''Mihriban’’; 1960 yılında yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoç’un gerçek adını gizleyip, ‘’Mihriban’’ diye seslendiği o güzel Anadolu kızının hikâyesinin adıdır... Mihriban’ın hikâyesi. Abdürrahim Karakoç, Hollanda'da aylık yayınlanan ''Platform'' dergisine vefatından önce verdiği bir röportajda bu şiiri, Mihriban'ı ve hikâyesini şöyle anlatır: Köyde düğün olacaktır, civardan misafirler gelmeye başlamıştır. Genç Abdurrahim köyünde bir genç kız görür, ailesiyle komşunun düğününe gelen misafir kızdır. Tanışmak nasip olur, şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler yüzlü, yumuşak huylu manasında ki ''Mihriban''dır bu. Misafirlikleri ilerledikçe aşk da ilerler. Bir sabah Abdurrahim kalkar ve Mihriban adını koyduğu sevdalısını görmeye gider, gider ki misafirler gitmiştir. Abdurrahim’in dünyası değişmiş, hayat manasızlaşmış, aşk acısı yüreğini yakmıştır. Bu halini gören ailesi kızı bulmak için Maraş’a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler. Önce ''kız küçük'' derler, ''henüz erken'' derler, bahane bulurlar, bakarlar ki Abdurrahim’in ailesi ısrarcıdır, gerçeği söylerler: “Kız nişanlıdır.” Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim kızın nişanlı olduğunu duyunca da: “Bir daha bu evde ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek.” der. Yedi yıl sonra aşk ateşinin sönmediği anlaşılmıştır. Ve Abdurrahim Karakoç ''Mihriban'' şiirini yazar... Bu şiir türküye dönüşünce de duymayan kalmaz, tabi Mihriban da. Bir mektup yazar Abdurrahim’e “Unutmak kolay değil” der. Abdurrahim ikinci bir şiir yazar: ''Unutursun Mihriban'ım'' diye... Mistik bir olgunlukla, ''son bir kez'' diyor Abdurrahim Karakoç, ''son bir kez daha görmek istemezdim. O beni hayalindeki gibi yaşatsın, ben de onu hayalimdeki gibi. O aşk, masum bir aşktı. Güzel bir aşktı. Bırakalım öyle kalsın.” “Bazen aklıma düşüyor. Ben 'unutursun' diyorum ama insan hiçbir zaman unutamıyor... O bir mektup üzerine yazılmıştır. Benim gönderdiğim bir mektuptan dolayı bir cevap aldım. 'Unutmak kolay mı' başlığı mektubun.'' Ve röportajının sonuna doğru ‘’Mihriban nasıl biriydi?’’ diye sorulduğunda ‘’sıradan insanlara benzerdi’’ diyor Abdurrahim Karakoç.. "Ne çok güzel, ne çok özel..." "Ne adı Mihriban, ne saçları sarı...'' "Belki bu şiirin bu kadar beğenilmesinin sebebi herkesin içinde bir Mihriban’ın olması...’’ ‘’Gerçek yaşanıp, yazıldığı zaman okuyucu kendini bulur...'' ''Bu yüzden diyorum ki, ben herkesin hayatında bir Mihriban var... "
MİHRİBAN Sarı saçlarına deli gönlümü Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban Ayrılıktan zor belleme ölümü Görmeyince sezilmiyor Mihriban Yar, deyince kalem elden düşüyor Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor Lambada titreyen alev üşüyor Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban Önce naz sonra söz ve sonra hile Sevilen seveni düşürür dile Seneler asırlar değişse bile Eski töre bozulmuyor Mihriban Tabiplerde ilaç yoktur yarama Aşk değince ötesini arama Her nesnenin bir bitimi var ama Aşka hudut çizilmiyor Mihriban Boşa bağlanmış bülbül gülüne Kar koysan köz olur aşkın külüne Şaştım kara bahtım tahammülüne Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban Tarife sığmıyor aşkın anlamı Ancak çeken bilir bu derdi gamı Bir kördüğüm baştan sona tamamı Çözemedim çözülmüyor Mihriban UNUTURSUN MİHRİBANIM ‘’Unutmak kolay mı?” deme, Unutursun Mihriban’ım. Oğlun, kızın olsun hele Unutursun Mihriban’ım. Zaman erir kelep kelep.. Meyve dalında kalmaz hep. Unutturur birçok sebep, Unutursun Mihriban’ım. Yıllar sinene yaslanır; Hatıraların paslanır. Bu deli gönlün uslanır... Unutursun Mihriban’ım. Süt emerdin gündüz-gece Unuttun ya, büyüyünce... Ha işte tıpkı öylece Unutursun Mihriban’ım. Gün geçer, azalır sevgi; Değişir her şeyin rengi Bugün değil, yarın belki Unutursun Mihriban’ım. Düzen böyle bu gemide; Eskiler yiter yenide. Beni değil, sen seni de Unutursun Mihriban’ım.
2010 yılıydı sanırım, araştırma yapmak için gittiğim longoz ormanlarında arabaları bozulmuş çekici bulmaya çalışırken arabalarını çekmiş sonradan Bert’le uzun bir dostluğunu temelini atmıştık. Ekoloji mühendisiydi. Yıllar süren dostluğumuz sonrası memleketi Avustralya’ya onun daveti üzerine gittim. Ulu Önder Atatürk’ü merak ediyordu, pek çok kitap okumuştu ama Çanakkale’yi gezdirme sözü vermiştim. Üç gün Çanakkale’yi gezdik birlikte tabii ki rehberimiz Reyhan Hanım eşliğinde; daha önce Çanakkale’yi gezmiştim ama rehberle gezmek başka oldu. Bert’i en etkileyen olay ise Ata’mızın tüm dünya uluslarına seslendiği şu sözler olmuştu; “Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sessizlik içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Bert Bana şunları söyledi; biz sizin topraklarınıza saldırıyoruz, otuz bin km.den ülkenize savaşmaya geliyoruz, sizin lideriniz bize kin beslemiyor… derken gözyaşlarını da gördüm. Sessizce ağlıyordu Bert. Conkbayırı’nda Atamızın saatinin şarapnel parçasıyla vurulduğu yerde Atamıza saygı duruşunda bulunması da beni şaşırttı, sanırım ben de sessizce ağlıyordum…
DİP NOT: Bu sayfalara yazdıklarım yaşanmış gerçek olaylardır.
Ayşecik nasılda hayatın içerisinde tıpkı bir hamur gibi her günden bir zerrecik hayat alıp yoğrulmaya başlamıştı, ve her güne kendinden bir zerre hayat vererek.
üstün çabalarla liseyi iki yılda bitirmişti artık sıra en büyük hayali olan öğretmen olmak için bir adım daha atmaya gelmişti. Bütün birikimiyle başarılı olması gereken dersler için özel dersler almaya başladı Ayşe günlerce gecelerce bıkmadan usanmadan çalıştı. Sınavlara girdi ve hiç beklenmedik bir şey oldu. Ayşe tıp fakültesini kazanmıştı.
Öğretmenleri ona hayallerini böyle de gerçekleştirebileceğini ve daha faza insanın hayatına dokunabileceğini söylemişti.
Ayşe şimdi ne yapacaktı?
çok düşündü günlerce düşündü ve kararını verdi bu fırsatı değerlendirmeliydi. Hacettepe tıp fakültesini tercih ederek beklemeye başladı sonuçlar açıklandığında artık o' tıp öğrencisiydi. ama zorlu yolculuğunda daha fazla yorulacaktı artık. Ayşe'nin gayretlerine duyarsız kalmayan birileri vardı ve onun bundan haberi yoktu.
Ayşe'nin eve bıraktığı mektup ailesinin bazı şeyleri görmesini sağlamıştı. Mektubu okuyan babası önce çok kızıp evde ne var ne yoksa kırıp dökmüştü ve olduğu yerde saatlerce durmuş hiç kımıldamadan düşüncelere dalmıştı. Kızını ne kadar sevdiğini onun yokluğunda anlamıştı. Peki neden ona hiç gösterememişti sevgisini? Kendini saatlerce, günlerce, aylarca sorguladı. Çünkü babası ve annesi ona ataerkil bir yapıya ait ailesinde kadına sevginin gösterilmemesi gerektiğini erkeğin daima öncelikli haklara sahip olduğunu, asla bir kadınla erkeğin eşit olmayacağını, kadınların eksik etek olduğunu öğrenmişti. Ayşe evden gittiğinde onun okşayamadığı saçları geldi aklına ve büyük bir özlem oluştu içinde. Çaresiz bir ağıt yakmaydı şimdi üzüntüsü. Artık kızını kaybetmişti. Yaptıklarının farkında bile değildi oysa. Büyük bir pişmanlıkla kızını arar ve bulur. Lokantanın sahibiyle konuşmuştur aslında Ayşe'ye ev bulan da babasıdır. Lokantanın sahibiyle iletişim halindedir fakat Ayşe'ye hiç müdahale etmiyor onu uzaktan izliyordur. Bu arada Ahmet ile ilgili Kızına yaptığı kötülüğü kardeşiyle konuşmuştur. köyden taşınmışlar çünkü Ayşe'nin babası onu görmek istemediğini oradan gitmelerini aksi halde şikayetçi olacağını söylemiş ve onları o köyden göndermiştir. Lokanta sahibi Ayşe işe gittiğinde sınav sonucunda tıp fakültesini kazandığı için onu kutlar ve nasıl yapacağını masraflarını nasıl karşılayacağını sorar?
Ayşe part-time çalışmak istediğini söyler Lokantanın sahibi; sana yardımcı olmak istiyorum okul masraflarını ben karşılayacağım der. kızcağız ne diyeceğini şaşırır lokantacı; "merak etme Ayşe sen doktor olduğunda acısını çıkarırım" diyerek şaka yapar. Böylece Ayşecik iç huzuruyla işe koyulur. Babası da aynı huzurla köyüne geri döner...
"Baba başa taç imiş her derde ilaç imiş" desek olur değil mi şimdi. Yeter ki içimizdeki sevgiyi kendimize saklamadan çocuklarımıza gösterelim.
Günler ilerledikçe Ayşe tek başına zorlansa da zamanın nedensellik döngüsünü bir yerinden delmeliydi her şey herkes aynı döngüde savrulup gitmemeliydi. O da bütün gayretiyle bu döngüde değişimi gösterecekti. Öyleyse bıkmadan istikrarlı çalışmalarla hayallerini gerçekleştirebilirdi. Aklına Köylerinde oturan henüz yirmili yaşlarında genç bir kız olan Dilan geldi ve içini öyle bir hüzün kapladı ki tıpkı gökyüzünün şimşekleri gibi kalbine çakılıyordu kızın dramı.
Tıpkı kendisi gibi zorla evlendirilmeye kalkılan kızcağız evden kaçmıştı ne yazık ki hiçbir tedbir almadan can havliyle kendini attığı sokaklar onun mezarı olmuştu. Evden kaçtıktan aylar sonra köye Dilan'ın cansız bedeni gelmişti. Sokak aralarında kaybolmuş, uyuşturucunun pençesine ve fuhuş belasına bulaştırılmış, aşırı dozda uyuşturucudan hayatını kaybetmişti.
hayaller kurmalıyız çünkü gerçeğe dönüşen eylemler hayaller ile başlar. Ama bunun yanında hedeflerimizi belirlemeli hedefe giden yollardaki zorlukları aşmak için neler gerekli? onları belirlemeli, öncelikle hayatımızı idame ettirecek koşulları belirleyerek sağlam adımlarla hedefimize ilerlemeliyiz. Yani şuursuzca yapılan bir eylem de pozitif sonuca ulaşmayacaktır. Dilan örneğinde olduğu gibi.
-"Hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgar fayda etmez" Montaigne
çok zor olmayacak bu benim ilk iş günüm hadi kızım göster kendini zaten yıllardır çalışmıyor muydun. Bıkmadan usanmadan çalışmalıyım. Her yere girmeli her şeyde başarılı olmalıyım. Bulaşık yıkayıp yemekleri de yapmalıyım madem mutfakta çalışıyorum öyleyse buranın kompetanı ben olmalıyım.
ve Ayşe artık hayata hazırdır ve elinden geleni yapacaktır.
El yatkınlığı olduğundan çok zorlanmamıştı gerçekten kısa zamanda lokantanın aranan iş gücü haline gelmişti bile her köşeye hakimdi Ayşe. Öğle yemeklerinde çarçabuk yemeğini yiyor kalan sürede dersinden bir konu okumaya çalışıyordu bu sayede hem iş hem öğrencilik bir arada yürüyor hatta kendine ayıracak zaman bile buluyordu. bir haftada başka bir ev kiraladılar küçük ama şirin bir ev.
Evinde bir saatlik ders programıyla çalışmaya başlamıştı, günlük ders işini bitirdikten sonra geri kalan zamanda bir atölyeden aldığı parça hesabı fason bir iş yapıyordu. Çünkü Ayşe geleceğini çoktan planlamıştı. Üniversite için para biriktirmeye başlamıştı onun bu işleri yapacak kimsesi yoktu. Ya bütün bunları düşünüp yapacaktı ya da hayat denilen çarkın içinde benliği yok olup gidecek ve çok kötü olabilecek bir hayatı yaşamak zorunda kalacaktı. Zaten tercihini çoktan yapmıştı. Vazgeçmeyecek ve hayatta tembelliğe yer olmadığını düşünecek kadar güçlü ve zeki bir kızdı.
“Her şey sizin aksinize ilerliyor gibi geldiğinde uçakların rüzgarla birlikte değil rüzgara karşı uçtuğunu hatırlayın.” –Henry Ford
çok zor olmayacak bu benim ilk iş günüm hadi kızım göster kendini zaten yıllardır çalışmıyor muydun. Bıkmadan usanmadan çalışmalıyım. Her yere girmeli her şeyde başarılı olmalıyım. Bulaşık yıkayıp yemekleri de yapmalıyım madem mutfakta çalışıyorum öyleyse buranın kompetanı ben olmalıyım.
ve Ayşe artık hayata hazırdır ve elinden geleni yapacaktır.
El yatkınlığı olduğundan çok zorlanmamıştı gerçekten kısa zamanda lokantanın aranan iş gücü haline gelmişti bile her köşeye hakimdi Ayşe. Öğle yemeklerinde çarçabuk yemeğini yiyor kalan sürede dersinden bir konu okumaya çalışıyordu bu sayede hem iş hem öğrencilik bir arada yürüyor hatta kendine ayıracak zaman bile buluyordu. bir haftada başka bir ev kiraladılar küçük ama şirin bir ev.
Evinde bir saatlik ders programıyla çalışmaya başlamıştı, günlük ders işini bitirdikten sonra geri kalan zamanda bir atölyeden aldığı parça hesabı fason bir iş yapıyordu. Çünkü Ayşe geleceğini çoktan planlamıştı. Üniversite için para biriktirmeye başlamıştı onun bu işleri yapacak kimsesi yoktu. Ya bütün bunları düşünüp yapacaktı ya da hayat denilen çarkın içinde benliği yok olup gidecek ve çok kötü olabilecek bir hayatı yaşamak zorunda kalacaktı. Zaten tercihini çoktan yapmıştı. Vazgeçmeyecek ve hayatta tembelliğe yer olmadığını düşünecek kadar güçlü ve zeki bir kızdı.
“Her şey sizin aksinize ilerliyor gibi geldiğinde uçakların rüzgarla birlikte değil rüzgara karşı uçtuğunu hatırlayın.” –Henry Ford
Otobüsün camından gözüken dünyanın tüm renklerini içsel dünyasında kopan fırtınalara rağmen görebiliyor ve o dünyanın renklerinden bir tanesinin de kendini yansıttığını, onu o dünyanın yaşanılası bembeyaz rengiyle hayat sayfasında yerini almasının zamanı geldiğini düşünür gibi bakıyordu yolun akışındaki manzaraya.
Saatler akıp giderken düşüncelerinden taşan umut onu çoktan hayatın içine almıştı bile. Ankara'ya vardı genç kız. kuzeni onu otogarda bekliyordu. doğruca iş yerine gittiler burası büyük bir lokantaydı, Ayşe bundan böyle lokantanın mutfak kısmında çalışacaktır. kalacak yeri de yoktur.
Kuzeni; Bende kalamazsın ama bir haftalığına boş evim var kiracı gelene kadar orada kalabilirsin. bu sırada da senin için ev arayabiliriz Ayşe çaresizdir; elbette der ve iş yeriyle anlaşmalarını yaptıktan sonra doğruca kalacağı evin yolunu tutarlar.
Kuzen; Ayşe evde eşya yok sadece yatak verebilirim artık idare edersin. Ayşe; teşekkür ederim bir süre idare edebilirim Kuzen; evde elektrik, su açık...
Bundan sonra Ayşe tek başınadır sadece bir yatağı, yorganı bir de başını koyacağı yastığı vardır. bavulundaki eşyaları almadan kitaplarını çıkarıp bir köşeye yerleştirir yatağının üzerine uzanıp kitabını okumaya başlar, henüz iki sayfa okumuşken yorgunluktan uyuyakalır.
Köylerinde her şey aynıdır sadece evlerinde artık Ayşe'nin eve bıraktığı mektup kalmıştır ondan geriye.
Sevgili ailem diye başlayan mektup şöyle devam etmektedir; Beni bu yaşıma kadar evinizde misafir ettiniz çünkü hiç aile olduğumuzu hissetmedim. sadece bir çalışan gibiydim hep hizmet etmeyi öğrettiniz bana. İlkokulu bile zor bitirdim sayenizde karnımı da yedi yaşından bu yana hayvan bakıcılığıyla doyurdum. Bana karşı bu öfkenin ve kötü davranışlarınızın sebebini anlayamadım çünkü ben daha bir çocuktum. İsterdim ki babam saçımı okşayıp beni sevdiğini göstersin. Annem kendine yardımcı gibi görmesin. ağabeylerim kendilerinden farklı görmesin. hadi hepsini de geçtim başıma gelebilecek en kötü şeyde bile benim arkamda duracağına tecavüzcümle beni evlendirmeye kalktınız. İsterdim ki başka çocuklar gibi değerli olayım. ailemin sıcaklığını hissederek okuyup hayata kendimi hazırlayayım. ne yazık ki bunları tek başıma yapmak zorundayım. Sizin istediğiniz gibi bir kız olamadım, olmakta istemiyorum. Beni almaya durdurmaya da kalkmayın yaşımdan dolayı bunu yapamazsınız. Olanı biteni polise anlatırım. Bir gün köyüme geri dönüp orada birçok şeyi değiştirmek tek hayalim. Yine de Beni dünyaya getirdiğiniz için size teşekkür ederim. Umarım bir gün erkek evlatlarınız kadar değerli olabilirim. Hoşça kalın.
Kızınız Ayşe
yağmur sanki meleklerin gözyaşlarıydı yeryüzündeki masum çiçeklere jest yapıyordu gökyüzü gökkuşağının görsel şöleni kovuyor gibi hüznü...
Ayşe savaşçı ruhlu bir kız o' başına gelen felaketi içinde sindirmeye çalışırken hayatın ona neler sunacağını bilmeden hayaller kurmaya devam ediyor bu sayede gözlerinin içi adeta aydınlık bir evden sızan ışık gibi parlıyordu, zar zor bulduğu internet ile araştırmalar yapıyordu. Satmış olduğu sütlerden aldığı payları biriktirmiş bunlarla İngilizce eğitim seti satın almıştı. Bir de bulundukları köyün bağlı olduğu kasabada açık öğretime kayıt yaptırmak için bir bahaneyle kasabaya gider ve kaydını yaptırır.
kitaplarını oradan vermişlerdi bu durum onu çok mutlu etti aksi halde kitapları alamaya parası yetmeyecekti. Ayşe büyük bir mutlulukla hayallerini gerçeğe dönüştürecek ilk adımı atmıştı. Çalışmalara şevkle başlayıp devam eden Ayşe ilk sınavını başarıyla vermiş ve inanılmaz aç olduğunu fark etmişti. Bu açlık öyle bildiğimiz türden açlık değildi. Öyle bir açlıktı ki Ayşe'ninkisi ömrü boyunca hiç doymayacağı bilgi açlığıydı. Öğrendikçe gelişen beyni onu daha da hırslandırıyor daha çok okuyordu. İnanılmaz bir azimle İngilizcesini de günden güne daha iyi öğrendiğini fark ediyordu.
Bir sabah annesi odasına geldi ve...
- Kızım biz karar verdik bu ay sözünü yapacağız altı ay içinde de düğünün olacak. Eeee artık vakti de gelmişti evini yuvanı bil.
Ayşecik olduğu yerde dona kaldı başını önüne eğip kısıp bir sesle hayır diyebildi sadece...
- olmaz dedi anne, büyüklerin öyle münasip gördü hem haber de verildi karar alındı artık dönmek olmaz. Dedi. ve odadan çıktı,,,
Ayşe ne yapmalıyım diye söylendi. Ne yapmalıyım da bu durumdan kurtulmalıyım? Ayşe günlerce düşündü sonunda aklına köyünü terk etmek fikri geldi. Başka bir şey bulamıyordu. Gitmekte istemiyordu ama çaresizdi. Son defa o gece Ayşe ailesiyle konuşmaya karar verdi.
Akşam herkes toplanmış Ayşecik çay servisi yapmış kendisi de odanın bir köşesinde boynunu sağ omuzuna yatırmış gözleri bulutlu bir gece gibi düşünüyordu, "nasıl girmeli söze"
Aniden ağabeyi; Kız Ayşe ne düşünüyon öyle arpacı kumrusu gibi? deyip koca bir kahkahayla çayından bir yudum aldı.
Ayşe söze girmenin tam zamanı diye düşünüp; ben sizle bir şey konuşmak istiyorum Baba; neymiş o? Ağabey; Ne istiyon kız başlık altın bilezik mi diyerek alaylı bir gülümseme bıraktı ortaya
Ayşe; ben evlenmeyeceğim Ahmet'i günahım kadar bile sevmiyorum! Ben evlenmeyeceğim! herkes uzun dakikalar boyunca sustu. ve sessizlik babasının sesiyle bozuldu. -kız sen bizi rezil mi edecen söz verdik diye avazı çıktığı kadar bağırıp Ayşe'nin üzerine yürür. Annesi önüne geçip; yapma bey! Ben onunla konuşurum. Hadi gel odana Ayşe!
Ve o gece Ayşe annesine tüm olanları sanki elektrik çarpmış gibi titreyerek anlatır. annesi de çaresizce ne yapacağını bilemez. Ertesi sabah eşine anlatır olanı biteni.
Baba; Öyleyse yapacak hiçbir şey yok derhal evlenecekler. Ayşe'nin ömrüne karar biçilmiş ve artık hiçbir çıkar yolu kalmamıştır. Evden Kaçış planları yapıyordu artık. Aklına Ankara'da yaşayan kuzeni geldi. Evlenip oraya yerleşmişlerdi. onu aradı olanı biteni anlattı. ondan bir iş bulmasını ne olursa yapacağını bulaşık bile yıkayacağını söyler ve ekler. seni asla karıştırmam yardım ettiğini de söylemem ne olursun. Diyerek onu ikna eder. Günler sonra kuzeninden haber gelir. "Birkaç gün içinde gelmelisin işin hazır." Ayşe hemen hazırlıklara başlar. iki gün sonra sabah erkenden ilk minibüsle köyden ayrılır. Bir mektup bırakmıştır odasına.
Ev halkı onun evde olmadığını fark ettiklerinde aramaya başlarlar ama Ayşe çoktan Ankara otobüsüne binmiştir bile.
Ayşe şirin bir kasabada öğretmenlik mesleğine başlamıştı. o idealist, hedefleri olan; toplumsallaştırmaya, bireyselleştirmeye, disiplinli olmaya özen gösteren ve öğrencilerine sorgulamayı eleştirel bakış açısını gelişmeyi geliştirmeyi öğretiyor kendi yetişme tarzından sıyrılmış daima ileriyi hedefleyen iy bir sınıf öğretmeniydi artık. Fatoş adında tıpkı kendisi gibi bir ailede yetişmekte olan öğrencisi vardı. Fatoş öğretmenine güvenen yanından hiç ayrılmayan bir çocuk, O' her gün Ayşe öğretmeninin yanına oturup teneffüs boyunca ona bir şeyler söylemeye çalışıyor ama bir türlü söyleyemiyordu. Böylece günler geçmiş tatil yaklaşmıştı. son haftaya girdikleri bir gün Fatoş'un gözleri dolu doluca öğretmeninin gözünün içine bakıp tüm cesaretiyle;
-Öğretmenim beni bırakıp gitme -Ayşe öğretmen hayretle Fatoş'um neden böyle dedin? bana güven ve neler olduğunu anlat - Fatoş anlatmaya başlar. o anlattıkça Ayşe adeta kahroluyor dehşete kapılıp ne yapacağını düşünüyor aynı zamanda Fatoş'un hayatını da tehlikeye atmak istemiyordur. Fatoş, kendinden yirmi yaş büyük bir adamla para karşılığında evlendirilecektir. Karar verilmiş hazırlıklar başlamıştır.
canhıraş bir mücadeleye başlıyor Ayşe öğretmen Fatoş için. Ama aynı zamanda da ona zarar gelmemesi için de uğraşıyordu. Ailesiyle yaptığı ön görüşmeler sonuç vermemişti. O da yapılması gereken şeyleri yapmıştır. Resmi kurumlara başvurmuş Fatoş'u güvene almış ailesinin ona hazırladığı çirkin gelecekten Fatoş'u kurtarmıştır. okulun son günü öğrencileriyle vedalaşır oradan tam ayrılacakken, silah sesleriyle irkilir o güzel yüreği kurşun Ayşe öğretmene isabet etmiş ve olduğu yere acı içinde yığılıp kalmıştır. göğsünde büyük bir acıyla gözlerini açar. Artık sabah ilk ışıklarını penceresinden içeriye sızdırmış, alacalı kızın böğürmesiyle yatağından fırladığı gibi çarçabuk ellerini yüzünü yıkadıktan sonra, gördüğü rüyayı düşünür.
-Bir gün gerçekten öğretmen olacağım diye kendine bir kez daha söz verir.
Yıllar, yıllar önceydi, günlerin getirdiği koşturmada yaşarken, onca is güçten kaçmak için öğle arası o sokak arasındaki dönerci Ali usta’ya giderdim. Amacım döner mi yemek yoksa Ali ustanın anlattıklarını mı dinlemek hiç düşünmedim. Yine günlerden bir gün; her gün Ali ustaya gelen o çocuğun masasına iliştim. Selam verdim kibarca ve tedirgince aldı selamımı o sadece çorba içerdi. Döner yemezdi. Çorbası bitmiş kalkmak üzereyken; ‘’Neden döner yemiyorsun’’ dedim. Bir şey diyecek oldu diyemedi ben de demesine fırsat vermedim ‘’Ben ısmarlasam döneri’’ dedim gülümsedi ‘’sağ ol abi’’ dedi. Dönerlerimiz geldi ekmek arasıydı. Çocuk döner ekmeği tam ortadan bıçakla ikiye kesti yarımını yerken diğer yarısını paket yaptı. Alalacel yedi ve ‘’soğumadan yetiştireyim kardeşime’’ dedi. Lokantayı hızlıca terketti. Hikayesini çok sonradan öğrendim. Babasını kan davasından vurmuşlar annesi iki çocukla köyünden bu koca şehre gelmiş gündelik temizlik işine gidermiş, çocuklardan biri küçük diğeri orta okulda. Dönerci Ali Ustada ne zaman karşılaşsak ona döner söylerdim ama o döneri hep ikiye keserdi. Kardeşine ayrıca söyleyelim dediğimde olmaz abim yük olur sana derdi. Harçlık vermeye çalışır ama asla almazdı. Beni etkileyen onun kardeş sevgisiydi… Sadece Yüreğinde taşıdığı kardeş sevgisi…
Ayşe kendisini zar zor toparlayıp eve gitti ve hemen banyoya attı kendisini ağlaması hiç durmuyor suyla gözyaşı birbirine karışıyordu üzerine yapışan bu pisliği temizlemek istercesine vücudunu adeta derisini yüzercesine keseliyor keseliyordu. aklından geçenler onu mahvediyordu. sessiz ama gök kubbeyi yırtan vaveylasıyla çığlıklar fırtınalar kopuyordu içinde. Ona öğretilenlere bakılırsa artık başkasıyla evlenemezdi; "o pislikle de evlenmem" söylendi, buradan gitmek istiyorum diye düşünüyordu genç kız. içinde tarifsiz bir çaresizlik vardı aklı karmakarışıktı. annesinin sesiyle kendisine gelen Ayşe sessizce hayatına kaldığı yerden devam edecekti. Annesi Meryem hanım: kızım sana ne oluyor bir sürü işimiz var nedir bu halin sen ağladın mı? Ayşe kız haykırmak istedi o an başına gelenleri ama çok korkuyordu, utanıyordu. Nasıl anlatacaktı her türlü zararlı çıkacağının farkındaydı ve sustu... Hiçbir şeyim yok sana öyle gelmiştir ağlamadım, diyerek günlük işlerini yapmaya koyuldu. Zaten sessiz olan kişiliği iyice karanlık bir kuyuya girercesine daha da derine inmişti. Günler sonra bir akşam vakti amcası ve yengesi oturmaya gelmiştiler, gece ilerledikçe niyetleri de belli olmuştu. Ayşe'yi oğulları Ahmet'e istiyorlardı. Ayşe'nin dedesi Mustafa ve babası bu teklife sıcak bakmış olumlu konuşmuşlardı. Onlar gittikten sonra genç kızın eli ayağı sanki kesilmişçesine halsiz bitkindi ve titriyordu Ahmet ile evlenmek istemiyordu ondan tiksiniyor midesi bulanıyordu adeta lağım çukuru gibi görüyordu onu.
Başını yastığa koyduğunda başlıyordu Ayşe'nin dünyası orada özgürleşiyor bambaşka bir dünyaya geçiyordu genç kız. Ayşe orada lise öğrencisiydi okulda öğrenenlerinin sevdiği, arkadaşlarının olduğu, öğrenciydi Ayşe. o gün dil öğrenmeye karar verdi mutlu gülümseyen bir yüzle yüreğinde her ne kadar umutsuz acı kaplasa da hayalleriyle rüyaya dalıyordu genç kız.
Küçük bir kasabada yaşıyordu Ayşe ve ailesi. Büyükanne ve büyükbaba iki erkek kardeşiyle birlikte Ataerkil bir ailenin tek kızıydı. Ayşe zekice bir kızdı her şeyi fark eden ama bir türlü konuşamayan, aynı zamanda içine kapanık bir kişiliğe sahipti. ağabeylerini çok sever zaman zaman da onları kıskanırdı. Mesela yemek yenileceği zaman Ayşe annesiyle birlikte masa hazırlar herkes masaya oturduktan sonra otururdu. masadan sürekli bir şeyler istenir ve sürekli kalkmak zorunda kalırdı. sanki evin diğer fertlerine hizmet etmek zorundaymış gibi. Böyle öğretmişti annesi Ayşe'ye: kız çocukları yemek yapar, ev işleri yapar, ev halkının ihtiyaçlarını karşılar. Evi çekip çeviren kadındır. koşulsuz şartsız evde her işi üstlenmek zorundadır. Büyüklerine cevap veremezsin çok ayıp! senden bir şey istendiğinde sakın ha "hayır" deme çok ayıp olur! hanım hanımcık ol kimseye saygısızlık etme. Sonra bize laf gelir aman ha! Ayşe hep itaat etmeyi öğrenir ailesinden. Ayşe hayaller kuruyor gene de.
" Hayallere dokunmaya kimin gücü yeter ?"
Günler böyle akıp geçerken Ayşe günden güne büyümekte serpilmektedir. iri siyah gözleri gece kadar güzel ama bir o kadar da karanlıktı. öğretmen olmaktı hayali, Binlerce kız çocuğu yetiştirecekti Ayşe.
Hayvanları vardı ve geçimlerinin büyük bir kısmını hayvancılıkla sağlıyorlardı. İnekleri, koyunları, tavukları onlarla akşamları Ayşe ilgilenir yemlerdi hayvanları. Bir gün yine bir akşam vakti hayvanlara yem vermek için ahıra gitti genç kız aniden kolunu sıkıca biri tuttu o korkuyla titreyerek kısık bir sesle korku nidası attı. Dönüp baktığında: hay Allah Ahmet abi sen miydin çok korktum diyerek amcasının oğluna biraz da sinirlenerek tekrar işini yapmaya koyuldu.
Ama Ahmet: Seni ben alacam kimseye yar etmem! Ayşe; Sen benim ağabeyim sayılırsın o ne biçim laf öyle Ahmet ; gözünü bile kırpmadan kızcağızı etkisiz hale getirip kötü ve çirkin emellerine Ayşe'yi kurban etmiş ve pişkin pişkin sanki hiçbir şey olmamış gibi oradan ayrıldı.
Zavallı kız ne yapacağını bilmiyor panik içinde ahırda bir sağa bir sola volta atıyor, adeta delirmiş gibi ne yapacağım ben şimdi? Allah'ım ben ne yapacağım diye adeta gök kubbeyle yer birleşmişte altında kalmışçasına azap çekiyordu. Annesinin sesi duyuldu kapının önünde, Ayşe gel artık ne yapıyorsun orada?
Zavallı kız zoraki seslendi annesine geliyorum, diyebildi ancak. Sanki büyük bir suç işlemiş, kirlenmiş gibi yüzü kızarıyordu kendini iğrenç hissediyordu...
sayfa 1
Yazan Ata kızı
"devam edecek"
Not: hikayedeki olaylar ve kişiler tamamen hayal ürünüdür.
Küçük bir kasabada yaşıyordu Ayşe ve ailesi. Büyükanne ve büyükbaba iki erkek kardeşiyle birlikte Ataerkil bir ailenin tek kızıydı. Ayşe zekice bir kızdı her şeyi fark eden ama bir türlü konuşamayan, aynı zamanda içine kapanık bir kişiliğe sahipti. ağabeylerini çok sever zaman zaman da onları kıskanırdı. Mesela yemek yenileceği zaman Ayşe annesiyle birlikte masa hazırlar herkes masaya oturduktan sonra otururdu. masadan sürekli bir şeyler istenir ve sürekli kalkmak zorunda kalırdı. sanki evin diğer fertlerine hizmet etmek zorundaymış gibi. Böyle öğretmişti annesi Ayşe'ye: kız çocukları yemek yapar, ev işleri yapar, ev halkının ihtiyaçlarını karşılar. Evi çekip çeviren kadındır. koşulsuz şartsız evde her işi üstlenmek zorundadır. Büyüklerine cevap veremezsin çok ayıp! senden bir şey istendiğinde sakın ha "hayır" deme çok ayıp olur! hanım hanımcık ol kimseye saygısızlık etme. Sonra bize laf gelir aman ha! Ayşe hep itaat etmeyi öğrenir ailesinden. Ayşe hayaller kuruyor gene de.
" Hayallere dokunmaya kimin gücü yeter ?"
Günler böyle akıp geçerken Ayşe günden güne büyümekte serpilmektedir. iri siyah gözleri gece kadar güzel ama bir o kadar da karanlıktı. öğretmen olmaktı hayali, Binlerce kız çocuğu yetiştirecekti Ayşe.
Hayvanları vardı ve geçimlerinin büyük bir kısmını hayvancılıkla sağlıyorlardı. İnekleri, koyunları, tavukları onlarla akşamları Ayşe ilgilenir yemlerdi hayvanları. Bir gün yine bir akşam vakti hayvanlara yem vermek için ahıra gitti genç kız aniden kolunu sıkıca biri tuttu o korkuyla titreyerek kısık bir sesle korku nidası attı. Dönüp baktığında: hay Allah Ahmet abi sen miydin çok korktum diyerek amcasının oğluna biraz da sinirlenerek tekrar işini yapmaya koyuldu.
Ama Ahmet: Seni ben alacam kimseye yar etmem! Ayşe; Sen benim ağabeyim sayılırsın o ne biçim laf öyle Ahmet ; gözünü bile kırpmadan kızcağızı etkisiz hale getirip kötü ve çirkin emellerine Ayşe'yi kurban etmiş ve pişkin pişkin sanki hiçbir şey olmamış gibi oradan ayrıldı.
Zavallı kız ne yapacağını bilmiyor panik içinde ahırda bir sağa bir sola volta atıyor, adeta delirmiş gibi ne yapacağım ben şimdi? Allah'ım ben ne yapacağım diye adeta gök kubbeyle yer birleşmişte altında kalmışçasına azap çekiyordu. Annesinin sesi duyuldu kapının önünde, Ayşe gel artık ne yapıyorsun orada?
Zavallı kız zoraki seslendi annesine geliyorum, diyebildi ancak. Sanki büyük bir suç işlemiş, kirlenmiş gibi yüzü kızarıyordu kendini iğrenç hissediyordu...
sayfa 1
Yazan Ata kızı
"devam edecek"
Not: hikayedeki olaylar ve kişiler tamamen hayal ürünüdür.
MİHRİBAN TÜRKÜLERİNİN HİKAYESİ.
''Mihriban’’; 1960 yılında yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoç’un gerçek adını gizleyip, ‘’Mihriban’’ diye seslendiği o güzel Anadolu kızının hikâyesinin adıdır...
Mihriban’ın hikâyesi.
Abdürrahim Karakoç, Hollanda'da aylık yayınlanan ''Platform'' dergisine vefatından önce verdiği bir röportajda bu şiiri, Mihriban'ı ve hikâyesini şöyle anlatır:
Köyde düğün olacaktır, civardan misafirler gelmeye başlamıştır. Genç Abdurrahim köyünde bir genç kız görür, ailesiyle komşunun düğününe gelen misafir kızdır.
Tanışmak nasip olur, şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler yüzlü, yumuşak huylu manasında ki ''Mihriban''dır bu. Misafirlikleri ilerledikçe aşk da ilerler.
Bir sabah Abdurrahim kalkar ve Mihriban adını koyduğu sevdalısını görmeye gider, gider ki misafirler gitmiştir. Abdurrahim’in dünyası değişmiş, hayat manasızlaşmış, aşk acısı yüreğini yakmıştır.
Bu halini gören ailesi kızı bulmak için Maraş’a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler. Önce ''kız küçük'' derler, ''henüz erken'' derler, bahane bulurlar, bakarlar ki Abdurrahim’in ailesi ısrarcıdır, gerçeği söylerler: “Kız nişanlıdır.”
Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim kızın nişanlı olduğunu duyunca da: “Bir daha bu evde ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek.” der.
Yedi yıl sonra aşk ateşinin sönmediği anlaşılmıştır. Ve Abdurrahim Karakoç ''Mihriban'' şiirini yazar...
Bu şiir türküye dönüşünce de duymayan kalmaz, tabi Mihriban da. Bir mektup yazar Abdurrahim’e “Unutmak kolay değil” der. Abdurrahim ikinci bir şiir yazar: ''Unutursun Mihriban'ım'' diye...
Mistik bir olgunlukla, ''son bir kez'' diyor Abdurrahim Karakoç, ''son bir kez daha görmek istemezdim. O beni hayalindeki gibi yaşatsın, ben de onu hayalimdeki gibi. O aşk, masum bir aşktı. Güzel bir aşktı. Bırakalım öyle kalsın.”
“Bazen aklıma düşüyor. Ben 'unutursun' diyorum ama insan hiçbir zaman unutamıyor... O bir mektup üzerine yazılmıştır. Benim gönderdiğim bir mektuptan dolayı bir cevap aldım. 'Unutmak kolay mı' başlığı mektubun.''
Ve röportajının sonuna doğru ‘’Mihriban nasıl biriydi?’’ diye sorulduğunda ‘’sıradan insanlara benzerdi’’ diyor Abdurrahim Karakoç.. "Ne çok güzel, ne çok özel..." "Ne adı Mihriban, ne saçları sarı...'' "Belki bu şiirin bu kadar beğenilmesinin sebebi herkesin içinde bir Mihriban’ın olması...’’ ‘’Gerçek yaşanıp, yazıldığı zaman okuyucu kendini bulur...'' ''Bu yüzden diyorum ki, ben herkesin hayatında bir Mihriban var... "
MİHRİBAN
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban
Boşa bağlanmış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtım tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban
UNUTURSUN MİHRİBANIM
‘’Unutmak kolay mı?” deme,
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.
Zaman erir kelep kelep..
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep,
Unutursun Mihriban’ım.
Yıllar sinene yaslanır;
Hatıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır...
Unutursun Mihriban’ım.
Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce...
Ha işte tıpkı öylece
Unutursun Mihriban’ım.
Gün geçer, azalır sevgi;
Değişir her şeyin rengi
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihriban’ım.
Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım.
2010 yılıydı sanırım, araştırma yapmak için gittiğim longoz ormanlarında arabaları bozulmuş çekici bulmaya çalışırken arabalarını çekmiş sonradan Bert’le uzun bir dostluğunu temelini atmıştık. Ekoloji mühendisiydi. Yıllar süren dostluğumuz sonrası memleketi Avustralya’ya onun daveti üzerine gittim. Ulu Önder Atatürk’ü merak ediyordu, pek çok kitap okumuştu ama Çanakkale’yi gezdirme sözü vermiştim. Üç gün Çanakkale’yi gezdik birlikte tabii ki rehberimiz Reyhan Hanım eşliğinde; daha önce Çanakkale’yi gezmiştim ama rehberle gezmek başka oldu.
Bert’i en etkileyen olay ise Ata’mızın tüm dünya uluslarına seslendiği şu sözler olmuştu;
“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sessizlik içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Bert Bana şunları söyledi; biz sizin topraklarınıza saldırıyoruz, otuz bin km.den ülkenize savaşmaya geliyoruz, sizin lideriniz bize kin beslemiyor… derken gözyaşlarını da gördüm. Sessizce ağlıyordu Bert.
Conkbayırı’nda Atamızın saatinin şarapnel parçasıyla vurulduğu yerde Atamıza saygı duruşunda bulunması da beni şaşırttı, sanırım ben de sessizce ağlıyordum…
DİP NOT: Bu sayfalara yazdıklarım yaşanmış gerçek olaylardır.
KARDELEN
Ayşecik nasılda hayatın içerisinde tıpkı bir hamur gibi her günden bir zerrecik hayat alıp yoğrulmaya başlamıştı, ve her güne kendinden bir zerre hayat vererek.
üstün çabalarla liseyi iki yılda bitirmişti artık sıra en büyük hayali olan öğretmen olmak için bir adım daha atmaya gelmişti. Bütün birikimiyle başarılı olması gereken dersler için özel dersler almaya başladı Ayşe günlerce gecelerce bıkmadan usanmadan çalıştı. Sınavlara girdi ve hiç beklenmedik bir şey oldu. Ayşe tıp fakültesini kazanmıştı.
Öğretmenleri ona hayallerini böyle de gerçekleştirebileceğini ve daha faza insanın hayatına dokunabileceğini söylemişti.
Ayşe şimdi ne yapacaktı?
çok düşündü günlerce düşündü ve kararını verdi bu fırsatı değerlendirmeliydi.
Hacettepe tıp fakültesini tercih ederek beklemeye başladı
sonuçlar açıklandığında artık o' tıp öğrencisiydi.
ama zorlu yolculuğunda daha fazla yorulacaktı artık. Ayşe'nin gayretlerine duyarsız kalmayan birileri vardı ve onun bundan haberi yoktu.
Ayşe'nin eve bıraktığı mektup ailesinin bazı şeyleri görmesini sağlamıştı. Mektubu okuyan babası önce çok kızıp evde ne var ne yoksa kırıp dökmüştü ve olduğu yerde saatlerce durmuş hiç kımıldamadan düşüncelere dalmıştı. Kızını ne kadar sevdiğini onun yokluğunda anlamıştı. Peki neden ona hiç gösterememişti sevgisini? Kendini saatlerce, günlerce, aylarca sorguladı. Çünkü babası ve annesi ona ataerkil bir yapıya ait ailesinde kadına sevginin gösterilmemesi gerektiğini erkeğin daima öncelikli haklara sahip olduğunu, asla bir kadınla erkeğin eşit olmayacağını, kadınların eksik etek olduğunu öğrenmişti. Ayşe evden gittiğinde onun okşayamadığı saçları geldi aklına ve büyük bir özlem oluştu içinde. Çaresiz bir ağıt yakmaydı şimdi üzüntüsü. Artık kızını kaybetmişti. Yaptıklarının farkında bile değildi oysa. Büyük bir pişmanlıkla kızını arar ve bulur. Lokantanın sahibiyle konuşmuştur aslında Ayşe'ye ev bulan da babasıdır. Lokantanın sahibiyle iletişim halindedir fakat Ayşe'ye hiç müdahale etmiyor onu uzaktan izliyordur. Bu arada Ahmet ile ilgili Kızına yaptığı kötülüğü kardeşiyle konuşmuştur. köyden taşınmışlar çünkü Ayşe'nin babası onu görmek istemediğini oradan gitmelerini aksi halde şikayetçi olacağını söylemiş ve onları o köyden göndermiştir. Lokanta sahibi Ayşe işe gittiğinde sınav sonucunda tıp fakültesini kazandığı için onu kutlar ve nasıl yapacağını masraflarını nasıl karşılayacağını sorar?
Ayşe part-time çalışmak istediğini söyler
Lokantanın sahibi; sana yardımcı olmak istiyorum okul masraflarını ben karşılayacağım der.
kızcağız ne diyeceğini şaşırır
lokantacı; "merak etme Ayşe sen doktor olduğunda acısını çıkarırım" diyerek şaka yapar. Böylece Ayşecik iç huzuruyla işe koyulur.
Babası da aynı huzurla köyüne geri döner...
"Baba başa taç imiş her derde ilaç imiş" desek olur değil mi şimdi. Yeter ki içimizdeki sevgiyi kendimize saklamadan çocuklarımıza gösterelim.
8. Sayfa
KARDELEN
Günler ilerledikçe Ayşe tek başına zorlansa da zamanın nedensellik döngüsünü bir yerinden delmeliydi her şey herkes aynı döngüde savrulup gitmemeliydi. O da bütün gayretiyle bu döngüde değişimi gösterecekti. Öyleyse bıkmadan istikrarlı çalışmalarla hayallerini gerçekleştirebilirdi. Aklına Köylerinde oturan henüz yirmili yaşlarında genç bir kız olan Dilan geldi ve içini öyle bir hüzün kapladı ki tıpkı gökyüzünün şimşekleri gibi kalbine çakılıyordu kızın dramı.
Tıpkı kendisi gibi zorla evlendirilmeye kalkılan kızcağız evden kaçmıştı ne yazık ki hiçbir tedbir almadan can havliyle kendini attığı sokaklar onun mezarı olmuştu. Evden kaçtıktan aylar sonra köye Dilan'ın cansız bedeni gelmişti. Sokak aralarında kaybolmuş, uyuşturucunun pençesine ve fuhuş belasına bulaştırılmış, aşırı dozda uyuşturucudan hayatını kaybetmişti.
hayaller kurmalıyız çünkü gerçeğe dönüşen eylemler hayaller ile başlar. Ama bunun yanında hedeflerimizi belirlemeli hedefe giden yollardaki zorlukları aşmak için neler gerekli? onları belirlemeli, öncelikle hayatımızı idame ettirecek koşulları belirleyerek sağlam adımlarla hedefimize ilerlemeliyiz. Yani şuursuzca yapılan bir eylem de pozitif sonuca ulaşmayacaktır. Dilan örneğinde olduğu gibi.
-"Hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgar fayda etmez" Montaigne
7. Sayfa
KARDELEN
Ayşe'nin iç sesinden ;
çok zor olmayacak bu benim ilk iş günüm hadi kızım göster kendini zaten yıllardır çalışmıyor muydun. Bıkmadan usanmadan çalışmalıyım. Her yere girmeli her şeyde başarılı olmalıyım. Bulaşık yıkayıp yemekleri de yapmalıyım madem mutfakta çalışıyorum öyleyse buranın kompetanı ben olmalıyım.
ve Ayşe artık hayata hazırdır ve elinden geleni yapacaktır.
El yatkınlığı olduğundan çok zorlanmamıştı gerçekten kısa zamanda lokantanın aranan iş gücü haline gelmişti bile her köşeye hakimdi Ayşe. Öğle yemeklerinde çarçabuk yemeğini yiyor kalan sürede dersinden bir konu okumaya çalışıyordu bu sayede hem iş hem öğrencilik bir arada yürüyor hatta kendine ayıracak zaman bile buluyordu.
bir haftada başka bir ev kiraladılar küçük ama şirin bir ev.
Evinde bir saatlik ders programıyla çalışmaya başlamıştı, günlük ders işini bitirdikten sonra geri kalan zamanda bir atölyeden aldığı parça hesabı fason bir iş yapıyordu. Çünkü Ayşe geleceğini çoktan planlamıştı. Üniversite için para biriktirmeye başlamıştı onun bu işleri yapacak kimsesi yoktu. Ya bütün bunları düşünüp yapacaktı ya da hayat denilen çarkın içinde benliği yok olup gidecek ve çok kötü olabilecek bir hayatı yaşamak zorunda kalacaktı. Zaten tercihini çoktan yapmıştı. Vazgeçmeyecek ve hayatta tembelliğe yer olmadığını düşünecek kadar güçlü ve zeki bir kızdı.
“Her şey sizin aksinize ilerliyor gibi geldiğinde uçakların rüzgarla birlikte değil rüzgara karşı uçtuğunu hatırlayın.” –Henry Ford
6. Sayfa
KARDELEN
Ayşe'nin iç sesinden ;
çok zor olmayacak bu benim ilk iş günüm hadi kızım göster kendini zaten yıllardır çalışmıyor muydun. Bıkmadan usanmadan çalışmalıyım. Her yere girmeli her şeyde başarılı olmalıyım. Bulaşık yıkayıp yemekleri de yapmalıyım madem mutfakta çalışıyorum öyleyse buranın kompetanı ben olmalıyım.
ve Ayşe artık hayata hazırdır ve elinden geleni yapacaktır.
El yatkınlığı olduğundan çok zorlanmamıştı gerçekten kısa zamanda lokantanın aranan iş gücü haline gelmişti bile her köşeye hakimdi Ayşe. Öğle yemeklerinde çarçabuk yemeğini yiyor kalan sürede dersinden bir konu okumaya çalışıyordu bu sayede hem iş hem öğrencilik bir arada yürüyor hatta kendine ayıracak zaman bile buluyordu.
bir haftada başka bir ev kiraladılar küçük ama şirin bir ev.
Evinde bir saatlik ders programıyla çalışmaya başlamıştı, günlük ders işini bitirdikten sonra geri kalan zamanda bir atölyeden aldığı parça hesabı fason bir iş yapıyordu. Çünkü Ayşe geleceğini çoktan planlamıştı. Üniversite için para biriktirmeye başlamıştı onun bu işleri yapacak kimsesi yoktu. Ya bütün bunları düşünüp yapacaktı ya da hayat denilen çarkın içinde benliği yok olup gidecek ve çok kötü olabilecek bir hayatı yaşamak zorunda kalacaktı. Zaten tercihini çoktan yapmıştı. Vazgeçmeyecek ve hayatta tembelliğe yer olmadığını düşünecek kadar güçlü ve zeki bir kızdı.
“Her şey sizin aksinize ilerliyor gibi geldiğinde uçakların rüzgarla birlikte değil rüzgara karşı uçtuğunu hatırlayın.” –Henry Ford
6. Sayfa
KARDELEN
Otobüsün camından gözüken dünyanın tüm renklerini içsel dünyasında kopan fırtınalara rağmen görebiliyor ve o dünyanın renklerinden bir tanesinin de kendini yansıttığını, onu o dünyanın yaşanılası bembeyaz rengiyle hayat sayfasında yerini almasının zamanı geldiğini düşünür gibi bakıyordu yolun akışındaki manzaraya.
Saatler akıp giderken düşüncelerinden taşan umut onu çoktan hayatın içine almıştı bile.
Ankara'ya vardı genç kız. kuzeni onu otogarda bekliyordu.
doğruca iş yerine gittiler burası büyük bir lokantaydı, Ayşe bundan böyle lokantanın mutfak kısmında çalışacaktır. kalacak yeri de yoktur.
Kuzeni; Bende kalamazsın ama bir haftalığına boş evim var kiracı gelene kadar orada kalabilirsin. bu sırada da senin için ev arayabiliriz
Ayşe çaresizdir; elbette der ve iş yeriyle anlaşmalarını yaptıktan sonra doğruca kalacağı evin yolunu tutarlar.
Kuzen; Ayşe evde eşya yok sadece yatak verebilirim artık idare edersin.
Ayşe; teşekkür ederim bir süre idare edebilirim
Kuzen; evde elektrik, su açık...
Bundan sonra Ayşe tek başınadır sadece bir yatağı, yorganı bir de başını koyacağı yastığı vardır. bavulundaki eşyaları almadan kitaplarını çıkarıp bir köşeye yerleştirir yatağının üzerine uzanıp kitabını okumaya başlar, henüz iki sayfa okumuşken yorgunluktan uyuyakalır.
Köylerinde her şey aynıdır sadece evlerinde artık Ayşe'nin eve bıraktığı mektup kalmıştır ondan geriye.
Sevgili ailem diye başlayan mektup şöyle devam etmektedir;
Beni bu yaşıma kadar evinizde misafir ettiniz çünkü hiç aile olduğumuzu hissetmedim. sadece bir çalışan gibiydim hep hizmet etmeyi öğrettiniz bana. İlkokulu bile zor bitirdim sayenizde karnımı da yedi yaşından bu yana hayvan bakıcılığıyla doyurdum. Bana karşı bu öfkenin ve kötü davranışlarınızın sebebini anlayamadım çünkü ben daha bir çocuktum. İsterdim ki babam saçımı okşayıp beni sevdiğini göstersin. Annem kendine yardımcı gibi görmesin. ağabeylerim kendilerinden farklı görmesin. hadi hepsini de geçtim başıma gelebilecek en kötü şeyde bile benim arkamda duracağına tecavüzcümle beni evlendirmeye kalktınız. İsterdim ki başka çocuklar gibi değerli olayım. ailemin sıcaklığını hissederek okuyup hayata kendimi hazırlayayım. ne yazık ki bunları tek başıma yapmak zorundayım. Sizin istediğiniz gibi bir kız olamadım, olmakta istemiyorum. Beni almaya durdurmaya da kalkmayın yaşımdan dolayı bunu yapamazsınız. Olanı biteni polise anlatırım. Bir gün köyüme geri dönüp orada birçok şeyi değiştirmek tek hayalim. Yine de Beni dünyaya getirdiğiniz için size teşekkür ederim. Umarım bir gün erkek evlatlarınız kadar değerli olabilirim. Hoşça kalın.
Kızınız Ayşe
yağmur sanki meleklerin gözyaşlarıydı
yeryüzündeki masum çiçeklere
jest yapıyordu gökyüzü
gökkuşağının görsel şöleni kovuyor gibi hüznü...
5. Sayfa
Ayşe savaşçı ruhlu bir kız o' başına gelen felaketi içinde sindirmeye çalışırken hayatın ona neler sunacağını bilmeden hayaller kurmaya devam ediyor bu sayede gözlerinin içi adeta aydınlık bir evden sızan ışık gibi parlıyordu, zar zor bulduğu internet ile araştırmalar yapıyordu. Satmış olduğu sütlerden aldığı payları biriktirmiş bunlarla İngilizce eğitim seti satın almıştı. Bir de bulundukları köyün bağlı olduğu kasabada açık öğretime kayıt yaptırmak için bir bahaneyle kasabaya gider ve kaydını yaptırır.
kitaplarını oradan vermişlerdi bu durum onu çok mutlu etti aksi halde kitapları alamaya parası yetmeyecekti. Ayşe büyük bir mutlulukla hayallerini gerçeğe dönüştürecek ilk adımı atmıştı. Çalışmalara şevkle başlayıp devam eden Ayşe ilk sınavını başarıyla vermiş ve inanılmaz aç olduğunu fark etmişti. Bu açlık öyle bildiğimiz türden açlık değildi. Öyle bir açlıktı ki Ayşe'ninkisi ömrü boyunca hiç doymayacağı bilgi açlığıydı. Öğrendikçe gelişen beyni onu daha da hırslandırıyor daha çok okuyordu. İnanılmaz bir azimle İngilizcesini de günden güne daha iyi öğrendiğini fark ediyordu.
Bir sabah annesi odasına geldi ve...
- Kızım biz karar verdik bu ay sözünü yapacağız altı ay içinde de düğünün olacak. Eeee artık vakti de gelmişti evini yuvanı bil.
Ayşecik olduğu yerde dona kaldı başını önüne eğip kısıp bir sesle
hayır diyebildi sadece...
- olmaz dedi anne, büyüklerin öyle münasip gördü hem haber de verildi karar alındı artık dönmek olmaz. Dedi. ve odadan çıktı,,,
Ayşe ne yapmalıyım diye söylendi. Ne yapmalıyım da bu durumdan kurtulmalıyım? Ayşe günlerce düşündü sonunda aklına köyünü terk etmek fikri geldi. Başka bir şey bulamıyordu. Gitmekte istemiyordu ama çaresizdi. Son defa o gece Ayşe ailesiyle konuşmaya karar verdi.
Akşam herkes toplanmış Ayşecik çay servisi yapmış kendisi de odanın bir köşesinde boynunu sağ omuzuna yatırmış gözleri bulutlu bir gece gibi düşünüyordu, "nasıl girmeli söze"
Aniden ağabeyi; Kız Ayşe ne düşünüyon öyle arpacı kumrusu gibi? deyip koca bir kahkahayla çayından bir yudum aldı.
Ayşe söze girmenin tam zamanı diye düşünüp; ben sizle bir şey konuşmak istiyorum
Baba; neymiş o?
Ağabey; Ne istiyon kız başlık altın bilezik mi diyerek alaylı bir gülümseme bıraktı ortaya
Ayşe; ben evlenmeyeceğim Ahmet'i günahım kadar bile sevmiyorum! Ben evlenmeyeceğim!
herkes uzun dakikalar boyunca sustu.
ve sessizlik babasının sesiyle bozuldu.
-kız sen bizi rezil mi edecen söz verdik diye avazı çıktığı kadar bağırıp Ayşe'nin üzerine yürür. Annesi önüne geçip; yapma bey! Ben onunla konuşurum.
Hadi gel odana Ayşe!
Ve o gece Ayşe annesine tüm olanları sanki elektrik çarpmış gibi titreyerek anlatır. annesi de çaresizce ne yapacağını bilemez. Ertesi sabah eşine anlatır olanı biteni.
Baba; Öyleyse yapacak hiçbir şey yok derhal evlenecekler. Ayşe'nin ömrüne karar biçilmiş ve artık hiçbir çıkar yolu kalmamıştır. Evden Kaçış planları yapıyordu artık. Aklına Ankara'da yaşayan kuzeni geldi. Evlenip oraya yerleşmişlerdi. onu aradı olanı biteni anlattı. ondan bir iş bulmasını ne olursa yapacağını bulaşık bile yıkayacağını söyler ve ekler. seni asla karıştırmam yardım ettiğini de söylemem ne olursun. Diyerek onu ikna eder. Günler sonra kuzeninden haber gelir.
"Birkaç gün içinde gelmelisin işin hazır." Ayşe hemen hazırlıklara başlar. iki gün sonra sabah erkenden ilk minibüsle köyden ayrılır. Bir mektup bırakmıştır odasına.
Ev halkı onun evde olmadığını fark ettiklerinde aramaya başlarlar ama Ayşe çoktan Ankara otobüsüne binmiştir bile.
4. sayfa
KARDELEN
Ayşe şirin bir kasabada öğretmenlik mesleğine başlamıştı. o idealist, hedefleri olan; toplumsallaştırmaya, bireyselleştirmeye, disiplinli olmaya özen gösteren ve öğrencilerine sorgulamayı eleştirel bakış açısını gelişmeyi geliştirmeyi öğretiyor kendi yetişme tarzından sıyrılmış daima ileriyi hedefleyen iy bir sınıf öğretmeniydi artık. Fatoş adında tıpkı kendisi gibi bir ailede yetişmekte olan öğrencisi vardı. Fatoş öğretmenine güvenen yanından hiç ayrılmayan bir çocuk, O' her gün Ayşe öğretmeninin yanına oturup teneffüs boyunca ona bir şeyler söylemeye çalışıyor ama bir türlü söyleyemiyordu. Böylece günler geçmiş tatil yaklaşmıştı. son haftaya girdikleri bir gün Fatoş'un gözleri dolu doluca öğretmeninin gözünün içine bakıp tüm cesaretiyle;
-Öğretmenim beni bırakıp gitme
-Ayşe öğretmen hayretle
Fatoş'um neden böyle dedin? bana güven ve neler olduğunu anlat
- Fatoş anlatmaya başlar. o anlattıkça
Ayşe adeta kahroluyor dehşete kapılıp ne yapacağını düşünüyor aynı zamanda Fatoş'un hayatını da tehlikeye atmak istemiyordur. Fatoş, kendinden yirmi yaş büyük bir adamla para karşılığında evlendirilecektir. Karar verilmiş hazırlıklar başlamıştır.
canhıraş bir mücadeleye başlıyor Ayşe öğretmen Fatoş için. Ama aynı zamanda da ona zarar gelmemesi için de uğraşıyordu. Ailesiyle yaptığı ön görüşmeler sonuç vermemişti. O da yapılması gereken şeyleri yapmıştır. Resmi kurumlara başvurmuş Fatoş'u güvene almış ailesinin ona hazırladığı çirkin gelecekten Fatoş'u kurtarmıştır. okulun son günü öğrencileriyle vedalaşır oradan tam ayrılacakken, silah sesleriyle irkilir o güzel yüreği kurşun Ayşe öğretmene isabet etmiş ve olduğu yere acı içinde yığılıp kalmıştır. göğsünde büyük bir acıyla gözlerini açar. Artık sabah ilk ışıklarını penceresinden içeriye sızdırmış, alacalı kızın böğürmesiyle yatağından fırladığı gibi çarçabuk ellerini yüzünü yıkadıktan sonra, gördüğü rüyayı düşünür.
-Bir gün gerçekten öğretmen olacağım diye kendine bir kez daha söz verir.
"Hayallere dokunmaya kimin gücü yeter?"
sayfa 3
KARDEŞ SEVGİSİ
Yıllar, yıllar önceydi, günlerin getirdiği koşturmada yaşarken, onca is güçten kaçmak için öğle arası o sokak arasındaki dönerci Ali usta’ya giderdim. Amacım döner mi yemek yoksa Ali ustanın anlattıklarını mı dinlemek hiç düşünmedim.
Yine günlerden bir gün; her gün Ali ustaya gelen o çocuğun masasına iliştim. Selam verdim kibarca ve tedirgince aldı selamımı o sadece çorba içerdi. Döner yemezdi. Çorbası bitmiş kalkmak üzereyken;
‘’Neden döner yemiyorsun’’ dedim.
Bir şey diyecek oldu diyemedi ben de demesine fırsat vermedim
‘’Ben ısmarlasam döneri’’ dedim gülümsedi ‘’sağ ol abi’’ dedi.
Dönerlerimiz geldi ekmek arasıydı. Çocuk döner ekmeği tam ortadan bıçakla ikiye kesti yarımını yerken diğer yarısını paket yaptı. Alalacel yedi ve ‘’soğumadan yetiştireyim kardeşime’’ dedi. Lokantayı hızlıca terketti.
Hikayesini çok sonradan öğrendim. Babasını kan davasından vurmuşlar annesi iki çocukla köyünden bu koca şehre gelmiş gündelik temizlik işine gidermiş, çocuklardan biri küçük diğeri orta okulda.
Dönerci Ali Ustada ne zaman karşılaşsak ona döner söylerdim ama o döneri hep ikiye keserdi. Kardeşine ayrıca söyleyelim dediğimde olmaz abim yük olur sana derdi. Harçlık vermeye çalışır ama asla almazdı.
Beni etkileyen onun kardeş sevgisiydi…
Sadece
Yüreğinde taşıdığı kardeş sevgisi…
KARDELEN
Ayşe kendisini zar zor toparlayıp eve gitti ve hemen banyoya attı kendisini ağlaması hiç durmuyor suyla gözyaşı birbirine karışıyordu üzerine yapışan bu pisliği temizlemek istercesine vücudunu adeta derisini yüzercesine keseliyor keseliyordu. aklından geçenler onu mahvediyordu. sessiz ama gök kubbeyi yırtan vaveylasıyla çığlıklar fırtınalar kopuyordu içinde. Ona öğretilenlere bakılırsa artık başkasıyla evlenemezdi; "o pislikle de evlenmem" söylendi, buradan gitmek istiyorum diye düşünüyordu genç kız. içinde tarifsiz bir çaresizlik vardı aklı karmakarışıktı. annesinin sesiyle kendisine gelen Ayşe sessizce hayatına kaldığı yerden devam edecekti. Annesi Meryem hanım: kızım sana ne oluyor bir sürü işimiz var nedir bu halin sen ağladın mı? Ayşe kız haykırmak istedi o an başına gelenleri ama çok korkuyordu, utanıyordu. Nasıl anlatacaktı her türlü zararlı çıkacağının farkındaydı ve sustu...
Hiçbir şeyim yok sana öyle gelmiştir ağlamadım, diyerek günlük işlerini yapmaya koyuldu. Zaten sessiz olan kişiliği iyice karanlık bir kuyuya girercesine daha da derine inmişti. Günler sonra bir akşam vakti amcası ve yengesi oturmaya gelmiştiler, gece ilerledikçe niyetleri de belli olmuştu. Ayşe'yi oğulları Ahmet'e istiyorlardı.
Ayşe'nin dedesi Mustafa ve babası bu teklife sıcak bakmış olumlu konuşmuşlardı. Onlar gittikten sonra genç kızın eli ayağı sanki kesilmişçesine halsiz bitkindi ve titriyordu Ahmet ile evlenmek istemiyordu ondan tiksiniyor midesi bulanıyordu adeta lağım çukuru gibi görüyordu onu.
Başını yastığa koyduğunda başlıyordu Ayşe'nin dünyası orada özgürleşiyor bambaşka bir dünyaya geçiyordu genç kız. Ayşe orada lise öğrencisiydi okulda öğrenenlerinin sevdiği, arkadaşlarının olduğu, öğrenciydi Ayşe. o gün dil öğrenmeye karar verdi mutlu gülümseyen bir yüzle yüreğinde her ne kadar umutsuz acı kaplasa da hayalleriyle rüyaya dalıyordu genç kız.
" Hayallere dokunmaya kimin gücü yeter?"
sayfa 2
KARDELEN
Küçük bir kasabada yaşıyordu Ayşe ve ailesi. Büyükanne ve büyükbaba iki erkek kardeşiyle birlikte Ataerkil bir ailenin tek kızıydı. Ayşe zekice bir kızdı her şeyi fark eden ama bir türlü konuşamayan, aynı zamanda içine kapanık bir kişiliğe sahipti. ağabeylerini çok sever zaman zaman da onları kıskanırdı. Mesela yemek yenileceği zaman Ayşe annesiyle birlikte masa hazırlar herkes masaya oturduktan sonra otururdu. masadan sürekli bir şeyler istenir ve sürekli kalkmak zorunda kalırdı. sanki evin diğer fertlerine hizmet etmek zorundaymış gibi. Böyle öğretmişti annesi Ayşe'ye: kız çocukları yemek yapar, ev işleri yapar, ev halkının ihtiyaçlarını karşılar. Evi çekip çeviren kadındır. koşulsuz şartsız evde her işi üstlenmek zorundadır. Büyüklerine cevap veremezsin çok ayıp! senden bir şey istendiğinde sakın ha "hayır" deme çok ayıp olur! hanım hanımcık ol kimseye saygısızlık etme. Sonra bize laf gelir aman ha! Ayşe hep itaat etmeyi öğrenir ailesinden. Ayşe hayaller kuruyor gene de.
" Hayallere dokunmaya kimin gücü yeter ?"
Günler böyle akıp geçerken Ayşe günden güne büyümekte serpilmektedir. iri siyah gözleri gece kadar güzel ama bir o kadar da karanlıktı. öğretmen olmaktı hayali, Binlerce kız çocuğu yetiştirecekti Ayşe.
Hayvanları vardı ve geçimlerinin büyük bir kısmını hayvancılıkla sağlıyorlardı. İnekleri, koyunları, tavukları onlarla akşamları Ayşe ilgilenir yemlerdi hayvanları. Bir gün yine bir akşam vakti hayvanlara yem vermek için ahıra gitti genç kız aniden kolunu sıkıca biri tuttu o korkuyla titreyerek kısık bir sesle korku nidası attı. Dönüp baktığında: hay Allah Ahmet abi sen miydin çok korktum diyerek amcasının oğluna biraz da sinirlenerek tekrar işini yapmaya koyuldu.
Ama Ahmet: Seni ben alacam kimseye yar etmem!
Ayşe; Sen benim ağabeyim sayılırsın o ne biçim laf öyle
Ahmet ; gözünü bile kırpmadan kızcağızı etkisiz hale getirip kötü ve çirkin emellerine Ayşe'yi kurban etmiş ve pişkin pişkin sanki hiçbir şey olmamış gibi oradan ayrıldı.
Zavallı kız ne yapacağını bilmiyor panik içinde ahırda bir sağa bir sola volta atıyor, adeta delirmiş gibi ne yapacağım ben şimdi? Allah'ım ben ne yapacağım diye adeta gök kubbeyle yer birleşmişte altında kalmışçasına azap çekiyordu. Annesinin sesi duyuldu kapının önünde,
Ayşe gel artık ne yapıyorsun orada?
Zavallı kız zoraki seslendi annesine geliyorum, diyebildi ancak. Sanki büyük bir suç işlemiş, kirlenmiş gibi yüzü kızarıyordu kendini iğrenç hissediyordu...
sayfa 1
Yazan Ata kızı
"devam edecek"
Not: hikayedeki olaylar ve kişiler tamamen hayal ürünüdür.
KARDELEN
Küçük bir kasabada yaşıyordu Ayşe ve ailesi. Büyükanne ve büyükbaba iki erkek kardeşiyle birlikte Ataerkil bir ailenin tek kızıydı. Ayşe zekice bir kızdı her şeyi fark eden ama bir türlü konuşamayan, aynı zamanda içine kapanık bir kişiliğe sahipti. ağabeylerini çok sever zaman zaman da onları kıskanırdı. Mesela yemek yenileceği zaman Ayşe annesiyle birlikte masa hazırlar herkes masaya oturduktan sonra otururdu. masadan sürekli bir şeyler istenir ve sürekli kalkmak zorunda kalırdı. sanki evin diğer fertlerine hizmet etmek zorundaymış gibi. Böyle öğretmişti annesi Ayşe'ye: kız çocukları yemek yapar, ev işleri yapar, ev halkının ihtiyaçlarını karşılar. Evi çekip çeviren kadındır. koşulsuz şartsız evde her işi üstlenmek zorundadır. Büyüklerine cevap veremezsin çok ayıp! senden bir şey istendiğinde sakın ha "hayır" deme çok ayıp olur! hanım hanımcık ol kimseye saygısızlık etme. Sonra bize laf gelir aman ha! Ayşe hep itaat etmeyi öğrenir ailesinden. Ayşe hayaller kuruyor gene de.
" Hayallere dokunmaya kimin gücü yeter ?"
Günler böyle akıp geçerken Ayşe günden güne büyümekte serpilmektedir. iri siyah gözleri gece kadar güzel ama bir o kadar da karanlıktı. öğretmen olmaktı hayali, Binlerce kız çocuğu yetiştirecekti Ayşe.
Hayvanları vardı ve geçimlerinin büyük bir kısmını hayvancılıkla sağlıyorlardı. İnekleri, koyunları, tavukları onlarla akşamları Ayşe ilgilenir yemlerdi hayvanları. Bir gün yine bir akşam vakti hayvanlara yem vermek için ahıra gitti genç kız aniden kolunu sıkıca biri tuttu o korkuyla titreyerek kısık bir sesle korku nidası attı. Dönüp baktığında: hay Allah Ahmet abi sen miydin çok korktum diyerek amcasının oğluna biraz da sinirlenerek tekrar işini yapmaya koyuldu.
Ama Ahmet: Seni ben alacam kimseye yar etmem!
Ayşe; Sen benim ağabeyim sayılırsın o ne biçim laf öyle
Ahmet ; gözünü bile kırpmadan kızcağızı etkisiz hale getirip kötü ve çirkin emellerine Ayşe'yi kurban etmiş ve pişkin pişkin sanki hiçbir şey olmamış gibi oradan ayrıldı.
Zavallı kız ne yapacağını bilmiyor panik içinde ahırda bir sağa bir sola volta atıyor, adeta delirmiş gibi ne yapacağım ben şimdi? Allah'ım ben ne yapacağım diye adeta gök kubbeyle yer birleşmişte altında kalmışçasına azap çekiyordu. Annesinin sesi duyuldu kapının önünde,
Ayşe gel artık ne yapıyorsun orada?
Zavallı kız zoraki seslendi annesine geliyorum, diyebildi ancak. Sanki büyük bir suç işlemiş, kirlenmiş gibi yüzü kızarıyordu kendini iğrenç hissediyordu...
sayfa 1
Yazan Ata kızı
"devam edecek"
Not: hikayedeki olaylar ve kişiler tamamen hayal ürünüdür.