ve yalnız ölüm geliyor bazen aklıma bir sandalye bir ip.sonra umut.ugur mumcunun bir seslenişi ve inanc güzel günlere :) Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım unutma bizi...
Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...
Mamak Askeri Cezaevi... Ön hücrelerin havalandırması. Görünen her şey bir bir gün, beş gün, beş ay öncesinin aynı... Duvarlar, tel örgüler, karşıda tepesi görünen kel bir dağ bozuntusu, tutuklular, askerler, gardiyanlar, subaylar... Korkunç bir farklılık var ama bu gün. Görülmeyen bir farklılık bu... Sadece duyulan ve duygularla algılanabilen bir farklılık... İstedikleri kadar dış dünyadan koparmış olsunlar bizi... Yaş ortalaması en çok yirmi iki – yirmi üç olan deli fişek, inançlı gençleriz. Cıvıltımızı kesemediler bu güne değin... hele de sabahları... Yandaki koğuştan ödünç voleybol topu isteyenler, türkü çağıranlar, hızlı bir voltada bağırıp çağırarak kurumsal tartışmalar yapanlar, koşanlar, kültür fizik yapanlar... - Bizim koğuşun gazeteleri nerede kaldı? Diye gardiyanlara bağıranlar; - Er Ahmet Çelik, ön koğuş nöbetinde görüşünüze hazırdır komutanım! Diye, çığlık çığlığa tekmil veren askerler... Ama bu gün farklı... Korkutucu bir sessizlik egemen tüm cezaevine; kimse konuşmuyor, kimse kurumsal tartışma yapmıyor, kimse şarkı türkü söylemiyor, koşan, kültür fizik yapan da yok bugün. Kimse “merhaba”, “günaydın”, “nasılsınız? ” bile demiyor... Askerlerin, gardiyanların, subayların bile sesi çıkmıyor... Havalandırmada volta atıyorum. Diğer arkadaşlarım da aynı şeyi yapıyor. Bu kez herkes tek tek voltalıyor beton bahçeyi. Hızlı ama alabildiğine ses çıkarmamaya çalışarak atılıyor voltalar. Becerebildiğim kadar dik tutuyorum başımı. Gözlerim yerde de olsa başım dik durmalı... Yerde bir su birikintisi var. Ona basmamaya çalışarak yürüyorum.
Bu ikinci tanık oluşum ’toplu ölüme’... Bu kez ilkindeki gibi milyonların içinde yapayalnız değilim. Kinle, acıyla, neşeyle, umutla kenetlenmiş – en azından dışa karşı böyle görünen – kavga arkadaşlarımla beraberim. Yine de atamıyorum yalnızlık duygusunu. Salt ben değil, hepimiz, tüm cezaevi; mahkumu, tutuklusu, gardiyanı, askeri, subayı, haini, ispiyoncusu, direngeni, cesuru, korkağı herkes yalnız o gün... Birlikteydik, ama yalnızdık. Sessizdi cezaevi... Herkesin kendisiyle hesaplaşmasına olanak verecek ölçüde sessiz durağan... Anlaşmalı bir sessizlik bu....
Bir avuç subay ve gardiyanı bir yana bırakırsak; askeri, tutuklusu yaş ortalaması yirmi iki - yirmi üç olan bu gençlerin hepsi mi taş yürekli? Niye hiç ağlayan, bağırıp çağıran yok? Niye isyan etmiyor kimse? Biz ki; sokak köpeklerine, dağ başında yanlışlıkla basıp ezdiğimiz çiğdeme üzülen, sevgililerimizin hasretine dayanamayıp iki tek attıktan sonra sulu zırtlak olan; içerikli bir sinemayı, tiyatroyu seyrederken çekinmeden gözyaşlarını akıtabilen bir kuşağız. İşte en yakınımızdaki, en dost olan üç yoldaşımızı koparıp almışlar bizden, hem de sonsuza değin. Niye böyle taş gibiyiz hepimiz? Ne oldu bize? ... Niye birbirimizin yüzüne bile bakamıyoruz? Oysa, çığlık çığlığa tüm benliğim... Biliyorum tüm dostlarım da öyle. Savaşıyorduk hala... Haklı bir savaşı sürdürmenin doğal bir yöntemini, sessiz bir anlaşmayla sağlamıştık aramızda. Alınmış bir kararı, belirlenmiş bir taktiği yoktu bu savaşın... Karşı tarafın temsilcileri kapılardan, pencerelerden bakıp; geldikleri gibi yine sessizce kayboluyorlardı. Bu koşullarda ancak böyle savaşabilirdik. Susarak, dişlerimizi sıkarak, başımızı alabildiğince dik tutarak, göz yaşlarımızı içimize akıtarak, alabildiğince sert adımlar atarak... Öyle de yaptık. Elbet yanıyordu yüreğimiz, elbet tüm bedenimiz dağlanmıştı,elbet acıyla doluydu tüm benliğimiz. Ama bırakalım karşıdakileri, birbirimize bile açık edemezdik duygularımızı. Erlerin, gardiyanların çoğu da üzülüyordu. Bu yüzlerinden, oturup kalkışlarından belliydi. Ama şu bol ‘yıldız’lı, ‘ay’lı takım. Bu kararı verenler, planları yapanlar, pusu kuranlar, erketelik yapanlar... Onlar ne düşünüyordu o gün? Hangi duygularla doluydular? Aradan yirmi beş sene geçti hala merak ederim. Uyudum mu dün gece? Duyduklarım düş müydü? Zincir sesleri, açılıp kapanan kapılar, postal gıcırtıları... “Sağlıcakla kalın, kendinize iyi bakın! ...” diye, gür sesle bağırdı mı birisi?
Atilla Keskin Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler (Anı / Roman) Gendaş Yayınevi İstanbul 1999
(deniz gezmişin idam günü atilla keskin in ağzından)
Bir çocuğumuz olmalı Adı deniz olmalı Deniz dedim adına Adı deniz olmalı
Bir çocuğumuz olursa Adı deniz olmalı Deniz kadar engin Deniz kadar çoşkun Deniz kadar sıcak Deniz kadar güzel
Bir çocuğumuz olmalı Adı deniz olmalı Deniz dedim adına Adı deniz olmalı
Üzerindekiler bana yabancı değil, Suratındaki yaralar, karalar, kirler Bana birisini hatırlatıyorsun küçüğüm Üzerindekiler bana yabancı değil, Yırtık süeterin, pantolonun, çizmen, çorabın Sakın pişman olma, kızma, kızdırma Sembol olmak, katil olmaktan çok daha zor Yemekten, içmekten, direnmek zor küçüğüm Ben, ben kimim diye sorarsan Biz, biz tabiatla kardeşiz Yemeyle, içmeyle Hatta uçakla, suyla, kuşla, böcekle Ama yine de Bana ne olmuş diye soruyorsan Kızma, kızdırma Hani doğruluktan, dürüstlük doğar derler ya Bence sana Deniz çarpmış küçüğüm Ki, ben beni bildim bileli Ne, ben beni buldum kendimde Nede kendim, beni buldu bende İşte ortalığın arazisi olup kaynadık dünyanın kazanında Dünya kazan oldukça ben bir kepçe Doldum tabaklara birden daha çok kere Hani ya gülüm işçi olup emek dökercesine Ben, beni bildim bileli Ne ben, beni buldum kendimde Nede kendim, beni buldu bende Sen bir başka maya gör Çocuk olursun bir yandan severler Bir yandan döverler Okursun adam olursun, İş bulamadın mıda hiç dinlemez söverler Ben, ben boks şampiyonu olamam ki dostum Hayatı nakavt edeyim Ben kültürümü hayata adadım Hayatı tanımlayamıyorum Hayat nedir acaba _? Hergün paket paket içtiğimiz sigaralar mı Akşamları eve gelen babamın Boş o bomboş bakışları mı Bilmiyorum! ! ! Yıldızlardan kopup gelmişti dünyama Yıllanmış ağaçların dökülen sarı yaprakları gibiydi Etraf toz, toprak, kan, göleç Adına ne seheryeli diyebiliyorum nede tozpembe Ama şunu çok iyi biliyorum ki Bir çocuğumuz olursa Adı DENIZ olmalı, İster kız ister erkek Farketmez hiç biri Fakat bakışları farketmeli Güneş gibi olmalı Aydınlatmalı her tarafı Her bir yandan bir bir Bir çocuğumuz olursa adı DENIZ olmalı DENIZ kadar engin, DENIZ kadar coşkun DENIZ kadar sıcak, DENIz kadar güzel Bir çocuğumuz olmalı Adı DENIZ olmalı DENIz dedim adına Adı DENIZ olmalı.
mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum.ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. fakat bu durumu metanetle karşılamani istiyorum, insanlar doğar,büyür,yaşar ölürler,önemli olan cok yasamak degil,yaşadiğı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir.bu nedenle ben erken gitmeyi normal karsiliyorum.ve kaldı ki benden evvel giden arkadaslarim hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir.benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın,oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunda da bu olduğunu biliyordu.seninle düşüncelerini ayri ama beni anlayacagini tahmin ediyorum.sadece senin degil, türkiye’de yasayan kürt ve türk halklarının da anlayacagina inaniyorum.cenazem için avukatlarıma gerekli talimati verdim.ayrica savcıya da bildirecegim.ankara’da 1969’ olen arkadasim taylan özgür’un yanina gömülmek istiyorum.onun icin cenazemi istanbul’a götürmeye kalkışma, annemi teselli etmek sana düşüyor.kitaparımı küçü kardeşime bırakıyorum.kendisine özellikle tembih et,onun bilim adami olmasini istiyorum,bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir,son anda yaptiklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi,abimi,kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarim. oğlun deniz gezmis
1947 yılında Ankara’da doğdu.Liseyi İstanbul’da okudu.1966’da İÜ Hukuk Fakültesi’ne girdi.Kısa sürede gençlik eylemlerinde öne çıktı.TİP’de çalıştı.1968’de Devrimci Hukuklular Örgütü’nü kurdu.Amerikan 6.Filosu’nu protesto eylemlerine katıldı ve İstanbul Üniversitesi’nin işgaline öncülük etti.DÖB’ün kurucuları arasında yer aldı.Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü tertipledi.1969’da Filistin’e gitti, gerilla eğitimi gördü.THKO örgütünü kurdu.Örgütün ilk eylemi olan İşbankası Ankara Emek Şubesi soygununa katıldı.Yine Ankara’daki Balgat Amerikan Üssü’nden dört Amerikalının kaçırılması eylemine katıldı.Sivas Gemerek’te çatışmada yakalandı.Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde idam edildi.
Görmediğim an yaşayamam..Güne ister hırçın olsun isterse durgun olsun denizi görerek başlamak insana enerji veriyor.... Evimin önü demek, deniz demek......
lügatini yeniden yazıyorum sevdanın binlerce çiçek açtı kollarımda yorgunluk gündönümü ruhuma ayarlandı yeniden bir çerağdır, yanıyor gittiğin her bahçede şimdi parmaklarının ucundadır baharım kutlu bir ülke verdin hayatıma özünden denizlerde sen varsın; ırmaklarda ben varım
lügatini yeniden yazıyorum sevdanın binlerce çiçek açtı kollarımda yorgunluk gündönümü ruhuma ayarlandı yeniden bir çerağdır, yanıyor gittiğin her bahçede şimdi parmaklarının ucundadır baharım kutlu bir ülke verdin hayatıma özünden denizlerde sen varsın; ırmaklarda ben varım
sabahları sırtçantasını zıplata zıplata gelen kulaklıkları kulaandan düşmeyen 'naber kızlar? ' diye bize selam verip sabah sabah o sıcacık gülümsemesiyle içimizi ısıtan okulun en yakışıklı delikanlısıdır bide nike air'ları varki sormayın şehirler arası otobüs gibi yürürken 'pıııstt pıııstt' ediyo
ama dedim ya elifinki elif benim kankim yani 'eniştemiz' olur kendileri
deniz demek benim için herşey demek o benim aşkım bi tanem herşeyim her ne kadar şu sıralar ayrı olsakta hatta belkide hiç bir daha birbirimizi görmicek olsakta o benim aşkımmmm herşeyimm
ve yalnız ölüm geliyor bazen aklıma bir sandalye bir ip.sonra umut.ugur mumcunun bir seslenişi ve inanc güzel günlere :)
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım unutma bizi...
Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...
6 MAYIS
Mamak Askeri Cezaevi... Ön hücrelerin havalandırması. Görünen her şey bir bir gün, beş gün, beş ay öncesinin aynı... Duvarlar, tel örgüler, karşıda tepesi görünen kel bir dağ bozuntusu, tutuklular, askerler, gardiyanlar, subaylar...
Korkunç bir farklılık var ama bu gün. Görülmeyen bir farklılık bu... Sadece duyulan ve duygularla algılanabilen bir farklılık...
İstedikleri kadar dış dünyadan koparmış olsunlar bizi... Yaş ortalaması en çok yirmi iki – yirmi üç olan deli fişek, inançlı gençleriz. Cıvıltımızı kesemediler bu güne değin... hele de sabahları... Yandaki koğuştan ödünç voleybol topu isteyenler, türkü çağıranlar, hızlı bir voltada bağırıp çağırarak kurumsal tartışmalar yapanlar, koşanlar, kültür fizik yapanlar...
- Bizim koğuşun gazeteleri nerede kaldı? Diye gardiyanlara bağıranlar;
- Er Ahmet Çelik, ön koğuş nöbetinde görüşünüze hazırdır komutanım! Diye, çığlık çığlığa tekmil veren askerler...
Ama bu gün farklı...
Korkutucu bir sessizlik egemen tüm cezaevine; kimse konuşmuyor, kimse kurumsal tartışma yapmıyor, kimse şarkı türkü söylemiyor, koşan, kültür fizik yapan da yok bugün. Kimse “merhaba”, “günaydın”, “nasılsınız? ” bile demiyor... Askerlerin, gardiyanların, subayların bile sesi çıkmıyor...
Havalandırmada volta atıyorum. Diğer arkadaşlarım da aynı şeyi yapıyor.
Bu kez herkes tek tek voltalıyor beton bahçeyi. Hızlı ama alabildiğine ses çıkarmamaya çalışarak atılıyor voltalar.
Becerebildiğim kadar dik tutuyorum başımı. Gözlerim yerde de olsa başım dik durmalı...
Yerde bir su birikintisi var. Ona basmamaya çalışarak yürüyorum.
Bu ikinci tanık oluşum ’toplu ölüme’... Bu kez ilkindeki gibi milyonların içinde yapayalnız değilim. Kinle, acıyla, neşeyle, umutla kenetlenmiş – en azından dışa karşı böyle görünen – kavga arkadaşlarımla beraberim.
Yine de atamıyorum yalnızlık duygusunu. Salt ben değil, hepimiz, tüm cezaevi; mahkumu, tutuklusu, gardiyanı, askeri, subayı, haini, ispiyoncusu, direngeni, cesuru, korkağı herkes yalnız o gün...
Birlikteydik, ama yalnızdık.
Sessizdi cezaevi... Herkesin kendisiyle hesaplaşmasına olanak verecek ölçüde sessiz durağan... Anlaşmalı bir sessizlik bu....
Bir avuç subay ve gardiyanı bir yana bırakırsak; askeri, tutuklusu yaş ortalaması yirmi iki - yirmi üç olan bu gençlerin hepsi mi taş yürekli?
Niye hiç ağlayan, bağırıp çağıran yok?
Niye isyan etmiyor kimse?
Biz ki; sokak köpeklerine, dağ başında yanlışlıkla basıp ezdiğimiz çiğdeme üzülen, sevgililerimizin hasretine dayanamayıp iki tek attıktan sonra sulu zırtlak olan; içerikli bir sinemayı, tiyatroyu seyrederken çekinmeden gözyaşlarını akıtabilen bir kuşağız.
İşte en yakınımızdaki, en dost olan üç yoldaşımızı koparıp almışlar bizden, hem de sonsuza değin.
Niye böyle taş gibiyiz hepimiz? Ne oldu bize? ... Niye birbirimizin yüzüne bile bakamıyoruz?
Oysa, çığlık çığlığa tüm benliğim... Biliyorum tüm dostlarım da öyle.
Savaşıyorduk hala... Haklı bir savaşı sürdürmenin doğal bir yöntemini, sessiz bir anlaşmayla sağlamıştık aramızda. Alınmış bir kararı, belirlenmiş bir taktiği yoktu bu savaşın...
Karşı tarafın temsilcileri kapılardan, pencerelerden bakıp; geldikleri gibi yine sessizce kayboluyorlardı. Bu koşullarda ancak böyle savaşabilirdik. Susarak, dişlerimizi sıkarak, başımızı alabildiğince dik tutarak, göz yaşlarımızı içimize akıtarak, alabildiğince sert adımlar atarak... Öyle de yaptık.
Elbet yanıyordu yüreğimiz, elbet tüm bedenimiz dağlanmıştı,elbet acıyla doluydu tüm benliğimiz. Ama bırakalım karşıdakileri, birbirimize bile açık edemezdik duygularımızı.
Erlerin, gardiyanların çoğu da üzülüyordu. Bu yüzlerinden, oturup kalkışlarından belliydi. Ama şu bol ‘yıldız’lı, ‘ay’lı takım. Bu kararı verenler, planları yapanlar, pusu kuranlar, erketelik yapanlar... Onlar ne düşünüyordu o gün? Hangi duygularla doluydular? Aradan yirmi beş sene geçti hala merak ederim.
Uyudum mu dün gece? Duyduklarım düş müydü? Zincir sesleri, açılıp kapanan kapılar, postal gıcırtıları...
“Sağlıcakla kalın, kendinize iyi bakın! ...” diye, gür sesle bağırdı mı birisi?
Atilla Keskin
Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler
(Anı / Roman)
Gendaş Yayınevi İstanbul 1999
(deniz gezmişin idam günü atilla keskin in ağzından)
deniz denince aklıma:
ADI DENİZ OLMALI
Bir çocuğumuz olmalı
Adı deniz olmalı
Deniz dedim adına
Adı deniz olmalı
Bir çocuğumuz olursa
Adı deniz olmalı
Deniz kadar engin
Deniz kadar çoşkun
Deniz kadar sıcak
Deniz kadar güzel
Bir çocuğumuz olmalı
Adı deniz olmalı
Deniz dedim adına
Adı deniz olmalı
Üzerindekiler bana yabancı değil,
Suratındaki yaralar, karalar, kirler
Bana birisini hatırlatıyorsun küçüğüm
Üzerindekiler bana yabancı değil,
Yırtık süeterin, pantolonun, çizmen, çorabın
Sakın pişman olma, kızma, kızdırma
Sembol olmak, katil olmaktan çok daha zor
Yemekten, içmekten, direnmek zor küçüğüm
Ben, ben kimim diye sorarsan
Biz, biz tabiatla kardeşiz
Yemeyle, içmeyle
Hatta uçakla, suyla, kuşla, böcekle
Ama yine de
Bana ne olmuş diye soruyorsan
Kızma, kızdırma
Hani doğruluktan, dürüstlük doğar derler ya
Bence sana Deniz çarpmış küçüğüm
Ki, ben beni bildim bileli
Ne, ben beni buldum kendimde
Nede kendim, beni buldu bende
İşte ortalığın arazisi olup kaynadık dünyanın kazanında
Dünya kazan oldukça ben bir kepçe
Doldum tabaklara birden daha çok kere
Hani ya gülüm işçi olup emek dökercesine
Ben, beni bildim bileli
Ne ben, beni buldum kendimde
Nede kendim, beni buldu bende
Sen bir başka maya gör
Çocuk olursun bir yandan severler
Bir yandan döverler
Okursun adam olursun,
İş bulamadın mıda hiç dinlemez söverler
Ben, ben boks şampiyonu olamam ki dostum
Hayatı nakavt edeyim
Ben kültürümü hayata adadım
Hayatı tanımlayamıyorum
Hayat nedir acaba _?
Hergün paket paket içtiğimiz sigaralar mı
Akşamları eve gelen babamın
Boş o bomboş bakışları mı
Bilmiyorum! ! !
Yıldızlardan kopup gelmişti dünyama
Yıllanmış ağaçların dökülen sarı yaprakları gibiydi
Etraf toz, toprak, kan, göleç
Adına ne seheryeli diyebiliyorum nede tozpembe
Ama şunu çok iyi biliyorum ki
Bir çocuğumuz olursa
Adı DENIZ olmalı,
İster kız ister erkek
Farketmez hiç biri
Fakat bakışları farketmeli
Güneş gibi olmalı
Aydınlatmalı her tarafı
Her bir yandan bir bir
Bir çocuğumuz olursa adı DENIZ olmalı
DENIZ kadar engin, DENIZ kadar coşkun
DENIZ kadar sıcak, DENIz kadar güzel
Bir çocuğumuz olmalı
Adı DENIZ olmalı
DENIz dedim adına
Adı DENIZ olmalı.
baba;
mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum.ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. fakat bu durumu metanetle karşılamani istiyorum, insanlar doğar,büyür,yaşar ölürler,önemli olan cok yasamak degil,yaşadiğı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir.bu nedenle ben erken gitmeyi normal karsiliyorum.ve kaldı ki benden evvel giden arkadaslarim hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir.benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın,oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunda da bu olduğunu biliyordu.seninle düşüncelerini ayri ama beni anlayacagini tahmin ediyorum.sadece senin degil, türkiye’de yasayan kürt ve türk halklarının da anlayacagina inaniyorum.cenazem için avukatlarıma gerekli talimati verdim.ayrica savcıya da bildirecegim.ankara’da 1969’ olen arkadasim taylan özgür’un yanina gömülmek istiyorum.onun icin cenazemi istanbul’a götürmeye kalkışma, annemi teselli etmek sana düşüyor.kitaparımı küçü kardeşime bırakıyorum.kendisine özellikle tembih et,onun bilim adami olmasini istiyorum,bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir,son anda yaptiklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi,abimi,kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarim.
oğlun deniz gezmis
deniz gezmiş
Deniz Gezmiş
1947 yılında Ankara’da doğdu.Liseyi İstanbul’da okudu.1966’da İÜ Hukuk Fakültesi’ne girdi.Kısa sürede gençlik eylemlerinde öne çıktı.TİP’de çalıştı.1968’de Devrimci Hukuklular Örgütü’nü kurdu.Amerikan 6.Filosu’nu protesto eylemlerine katıldı ve İstanbul Üniversitesi’nin işgaline öncülük etti.DÖB’ün kurucuları arasında yer aldı.Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü tertipledi.1969’da Filistin’e gitti, gerilla eğitimi gördü.THKO örgütünü kurdu.Örgütün ilk eylemi olan İşbankası Ankara Emek Şubesi soygununa katıldı.Yine Ankara’daki Balgat Amerikan Üssü’nden dört Amerikalının kaçırılması eylemine katıldı.Sivas Gemerek’te çatışmada yakalandı.Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde idam edildi.
çocukluğum içinde geçti,
akşamları o dalga sesi varya...
özledim yaa...
elbet bir bildiği vardı bu çocuğun
kolay değil öyle genç ölmek
yeşil bir yaprak gibi yüreği
koparıp ateşe atmak
pek öyle kolay değil...deniz gezmiş...
mesai sonrası rahatlamak için birebir. :)
deniz sonsuz bir özgürlük
sevda ve sevdalıların buluşması
dalgaların karayla buluşması gibi
eveeeeeeeetttt benim denize girme vaktim geldii........... :)))
hele bugün hiç dalga yoktu denizde.............tek kelime ile harikaydı......... :)))
kıskanmayalım birgün sizin de olur..... :)))
sensiz denizin tadı mı olur? ,
sahiller neşeyle çınlasa bile......
çıplak ayakların,
kumlar üzerinde izleri olmayınca....
deniz gezmiş
THKO
özgürlük
sonsuzluk
doğacak çocuğumun ismi
şirketimin ismi
....ürkütücü.....
deniz gezmiş.
o da sonsuz bir deniz....
sonsuzluk.....
deniz benim şu hayattaki tek dostumdur çünkü ona verdiğim sırları kimseyle paylaşmaz ve beni herzaman dinlerrrr.......(sırlar)
deniz, alabildiğine özgürlüktür.
deniz, özlemleri suya söylemektir.
deniz, yalnızlığa türkü söylemektir.
deniz, yaşamın çirkinliklerinden kaçabilmek için gözlerimizin sığındığı yerdir.
derin mavi suda ki yasam demektir!
Görmediğim an yaşayamam..Güne ister hırçın olsun isterse durgun olsun denizi görerek başlamak insana enerji veriyor....
Evimin önü demek, deniz demek......
lügatini yeniden yazıyorum sevdanın
binlerce çiçek açtı kollarımda yorgunluk
gündönümü ruhuma ayarlandı yeniden
bir çerağdır, yanıyor gittiğin her bahçede
şimdi parmaklarının ucundadır baharım
kutlu bir ülke verdin hayatıma özünden
denizlerde sen varsın; ırmaklarda ben varım
Bir insanı her türlü vicdan azabından, günahtan arındıracağına inandığım mavi dev...
deniz,yusuf,hüseyin....
lügatini yeniden yazıyorum sevdanın
binlerce çiçek açtı kollarımda yorgunluk
gündönümü ruhuma ayarlandı yeniden
bir çerağdır, yanıyor gittiğin her bahçede
şimdi parmaklarının ucundadır baharım
kutlu bir ülke verdin hayatıma özünden
denizlerde sen varsın; ırmaklarda ben varım
deniz bizim okulda 'elifinki'
sabahları sırtçantasını zıplata zıplata gelen kulaklıkları kulaandan düşmeyen 'naber kızlar? ' diye bize selam verip sabah sabah o sıcacık gülümsemesiyle içimizi ısıtan okulun en yakışıklı delikanlısıdır bide nike air'ları varki sormayın şehirler arası otobüs gibi yürürken 'pıııstt pıııstt' ediyo
ama dedim ya elifinki elif benim kankim yani 'eniştemiz' olur kendileri
dostum,herşeyim,..... bide kumsal, güneş, yakışıklılar.... :))
deniz
tuz
mis
dalış
deniz demek benim için herşey demek o benim aşkım bi tanem herşeyim her ne kadar şu sıralar ayrı olsakta hatta belkide hiç bir daha birbirimizi görmicek olsakta o benim aşkımmmm herşeyimm
benim için nefes almak kadar güzel.
yüzmenin dayanılmaz hafifliği.