su ve gök nasıl alıyorsa birbirinden rengini, öyle boyandık işte biz, birbirimizin rengine…, ve elbette daima ma/ss/mavi değildik, bulanık ve boz griler sardığında arada her yanımızı, imdat eden aşktı, başımıza kakmadan bunu…,
tiramisu yemeye niyetli yalnız bir akşamımda, ince belli bir bardak sıcak çayın yanında kakaolu krema sosuyla sunulan, ilk tiramisuyu geri çevirerek, sadece kahve kokulu gözlerinde olmak istedim, derde derman tabîbim, derin kahve gözleri çapalı hekimim, ah; elbistan türküleri kadar yanık yüreklim…,
ne vakit birbirimize kaldık ki, zuhûrata tabi olayazarken, ne zaman birbirimizde kaldık…, olup biten her şey, bir çeşit ömür aşırmaktan ibaretti, emanetleri hırsızların taşıdığı bu çağda…,
tamamlanmadığımız için aşk bir işaretti ve, yarım kalmışlığımızın yorgun özlemiyle yüzün dedim, yüzün…; elimde değil, /hep bu hüzün, sisli havaları, pusu ve iri taneli yağmuru sevişimiz ve burnumuzun dibinde tüten, bu filtre kahve kokusunu içimize çekişimiz, bundandı…;
bir keresinde birbirimize kalmıştık ne gülünç, ikimizin resmi, kayıplar ve arananlar listesinde yan yana asılıydı, yüzümüzde korkunç mutlu bir tebessüm, metal kanatlı bir kuşun koynunda saklanıyorduk, kayıbıydık birbirimizin, kum saatinin bir yüzü sen/bir yüzü bendim, akarken zaman ince taneleriyle, çölleşen zamansızlığında, lehimize işliyordu her şey ve adeta karışıyordu; bu taşra adasının gül bahçelerinde, turuncu ve kızıl güllerin, bir solukluk ömrü kalmış dalları hoyratça budanıyordu…,
boğazımdan aşağı bir şelale köpürürken umutsuz terkide, elimde değildi kan merkezi kapılarında, düşürmemek yüzümü şırıltısına…, o ç/ağlayanın ah;
su ve gök nasıl alıyorsa birbirinden rengini,
öyle boyandık işte biz, birbirimizin rengine…,
ve elbette daima ma/ss/mavi değildik,
bulanık ve boz griler sardığında arada her yanımızı,
imdat eden aşktı, başımıza kakmadan bunu…,
tiramisu yemeye niyetli yalnız bir akşamımda,
ince belli bir bardak sıcak çayın yanında
kakaolu krema sosuyla sunulan,
ilk tiramisuyu geri çevirerek,
sadece kahve kokulu gözlerinde olmak istedim,
derde derman tabîbim,
derin kahve gözleri çapalı hekimim,
ah; elbistan türküleri kadar yanık yüreklim…,
ne vakit birbirimize kaldık ki,
zuhûrata tabi olayazarken,
ne zaman birbirimizde kaldık…,
olup biten her şey,
bir çeşit ömür aşırmaktan ibaretti,
emanetleri hırsızların taşıdığı bu çağda…,
tamamlanmadığımız için aşk bir işaretti ve,
yarım kalmışlığımızın yorgun özlemiyle
yüzün dedim, yüzün…;
elimde değil, /hep bu hüzün,
sisli havaları, pusu ve iri taneli
yağmuru sevişimiz ve burnumuzun
dibinde tüten, bu filtre kahve kokusunu
içimize çekişimiz, bundandı…;
bir keresinde birbirimize kalmıştık ne gülünç,
ikimizin resmi, kayıplar ve arananlar listesinde
yan yana asılıydı, yüzümüzde korkunç mutlu bir tebessüm,
metal kanatlı bir kuşun koynunda saklanıyorduk,
kayıbıydık birbirimizin,
kum saatinin bir yüzü sen/bir yüzü bendim,
akarken zaman ince taneleriyle,
çölleşen zamansızlığında,
lehimize işliyordu her şey ve
adeta karışıyordu;
bu taşra adasının gül bahçelerinde,
turuncu ve kızıl güllerin,
bir solukluk ömrü kalmış dalları
hoyratça budanıyordu…,
boğazımdan aşağı bir şelale köpürürken
umutsuz terkide,
elimde değildi kan merkezi kapılarında,
düşürmemek yüzümü şırıltısına…,
o ç/ağlayanın ah;