düş…, göğsümün kafesinin, klostrofobik yüreği, içerdesin…; bir başına ve yalnız, sıkışıyor kapakçıkların havasız, ya çok hızlı ya da çok yavaş atıyorsun ve canımı acıtıyorsun zaman zaman…; kızıl gölün hep mi dalgalı senin, üstelik dengesizsin, her daim yeni hastalıklar seçiyorsun blumia kalbim, ah benim bir deri, bir kemiğim…; kustur kendini, ve korundaki kuşları kızıl nehrinde, kanınla yıka…; hevesi kursağında kalmış sevdan mı var, penguenler nasıl saklıyorsa kursağında, dört aylık açlığa tahammülle, yavrularına mama…, elbet sen de bilirsin saklamasını, hem insansın ya, ah aşk bir heves midir…; ve madem, rengi en kırmızıya çalan kuşu sevdinse sen kalbim, ol şimdi pinokyo…, ve işte gıcırdıyor tahta kalp\ yalancının çatısında…, ey aşk…; kalbinde sakladığın pinokyonun, uzayan burnu, verdiğin sözlere kızarıyor, ağlıyor tahta bir kalp, yalandan sevicilik masallarına, ve bir çocuk gün\ahsızlığı sığıyor su sızmaz aramıza, talan, dolan ve takladan, var git ve bir daha hiçlikle dahi gelme huzura, ve sayfamızı arala..., anla; vesselam…, ki bilirsin, masal bu ya…; rapunzelin saçlarını kestiler mülevvesler, ah evet bir donquichetteyi sevdiyse gönül, suç deli dumrulun muydu ey korkut dede, yüreğimin yel değirmenleri, rüzgâr çalmakta, esintisiz bir gökten…;
Aşkın kanununu tahsil etmiştim kalbimin en doğusunda İçimde yağmur duasına çıkmış birkaç köy Birkaç köy sular altında Kalbimin doğusu, her resme güneş çizen bir çocuktu. Gam yükünün kervanları yürürdü dudaklarımda Kavruk ve çatlaktı dudaklarımın toprakları Ölümün ötesinde bir köy vardı Orda, uzakta, kalbimin en doğusunda Şimdi bana yalnızca Dertli türkülere duyduğum karşılıksız aşk kaldı Güzel beyaz bir tay doğururdu her sene hafızam Yorgundu oysa Durmadan, durmadan hatırlamaya koşmaktan.
Sende bu yükseklik korkusu, boşluğunun kıyısından geçmişe baktığın gün mü başladı oturduğun yerden seyrettiğin kuşlar bile ürpertiyor içini. İçin ki uğultulu bir orman. Ruhunu çizen, kanatan dallar ve rüzgar... - Ah! kalbin sürgün günlerinden kalma hüzün diyorsun yüzünde güzden gölgelerle karşılarken akşamı kucağında yalnızlığına sürtünen kedin. Tanımlamak gerekirse bir imgeyle seni uçuruma düşen nehir... Oysa şehir aşağıdan seni çağırıyor
Aşksa:/ Sağır olsa dile döner seslenir.../ Düşse:/ Eni sonu suya düşer ıslanır...// Aşktan öte başka hangi tohum yeşerir/ Hangi dal sürgün verir ezildiği yerinden? // İki derde yenik düştüm ne çare:/ Biri aşk,/ Biri düşten düşe sızım sızım yüreğim...// Taşa çaldım kendimi/ Taş çatladı kıvrım kıvrım kök verdi./ Güle sardım derdimi/ Gül kurudu derdim azdı yürüdü...// İnsan ki hasreti kadar:/ Belki bin sevda bin ayrılık/ Fakat/ Bir aşk bir intihar/ Bir ömre ancak sığar...
DÜŞ YORGUNU...hayatın bazen es geçtiği,bazen yıkıp yaktığı,ama sevgiliye olan özlemin hiç bitmediği gelmeyeceğini bile bile düşleyip yorgun argın bir günün daha sonuna gelmek.....
Ayrılığa oturup, kavuşma düşleri kurmak gelmiyordu kalemimden. Belki de içimden çıkalı bu düş, hep ihtimallerin korunaksız olabilirliğinden çekip almıştım kendimi.Kendimi kendime almış, sonra işte şu saniyenin geçmezliğinde, yalnızdım..
Sesim boğuk çıkıyorsa da Aldırma Nice dağlar kırdı onu Nice denizler Savurdu Sesim boğuk çıkıyorsa da Aldırma Artık bir şeyler yapmanın Zamanı geldi Bazı şeyleri kırıp dökmenin Bir kentin sokaklarını Yeniden keşfetmenin Özlemleri, çocukluk günlerini Bir yağmur altında bırakmanın Zamanı geldi Sesim boğuk çıkıyorsa da Aldırma Nice anılar yordu onu Nice özlemler böldü Sesim boğuk çıkıyorsa da Aldırma
düş…,
göğsümün kafesinin,
klostrofobik yüreği,
içerdesin…; bir başına ve yalnız,
sıkışıyor kapakçıkların havasız,
ya çok hızlı ya da çok yavaş atıyorsun
ve canımı acıtıyorsun zaman zaman…;
kızıl gölün hep mi dalgalı senin,
üstelik dengesizsin,
her daim yeni hastalıklar seçiyorsun
blumia kalbim,
ah benim bir deri, bir kemiğim…;
kustur kendini,
ve korundaki kuşları kızıl nehrinde,
kanınla yıka…;
hevesi kursağında kalmış sevdan mı var,
penguenler nasıl saklıyorsa kursağında,
dört aylık açlığa tahammülle,
yavrularına mama…,
elbet sen de bilirsin saklamasını,
hem insansın ya,
ah aşk bir heves midir…;
ve madem,
rengi en kırmızıya çalan kuşu sevdinse sen kalbim,
ol şimdi pinokyo…,
ve işte gıcırdıyor tahta kalp\
yalancının çatısında…,
ey aşk…;
kalbinde sakladığın pinokyonun,
uzayan burnu,
verdiğin sözlere kızarıyor,
ağlıyor tahta bir kalp,
yalandan sevicilik masallarına,
ve
bir çocuk gün\ahsızlığı sığıyor su sızmaz aramıza,
talan, dolan ve takladan,
var git ve bir daha hiçlikle dahi gelme huzura,
ve sayfamızı arala...,
anla;
vesselam…,
ki bilirsin,
masal bu ya…;
rapunzelin saçlarını kestiler mülevvesler,
ah evet bir donquichetteyi sevdiyse gönül,
suç deli dumrulun muydu ey korkut dede,
yüreğimin yel değirmenleri,
rüzgâr çalmakta,
esintisiz bir gökten…;
''Bazen her şey yorar insanı,
dinlendirici olanlar bile..''
(12 Haziran 1930)
Huzursuzluğun Kitabı_Pessoa
ağaçların gölge verdiği yerde
gölgelerin de ağaç vereceğini sanarak
su kıyılarına söğüt ağaçları dikiyorum
benim yaptığım düş değil
Aşkın kanununu tahsil etmiştim kalbimin en doğusunda
İçimde yağmur duasına çıkmış birkaç köy
Birkaç köy sular altında
Kalbimin doğusu,
her resme güneş çizen bir çocuktu.
Gam yükünün kervanları yürürdü dudaklarımda
Kavruk ve çatlaktı dudaklarımın toprakları
Ölümün ötesinde bir köy vardı
Orda, uzakta, kalbimin en doğusunda
Şimdi bana yalnızca Dertli türkülere duyduğum karşılıksız aşk kaldı
Güzel beyaz bir tay doğururdu her sene hafızam
Yorgundu oysa
Durmadan, durmadan hatırlamaya koşmaktan.
Didem Madak
Şimdi öyle yorgunum ki, düş yorgunluğumu dert edip, bu başlığı açtığım günlere şaşıyorum..
Sende bu yükseklik korkusu,
boşluğunun kıyısından geçmişe baktığın gün mü başladı
oturduğun yerden seyrettiğin kuşlar bile ürpertiyor içini.
İçin ki uğultulu bir orman. Ruhunu çizen, kanatan dallar ve rüzgar...
- Ah! kalbin sürgün günlerinden kalma hüzün
diyorsun
yüzünde güzden gölgelerle karşılarken akşamı
kucağında yalnızlığına sürtünen kedin.
Tanımlamak gerekirse bir imgeyle seni
uçuruma düşen nehir... Oysa şehir
aşağıdan seni çağırıyor
O.Uysal
bütün çocuklar büyür, ben,düşlerime takıldım...
Aşksa:/ Sağır olsa dile döner seslenir.../ Düşse:/ Eni sonu suya düşer ıslanır...// Aşktan öte başka hangi tohum yeşerir/ Hangi dal sürgün verir ezildiği yerinden? // İki derde yenik düştüm ne çare:/ Biri aşk,/ Biri düşten düşe sızım sızım yüreğim...// Taşa çaldım kendimi/ Taş çatladı kıvrım kıvrım kök verdi./ Güle sardım derdimi/ Gül kurudu derdim azdı yürüdü...// İnsan ki hasreti kadar:/ Belki bin sevda bin ayrılık/ Fakat/ Bir aşk bir intihar/ Bir ömre ancak sığar...
Hadi..
Yasla başını sevgili
Düş yorgunu yüreğime..
Birlikte soluyalım ay ışığını..
Yakamozlardan umut yeşertelim,
Geceden sükût..
Dinle/n/sin yüreklerimiz..
¥§mn ¥§mn
DÜŞ YORGUNU...hayatın bazen es geçtiği,bazen yıkıp yaktığı,ama sevgiliye olan özlemin hiç bitmediği gelmeyeceğini bile bile düşleyip yorgun argın bir günün daha sonuna gelmek.....
Düşlemekten yorulan adam...
Düşler kurardım.. Böyle olacak derdim, böyle olmalı. Ama hiçbiri düşlerimdeki gibi olmadı.. Yorgunum.
Düş Kurma! Yorulma!
Vurulmuşum!
Düşüm, gecelerden kara..
Bir hayra yoranım çıkmaz;
Canım alırlar ecelsiz, sığdıramam kitaplara..
Ayrılığa oturup, kavuşma düşleri kurmak gelmiyordu kalemimden. Belki de içimden çıkalı bu düş, hep ihtimallerin korunaksız olabilirliğinden çekip almıştım kendimi.Kendimi kendime almış, sonra işte şu saniyenin geçmezliğinde, yalnızdım..
Şimdi ben bir çocuk masumiyetiyle düşlerim seni,
sen yine bir şeytanlık yaparsın,
kirletirsin düşlerimi...
Sesim boğuk çıkıyorsa da
Aldırma
Nice dağlar kırdı onu
Nice denizler
Savurdu
Sesim boğuk çıkıyorsa da
Aldırma
Artık bir şeyler yapmanın
Zamanı geldi
Bazı şeyleri kırıp dökmenin
Bir kentin sokaklarını
Yeniden keşfetmenin
Özlemleri, çocukluk günlerini
Bir yağmur altında bırakmanın
Zamanı geldi
Sesim boğuk çıkıyorsa da
Aldırma
Nice anılar yordu onu
Nice özlemler böldü
Sesim boğuk çıkıyorsa da
Aldırma
Ben..