zeplinin yoruma katılıyorumm..toplumun bireylerinin içindeki pislikten yine kendilerini korumaya çalışmak için uydurduğu bi kavram..aslında edep-siziz hepimiz
...Allah'tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah'ın lütfundan mahrumdur.Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur...............*
Edep: her konuda haddini bilip, sınırı aşmamak, insanlara iyi muamelede bulunmak sünnet üzere hareket etmek, hataya düşmekten sakınılacak şeyi bilmektir. Halk arasında görgü kuralları denmektedir. Toplum fertlerinin yaşayış ve karşılıklı münasebetlerine genel ve ortak bir tarzda hakim olan ve aksine davranışların yerine göre ayıp, terbiyesizlik, edepsizlik, sayılarak kınandığı ahlakî ve içtimaî kuralların bütününe hukukta umumi adap denir.
Mesela: eve girip çıkmanın, yiyip içmenin, yatıp kalkmanın, giyinip kuşanmanın, misafir ağırlayıp uğurlamanın, konuşmada kullanılacak üslubun, insanlarla olan muaşeretin, aile fertlerine karşı olan muamelenin, büyüklere ve küçüklere karşı tutum ve davranışların, yüce Allah'a karşı ibadet etmenin kendine göre edepleri vardır
Ten-i âdemdeki can, bil ki edeptir Dil ü çeşm-i beşerin nûru edeptir Edebi olmayan âdem, değil âdem. Ayıran âdemi hayvandan, edeptir.
Edep Yâ Hû!
Edep tâcını başına giy de, nereye gidersen git..
Bu kadar güzel ifadeler varken, bazı düşünmezlerin mefhumu 'kişilerin karşısında el pençe dîvan durmak','bacak bacak üzerine atmamak','bir yaş dahi büyük olunsa abla/abi demek',çok gülmemek veya hoşsohbet olmamak' gibi anlamaları ve insanlara böylece empoze etmeleri şahsımın sinirini bozar.
Edep; fiili Hakk'dan ve fâili de Hakk bilmektir. (öyle demişti biri)
(elbette kulların cüz'i de olsa iradelerinin ve akıllarının olduğunu unutmamak lazım)
Çokbilmişim ben! Hadi ordan! İmamın dediğin yap yaptığını yapma.. :)
Edeb, ruhsal incelik, içtenlikli iyi davranışlardır. Edeb içtenliği, o da alçakgönüllülüğü ifade eder. Çünkü kişi eğer davranışlarından haberdarsa, o zaman bencilliğiyle güdülmekte ve kendiliğinden [zorlamasızl davranış melekesinden yoksun bulunmaktadır.
Edeb, dünyada hemen hemen imkansızdır. «Doğru davranışlar» dünyada yaşanır. Edeb halk çevresinde gösterilir. însan bir kez halkın korunmuş çevresine girdi mi, bir güven ortamına girmiş olur. Artık edeb, sizin için bir görev olur. Nefs'i -zaviyede, halkada, Allah'ın kulları arasında, Şeyh'in önünde- köşeye sıkıştırmışsmızdır. Bu, edeb ortamıdır.
Yol, edebden başka bir şey değildir.
Yabancıya ve konuğa gösterilen bir edeb vardır. Fukaraya gösterilen bir edeb vardır. Soyluya ve seçkine gösterilen bir edeb vardır. Şeyh'e gösterilen bir edeb vardır. Edebin kemale ermesi, kendinize gösterdiğiniz edeb iledir.
İlkine, varışta ve ayrılışta gösterilen cömertlik ve sunulan armağanlarla ulaşılır, ikincisi tercihle belli olur. Elindekilerde ve aldıklannda, kendinden önce kardeşini tercih etmelisin. Sonraki hizmetle, beklemekle, sabırla ve dinlemekle olur. Sonraki, Şeyhinin istediğini sen istiyormuşsun gibi istemendir. Sonuncusu, ilk aşamada deliler gibi dövünmemen, öfkelenmemen ve bağırıp çağırmamandır. Orta aşamada aşırı keder ve neş'eden kaçınmandır. Son aşamada ise Hakikat'in Huzurunda olmanın hazzıyla hepsini unutmandır.
Edeb sahibi kişi alçak gönüllüdür; cömerttir; her türlü aşırılıktan uzaktır; merhametlidir; yalandan, hileden, kibir ve gururdan uzaktır; yaradılanı yaradandan ötürü hoş görendir.
yani kıro edeplidir, çünkü yukarıdaki bütün özellikler bende mevcuttur ayıptır sölemesi. hohoho yyy
Eski Osmanlı kültüründe bir incelik örneği olarak, çarşıya inerken veya eve dönerken, büyüklere hürmet sadedinde bir yaşlı zatın yanından geçip gidilemediğini, ancak onun:'Geç oğlum ben yavaş yürüyorum... deyip müsaade etmesinde sonra önünde geçilip gidilebildiğini..
Ebû Nasr Tûsî'ye göre edeb, şu üç maddede hulâsa edilebilir:
1- Söz üstadları ve sözde süs arayanların edebi ki, gönlün sesi ve soluğu olmaması itibarıyla tasavvufçularca 'kîl u kâl' sayılmıştır.
2- Dîn-i Mübîn-i İslâm'ı, kalbî ve rûhî hayat seviyesinde temsil edenlerin edebi ki, nefsin riyâzâtla, duyguların muhabbet ve mehâfetle yoğrulması ve kılı kırk yararcasına şer'î hudutlara riâyetten ibaret görülmüştür.
3- Sürekli muhâsebe ve murâkabe ile, 'tecelligâh-ı ilâhî' olan kalbi pâk tutanların edebi ki, hayallerine bile, huzurun edebine muhalif herhangi bir halin târi' olmaması şeklinde yorumlanmıştır.
her 'vakit', her 'hâl' ve her 'makam'ın husûsî edebleriyle edeb demektir. Ne var ki, bu edeblerden her biri, insanın iç âleminde gerçekleştirebildiği ölçüde, onun ahlâk, tavır ve davranışlarında da kalıcı olabilir; yoksa, vicdanın enginlikleri ve duyguların derinlikleriyle bütünleşememiş bir edebin devam ve temâdisi söz konusu olmadığı gibi, insanı, iç âlemine göre değerlendiren Allah nezdinde de hiçbir kıymeti hâiz değildir. O rengin ve zengin ifadeleriyle hem edebi hem de edebin bu farklı yanlarını Hz. Mevlânâ ne hoş ifade eder:
Gönül erbâbınca edeb bâtınîdir; zira onlar, sırlara açık ve muttalîdirler. Beden insanı olan ehl-i ten nezdinde ise edeb zâhirîdir; çünkü Cenâb-ı Hakk onlardan bâtınî olan şeyleri gizlemiştir. Biz, her zaman Allah'tan edebe muvaffak olmayı dileriz, (zira) edebi olmayan, Cenâb-ı Hakk'ın lütfundan mahrumdur.'
Akıllılık, usluluk, hal, tavır ve davranış güzelliği veya insanlara iyi muamelede bulunma mânâlarına gelen edeb;
sofîlerce 'edeb-i şeriat', 'edeb-i hizmet', 'edeb-i Hakk' ünvanları altında yanlışlıklardan korunma ve yanlışlığa sürükleyen sebep ve sâikleri bilmekten ibaret sayılmıştır.
Edeb-i şeriat: Dînin usûlünü bilip uygulamak; edeb-i hizmet: Cehd ü gayret ve hizmette her zaman birkaç kadem önde; ücret, takdir ve bilinmede birkaç kadem geride bulunmak; ayrıca, esbaba tevessülde kusur etmemenin yanında bütün iyilik ve güzellikleri Allah'tan bilmek;
edeb-i Hakk da: Hakk'a yakınlığı temkinle bezeyip, şatahat ve lâubâliliğe girmemekten ibarettir.
Bir diğer yaklaşım da, 'edeb-i şeriat', 'edeb-i tarikat', 'edeb-i mârifet' ve 'edeb-i hakikat' şeklindedir ki;
birincisi: Allah Rasûlü'nün, husûsî, umûmî, kavlî, fiilî, hâlî ve takrîrî bütün sünnetlerini hayata geçirip yaşamak;
ikincisi: Mürşid ve muallime karşı tam teslimiyet, tam muhabbet, ölesiye hizmet, sohbete devam ve kalbinde itiraza yer vermemek;
üçüncüsü: Yakınlık ve temkin dengesini, havf ve recâ muvâzenesini, lütuflara mazhariyet ve acz u fakr mülâhazasını muhafaza etmek;
dördüncüsü: Cenâb-ı Hakk'a tahsîs-i nazar ederek beklentilere girmemek, endişelere düşmemek ve gönül gözlerini ağyâr hayalinden bile korumak şeklinde yorumlamışlardır.
'edebi olmyan Allah'ın lütfundan mahrum kalır.'...................................................................(*)
Gezdim halebi şamı ettim ilimi taleb
Meğer ilim evvelde imiş illa EDEP EDEP
İnsanın hayvandan farkı edeptir. (Mevlana)
edeb ELİNE DİLİNE VE BELİNE HAKİM OLMAK DEMEKTİR....
zeplinin yoruma katılıyorumm..toplumun bireylerinin içindeki pislikten yine kendilerini korumaya çalışmak için uydurduğu bi kavram..aslında edep-siziz hepimiz
...Allah'tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah'ın lütfundan mahrumdur.Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur...............*
İlla Edep, Edep yahu..! ?
'Sakın terk-i edepten kûy-ı mahbûb-ı Huda'dır bu
Nazargâh-ı İlahi'dir makam-ı Mustafadır bu'
^^Ey Müslüman, edep nedir diye sorarsan bil ki edep, her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır.^^
Hz. Mevlânâ
Edep: her konuda haddini bilip, sınırı aşmamak, insanlara iyi muamelede bulunmak sünnet üzere hareket etmek, hataya düşmekten sakınılacak şeyi bilmektir.
Halk arasında görgü kuralları denmektedir. Toplum fertlerinin yaşayış ve karşılıklı münasebetlerine genel ve ortak bir tarzda hakim olan ve aksine davranışların yerine göre ayıp, terbiyesizlik, edepsizlik, sayılarak kınandığı ahlakî ve içtimaî kuralların bütününe hukukta umumi adap denir.
Mesela: eve girip çıkmanın, yiyip içmenin, yatıp kalkmanın, giyinip kuşanmanın, misafir ağırlayıp uğurlamanın, konuşmada kullanılacak üslubun, insanlarla olan muaşeretin, aile fertlerine karşı olan muamelenin, büyüklere ve küçüklere karşı tutum ve davranışların, yüce Allah'a karşı ibadet etmenin kendine göre edepleri vardır
Edep olmazsa olmazımızdır. Kendisini kaybedince dünyamızda ahiretimizde zehir olur. Ve bence edep imanın ta kendisidir
Hz. Lokman'a:
- 'Edebi kimden öğrendin? ' diye sormuşlar. Şu cevabı vermiş:
- Edepsizlerden.
Men lem yüeddibhü’l-ebevan
Yüeddiphü’l-melevan.
Arapça bir beyit..
(Annesi babası tarafından terbiye edilmeyeni zaman ve şartlar terbiye eder)
Edepsiz olmayın
edep SİZ olun..
kişinin kendisine ve diğer yaratılmışlara olan saygısı...
insansanların toplumda yaşayış tarzını belirleyen bir tür davranış biçimidir
güzel huylu,terbiyeli, ahlaklı
Ehli diller arasında aradım, kıldım talep.
Her hüner makbul imiş, illa edep illa edep.
Edep; bir tac imiş Nur-u Hüda’dan.
Giy ol tacı, emin ol her belâdan
edepsiz kavramından sora oluşan bir kavram.Yani aslında kökü edepsizliktir.Edepsiz olmayan edepli olur.
...yahû! ..
çok edepli olduumu düşünmüyoruumm:S
Ten-i âdemdeki can, bil ki edeptir
Dil ü çeşm-i beşerin nûru edeptir
Edebi olmayan âdem, değil âdem.
Ayıran âdemi hayvandan, edeptir.
Edep Yâ Hû!
Edep tâcını başına giy de, nereye gidersen git..
Bu kadar güzel ifadeler varken, bazı düşünmezlerin mefhumu 'kişilerin karşısında el pençe dîvan durmak','bacak bacak üzerine atmamak','bir yaş dahi büyük olunsa abla/abi demek',çok gülmemek veya hoşsohbet olmamak' gibi anlamaları ve insanlara böylece empoze etmeleri şahsımın sinirini bozar.
Edep; fiili Hakk'dan ve fâili de Hakk bilmektir. (öyle demişti biri)
(elbette kulların cüz'i de olsa iradelerinin ve akıllarının olduğunu unutmamak lazım)
Çokbilmişim ben! Hadi ordan! İmamın dediğin yap yaptığını yapma.. :)
Nokta.
Edeb, ruhsal incelik, içtenlikli iyi davranışlardır. Edeb içtenliği, o da alçakgönüllülüğü ifade eder. Çünkü kişi eğer davranışlarından haberdarsa, o zaman bencilliğiyle güdülmekte ve kendiliğinden [zorlamasızl davranış melekesinden yoksun bulunmaktadır.
Edeb, dünyada hemen hemen imkansızdır. «Doğru davranışlar» dünyada yaşanır. Edeb halk çevresinde gösterilir. însan bir kez halkın korunmuş çevresine girdi mi, bir güven ortamına girmiş olur. Artık edeb, sizin için bir görev olur. Nefs'i -zaviyede, halkada, Allah'ın kulları arasında, Şeyh'in önünde- köşeye sıkıştırmışsmızdır. Bu, edeb ortamıdır.
Yol, edebden başka bir şey değildir.
Yabancıya ve konuğa gösterilen bir edeb vardır. Fukaraya gösterilen bir edeb vardır. Soyluya ve seçkine gösterilen bir edeb vardır. Şeyh'e gösterilen bir edeb vardır. Edebin kemale ermesi, kendinize gösterdiğiniz edeb iledir.
İlkine, varışta ve ayrılışta gösterilen cömertlik ve sunulan armağanlarla ulaşılır, ikincisi tercihle belli olur. Elindekilerde ve aldıklannda, kendinden önce kardeşini tercih etmelisin. Sonraki hizmetle, beklemekle, sabırla ve dinlemekle olur. Sonraki, Şeyhinin istediğini sen istiyormuşsun gibi istemendir. Sonuncusu, ilk aşamada deliler gibi dövünmemen, öfkelenmemen ve bağırıp çağırmamandır. Orta aşamada aşırı keder ve neş'eden kaçınmandır. Son aşamada ise Hakikat'in Huzurunda olmanın hazzıyla hepsini unutmandır.
Edep bir tac imiş, Nuru Hüdadan;
Giy o tacı, emin ol her beladan...
Edeb sahibi kişi alçak gönüllüdür;
cömerttir;
her türlü aşırılıktan uzaktır;
merhametlidir;
yalandan, hileden, kibir ve gururdan uzaktır;
yaradılanı yaradandan ötürü hoş görendir.
yani kıro edeplidir, çünkü yukarıdaki bütün özellikler bende mevcuttur ayıptır sölemesi. hohoho yyy
Eski Osmanlı kültüründe bir incelik örneği olarak, çarşıya inerken veya eve dönerken, büyüklere hürmet sadedinde bir yaşlı zatın yanından geçip gidilemediğini, ancak onun:'Geç oğlum ben yavaş yürüyorum... deyip müsaade etmesinde sonra önünde geçilip gidilebildiğini..
Ebû Nasr Tûsî'ye göre edeb, şu üç maddede hulâsa edilebilir:
1- Söz üstadları ve sözde süs arayanların edebi ki, gönlün sesi ve soluğu olmaması itibarıyla tasavvufçularca 'kîl u kâl' sayılmıştır.
2- Dîn-i Mübîn-i İslâm'ı, kalbî ve rûhî hayat seviyesinde temsil edenlerin edebi ki, nefsin riyâzâtla, duyguların muhabbet ve mehâfetle yoğrulması ve kılı kırk yararcasına şer'î hudutlara riâyetten ibaret görülmüştür.
3- Sürekli muhâsebe ve murâkabe ile, 'tecelligâh-ı ilâhî' olan kalbi pâk tutanların edebi ki, hayallerine bile, huzurun edebine muhalif herhangi bir halin târi' olmaması şeklinde yorumlanmıştır.
Aslında tasavvuf da zaten 'edeb' demektir..
her 'vakit', her 'hâl' ve her 'makam'ın husûsî edebleriyle edeb demektir.
Ne var ki, bu edeblerden her biri,
insanın iç âleminde gerçekleştirebildiği ölçüde, onun ahlâk, tavır ve davranışlarında da kalıcı olabilir;
yoksa, vicdanın enginlikleri ve duyguların derinlikleriyle bütünleşememiş bir edebin devam ve temâdisi söz konusu olmadığı gibi,
insanı, iç âlemine göre değerlendiren Allah nezdinde de hiçbir kıymeti hâiz değildir.
O rengin ve zengin ifadeleriyle hem edebi hem de edebin bu farklı yanlarını Hz. Mevlânâ ne hoş ifade eder:
Gönül erbâbınca edeb bâtınîdir;
zira onlar, sırlara açık ve muttalîdirler.
Beden insanı olan ehl-i ten nezdinde ise edeb zâhirîdir;
çünkü Cenâb-ı Hakk onlardan bâtınî olan şeyleri gizlemiştir.
Biz, her zaman Allah'tan edebe muvaffak olmayı dileriz, (zira) edebi olmayan, Cenâb-ı Hakk'ın lütfundan mahrumdur.'
Akıllılık, usluluk, hal, tavır ve davranış güzelliği
veya insanlara iyi muamelede bulunma mânâlarına gelen edeb;
sofîlerce
'edeb-i şeriat',
'edeb-i hizmet',
'edeb-i Hakk'
ünvanları altında yanlışlıklardan korunma ve
yanlışlığa sürükleyen sebep ve
sâikleri bilmekten ibaret sayılmıştır.
Edeb-i şeriat: Dînin usûlünü bilip uygulamak;
edeb-i hizmet: Cehd ü gayret ve hizmette her zaman birkaç kadem önde;
ücret, takdir ve bilinmede birkaç kadem geride bulunmak;
ayrıca, esbaba tevessülde kusur etmemenin yanında bütün iyilik
ve güzellikleri Allah'tan bilmek;
edeb-i Hakk da: Hakk'a yakınlığı temkinle bezeyip, şatahat ve lâubâliliğe girmemekten ibarettir.
Bir diğer yaklaşım da,
'edeb-i şeriat',
'edeb-i tarikat',
'edeb-i mârifet'
ve 'edeb-i hakikat' şeklindedir ki;
birincisi: Allah Rasûlü'nün, husûsî, umûmî, kavlî, fiilî, hâlî ve takrîrî bütün sünnetlerini hayata geçirip yaşamak;
ikincisi: Mürşid ve muallime karşı tam teslimiyet, tam muhabbet, ölesiye hizmet, sohbete devam ve kalbinde itiraza yer vermemek;
üçüncüsü: Yakınlık ve temkin dengesini, havf ve recâ muvâzenesini, lütuflara mazhariyet ve acz u fakr mülâhazasını muhafaza etmek;
dördüncüsü: Cenâb-ı Hakk'a tahsîs-i nazar ederek beklentilere girmemek, endişelere düşmemek ve gönül gözlerini ağyâr hayalinden bile korumak şeklinde yorumlamışlardır.