dünyanın; çizgili pijamasının beli sıkmıştı ki, gevşek bir don lastiği ile değiştirip, ayırmıştı gövdesini ikiye; /kuzey, güney, savaş, sıcak, soğuk, erkek, kadın, aşk/
dünya öyle kurallı ve tertipliydi ki, yoktu tahammülü hiç dağınıklığa, her şeyi planladı, kurguladı; ölçtü/biçti/tarttı ve; /denizlerin, ülkelerin, göğün, toprağın, aşkların, insanların, hayatın/ kenarlarına makine çekti ve kesti sarkan iplikleri,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki, ve öyle güzel dikmişti ki herkesin göğünü kendine; /kimseye, bir başkasının göğündeki turnayı sevmek, hakkını tanımıyordu…,
oysa meşk, dudaklarındaki esrarlı cigarayla, özerkti dünyadan/ başına buyruk ihtilâl adımlarıyla, yürüdü; onun gök kubbesine, ve ama evet, dünyanın öyle usta elleri vardı ki, ve öyle güzel dikmişti ki herkesin göğünü kendine/ kimseye, bir başkasının göğündeki turnayı sevmek, hakkını tanımıyordu…;
oysa mey, dudaklarındaki esrarlı cigarayla özerkti dünyadan ve başına buyruk ihtilâl adımlarıyla; yürüdü, onun gök kubbesine, bir izmariti çiğner gibi, bir leşi tepeler gibi, bastı başına, kutupları ve ekvatoruna kadar, kirli postalarının izini bırakarak, had bildirdi atmosferine, ah;
öyle çok seviyorum ki seni, öyle çok, sensin benim gökyüzüm ve süreyya yıldızım, yön duygum, iç görüm…,
ne diyordum; /ve, çaldı dünyanın makasını /ve, kesti sevdalı parmaklarıyla /ve, söktü iplikleri…;
öyle çok seviyorum ki seni, öyle çok; sensin benim güzel ve zarif turnam, ve yoktu, zahirin ne çizgisi, /ne sınırı, ne de minimal bir raconu, ah;
kanarız ki biz birbirine yeryüzü ve gökyüzü, akarız ki birbirine…, ve kanarsın; sen, bende bakan okyanus gözlerime, ve bir hekim tebessümüne ben de…;
/ve dikişleri yeni alınmıştı,
gökyüzünün/
dünyanın;
çizgili pijamasının
beli sıkmıştı ki,
gevşek bir don lastiği ile değiştirip,
ayırmıştı gövdesini ikiye;
/kuzey,
güney,
savaş,
sıcak,
soğuk,
erkek,
kadın,
aşk/
dünya öyle kurallı ve tertipliydi ki,
yoktu tahammülü hiç dağınıklığa,
her şeyi planladı, kurguladı;
ölçtü/biçti/tarttı ve;
/denizlerin,
ülkelerin,
göğün,
toprağın,
aşkların,
insanların,
hayatın/
kenarlarına makine çekti
ve kesti sarkan iplikleri,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
ve öyle güzel dikmişti ki
herkesin göğünü kendine;
/kimseye,
bir başkasının göğündeki
turnayı sevmek,
hakkını tanımıyordu…,
oysa meşk,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla,
özerkti dünyadan/
başına buyruk ihtilâl adımlarıyla,
yürüdü;
onun gök kubbesine,
ve ama evet,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
ve öyle güzel dikmişti ki
herkesin göğünü kendine/
kimseye,
bir başkasının göğündeki
turnayı sevmek,
hakkını tanımıyordu…;
oysa mey,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla
özerkti dünyadan
ve başına buyruk ihtilâl adımlarıyla;
yürüdü,
onun gök kubbesine,
bir izmariti çiğner gibi,
bir leşi tepeler gibi,
bastı başına,
kutupları ve ekvatoruna kadar,
kirli postalarının izini bırakarak,
had bildirdi atmosferine,
ah;
öyle çok seviyorum ki seni,
öyle çok,
sensin benim gökyüzüm
ve süreyya yıldızım,
yön duygum,
iç görüm…,
ne diyordum;
/ve,
çaldı dünyanın makasını
/ve,
kesti sevdalı parmaklarıyla
/ve,
söktü iplikleri…;
öyle çok seviyorum ki seni,
öyle çok;
sensin benim güzel ve zarif turnam,
ve yoktu,
zahirin ne çizgisi,
/ne sınırı,
ne de minimal bir raconu,
ah;
kanarız ki biz birbirine yeryüzü ve gökyüzü,
akarız ki birbirine…,
ve kanarsın;
sen, bende bakan okyanus gözlerime,
ve bir hekim tebessümüne
ben de…;
ah sevgili marjinalim,
boğuluyo/rum,
ki rotasız gemi,
ma/ss/mavi ummanına
atıyor demir…,
ah;