Kültür Sanat Edebiyat Şiir

dede efendi sizce ne demek, dede efendi size neyi çağrıştırıyor?

dede efendi terimi Salvo tarafından tarihinde eklendi

  • Birgül Meral
    Birgül Meral

    'Tedbirini terk eyle taktir Hüdanındır. Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümanındır'
    Şeyh Galip Dede Efendi

  • Mehmet Güneri
    Mehmet Güneri

    Yine bir gülnihal
    Aldı bu gönlümü
    Sim ten gonca fem
    Bibedel ol güzel

    Ateşin ruhleri
    Yaktı bu gönlümü
    Pür eda pür cefa
    Pek küçük pek güzel

    Görmedim kimsede
    Böyle bir dilruba
    Böyle kaş böyle göz
    Böyle el böyle yüz

    Aşıkın bağrını
    Üzmeye göz süzer
    El aman pek yaman
    Her zaman ol güzel

  • Yasemin Doga
    Yasemin Doga

    Gelmis gecmis en büyük üstadlarimizdan Dede Efendi'ye, yeni buldugu bir makami icra ettigi bir taksim sonrasinda meclisteki diger üstadlar: Ya üstadim Sanat Musikisi'nde bundan öte ne olabilir, demişler. (soru değil yalnız) Dede Efendi ise 'Sanat Musikisi öyle büyük bir okyanustur ki biz ancak bir kiyisinda ayaklarimizi serinletebiliyoruz' diye cevap vermis. (Sanat musikisinde herkes üstaddir.)

    Kendisi gerçek bir sanatçıdır. Mehterhane kaldırıldıktan sonra kurulan Müzikayı Hümayun'da birbirinden farklı birçok tür bir arada okutulmuştur. Bando, Orkestra, Opera-Operet, Tiyatro, Fasıl Takımı, Müezzinan, Karagöz-Hokkabaz-Kukla. (Demokratik bir okul görünümündedir.)
    Bu okulda birbirinden çok farklı türler birarada okutulduğu için - en önemlisi bu- türler arasında güzel bir etkileşim olmuştur. Valsden etkilenen Dede Efendi 'Gülnihal'i', Türk müziğinden etkilenen Donizetti Paşa ise tamamen batı armonisine sahip olmasına karşılık Türk ezgileriyle örülmüş 'Mahmudiye Marşı'nı' bestelemiştir.

    Hamamizade Dede Efendi'nin (üstad) 'Yine Neşeyi Muhabbet' diye bi eseri vardır bir de o eserin terennüm bölümü vardır ki aman diyim. (teeen ni teeen ni...) Gel de kendinden geçme...

  • Boran
    Boran

    Musikinin Sinanı...

  • Eda Yıldırımtürk
    Eda Yıldırımtürk

    Sultanahmet'ten Cankurtaran'a inen yolda II.Mahmut'un kendilerine hediyesi olan konağına sıkça düşer yolumuz.Ve her ne zaman gitsek oradaki görevli amcayı ziyaretçilere virgül dahî sekmeyen cümleleriyle Dede Efendi'yi anlatırken buluruz...

  • Muhammed Sadık Erdoğan
    Muhammed Sadık Erdoğan

    hem dede hem efendi süper birşey ismi herşeyi anlatıyor.

  • Var Mısın?
    Var Mısın?

    Dede Efendi


    İstanbul'da (1777 ya da 1778) doğdu. Babası Filistin, Lübnan gibi ülkelerde görev yaptıktan sonra İstanbul'a yerleşti ve Şehzadebaşı'ndaki Acemoğlu hamamını işletti.Bu yüzden İsmail Dede'ye'Hammamizade' denilmiştir.Mahalle mektebindeyken sesinin güzelliği ve müzik yeteneği anlaşılınca Uncuzade Mehmet Emin Efendi'den ders almaya başladı. Okul bittikten sonra 7 yıl daha Uncuzade'den 'meşk eden' İsmail onun aracılığıyla Başdeftarlıkta memurluğa atandı, bir yandan da Yenikapı Mevlevihanesindeki dersleri izledi. 1799'da 'çile'sini tamamlayarak 'dede' oldu. İlk bestesi 'Zülfündedir benim baht-ı siyahım'çok geçmeden Selim III'ün kulağına ulaştı ve Yenikapı mevlevihanesinde ders vermeye başladı.1802'de evlendi.Selim III'den sonra Mahmut II ve Abdülmecit I Dede Efendi'ye destek oldular.1846'da en iyi öğrencisi Dellalzade İsmail Efendi ve Mutafzade Ahmet Efendi'yle birlikte hacca gitti.Orada koleraya yakalandı ve öldü.Mezarı Hazret-i Hatice'nin kabrine bitişiktir.

  • Tarhan Tekelioglu
    Tarhan Tekelioglu

    9 Ocak 1778'de İstanbul'da doğdu,29 Kasım 1846'de Mekke yakınlarında Minâ'da öldü. Babası geçimini hamam işletmeciliğiyle sağladığı için, İsmail Efendi, Hammâmîzade adıyla tanınmıştır. Ancak günümüzde çoğu zaman Dede Efendi diye anılır.

    İlköğrenimini yaptığı okulda, sesinin güzelliği dolayısıyla ilahicibaşı olmuştu. Müzikle uğraşan ve evinde meraklılara ders veren Anadolu Kesedarı Uncuzade Mehmed Efendi okuldaki bir tören sırasında ilahi okuyuşunu dinledikten sonra hemen öğrencileri arasına aldı. İsmail, ilkokuldan sonra, yedi yıl hem Uncuzade'nin derslerine devam etti, hem de öğretmeninin yardımıyla girdiği Defterdarlık Muhasebe Kalemi'nde çalıştı. Bir yandan da köklü bir müzik geleneği olan Mevlevilik'in o yıllardaki en güçlü çevrelerinden Yenikapı Mevlevihanesi'nde zamanın değerli müzik ustası Şeyh Ali Nutkî Dede'nin derslerini izlemeye başladı. Şeyhin kardeşi olan müzik kuramcısı Abdülbâki Nâsır Dede'den de yararlandı. Ney üflemeyi ondan öğrendiği söylenir.

    1798'de Muhasebe Kalemi'ndeki görevinden ayrılarak tekkede çileye girmeye karar verdi. Çilesi sırasında bestelediği, 'Zülfündedir benim baht-ı siyahım' dizesiyle başlayan buselik şarkı, İstanbul'un müzikle ilgili çevrelerinde bestecisinin adı üstünde büyük merak uyandırdı. Ünü kısa sürede bütün kente yayılan şarkı sarayda da okundu. Kendisi de besteci olan III. Selim, şarkının çile doldurmakta olan genç bir Mevlevi dervişi tarafından bestelendiğini öğrenince, onu saraya çağırtarak yapıtı bir kez de kendisinden dinledi ve onu hemen saray hanendeleri arasına almak istedi. Padişahın sürekli ilgilenmesinin etkisiyle, üç yıllık çilesinin son yılı Nutkî Dede tarafından bağışlandı.

    1799'da çilesini doldurunca Dede unvanını aldı. Yenikapı'da hücrenişîn (hücre sahibi) olduktan sonra, özellikle ayin günleri, hücresi ondan yararlanmak isteyen müzik meraklılarının uğrağı oldu. Bu sıralarda bestelediği en güçlü eserlerinden Hicaz Nakış büyük yankı uyandırdı. Yeniden saraya çağrıldı, bundan sonra haftada iki gün, padişah huzurunda düzenlenen küme fasıllarına hanende olarak katılmaya başladı.1802'de saraydan bir kadınla evlendi.

    1804'te büyük saygı ve sevgiyle bağlandığı öğretmeni Ali Nutkî Dede'yi, bir yıl sonra üç yaşındaki oğlunu,1808'de annesini,1810'da ikinci oğlunu yitirdi. Bayatî makamındaki, 'Bir gonca femin yâresi vardır ciğerimde' dizesiyle başlayan bestesi büyük oğlunun ölümünden duyduğu acıyı dile getirir. Türk müziğinde ilk kez kişisel bir konunun işlendiği bu mersiye, Tanzimat öncesinin kişiselliğe ve duygusallığa açılma eğilimi içinde gözlenen kendine özgü romantik bir duyarlığın müziğe yansıması sayılabilir.

    İsmail Dede, sanatını geliştirmesine yardımcı olan III. Selim'in 1808'de tahttan indirilerek öldürülmesini izleyen IV. Mustafa'nın bir yıllık padişahlığı sırasında müzik toplantılarına son verildiği için saraydan uzaklaştı. II. Mahmud'un siyasal karışıklığı gidermesinden sonra yeniden saraya alındı. Önce musâhib-i şehriyârî, sonra sermüezzin olduğu bu yıllar, sanat yaşamının en parlak, en verimli dönemi oldu.

    İsmail Dede, Abdülmecid zamanında da sarayda ki yerini korudu.1839'da bestelediği Ferahfeza Ayin'nden sonra bestecilik yaşamında görece bir durgunluk göze çarpar. Kendi sözleri, davranışları göz önüne alınırsa, Abdülmecid sarayını çok yadırgamıştır. Saraydaki havanın birdenbire 'alafrangalaşması', Batı müziği zevkiyle yetişen yeni padişah zamanında Türk müziğinin, saraydaki varlığını eskisinden farklı olarak ancak resmi bir ilgiyle sürdürür hale gelmesi, Dede'nin bu çevreden uzaklaşmasına yol açtı. Öğrencileri Mutafzade Ahmed ve Dellâlzade İsmail Efendi ile birlikte padişahtan izin isteyip Hac'a gitmeye karar verdi. Hicaz'da hacı olduktan sonra yakalandığı kolera nedeniyle öldü. Mezarı Mekke'dedir.

    İsmail Dede, Osmanlı tarihinin en bunalımlı dönemlerinden birinde yaşadı. Bir uygarlık ve kültür değişimi üzerinde daha da hızlanan bir toplumsal çöküş ortamında yetişti. Yenilik hareketlerinin yarattığı tepkilerdin doğan kanlı olayları gördü. III. Selim döneminin sınırlı Batılılaşma eğilimlerini, II. Mahmud döneminin hem Doğu'ya hem de Batı'ya yönelişlerini, Abdülmecid'in toplu bir yenileşmeyi öngören Batıcılığını izledi. Kabakçı Mustafa Ayaklanması, III. Selim'in öldürülmesi, Alemdar olayı, Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması, Mehterhane'nin yerine kurulan Muzika-yı Hümayûn ile ilk resmi Batı müziği öğreniminin başlaması, Tanzimat Fermanı, yaşadığı yılların önemli olaylarıdır. Yaşama biçiminde, kültür ve sanatta görülen 'yeni' ile 'eski' 'geleneksel' ile 'yabancı' arasındaki çatışmaya bu değişme süreci yol açmıştır. Bunu izleyen iki yüzyılda Türkiye'nin müzik dünyasında baş gösteren ikilik, daha Dede'nin yaşadığı yıllarda bile büyük gerginlik yaratmıştı. Dönemin bu çelişkileri, huzursuzlukları onun müziğini etkilemiştir.

    İsmail Dede hem Mevlevi gelenekleri içinde yetişmişti, hem de bir saray adamıydı. Sanatı, Yenikapı Mevlevihanesi'nde ve sarayda bulduğu canlı müzik ortamı içinde gelişip olgunlaşmıştı. Öte yandan, bir kentli, İstanbullu bir halk adamı olarak İstanbul halkının eğlencelerine eşlik eden hafif müziğe de değer vermişti. Rumeli türkülerini, serhad havalarını öğrenmişti. Bestelediği köçekler, türküler, hafif şarkılar, saraydan çok, kentli halka seslenir. Birçoğu geniş bir dinleyici kesimine ulaşan parçalarıyla bir 'kent müziği' yaratmıştır. Ancak, halk müziğine duyduğu ilgi yalnızca hafif parçalarda görülmez. Pek çok bestecide, halk müzik motiflerini birkaç form içinde yansıtmakla sınırlı kalan halk zevki, onun sanatının tümüne özgü bir nitelik olarak ortaya çıkar. Din dışı büyük formlardaki çeşitli yapıtların yanı sıra, Mevlevi ayinlerinde de halk ezgisi üslubuyla bestelenmiş bölümler vardır.

    Müziğin her türüne açık tutumunun bir ürünü olarak yapıtları, Türk müziğinin her düzeyde o güne kadar ki gelişiminin geniş ve yetkin bir özetidir. Itrî'den sonra gelen besteciler arasında hiçbirinin sanatı Dede'nin ki ölçüsünde toplayıcı değildir. O, gitgide gelişen teknik ustalığıyla Klasik üslubun bütün inceliklerini yansıtmıştır. Genel olarak Klasik üsluba bağlı kalmış olmakla birlikte, çağdaşlarında bulunmayan bir yenilik çabası da görülür. Sanatının ayrı bir yönü olan bu özellik, Klasik üslubu içerden değiştirmek isteyen bir anlayışın ürünüdür. Gerçi bu yenilik arayışı onunla başlamış değildir, daha öncekilerde de aynı doğrultuda bir çaba görülür; ama bu arayış Dede'de en ileri noktasına ulaşır.

    Yenilikleri, öncelikle melodi yapısında görülür. Dinsel ve din dışı müzik onda bir bütündür. Her iki türe özgü melodi çizgileri birçok yapıtında aynı cümle içinde birleşir. Müziğinin en etkili yanı, bu dengenin kuruluşundaki ustalıktan kaynaklanır. Türk müziğinde bir bestecinin kişiliğini, üslubunu ayırt etmekte en geçerli ölçütlerden biri sayılabilecek modülasyon (geçki) sanatında kendi tekniğinin ürünü olan büyük bir ustalık gösterir. Bu alandaki en önemli niteliği kalıplaşmış modülasyon yollarından kaçınmasıdır. İki makam arasındaki ortak sesleri bulmak için giriştiği hazırlığı dinleyiciye farkettirmeden, son derece şaşırtıcı, ama doğal bir biçimde makam değiştirir.

    Bestelerinde daha önce hiç uygulanmamış modülasyon örneklerinin sayısı az değildir. Bu makam çeşitliliğinin sağladığı hareketlilik içinde, melodilerindeki akışın yükseliş ve alçalışları müziğine kendiliğinden nüanslanmış bir anlatım kazandırır. Usullerin kullanımı ile güftenin usule uydurulmasına ilişkin yenilikleri de çarpıcıdır. Yerleşik kalıpları zorlayan bu tür yenilikleri yapıtlarına zenginlik katar. Yenilikçi yanı, duyarlık bakımından, Romantizme açık bir özellik gösterir. Klasik üslubun kişisel duyguya yer vermeyen mesafeli tavrından sıyrılma eğilimi, melodi çizgilerinde dile gelen Romantiklere özgü geçmişe özlem duygusu, halk zevkine yaklaşma çabası hep bu tür özelliklerdendir.

    Yenilikçiliğin bir başka yönü, Batı müziğiyle olan ilişkisindedir. Muzika-yı Hümayûn'un kuruluşuyla saraya giren İtalyan müziğini dinleme olanağı bulmuştur. Kulak gücüyle kavramaya çalıştığı Batı müziğinin etkisi bazı yapıtlarında, özellikle Rast Kâr-ı Nev'de -vals ritmini gelenekte bulunan üç zamanlı semai ölçüsüyle verdiği- 'Yine bir gülnihal..' şarkısında açıkça olduğu görülür. Batı'nın çok sesliliğiyle ilgilenmemiş olduğu halde, bu müziğin melodi yapısını özümlemiş olması nedeniyle bu tür parçaları armonize edilebilir.

    Dede'nin sanatına çeşitli düzeylerde bakıldığında, birçok farklı öğeyi doğal bir uyum içinde kaynaştırdığı görülür. Yaşadığı dönemin karşıt yönlerinin onun sanatında bir uzlaşmaya vardığı söylenebilir. Müziği hem dünyasal, hem de dinsel ve mistiktir. Geleneklere bağlı olduğu ölçüde onları geliştiricidir de. Seçkinlere seslenirken halktan uzağa düşmez. Eski ile yeniyi yadırgamadan kaynaştırır. Sanatının özü, bu ikiliklerin uyumundadır. Yüz elli yıldan sonra da geniş bir dinleyici kesiminin duyarlığına seslenebilmesi, sadece sanat gücünün değil, aynı zamanda, eski zevki yeni zevke bağlayan bir köprü rolünü oynamış olmasının bir sonucudur. Bu niteliğiyle, Türk müziği tarihi açısından da büyük önem taşır.

    İsmail Dede gelenek içinde bireysel bir sese ulaşabilmiş bestecilerin başında yer alır. Bu yüzden üslubu 'Dede Efendi tavrı' diye nitelendirilir. Klasik üsluba bağlı kendisinden sonraki bütün bestecileri etkilemiştir. Çeşitli kaynaklarda onun benzersiz bir naathan olduğuna değinilir. Bir hanende olarak da, Türk müziğinin kendisine ulaşan bütün ürünlerini öğrenmiştir. Öğrendiklerini öğrencilerine öğretmiş, onların öğrencileri de bunların önemli bir bölümünü notaya almışlardır. Böylece İsmail Dede klasik yapıtlar repertuarının bugüne ulaşmasında en eski kaynaklardan biri olmuştur. Ayrıca sultanîyegâh, neveser, sabâbuselik, hicazbuselik, arabankürdî makamlarını da o düzenlemiştir.

    Dede Efendi'nin hemen hemen her formda bestesi vardır. En güçlü yapıtarı sayılan Mevlevi ayinleri, müziğinin gelişimini ve niteliklerini daha belirgin biçimde yansıtması açısından da önemlidir. Her yapıtında sanatının ayrı bir özelliğiyle ortaya çıkar. Başka bestecilerinki gibi onun da pek çok yapıtı kaybolmuş ya da unutulmuşsa da, iki yüz yetmişten çok yapıtı aslına uygun bir biçimde günümüze ulaşmıştır. Bu onu klasik repertuarda en çok yapıtın bulunan besteci durumuna getirmiştir.

    YAPITLAR (başlıca) : Ayin'ler, sabâ, nevâ, bestenigâr, sabâbuselik, hüzzam, ısfahan (kayıp) , ferahfeza makamlarında; Takım'lar, sultanîyegâh, arazbar, bestenîgâr, nevâ, ırak, sabâbeselik, hicazbuselik, hisarbuselik, evcbuselik, rast-ı cedid, ferahfeza makamlarında; Takım'lar (Kömürcüzade Mehmed Efendi ile) neveser, pesendide, şevkefza makamlarında; Buselik Takım (Dellâlzade İsmail Efendi ile): Ferahnâk Takım (Şakir Ağa ile): Mâhûr Takım (Eyyubî Mehmed Bey ile): Rast Kâr-ı Natık, Rast Kâr-ı Nev; 70'e yakın Peşrev; k-âr, beste, ağır semai, yürük semai, şarkı, durak, tevşih, ilahi formlarında yapıtlar.

    Dede Efendi'nin Tanınmış Eserleri

    Bestenigâr Şarkı
    (Usûlü: Curcuna)
    Güfte: İsmâil Dede

    Ben seni sevdim seveli kaynayıp coştum
    Aklımı yağmâya verip fikrimi şaştım
    Mecnûn'a şimdi eş - olup dağlara düştüm
    Sor güle bülbüle ne çeker hârın elinden
    Bir dahi gül koklamayım yârin elinden

    Ben seni sevdim seveli döndüm deliye
    Huyunu benzettim hele hûrî meleğe
    Gönlümü vermişim sana almam geriye
    Sor güle bülbüle ne çeker hârın elinden
    Bir dahi gül koklamayım yârin elinden



    Beyâti şarkı
    (Usûlü: Yürük Aksak)

    Karşıdan yâr güle güle
    Yârim geldi, cânım geldi
    Servi gibi salınarak
    Yârim geldi, cânım geldi

    Elindeki deste güle
    Bakıyordu güle güle
    Müjdeler olsun bülbüle
    Yârim geldi, cânım geldi

    Gülizâr Köçekçe
    (Usûlü: Yürük Aksak)
    Bi-vefâ bir çeşm-i bî-dâd
    Ne yamân - ağlattı beni
    Ben sînemi nişân diktim
    Gamzesiyle vurdu beni

    Ben o yâre ne söyledim
    Aşkın deryâsın boyladım
    çhâr attım, şeş oynadım
    Yine felek yaktı beni

    Ağlattım aşkın gülüne
    Dolaştı zülfü teline
    Düşürdü dellâl eline
    Hem aldı, hem sattı beni

    Gülizâr Köçekçe
    (Usülü: Yürük Aksak)
    Nâzlı nâzlı sekip gider
    Ne güzel ceylân, ne şîrîn ceylân
    Dönüp dönüp bakar gider o güzelim ceylân
    Aldatır aldanmaz
    Serkeş olmuş ava gelmez
    O güzel ceylân, o şîrîn ceylân

    Gelir yazın gider güzün
    Avcısına eder nâzın
    Sürmelenmiş elâ gözün
    Aldatır aldanmaz
    Serkeş olmuş ava gelmez
    O güzel ceylân, o şîrîn ceylân

    Hicâz Köçekçe
    (Usûlü: Yürük Aksak)
    Bahârın zamânı geldi (a cânım)
    Yavru ceylân gel gidelim
    Yollarımız yeşillendi
    Ceylân, ceylân, yavru ceylân (gel gidelim)

    Kolların boynuma uzat
    Zülfünün tellerin düzelt
    Avcıların yolun göze
    Ceylân, ceylân, yavru ceylân (gel gidelim)

    Hüzzâm şarkı
    (Usûlü: Yürük Aksak)
    Ey gül-î bâğ-î edâ
    Sana oldum mübtelâ
    Gel bana eyle vefâ
    Sana oldum mübtelâ
    Sevdiğim saydığım
    Sana oldum mübtelâ

    âman-ey nevres-fidân
    Yandı cânım, el-amân
    Bu sözüme gel, inan
    Sana oldum mübtelâ
    Sevdiğim saydığım
    Sana oldum mübtelâ

    Râst şarkı
    (Usûlü: Yürük Semai)
    Güfte: ısmail Dede
    Yüzündür cihânı münevver - eden
    Fedâdır yoluna bu cân-ü ten
    Senin - çün yandığım nedendir neden
    Senden midir, benden midir
    Dilden midir, bilmem âh

    Niçin kıyarsın acep bu dostuna
    Kapıldım elâ gözlerin mestine
    Mâilim ol gonca - gülün hüsnüne
    Senden midir, benden midir
    Dilden midir, bilmem âh

    Firâkınla benim sinem dağlıyor
    Bu gönül sinemde yâre bağlıyor
    Nedendir bu, iki çeşmi, ağlıyor
    Senden midir, benden midir
    Dilden midir, bilmem âh

    Rast şarkı
    (Usûlü: Semai)
    Yine bir gül-nihâl aldı bu gönlümü
    Sîm-ten, gonca-fem, bî-bedel ol güzel
    âteşin ruhleri yaktı bu gönlümü
    Pür-edâ, pür-cefâ, pek küçük, pek güzel

    Görmedim kimsede böyle dil - rübâ
    Böyle kaş, böyle göz, böyle el, böyle yüz
    â'şıkın bağrını üzmeğe göz süzer
    El-amân, el-amân, her zamân ol güzel

    şehnâz şarkı
    (Usûlü: Ağır Düyek)
    Sana ey cânımın câni efendim
    Kırıldım küsdüm, incindim gücendim
    Benim nevreste-î bâğ-î bülendim
    Kırıldım küsdüm, incindim gücendim

    Nic'oldu şimdi evvelki muhabbet
    Sana düşmez kulundan böyle vahşet
    Be zâlim sende yok mu hiç mürüvvet
    Kırıldım küsdüm, incindim gücendim

    Derûnum ney gibi her dem delersin
    Gözümün yaşına hande edersin
    Gözüm önünde yâd-eller seversin
    Kırıldım küsdüm, incindim gücendim

    Uzzâl şarkı
    (Usûlü: Yürük Aksak)
    Bu karşıki dağda bir yeşil çadır
    çadırın içinde bir civân yatar
    O civân bilmiyor hiç gönül hatır
    Leylâ'nın aşkına dağlar mekânım
    Sevdâ ne müşkil, âh yanar ağlarım

    Turuncun yaprağı al değil yeşil
    Sıva kollarını boynumdan-aşır
    ısminin andıkça dilim dolaşır
    Leylâ'nın aşkına dağlar mekânım
    Sevdâ ne müşkil, âh yanar ağlarım

    Karşıda yananı fener mi sandın
    Salınıp gezeni yârin mi sandın
    Bu güzellik sende kalır mı sandın
    Leylâ'nın aşkına dağlar mekânım
    Sevdâ ne müşkil, âh yanar ağlarım



    Kültür Bakanlığı sitesinden alınmıştır. www.kultur.gov.tr

  • Tarhan Tekelioglu
    Tarhan Tekelioglu

    Son Klasik Dönem 1700-1880 yillarini kapsar. Kaliplara bagli büyük formlu eserler yerine, yapisinda lirizm unsuru tasiyan sarki formunda eserler üzerinde de çalismalar baslamistir.

    Devrin en belirgin kisisi Dede Efendi'dir. En tantanali formlardan, okul sarkilarina kadar herkese hitab eden eserler vermis, devrinin öncüsü olmustur.Dönemin son bestecisi Zekai Dede'den sonra Klasik Ekol geriledi ve biraz da unutuldu.


    Kaynak:
    www.tu-darmstadt.de/hg/tak/tak-arsiv/tak-arsiv95/tkm.html

  • Tarhan Tekelioglu
    Tarhan Tekelioglu

    Dede Efendi


    Istanbul'da (1777 ya da 1778) dogdu. Babasi Filistin, Lübnan gibi ülkelerde görev yaptiktan sonra Istanbul'a yerlesti ve Sehzadebasindaki Acemoglu hamamini isletti.Bu yüzden Ismail Dede'ye'Hammamizade' denilmistir.Mahalle mektebindeyken sesinin güzelligi ve müzik yetenegi anlasilinca Uncuzade Mehmet Emin Efendi'den ders almaya basladi. Okul bittikten sonra 7 yil daha Uncuzade'den 'mesk eden' Ismail onun araciligiyla Basdeftarlikta memurluga atandi, bir yandan da Yenikapi Mevlevihanesindeki dersleri izledi.1799'da 'çile'sini tamamlayarak 'dede' oldu. Ilk bestesi 'Zülfündedir benim baht-i siyahim'çok geçmeden Selim III'ün kulagý ina ulasti ve Yenikapi mevlevihanesinde ders vermeye basladi.1802'de evlendi.Selim III'den sonra Mahmut II ve Abdülmecit I Dede Efendi'ye destek oldular.1846'da en iyi ögrencisi Dellalzade Ismail Efendi ve Mutafzade Ahmet Efendi'yle birlikte hacca gitti.Orada koleraya yakalandý ve öldü.Mezari Hazret-i Hatice'nin kabrine bitisiktir.

    kaynak:
    biyografi.net

  • Tarhan Tekelioglu
    Tarhan Tekelioglu

    Hammamizade Ismail Dede Efendi