Binlerce yıl öncesinden bugüne kulaktan kulağa yayılmış olan halk hikâyelerimiz, türkülerimiz ya da destanlarımız, hep şiir formlarında söylenmiş sözlü ürünler değiller midir? Hatta çocukluğumuzdan beri okul sıralarında, duvarlarda görmeye alışık olduğumuz bütün o yazılar, manzum değiller midir? Demek ki her insanın ruhunda var olan sonsuzluk isteği, bir şekilde kalıcı eserler oluşturma emrini veriyor biyolojik yapımıza. Beynin nöronları, ruh cevheri, kalbimiz ve bütün latifelerimiz el ele verirlerse eğer, ölümsüz eserler ortaya koyabiliyorlar. Eski çağlardan beri insanlık, ölümsüzlüğü şiirlerle yakalamaya çalışmış. Aslında bu durum, basit bir biyolojik yapıya sahip olduğunu düşündüğümüz karıncaların ölüme karşı direnişiyle paralel bir refleksin ürünü. Bu biyolojik yanımızın titrek bir dürtüsü kimilerine göre… Ama bir de çoğu zaman es geçtiğimiz, bizi o karıncadan tefrik eden sonsuzlukla ilintili bir yanımız vardır ki, aslında bu veçhemiz, sonsuzluktan muştularla yüklü mısraların cevelan ettiği debisi yüksek bir ilham nehrinin yatağıdır.. Her yürekte az çok sesi duyulur bu latifenin. Ama şâirler, bu yürek seslerini, karınlarından konuşmasını beceren insanlar gibi yüreklerinden konuşarak satırlarına dökmeyi başarmışlardır. İşte bu şâirlerin en önemlilerinden birisi de Erdem Bayazıt’tır. O açıkça yürekten, çoğu zaman ruhtan konuşmasını bilmiştir. Şu aşağıdaki mısralar ruhun tatlı dilinden değil de nereden süzülmüştür?
Dirilmek yeniden
Yerin uyanması gibi kımıldaması gibi toprağın
Bulutları yarması gibi gün ışığının
Yağmurun ansızın boşanması
Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması
Erimesi gibi karların ve buzulların
Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların
Her şâir ölümün farkındadır farkında olmasına ama ölümden sonrasının karanlığını her şâir aydınlatamaz. Bunun için iman güneşi gerekir öncelikle. Amentüdeki imanın şartlarına inanan herkes, eğitimi ne olursa olsun ölüm gerçeğiyle bir şekilde başa çıkabilmektedir ruh dünyasında. Ama ahirete inanmayan bir insan için ecel, tamamen yok oluşun adıdır. Ölüm onun için bütün sevdiklerinden sonsuza kadar ayrılışın, karanlıklara yuvarlanışın adıdır. Ona göre, hayat aynacığında yansıyan bütün ışıklar, o aynanın bizatihi kendi malıdır. Aynadaki yansımalar yok olduğunda, ayna da yok olmuştur olacaktır. Ya da ayna yok olduğunda o ışıklar da yok olacaktır. İşte bu önermelerde var olan paradokslara Erdem Bayazıt hiçbir zaman düşmemiştir. O bir “Güneşçağ savaşçısıdır” çünkü
Aynadaki yansımalar, güneşin ışınlarının tecellisinden başka bir şey değildir ona göre.. Ve bizler de o ebedi güneşin maddi evren aynasında tezahür eden ışınlarının farklı tonlardaki yansımalarından ibaretiz. Aynanın kırılması ya da bir şekilde yansımaların kesilmesi, aslımızın yok olması anlamına asla gelmemektedir. Zaten aslımız, manamız ve değerimiz olan bütün renkler, ışıklar o güneşin zatında sabittirler. Asla kaybolmamışlardır, kaybolmayacaklardır da. O Sonsuz Güneşin “en güzel isim” ışınlarının yansımalarından ibaret olan düşüncelerimiz, duygularımız, yaşantılarımız kısacası her şeyimiz, bâki kalacaktır, asla hiçbir özelliğimiz yok olmayacaktır. Yok olan aynalardır, asıllar ise her zaman sabittir. Ve bir “Güneşçağ savaşçısı” asla yok olmayacağını çok iyi bilir. İşte asrın Güneşçağ Savaşçılarından olan Erdem Bayazıd da aslına, Güneşler Güneşinin sonsuzluğuna döneceğini çok iyi biliyordu. Ve her Güneşçağ Savaşçısı gibi o da sonsuzluk ülkesinin saraylarına doğru yelken açmıştı ardında şu bengi mısraları bırakarak,
Şu bizim atımızdır deniz hipodrom
Nehrin yatağını öp sen ey savaşçı
Birikinti gölleri geç apartmanları geç kaldırımları
Bir bir ayıkla mezarları.
Güneşçağ öncüleri yolları tuttu dua erleri tuttu
Yüzleri Mekke ülkesi gözleri Medine çeşmesi
Elleri altınçağ mimarı
Erdem Bayazıd, şiirleriyle, mefkuresiyle yaşamaya devam edecek etmesine ama bizler de onun şiirlerini, ideallerini yeni kuşaklara aktarmayı bir görev bilmeliyiz. Gençliğimizi geç olmadan Erdem Bayazıd gibi şâirlerimizin sevgi kokulu mısralarıyla tanıştırmamız gerekiyor. Çünkü sevgisizliğin, ahlaksızlığın ve şiddetin yegane reçetesi, aşağıdaki kırık dökük dizelerimde de ifade etmeye çalıştığım gibi Erdem Bayazıd misali şâirlerimizin sevgi kokulu mısralarında saklı değil; aksine ayan beyan ortadadır..
Her yarının güneşi
Bugünden ekilir unutma
Ve her günü aydınlatan
Bir başka şâirin ruhudur
Güneşler ekilmeden toprağa
Filizlenmeyecek altınçağ
Ve gülemeyecek,
Kölemen kaderli bebeler
Güneşçağ savaşçılarının
Sevgi kokulu mısralarıyla tanışana dek…
Oğuz Düzgün (www.edebigazete.com, www.habersaati.com)
ERDEM BEYAZIT
sebeb ey şairi.olgun ve mert ses.cihangir imparatorluğun YİĞİT SESİ.TOK SESLİ ŞAİR.ŞİİRİ CİHADA ADAMIŞ BİR KAVGA ERİ.sebeplerin sebebine sığınan şair.şiiri iman ettiren neslin bölük komutanı..Necip Fazıl soyundan Maraş'ın MEDARI İFTİHARI.Sürüp gelen çağlardan bir alperen.bir dost kucaklaşması.Anadolu insanının kente çağrısı.bir çığlık bir niyaz.Zulme dur deme savaşın büyük doğu davasının emanetçilerinden.Fetih devasına bir ulu batlı.
Diriliş neslinin ilk örneklerinden. Yedi güzel adamdan biri.Diriliş neslinin yüz akı.edebiyat kalasının başkomutanlarından.Ölmeden ölen bir kahraman.ölümsüzlüğe ermiş.Risalelerle gökyüzünü kuşatmaya adanmış bir ömür.İslam halklarının yalnızlığını risalelerle yok etmeye çabalan ben de buradayım biz de buradayız diyen biri.İslam dünyasının varolma mücadelesinde ben de varım diyen bir dava eri.