Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Bir hikaye yaz ( Nesirleriniz) sizce ne demek, Bir hikaye yaz ( Nesirleriniz) size neyi çağrıştırıyor?

Bir hikaye yaz ( Nesirleriniz) terimi Ata Kızı tarafından tarihinde eklendi

  • Muammer Orak
    Muammer Orak

    "İnsan maddi anlamıyla dünyada bir zerrecik iken, mana aleminde bir dünya olma olasılığı da vardır.
    Mevzu o bir zerreciğin nasıl mana bulacağı. Elbise mi giydirmek idi yoksa çıplak mı bırakmaktı içnde onu? Öyle ya bilgi güncellenip akıl gelişiyorsa mana tutsak kalmaz mıydı kılıfların içinde?.. İnsan denilen zerrecik belki de elbiselerinden sıyrılmalıydı! Doğrular çıplak olmalı."

    "İnsan maddi anlamıyla dünyada bir zerrecik iken, mana aleminde bir dünya olma olasılığı da vardır."
    Kontex: İnsanın fiziksel varlığı ve var oluşu ahseni takvim mertebesindedir, mâna aleminde ise esfeli safilinde "nefsi şehvani" de olabiliyor mânen kemàle ermişde olabiliyor.

    "Mevzu o bir zerreciğin nasıl mana bulacağı."
    Kontex: İnsanın benliği herhalukarda "nefsi emmare" tesiri altındadır. Ne mutlu "nefsi emmerasinin" farkındalığına varıp "nefsi emmare" dairesinin dışındandan seyir edebilenlere. Nitekim diğer nefs mertebelerine yüksek "bilinç mertebelerine" erişimde bundan geçiyor. "Nefsi emmaresinin" farkında olunsa bile, yüksek "bilinç mertebelerine" ulaşılmış olsa bile, "Nefsi emme" ve "alt bilinç" her an etkisini gösterme eyleminde bulabiliyor.

    Elbise mi giydirmek idi yoksa çıplak mı bırakmaktı içnde onu?
    Kontex: Elbise giydirmek aslında işin estetiği ve estetiğin kendisi insanın duygularıyla ve mantık işleriyle alakalı hususlar. Salt bırakmayada aslı, referansı, kaynağı, varlığı denebilir.

    "Öyle ya bilgi güncellenip akıl gelişiyorsa mana tutsak kalmaz mıydı kılıfların içinde?.."
    Kontex: Çıplak salt bir şeyi anlamlandırmak ve bireye göre değişken anlamı olması bilginin kısmen güncellenmesi demektir, aklın gelişmesi ise değişken anlam hususlarının değerlendirilmesi ile alakalı bir durumdur bence. Mâna ya tasavvurda veya tasvirde değişse bile öz niteliği ihtiyaç ve gereksinimler etkeninde hep aynıdır. El misal: nasıl zıttı olan şeyler bir birlerini tamamlıyorsa zıttı olmayan şeyler ise mâna kökeninde gelişkenliğe, yoruma, i'zafa,... açıktır.

    "İnsan denilen zerrecik belki de elbiselerinden sıyrılmalıydı!"
    Kontex: Halk arasında bu tür insanlara sıyırmış denir vede bu da iyi bir itibar ve tabir değildir...

    "Doğrular çıplak olmalı."
    Kontex: Doğruların salt olması bazı yerlerde kesinlik kazanması açısından önemlidir. Mesela: Doğa kanunları, birimler ve bazı yazı ve anlatım mevzularında... Doğrulara estetik katmada anlama ve anlamlandırma bakımınından önemlidir...

  • Ata Kızı
    Ata Kızı

    O kuzine sobadan taşan sıcaklığın adı değil miydi aile?
    Geliştik ama şekil itibariyle değil! Öz itibariyle değiştik… değişen keşke sadece madde olsaydı… biz gelişirken özümüzdeki sevgiden olduk. Zaman sadece nesnesellikte itibar görüyor… sevgili, k.k Kadın…
    Acı bir hikaye Allah rahmet etsin diliyorum.

  • Ata Kızı
    Ata Kızı

    İnsan maddi anlamıyla dünyada bir zerrecik iken, mana aleminde bir dünya olma olasılığı da vardır.
    Mevzu o bir zerreciğin nasıl mana bulacağı. Elbise mi giydirmek idi yoksa çıplak mı bırakmaktı maddeselliğin içnde onu? Öyle ya bilgi güncellenip akıl gelişiyorsa mana tutsak kalmaz mıydı kılıfların içinde?.. İnsan denilen zerrecik belki de elbiselerinden sıyrılmalıydı! Doğrular çıplak olmalı.

  • Muammer Orak
    Muammer Orak

    KISA BİR DİYALEKTİK
    - Manâ'ya sordum, sen yokken ne idin?
    - Ve, Manâ cevap verdi.
    - Ben yokken sen, bir Nida ve bir Seda idin, dedi.
    - Manâ'ya sordum, peki senin öz'ün ne?
    - Ve sonra, Manâ cevap verdi.
    - Benim öz'üm, Nida ve Seda'dan sonra insanların aralarında kurduğu bağ ve insanların objeleri subjeleri ilişkilendirip bir şuur olmam, dedi.
    - Ve sonra, Manâ'ya yine sordum, peki sen nesin ?
    - Ve Manâ yine cevap verdi.
    - Ben madde değilimki, içini doldurmaya, maddeleştirmeye çalışıyorsun...
    - Ben anlam değilimki dün ayrı bugün ayrıyım, aslında ben insan aklının, zihninin ve bilincinin öz’ü ve şuuruyum, ruhun elbise giymiş haliyim dedi...
    - Ve bana, onu düşündüğüm için, teşekkür etti, sonra çekip gitti...

    İnsan Anlam. Bugün İnsanlar Aslı...

  • Kalemini Konuşturan Kadın
    Kalemini Konuşturan Kadın

    Minicik bir hikayecik
    Yıl miladi '82 bizim eve Televizyon alınalı birkaç yıl olmuş, TRT henüz günün belirli zamanlarıda yayın yapıyor, akşam olmasına daha çok var, babam ajans başlayınca telebizyonu açardı elektrik çok yakmasın diye, hava buz gibi, kuzinede yanan odunun sesi çıt çıt ederken, kuzine üzerinde elma pişirmişiz. Fakirin tatlısıydı közlenmiş bal şeker elma. O gün Babam Trabzon radyosunda türkü dinliyordu. Son dakika sinyali çalınca hepimizi susturdu o anda.... Radyo spikeri Samsun açıklarında bir geminin battığı da dair bir haber geçti. Babam emekliye ayrılmış bir gemiciydi ve batan gemide amcasının oğlu vardı.
    Gemi batığı bir süre sonra bulundu ama babamın kuzeni hiçbir zaman bulunamadı.

  • Ata Kızı
    Ata Kızı

    KARDELEN

    Hata insanlar içindi, o hatayı telafi etmek de yine insana aitti.
    Ayşe'nin babası da hatasını telafi etmeye çalışıyordu. Tabii karşı tarafın da affetmek ya da affetmemek gibi bir hakkı vardı...
    Birinci dereceden akrabalarınız da olsa kişilere yapılan her iyiliğin ve kötülüğün karşınızdakinde nasıl içselleştiğine siz karar veremezsiniz.
    Ayşe de kendisine ait olan bu hakkı kullanıyordu.

    Köyünde babasının da yardımıyla inşa edilen okul neredeyse bitmek üzereydi. Ayşe geçirmiş olduğu bu kötü süreçte minik kedisi Mestan ona bu zorlu yolculuğunda yarenlik ediyordu.
    Artık okula başlamış hayata yeniden tutunmayı başarmıştı genç kız. Oldukça zorlu bir eğitim süreciydi, İlk yıllardaki almış olduğu teorik derslerde çok başarılı bir öğrenci olmayı da başarmıştı Ayşe...
    bu zorlu yolculuğu başarmış sayılırdı ve artık o intörn bir doktor olmuştu.

    "Başarı gayrete tabiidir"

    ve Ayşe hayallerinden asla vazgeçmedi onu istikrarlı oluşu ve hayata karşı dik duruşuyla kendinden başka kimseden beklentisiz olması başarıya uzanan yolculuğunda en büyük desteği olmuştu. Ama içinde bir yerlerde aşılması gereken hüzün duvarları olduğunu ve hayatı boyunca köklerine bir damla su bekleyen bir çocuk yaşayacaktı derinlerinde.

    Özlem ve Hasret vardı baktığı yerlerde bir çocuğun büyürken tek ihtiyacı olan sevgiydi bulamadığı. Gözlerinden iki .inci tanesi düşüverdi avuçlarına o güzel gözlerini sildi ve...

    "Beni bekleyen çok iş var" hadi kızım hadi aylaklığı bırak şimdi diyerek hayatını insanlara adadığı görevinin başına döndü.

    Birgün gece nöbetinde köyü geldi aklına tüm cesaretini toplayıp...

    "gideceğim! Bunu başaracağım gelip sizinle yüzleşeceğim!
    çocukluğumu sizden almak için geri geleceğim...

    15. Sayfa

  • Ata Kızı
    Ata Kızı

    Körelmiş duygularımıza en güzel örnek; sevgiye sınır getirip kategorize etmektir… tıpkı evlat ayrımı yapmak gibi! Ve çocuklarımızdan bir isyan gelene kadar da normalleştirir hiçbir vicdan muhasebesi de ne yazık ki yapmayız.

  • Ata Kızı
    Ata Kızı

    KARDELEN

    Ayşe'nin babası, yapılan okulun bir an önce bitmesi için sabırsızlanıyor hatta okulun inşaatında kendisi de çalışıyordu.
    kendi kendine;
    - belki de hayatım boyunca ilk defa işe yarar bir iş yapıyorum...
    sonra kafasını sağa sola sallayıp,
    - ah, ah! sen bu yaşa nasıl geldin be adam?
    diyerek hayıflandı.


    "Dünya hep düzlük değil, yokuşu var inişi var, dil de bir sözlük değil, eti var da kemiği yok."

    keşke söylenen sözler geri alınabilseydi, ama ne zaman ne de birine sarf edilen sözler geri alınamıyor.

    - benim güzel kızım sana neleri layık görmüşüm.
    Bütün kız babalarına teker teker bulup haykırmak istiyorum. kızlarınızı dinleyin onlara kulak verin çığlıklarını duyun diye.

    14.Sayfa

  • Ata Kızı
    Ata Kızı

    KARDELEN

    Genç kızın ruhu adeta süzgeçten geçiyor ve herbir zerresinden şimdiye dek hissedip üstesinden geldiği her şey sanki üzerinden zaman geçmemiş yeni yaşanmışçasına acı veriyordu...
    sahi ne olmuştu da bu kadar içerlediği şeyler bir anda güncellenmişti beyninde? çocuk sayılacak yaşta Ayşe'nin uğradığı tecavüz maalesef onda travmalar yaratmıştı, söylemeyi başarmış fakat ailesi tarafından ayıplanmış, hor görülmüş, evlendirilmeye kalkışılmış... bunlar ayşede önemli ölçüde güven problemi oluşturmuş güçlü kişiliği sayesinde evden de uzaklaşıp kendisine yeni bir hayat kurmuş olduğundan bu sorunun üstesinden bir nebze de olsa gelmeyi başarmıştı. Ne yazık ki yaşadığı son olayda erdem hocanın ondan önemli bir şeyi saklamış olması normal düşünen bir insandan çok daha dramatik bir hale dönüştürmüş ve bastırdığı olumsuz duyguları gün yüzüne çıkarmıştı. Bu sebepten dolayı Ayşe depresyona girmişti. Ayşe artık okula gidemiyordu ve okulunu dondurdu, zoraki çalışıyor ve bir yandan da tedavi oluyordu. tedavi için terapi ve ilaçlar alan genç kıza patronu çok yardımcı oluyor ona sık sık izinler veriyordu. Ayşe de yoğun bir nefret duygusu uyanmış, annesini bile hatırlamak istemiyor, hatta tüm ailesinden nefret ediyordu. Erdem hoca ise onu sadece uzaktan izleyebiliyor ve kesinlikle yanına yaklaşamıyordu. Genç hoca çaresizlik içinde kıvranıyor ama ona yardım edemiyordu. Bu süreçte sadece; doktoru, patronu, bir de minik Mestan adındaki kedisi vardı... yanına onlardan başka kimseyi yaklaştırmıyordu. Psikoterapi alanında oldukça deneyimli olan doktoru, Ayşe'nin neden bu hale geldiğini bildiği için onu daha kolay tedavi ediyor ve tedavi süreci oldukça çabuk ilerleyip olumlu sonuçlar veriyordu. Ne yazık ki bütün çocuklar ayşe kadar şanslı olamayabiliyor, çünkü, çocuklar konuşamıyor, anlatamıyor. Yıllar sonra bu travmaların yol açtığı sorunlar karşılarına, "panik ataklar, depresyonlar, karşı cinse güvenmeme, eşcinsel olma korkusu, obsesyonlar, ve daha bir çok problem. bunlar çoğunlukla olayın özünde yatan sebep bilinmediği için tedavide başarıya ulaşmak zorlaşır. Neyse ki Ayşe bunu cesaretle söylemişti ve şu an tedavisi de çok güzel sonuçlar veriyordu.
    Bir yılın sonunda Ayşe okuluna geri döndü. Bu süreçte onun arkasında duran babasından habersizdi Ayşe. kızına bütün bunları yaşattığı için çok pişmandı ve köylerinde okul yaptırıyordu çocuklar için özellikle de kız çocukları için. Ayşe'nin babasının okul yaptırmaya gücü yoktu fakat köyün muhtarıyla konuşup bir hayırsever sayesinde onlara tarlasını hibe edip okul yapmalarına vesile olmuştu. Ayşe tedavisi sonuç vermeye başlayınca öfkesi ve nefret duygusu da azalmıştı. hala erdem hocayı görmek istemiyordu. Ve erdem hocanın tüm yaklaşma çabaları boşa çıkıyor gün geçtikçe umutsuzluğa kapılıyordu ama elinden de bir şey gelmiyordu.

    13. Sayfa

  • Bir Gece Vakti
    Bir Gece Vakti

    MADAM BOVARY’den günümüze…

    Yıllar, yıllar sonra Flaubert’in Madam Bovary’sini elime alıp okumaya başladığımda; gözlerimle dokunup parmak uçlarımla çevirdiğim her yaprak, içimi alev alev yakıyordu.
    O derin yalnızlığı, kederi hissederek, sayfaları bir bir resmediyordum içimin en derinliklerine.
    O içimin derinliklerinde, ona yazılan çocuksu aşkın günlüğünü geçmişin puslu zaman haritasından çıkarıp önüme aldığım şu anda, Flaubert okurluğumun bendeki derin anlamına da dönüyorum yüzümü. Bize, hayatın öte yakasında olup bitenleri görme, anlama, yorumlama bilincini veren; bir bakıma da ‘’içgöz’’ümüzü açan Flaubert’in yazdıklarının her dem anlamlı olması.

    Bir de saldığı o sızının ne anlama gelebildiğini her okuyuşta hissetmek yok mu!... BİR GECE VAKTİ


  • Bir Gece Vakti
    Bir Gece Vakti

    MADAM BOVARY

    Annemin arkadaşıydı. Filiz Akın’a benzerdi. Ben ona aşıktım, henüz ilkokula gidiyordum. Karşımızdaki eve yeni taşınmışlardı. Eşiyle pek barışık değildi, gündüzleri anneme anlattıklarını gizlice dinlerdim. Eşinin tayini taşra kentine çıkınca gitmek istememişti.
    Penceremden onun yalnızlığını gözlerdim hep. Elinden düşürmediği danteller, kasnakta kanaviçe işlemeleri, annemle terzilik üzerine konuşmaları, model alıp vermeleri gözümün önünden gitmezdi.
    Bir de hülyalı bakışları…
    Bazen kapı önünde bekler, oyalanır, onun görünmesini; bana el edip bakkaldan bir şeyler aldırmasını beklerdim… bir de evine her girdiğimde limonata ikramını, çok yavaş içerdim onu seyrederken…
    Güzelliğinin gölgesi evimize düşeli beri, bir anda her şeyim değişmişti.
    Eşi gece nöbetlerinde olunca geç vakte dek bizde kalır, bazen de annem, yalnız kalmasın diye beni yatıya gönderirdi.
    İşte o anlar hep bekleyişim olmuştu… Onun bana hazırladığı yatak, camlı bir bölmenin bu yanında ben diğer yanda o yatardı.
    Hele odaya girip ‘’iyi geceler’’ derken beni yanağımdan öpmesi; yüzüme savrulan saçlarının getirdiği meltem kokusu…
    Uyuyamazdım… O ışığı söndürene kadar bekler, usuldan söylediği şarkıları dinlerdim…
    Uzunca boyu, sarı saçları, ışıltılı bakışları, çekingen duruşu, ince gülüşüyle bir Filiz Akın filmini izliyorsunuz duygusu verirdi size.
    Her şey dayımın bize gelişiyle değişti. Dayımı görünce yüzünün anlamı değişir, uzun uzun konuşurlardı.
    Bir karasevda sözü dolaşıp duruyordu ortalıkta…
    Artık bize de gelmiyordu…
    Yalnız dayımın bir güm : ‘’Madam Bovary gibi bir kadın’’ dediğini anımsıyorum.
    Annemin dayıma o evli barklı bir kadın sözü hiç aklımdan çıkmamıştı. Tartışmalar sonucu dayım bizden gitti, yıllar yıllar onu görmedim.
    Ve dayım benim ilk aşkımın kendini asarak hayatını sonlandırdığını hiç öğrenemedi…
    Onun ölümüne en çok ben üzülmüş, nedense gizli gizli ağlamıştım…
    Filiz Akın filmlerini ben hep ağlayarak seyretmiştim…

    Yıllar…
    Yıllar.. BİR GECE VAKTİ

  • Bir Gece Vakti
    Bir Gece Vakti

    Issızlığın dili vardı orada, bir de yalnızlığın.
    Bütün mevsimler solmuş, yeri, adı sanı silinmiş, insanlar bir tek dili konuşur olmuştu.
    O günlerdeydi…
    Yaşlı bir kadının yaşamına eşlik ettim bir süre…
    Tutuklanarak cezaevine giren oğlunun acısını taşıyan öğretmenimim gözü kulağı kesilmiştim…
    Ekmeğimi edebiyatdan çıkardığımı biliyordu.
    Her öğlen onun evine adımımı attığımda, bir konuğunu karşılarcasına açardı kollarını. Masada yemek hazır olur, ocakta da çay dem alırdı… Çehov’u, Mansfield’i, Gogol’ü, Istrati’yi okurdum sıklıkla. O da, oğlunu anımsattığı için Mozart’ın 40. Senfonisi’ni sürekli çalmamı isterdi piyanosunda.
    Bazen yağmur, bazen de kar yağardı yalnızlığımıza. Susardık çoğunlukla. Ben sözcüklerle, o da ezgilerle bağlanırdı yaşama.
    Çünkü ikimizin de gidecek başka bir yeri yoktu bunlardan gayri…
    Bugün Münevver öğretmenimin ölüm haberini aldım…
    Bugün oğluna hiç kavuşamadan ölen Münevver öğretmenimin ölüm haberi geldi.
    Sözcüklerim de öldü sanki…
    Sanki yazamam gayri…

    Sözcüklerim de öldü… BİR GECE VAKTİ


  • Ata Kızı
    Ata Kızı

    KARDELEN

    Erdem hocaya Ayşe'den ayrılmak çok zor geliyordu. Genç adam ne yapacağını şaşırmıştı çünkü onu bekleyen şeyleri tahmin edebiliyordu.

    Narsist bir kişiden kurtulmak o kadar da kolay olmayacağını uzun aradan sonra aldıkları telefonla anlamıştı. Aslında onu korkutan yaşayacağı zorluklar değil Ayşe'nin yanında olmayacağıydı. Haklıydı da dedi ve kendine çok kızıyordu. Erdem hoca kendini çok iyi tanıyan ve narsist yapıdaki insanların neler yapabileceğini iyi bildiğinden iletişimi sıfırlamıştı ama bunu hiç düşünememişti ne yapacağını nasıl davranacağını planlamıştı beklenmeyen bu durumunda üstesinden gelebileceğini biliyordu. Şimdi tek derdi; Ayşe'yi nasıl ikna edeceğiydi. diğer tarafta; Ayşe' de çok üzgündü ve günlerdir kararsızca okula gidip geliyordu. Ayşe' ye ilk defa yaşadıkları çok ağır gelmişti. Tıpkı bir film şeridi gibi yaşadıkları gözünün önünden geçiyordu. Güveni bu olayla birlikte o kadar sarsılmıştı ki başına gelen her şeye rağmen ayakta kalmayı başaran o dirayetli kız gitmiş yerine adeta yıkılmış, yıpranmış neredeyse pes etmiş daha önce hiç bu kadar mutsuz ve umutsuz hissetmemişti. Ansızın bir düşünce kapladı içini daha önce böylesi bir nefret duygusu hissetmiyordu. Babasına karşı inanılmaz bir kızgınlık vardı içinde. yaşadığı o korkunç günden iğreniyor ve kendini çok kötü hissediyordu. Ayşe yaşadığı olaylardan dolayı maalesef ağır bir depresyona girmişti. " Depresyon sebepsiz yere olmaz" yaşanılan olaylardan dolayı zaman zaman hepimizin başına gelebilecek tedavisi mümkün olan bir hastalıktır. Ayşe bu süreçte okulunu epeyce aksatır.

    12. Sayfa

  • Bir Gece Vakti
    Bir Gece Vakti

    ŞİİRİ SOKAĞA TAŞIYAN ŞAİR


    Aramızdan ayrılalı tam 73 yıl olmuş;

    Şöyle bi’bakın…
    73 yılda kimler geldi, kimler geçti Türkiye’nin şiir dünyasından…
    Her kuşağın tanıdığı şair o!
    Kelimelerle dans eden şair o!
    Vatandaşın diliyle yazan o!
    Ve…
    Ölümsüz kalan…
    İki elin parmağı kadar kalan şairlerden biri de o!
    Ve…
    O, Türkiye’nin bildiği adıyla…
    Kısaca…
    “Orhan Veli”…
    ***
    Yedek subay olarak
    Gelibolu’da askerlik görevini yaparken yazdığı bir şiir var ki…36 yaşında aramızdan ayrılan o dev kalemşorun;
    Adeta “kısacık hayat” hikayesi..
    “1914’te doğdum,
    1 yaşında kurbağadan korktum,
    9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım…
    13’te Oktay Rifat'ı, 16’da Melih Cevdet'i tanıdım… 17 yaşında bara gittim…
    18’de rakıya başladım...
    19’dan sonra avarelik devrim başlar…
    20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim…
    25’te başımdan bir otomobil kazası geçti…
    Çok aşık oldum… Hiç evlenmedim, şimdi askerim…”
    Kaç şair böyle konuşur gibi duygu selini akıtabilir kalbinize?
    ***
    Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın şefiydi babası…
    Soyadı Kanunu çıktığında…
    “Kanık” kelimesini seçti…
    Gelgelelim…
    O büyük usta “Kanık”ı hiç kullanmadı…
    “Orhan Veli” ile başladı ve o ölümsüz imza hep o iki kelime ile yaşadı…
    Hala öyle…
    Sadece, “Orhan Veli”…
    ***
    Öylesine tatlı bir “İstanbul Sevdası” yaşamıştı ki…
    O sevda…
    İşte böyle ölümsüzleşti:
    “İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
    Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
    Alnın sıcak mı değil mi, biliyorum; Dudakların ıslak mı değil mi, biliyorum; Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından, Kalbinin vuruşundan anlıyorum; İstanbul'u dinliyorum…”
    ***
    Orhan Veli…
    Şiirde vezin, kafiye ve söz sanatlarını bırakarak serbest
    şiire yönelen ilk şiir ustası olarak tarihe geçti…
    Daima…
    Sokaktaki insanın şiirini söyledi…
    Dönemine göre, inanılmaz bir “hiciv” ustasıydı…
    Kimselerden çekinmeden…
    Bazı ustalarla dalgasını geçiyordu…
    Mesela…
    Ahmet Haşim’in…
    “Göllerde bu dem bir kamış olsam” mısrasını hicvetmek için…
    “Rakı şişesinde balık olsam” diye yazdı…
    Bi’adım daha ileri gitti…
    Açlık grevi yapan Nazım Hikmet’e…
    “Görmüyor musun, her yanda hürriyet; Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol; Git gidebildiğin yere..." dizeleri ile seslendi…
    ***
    Orhan Veli…
    36 yaşında…
    Hani derler ya…
    “Hayatının baharı”nda bu dünyaya veda etti…
    Hikayesi…
    Kendisine yakıştırdığı gibi…
    “Bir Garip Orhan Veli” öyküsü gibiydi…
    ***
    1940’lı yılların ikinci yarısı…
    Ankara’da bir meyhane açılır…
    Ahırdan bozma köşenin sahibi Şinasi Beray…
    O yerin adını “Üç Nal Meyhanesi” koyar…
    Kapısını da…
    Kovboy filmlerindeki gibi kanatlı yaptırır…
    Mekanın müdavimleri ise…
    Orhan Veli, Cahit Sıtkı Tarancı, Melih Cevdet Anday, Sebahattin Eyüboğlu ve Can Yücel gibi…Türk Edebiyatı’nın dev isimleridir…
    Orhan Veli, bir akşam dayanamaz…
    Veresiye defterine şöyle yazar:
    “Üç Nal’a gelen, dört nalla gider…”
    10 Kasım 1950’ydi, o gecenin tarihi…
    Orhan Veli, arkadaşlarıyla kendi ifadesiyle…
    demlenmek için gittiği “Üç Nal Meyhanesi”nden…
    gece yarısı ayrılır…
    Biraz hava almak için…oteline yürüyerek gitmeye karar verir…
    Birkaç dakika sonra…
    Belediyenin kablo döşetmek için açtığı çukura düşer…
    Başından yaralanmıştır…
    Önem vermez, hastaneden başında bir sargıyla ayrılır…
    Ertesi gün de İstanbul’a döner…
    Gelgelelim…
    Üç gün sonra bir arkadaşının evindeki öğlen sofrasında birdenbire fenalaşır…
    Apar topar Cerrahpaşa Hastanesi’ne kaldırırlar ama…
    Ertesi gün…
    Orhan Veli son nefesini verir...tarih 14 kasım 1950 dir.
    O sırada 36 yaşındadır…
    Edebiyat dünyası allak bullak olur…
    Hemen dedikodu çarkları dönmeye başlar…
    15 Kasım tarihli gazetelerde…
    Ankara ve İstanbul radyolarının yanı sıra…
    BBC, Amerika’nın Sesi, Paris ve Roma radyolarında aynı anda…
    Şair Orhan Veli'nin…
    “Alkol zehirlenmesi”nden öldüğü dünyaya duyurulur…
    Bunun üzerine…
    İstanbul Savcı Yardımcısı Cahit Türesel…
    Bu ölüm nedenini şüpheli bulup otopsi yapılması emrini verir…
    Otopside ise…
    Ölüm nedeninin alkol zehirlenmesi değil…
    “Beyin Kanaması” olduğu saptanır…
    Bu kanamanın nedeni de…
    Dört gün önce Ankara’da belediye çukuruna düştüğünde…
    Başını çarpmasından kaynaklanmıştır.
    ***
    Burası çok acı…
    Vefatından sonra…
    Orhan Veli’den üstünden 30 kuruş parayla birlikte bir şiir çıkar…
    İşte o şiir:
    “İstanbul'dan ayva gelir, nar gelir, Döndüm baktım, bir edalı yar gelir,
    Gelir desen dar gelir,
    Günaşırı alacaklılar gelir…
    Anam anam, dayanamam,
    Bu iş bana zor gelir…”
    ***
    Bitiriyoruz…
    Ünlü şairin cenazesi…
    “Tarifsiz kederler içinde / Rumeli Hisarı’nda oturmuş / Bir fakir Orhan Veli” olarak, Tevfik Fikret’in, Ahmet Hamdi Tanpınar, Tezer Özlü ve Attila İlhan’ın da yattığı Rumeli Hisarı’ndaki Aşiyan Mezarlığına defnedilir…
    Çok az kişi bilir…
    Mezarı için bir de yardım kampanyası açılır…
    Mezar projesini…
    “Hayatımın en acı projesi” diyen ressam Abidin Dino çizer… Mimar Nevzat Kemal uygular… Pembe renkli mezar taşını da Prof. Emin Barın yazar…
    Veda ediyoruz Orhan Veli’ye…
    Kendi dizeleri ile:
    “Bedava yaşıyoruz, bedava;
    Hava bedava, bulut bedava;
    Dere tepe bedava;
    Yağmur çamur bedava..."
    Düşünebiliyor musunuz?
    73 yıl önce bugün sonsuzluğa uğurlanan o şair…
    Hala kalplerde…
    Hala dillerde…
    Hala eserleri başucumuzda…
    Sonsöz:
    Ağlasam sesimi duyar mısınız? Mısralarımda? Dokunabilir misiniz Gözyaşlarıma, ellerinizle?
    Orhan Veli Kanık…”

  • Bir Gece Vakti
    Bir Gece Vakti

    "Oğuz Atay, üniversite yıllarında bir kızdan hoşlanmaktadır. Bu kız keman virütözü Suna Kan' dır. Oğuz Atay, üç gece üst üste rüyasında Suna'nın konserini dinlediğini görünce, pijamalı oluşundan utanıp, dördüncü gece lacivert takım elbisesini giyerek uyur."

  • Bildiğin Gibi Değil
    Bildiğin Gibi Değil

    İki iyi arkadaş gibi
    İki sıkı dost gibi
    Birbirinden hiç ayrılmayan
    Baba ve oğul tanıdım
    İş münasebetiyle sık sık görüşürdük bunlarla
    Çocuk 22 sinde filandı o zamanlar
    Babası en çok 50 yaşında
    Babası işe güce karışmazdı
    Herşeyi oğlu hallederdi
    Bende hep oğluyla iletişime geçerdim
    Güle oynaya birbirleriyle şakalaşa şakalaşa gelir giderlerdi
    Pandemi denen illet başlayınca
    Bunları yaklaşık 2 yıl hiç görmedim
    İletişimede geçmedim
    Bir gün yine iş için bunları aramam gerekti
    Aradım çocuğun telefonunu
    Babası açtı
    Selam verdim
    Hal hatır sordum
    -kaan yokmu nerelerde dedim
    İş için aradım o biliyor ne lazım olduğunu dedim
    Babası ;
    -kaan'ı kaybettik pandemide sizlere ömür diyebildi zar zor
    Çok kötü oldum bir kelime daha edemedim
    O da hiç konuşamadı ve telefonu kapattı
    Hemen yanına gittim arkadaşla
    İş yerinin kapısında karşıladı bizi
    Başınız sağolsun dedim
    Olduğu yere çöktü
    Kaldı kapının önünde
    Bir babanın acıdan eridiğini gördüm
    Kollarından tutup kaldırdık
    Bakın bakın
    Şu kaan'ımın arabası
    Şu kaan'ımın köpeği yemiyor içimiyor köpek bile öyle yatıyor
    Dedi ve gözünden sanki kan döküldü
    Göremedim dedi
    Almadılar beni hastanede yanına dedi
    Dedi de dedi...
    O an insan hiç birşey düşünemiyor
    Aynı sarmal duygular dönüp duruyor içinde
    Biri dokunsada ağlasam

    Nur içinde yat kaan...

  • Ata Kızı
    Ata Kızı

    Bazen insan olduğumuzu unutup, üzülmekten korkarız… birileri hatırlatmalı üzülmek normal bir duygu olduğunu, tıpkı sevinmek gibi.

    Bir arkadaşım doğumdan sonra çok ağır bir depresyona girdi. Yirmi gün boyunca ağzına su ve salatalıktan başka bir şey sürmemiş. Uyumuyor, yemiyor, içmiyor. Bana telefon ettiğinde artık ne olduğunu bilmediği ve başa çıkamadığı duygulardan çok yıpranmış ağlamaktan hiçbir şey anlatamıyordu. İnanılmaz bir yalnızlık çektiğini ve bunun nedenini açıklayamadığını çok korktuğunu söylüyordu. Anladım derdini…
    - dokuz ay boyunca birlikte olduğun ve bedeninde onun varlığına alıştığın parçandan ayrıldın.
    Şu an onun da senin de savunmasız olduğunu düşünüyorsun.
    Sen de inanılmaz bir boşluk oldu. Bunu hiçbir şeyle dolduramazsın. Artık onun yanında ve hala güvende olduğunu idrak etmen ve farkına varman gerekiyor.
    - bir anda üzerimden kapkara bulut kalktı bu kadar basit miydi?
    Şu an bütün sorular gitti sanki içimdeki boşluk doldu.

    Ve birkaç şaka birkaç tavsiye her şey normale döndü.

    Bazen üzüntümüzün sebebini göremeyebiliriz.:)

    Teşekkürler, bilmukabele.

  • Bir Gece Vakti
    Bir Gece Vakti

    Aslı Hanım,
    Nedendir bilmiyorum ama yazdığınız bu üç beş satır bana o kadar iyi geldi ki; belki de sıcak samimi duygularınız olduğu için, belki de acımı anlayıp paylaştığınız için…
    Sebep ne olursa olsun başka bir insanında benimle bir anlık da olsa aynı duyguları paylaşması…
    Size şükranlarımı, minnettarlığımı sunarım…
    Aynı sitede olmaktan gurur duydum.

  • Ata Kızı
    Ata Kızı

    Umut bey,
    Keşke hayaller herkes için gerçek olsaydı
    Binlerce Nevinler var maalesef…
    Ve ister arkadaş, ister sevgili insan yıllar sonra karşılaştığı bu olumsuzluklar karşısında nasıl üzülmez. Ve ne kadar insani güzel bir duygudur onların da kendisi gibi hayallerine kavuşmalarını istemek ve onlar için üzülmek. Dilerim herkes yaşamak istediği sevgiyi bulur ve yaşar… ömür beklemek için çok kısa, yaşanacak şeyler ise çok fazla.

  • Bir Gece Vakti
    Bir Gece Vakti

    Ata Kızı
    Ata Kızı 06.07.2023 - 21:00
    ‘’Zaman geri aksa, ayrılıklar hiç yaşanmamış olsa, aşk dedikleri şey bıkkınlığa dönüşür müydü acaba hep bunu merak etmişimdir.’’

    Benim yaşadığım olayda benim çektiğim acı aşk acısından öte, sevdiğim birinin çocuk yaşta kendinden oldukça büyük birine bir eşya gibi verilmesi… okumak istediği halde okutulmaması…
    Bir de olayı duymak o kadar ağır gelmemişti. Gözlerimle gördüğüm şey çok ağır geldi… Çaresizliği karşısında çaresiz kalmam…
    Yani demem o ki çok başka şeyler içimi acıttı.

    Zaman geri aksa ayrılıklar yaşanmaz mıydı?
    Yaşanırdı elbet benim aşkımda o an evlenmek yoktu. Platonik bir sevgiydi sadece…adlandıramadığım bir duyguydu bilemiyorum…Belki de aşk değildi. Eğer Nevin mutlu bir evlilik yapsaydı sanırım içim acımazdı…
    Aşk denilen şey bıkkınlık yapar mıydı?
    Bunu ben de bilmiyorum.

  • Ata Kızı
    Ata Kızı

    ALİ CABBAR'IN HİKAYESİ
    Anlatılanlara göre Ali Cabbar, Tekirdağ’da yaşayan ve köy düğünlerinde gırnata çalarak geçimini sağlayan 16-17 yaşlarında bir genç. Çalgıcı olarak katıldığı bir düğünün âşık olduğu kızın düğünü olduğunu öğrenir ve kahrolur. Bunun üzerine askere gitmeye karar verir. Ancak yaşadığı topraklara bir daha dönemez. Askere gitmesinden 6-7 ay sonra, Ali Cabbar’ın şehit olduğu haberi gelir…
    ALİ CABBAR ŞARKI SÖZLERİ
    Ne ateş var ne de duman amma
    Tutuşur alevler yanar ali cabbar
    Sevdiğin kız başkasına varmış
    Dayanabilirsen dayan Ali Cabbar
    Baban der "al gırnatanı oğlum.
    Akşama düğün var, yürü Ali Cabbar"
    Sevdiği kız başkasına varmış
    Oynar el oğluyla çalar Ali Cabbar
    Bu ne derttir bu nasıl sınavdır
    Anlayabilirsen anla Ali Cabbar
    Yükün' almış buralara küsmüş
    Askere yazılmış gider Ali Cabbar
    Gideli 6-7 ay olmuş
    Haberi de düşmüş köye ali cabbar
    Sesi susmuş, gırnatası susmuş
    Bir türkü bırakmış bize Ali Cabbar...

  • Ata Kızı
    Ata Kızı

    İçten ve karşılıklı yaşanan şeyin adı olsa gerek aşk. Tıpkı hikayedeki gibi.
    Bildiğin gibi değil

  • Ata Kızı
    Ata Kızı

    İnsan güçsüz gördüğünü yıpratır maalesef Tuba hanım nicelerinin hikayesi bu.

  • Ata Kızı
    Ata Kızı

    Zaman geri aksa, ayrılıklar hiç yaşanmamış olsa, aşk dedikleri şey bıkkınlığa dönüşür müydü acaba hep bunu merak etmişimdir.

  • Bir Gece Vakti
    Bir Gece Vakti

    YASAK ŞEHİR


    Ne zaman bunalsam, ne zaman kalabalıklar beni cendereye alsa, işlerimde birbiri içinde devrilse o şehre kaçardım. Orada kendi ıssızlığımda yarım kalan işlerimi toparlar, sayfalarca aldığım notları, el yazmalarımı bir düzene sokar yaşamı kendi akılganlığına bırakır kendimi hep iyi hissederdim. Yalnız kalmak, yalnızlığı tercih etmek bana akıl duruluğu sağlardı.
    Bu şehre beni çeken bir kişi de Osmanlı konağını butik otele çeviren ama sadece dostlarını ağırlayan bilge Afgan Dede’nin doyumsuz sohbeti…
    Sizi hiç sıkmayan, ihtiyacınız kadar sizinle olurdu. Bu dozu nasıl ayarlar asla bilemezdim.
    Ama dedim ya bilge kişi Afgan dede; bunun sırrı onda gizlİydi.
    Üç yıl önce, yani son gidişimde bana yöresel yemek yapan bir yeri önerdi. Lezzet düşkünü olmam nedeniyle o akşam için kendimi o lokantada buldum. Salaş denilen ufak ama çok temiz, sadece altı yedi masası olan şirin bir yerde burası. Masalarda el işi işlenmiş dantelli örtüler vardı. Duvarlarda sulu boya resimler ayrıca renk katmıştı buraya.
    Yemek siparişini asık suratlı 55-60 yaşlarında biri aldı.
    Yemeğimi yerken kasada oturan hanıma gözüm ilişmesiyle lokmam boğazımda tıkandı adeta. Kasada oturan hanım benim çocukluk aşkım Nevin’di.
    Ayağa kalktım ona doğru yürürken bana gelme işareti yapınca ortada kalakaldım. Başını sağa sola sallıyor lokantanın yemek bölümünü işaret ediyor, gözleri de ağlamaklı.
    NEVİN.
    İlk okulu ve orta okulu birlikte okumuş, ben lise tahsilini Ankara’da yapmak üzere kasabadan ayrılmıştım.
    Çocukça saf temiz platonik bir aşktı bizimkisi, el ele tutuşurduk, kalbim güvercin misali elinde atardı.
    ‘’Şımarık kara gözlü’’ ismini Nevin vermişti bana, çok yakışıyor bu şımarık gözler derdi; ben utanırdım.
    Kasabaya en son geldiğimde evlendi dediler, ‘’kız kısmı okuyup da ne yapacak’’ demişler, ortaokuldan sonra da evlendirmişlerdi. Çok zengin kendinden oldukça büyük birine vermişler dedilerdi bana. Yemek getiren asık surat kocası olmalı diye düşündüm. Masama oturdum. Kendime gelene dek bekledim hesabı ödemek için gittiğimde bir kağıt iliştirdi bana. Ağlıyordu sessizce, yüzüme bakamıyordu. Gözyaşlarına dokunmak istedim;
    Yapamadım
    Bakakaldım.
    Dünya kapkaranlıktı o an…
    İçimde cam kırıkları vardı. Ağzım keçe gibiydi.
    Bağırabilsem ahhh….
    Ben masada otururken yazmıştı mektubu; ‘’Umut diyordu, kocam çok kıskanç, beni dövmek için bahane arar, sakın gelme, konuşma, ailem bana arka çıkmıyor, tahsilimde yok, ben beş çocukla bu adamın kölesiyim. Dört oğlum bir kızım var, dört erkek çocuğumun adını o koydu, kızın ismini sen seç dedi. Ben de onun adını Umut koydum, senin gibi saygılı, güzel olsun, çevresine yardım eden, hayvanları, doğayı seven iyi biri olsun dedim. Kırk yaşında ama hala çok yakışıklısın. Gözümü senden alamadım, bakamadım şımarık kara gözlerine, evlenmemiş dedilerdi en son. Senden tek dileğim var Umudum, beni anla tek dileğim. Bu şehri hemen terk et asla bir daha gelme, Afgan Dede yolladı seni bilirim. Ama çaresizim ben, çare arama, bu şehre tekrar gelme asla gelme, ben dayanamam sana burada uzak uzak bakmaya… dayanamam git bu şehirden Umudum….
    Okutmamışlar, hemen evlendirmişler çocuk gelin olmuştu Nevin, ülkemin çocuk gelinlerinden bir çocuk, daha oyun çağında bir adama köle gibi verilmişti.
    Git demişti bana…
    GİT.
    O gece vakti şehri terk ettim, bir daha gelmedim yasaklanmıştı bana o kent
    BİR GECE VAKTİ…



    ;

  • Ahde Vefa
    Ahde Vefa

    Hayattan kesitler

    Mehmet 6 yaşında kardeşi Hatice henüz 2 yaşındaydı.Annesi doğum yaparken vefat etmiş babası çocuklar küçük diye bir ay içerisinde tekrar evlenmişti.
    Yeni gelin Feride önceleri iyi gibi gözükse de yavaş yavaş gerçek yüzünü ortaya çıkarmaya başlamıştı.
    Bir kaç ay günler güzel geçti fakat çocukların bakımı Feride'ye zor gelmeye başladı. Birgün Hatice altına kaçırdı. Üvey anne onun yaşının farkında değildi ve sinir küpü olmuştu. Bir daha yapmasın diye kibriti yakıp üzerinde söndürmek istedi.. O kibriti her yaktığında Mehmet üfürerek söndürüyor o da dayak yiyordu.Ardı ardına yediği tokat Mehmet'i zorlasa da dayanabilir miydi küçücük yüreği kardeşinin acı çekmesine.
    Mehmet bey 60 yaşında hâlâ o günü anlatırken gözleri doluyor. O an ki çaresizliği hafızasından silinmiyor.

    Zalime karşı dur de!

  • Bildiğin Gibi Değil
    Bildiğin Gibi Değil

    Birbirine çılgınlar gibi aşık,
    yoksul ama mutlu bir çift
    hikayenin kahramanı.

    Della ile Jim,
    Genç bir karı koca.

    Alımlı bir kadın Della,
    gür saçları beline kadar iniyor.
    Kocası Jim’in eşinden sonra
    En kıymetli varlığı altın bir saat. 
    Noel yaklaşıyor.
    Zenginlerin yanı sıra
    dar gelirlilerin de
    yakınlarıyla hediye teatisinde bulunduğu gün Noel. Oysa bu çiftin hediye alacak parası yok.
    Erkek, akşam eve geldiğinde
    eşine parlak ambalajlı bir kutu getiriyor.
    İçinde pahalı bir mağazadan alınmış
    irili ufaklı taraklar var.
    Kadının çehresindeki mutlu ifade donuklaşıyor. Göz pınarlarında yaşlar birikiyor.

    Jim şaşkın,
    bakışları eşinin saçlarını kucaklayan eşarbına takılıyor. 
    Della eşarbını çıkarıyor,
    beline uzanmış saçları kulak hizasında kesilmiş. Erkek donup kalıyor.
    Karısının masa üstüne koyduğu
    küçük kutuda altın bir zincir var.
    Çocukluğundan beri makas görmemiş saçlarını kestirerek berbere satan Della, karşılığında Noel hediyesi olarak
    kocasının saati için zincir satın almış.
    Jim ise tarak setini almak uğruna altın saatini satmış. 

    (Alıntı)

  • Ata Kızı
    Ata Kızı

    hayatımdan bir anekdot

    Bir gün çok canım sıkkındı Tunalı Hilmi caddesinden aşağıya doğru yürümeye başladım sonra Kuğulu parka gidip oradaki restoranda bir şeyler atıştırıp çıktım ve kuğuları seyrederken birkaç dakika dalmışım. başımın hızla omzuma düşmesiyle irkilip uyandım. O sırada yanıma yaşlıca bir teyze oturdu gülümseyen gözlerle bana bakıyor ; öyle güzel dalmıştın ki uyandırmaya kıyamadım.
    Biliyor musun her gün geliyorum buraya, önceleri eşimle birlikte gelirdik hem de burada tanışmıştık onu geçen yıl kaybettim, ama her gün buraya gelmeye devam ediyorum sanki burada buluşuyoruz onunla.

    - seni sıkmıyorum değil mi kızım?
    - hayır teyzeciğim sıkılmadım

    sonra; ya sen neden buradasın? gençler pek uğramaz buraya... üstelikte uyuya kalmışsın. Gözlerim dolup dolup boşalmak istiyordu ama tutuyordum kendimi. Biz babamla gelirdik buraya o çok severdi. benim de onsuz ilk gelişim. Daha önceleri bir türlü gelemedim bugün nedense içimde derin biz sessizlik vardı buraya gelip onu anmak istedim. Birbirimizi daha önce hiç görmemiştik ve hiç görmeyecektik bir daha ama o bana ben ona sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi içimizin acısından bahsettik. sonra evli olup olmadığımı sordu değilim dedim. bir gün evleneceksin bu mutlaka seni seven biri olsun, çok dikkat et! sevdiğin biri demiyorum, seni seven biri olsun diyorum. elbette ki sevemeyeceğin biriyle olamazsın ama seni seveni sevmeyi başarırsan işte o zaman dünyada da ahirette de can yoldaşı olursunuz birbirinize.
    - kafanı ağrıttım güzel kızım hayat kısa kayıplarımız oldu ama biz yaşıyoruz, bakma böyle hüzünlü hikayemden dem vurdum ama şen şakrak bir insanım, en çok bu yönümü severdi rahmetli hiç hayata küsmedim.
    Sırtımı sıvazladı saçımı hafifçe yüzümden çekti ve sende öyle yap diyerek oradan uzaklaştı. hiç tanımadığım biri o gün can yoldaşı olmuştu günüme... nedendir bilmiyorum ama gece bebekler gibi uyumuş sabahta içim sevinç dolu işime gitmiştim.

  • Bir Gece Vakti
    Bir Gece Vakti

    KUĞULU PARK
    ANAKARA-VİYANA
    BİR SEVDA ÖYKÜSÜ

    1977 yılında Viyana Belediyesi Vedat Dalokay yönetimindeki Ankara Belediyesine 2 adet beyaz kuğu hediye eder. Daha sonra Kavaklıdere Parkı’nın adını Kuğulu Park olarak değiştirecek bu ilk kuğuların isimleri Ankara ve Viyana olur.
    Bu iki güzellik birbirlerine delice aşık olurlar, parkta çok güzel günlerini yaşarken Ankaralıların hayran bakışları altında sevdalarını yaşarlar.
    Ama biliyoruz ki her güzelliğin bir sonu vardır. 1980 darbesi ile Kenan Evren’in emri ile bu iki sevdalıdan Ankara, Ankara’nın Çankaya semtinde bulunan Seymenler Parkına tayin edilir. Viyana yemeden içmeden kesilir, Ankarayı çok özlemektedir.
    Ankara için de durum çok kötüdür, Viyana’sız bir hayata katlanamamaktadır. Karar verir bir gece Seğmenler Parkından havalanır, tek isteği sevgilisi Viyana’ya kavuşmaktır. Ama çok katlı yüksek binaları gece karanlığında farkedemez, o zaten alışık değildir şehrin füze gibi gökdelenler arasında uçmağa ve bir gökdelene çarparak orada sevgilisi Viyana’nın hasretiyle ölür…
    Viyana da Ankara’ya kavuşmak için aynı yöntem uygular; o da bir gece sevgilisine kavuşmak ister ama o da bir gökdelene çarpar ve ölür.

    Daha sonraları buraya başka ülkelerden de kuğular gelir. Çin’in Pekin Belediyesi iki siyah kuğu gönderir; isimleri Deniz ve Elmas olur.
    Ne zaman Ankara’ya gitsem mutlaka Kuğulu Park’a giderim, dostlarımın ‘’kız istemeye gider gibi’’ sözlerine gülümserim. Elimde bir kitap, kahvem olur; Ankara ve Viyana’nın hüzünlü hikayesini anımsarım.
    Louis Aragon’un o sözleri usumda canlanır

    ‘’Mutlu Aşk Yoktur’’


  • Ata Kızı
    Ata Kızı

    Günaydın,
    Fatma’nın hikayesini okudum üzücü acının en büyüğü de evlat acısı olmuş çok güzel anlatmışsınız tebrik ederim.

    Buraya da atsaydınız hikayeyi… :)