1952’de mezun olduğumuz ilkokuldayken, yazı konusunda özel bir dersimiz vardı. Bu derste, “divit” denen kalem sapına “uç” diye bir parça takılırdı. Sonra, “hokka” denen mürekkep dolu özel bir şişeye batırılır, dolmakalem kullanırmış gibi yazılırdı. İlkokulda, el yazısını böyle öğrenmişizdir. Dolmakalem kullanmaksa yasaktı. Bu yüzden ilk dolmakalemi orta birinci sınıftayken edinmişizdir. İstanbul-Bâbıâlî yokuşundaki kırtâsiyecilerden aldığımız kalemin fiyatı ikibuçuk liraydı. Fiyat hakkında fikir vermek üzere, o zaman bir simitin beş kuruş olduğunu ekliyelim. Demek ki elli simit değerindeymiş! Bundan sonra her zaman en az bir dolmakalemimiz olmuştur. Arada tükenmez gibileri de kullanmış olsak bile, bir dolmakalem hep cebimizdedir. Bugün, mâvi ve siyah mürekkep kullandığımız, bir kaçı markalı, diğerleri ucuz Çin malı onbeş kadar kalemimiz vardır. Piyasadan kalkmadan önce yeşil mürekkebimiz de olmuştur! İlgi çekicidir ama, iyi dizayn edilmiş ve ergonomik olduklarından Çin kalemlerini kullanmayı tercih etmişizdir. Bir farkla ki, bunlara taktığımız uçlar ünlü Alman markalarıdırlar. Öte yandan, kitap harfleriyle de yazarsak bile tercihimiz daha çok el yazısından yanadır. Geçende bir yerde yalnız oturmuş bekliyorduk. Önümüzde de günün gazeteleri vardı. Hepsine bir göz attık bitti; ama beklediğimiz kişi hâlâ gelmemişti. Kalemimizi çıkarıp gazetenin bulmacasını çözmeye başladık. Bu sırada, yakınımızdaki bir gencin de ısrarla bize baktığını fark etmiştik. Genç, “ağabey” demişti “o kalem de ne öyle! ? ” Bizim kalem ona pek garip görünmüştü! Yanımıza gelip, uzaydan gelmiş bir cisim gibi de incelemişti!
Karizmanın kan kardeşi.
Kalbin üzerinde taşınması tesadüf değildir...Dolma kalem yazının efendisidir...
Dolmakalem sevdâdır!
1952’de mezun olduğumuz ilkokuldayken, yazı konusunda özel bir dersimiz vardı. Bu derste, “divit” denen kalem sapına “uç” diye bir parça takılırdı. Sonra, “hokka” denen mürekkep dolu özel bir şişeye batırılır, dolmakalem kullanırmış gibi yazılırdı. İlkokulda, el yazısını böyle öğrenmişizdir. Dolmakalem kullanmaksa yasaktı.
Bu yüzden ilk dolmakalemi orta birinci sınıftayken edinmişizdir. İstanbul-Bâbıâlî yokuşundaki kırtâsiyecilerden aldığımız kalemin fiyatı ikibuçuk liraydı. Fiyat hakkında fikir vermek üzere, o zaman bir simitin beş kuruş olduğunu ekliyelim. Demek ki elli simit değerindeymiş! Bundan sonra her zaman en az bir dolmakalemimiz olmuştur. Arada tükenmez gibileri de kullanmış olsak bile, bir dolmakalem hep cebimizdedir. Bugün, mâvi ve siyah mürekkep kullandığımız, bir kaçı markalı, diğerleri ucuz Çin malı onbeş kadar kalemimiz vardır. Piyasadan kalkmadan önce yeşil mürekkebimiz de olmuştur!
İlgi çekicidir ama, iyi dizayn edilmiş ve ergonomik olduklarından Çin kalemlerini kullanmayı tercih etmişizdir. Bir farkla ki, bunlara taktığımız uçlar ünlü Alman markalarıdırlar.
Öte yandan, kitap harfleriyle de yazarsak bile tercihimiz daha çok el yazısından yanadır. Geçende bir yerde yalnız oturmuş bekliyorduk. Önümüzde de günün gazeteleri vardı. Hepsine bir göz attık bitti; ama beklediğimiz kişi hâlâ gelmemişti. Kalemimizi çıkarıp gazetenin bulmacasını çözmeye başladık. Bu sırada, yakınımızdaki bir gencin de ısrarla bize baktığını fark etmiştik. Genç, “ağabey” demişti “o kalem de ne öyle! ? ” Bizim kalem ona pek garip görünmüştü! Yanımıza gelip, uzaydan gelmiş bir cisim gibi de incelemişti!
Mete Esin
Yazmasini bir türlü beceremedigim kalem cesidi..
bknz:ellerimin her defasinda renk degistirmesi
Bir de kırık uçlu olanları vardı. Harf harf yazarsın, sonra o yazılanı okumaya doyamazsın..
lekesi çıkmaz mürekkebin ev sahibi...öğretmenler gününün kadrolu hediyesi...