BİLMİYORUM yarın ne olacağını.her gün hayatın bana açtığı pencerenin arkasında beni kimler,neyler,nasıl bekliyor.ama tüm bu bilinmezliklere inat bildiğim bir şey var.......
Öğrendiğim herşey bilmediğimi yüzüme vuran birer tokat, bilmemek nasıl tokat olur? - Acizliğimdir tokat olan,sınırları çizili, göremediim bir hat olmuş... her öğrendiimle mı açılıyor daha mı kapanıyor, gözlerim. her öğrendiğimle aydınlanıyor mu kararıyor mu dünyam... yine etrafımda dönen o acizlik, aklımı karıştıran.
sanırım insanların en büyük hatalarından biri bunu söyleyememek. bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.öğrenmeli artık bunu.. (kendime de söylüyorum bunları aynı zamanda)
bilmiyorum demek bi anlamda kaçmak uzaklaşmak..saklamak veya zorlamak bilmemek hem üzücü hemde mutlu edici bi kavram herseyi bilmek daha acı değilmi bunu bence dengelemek lazım ve bence suan herkes dngeliyor bunları..buda güzel bi yetenek olsa gerek şimdilk bu kadar
size cevap veremem yada öğrenmek istemiyorum demektir bence herkesin bilmediği bişeyler elbette vardır ama önemli olan birileri bilmediğimiz bişeyler sordunda onu bi şekilde öğrenmeliyiz bence zaten herkes bildimiz bişeyleri sorarsa yeni bişeyler öğrenemeyiz ki
Türk musıkisi camiasında sıkça yapılan bir şakadır. Bu işten pek anlamayan birine “En üretken bestecimiz kimdir? ” diye sormuşlar. Sorunun muhatabı cevabı bilemeyince de verilen cevap “Lâedrî Efendi’dir”. Ama “Lâedrî Efendi de kim? ” sorusuna yanıt yoktur. Çünkü böyle bir kişi yoktur, hiç olmamıştır. Şakanın maksadı sadece birini –amiyane tabiriyle– “işletmektir”.
Peki nedir bu Lâedrî Efendi? Lâedrî kelimesi Arapçada “bilinmeyen, tanınmayan” anlamına geliyor. Bestecisi bilinmeyen eserler de elbette ki Lâedrî Efendi tarafından bestelenmişlerdir. Mesele bundan ibarettir. Eski güfte mecmualarında bu sözcüğe sık sık rastlanır. Bazı eserlerin künyesi örneğin ‘’’Mâhur Beste, Usûlü Fahte, Lâedrî” şeklinde geçer. Yani eserin makamı ve usûlü bellidir, ama bestecisi bilinmiyordur. Bestecinin adı bilindiğinde ise başlık şöyle olabilir: “Mâhur Beste, Usûlü Zencir, Dilhayat Kalfa”.
Yirminci yüzyılın başlarından itibaren faaliyet göstermiş olan belli başlı Türk musıkisi nota yayıncılarında da “Lâedrî’’ sözcüğü kullanılır. Şamlı Selim ve İskender’in, Udî Arşak’ın yayınladığı nota fasiküllerinde ve yaprak notalarında sık sık sağ üst başta “Lâedrî”yi görürüz. Rauf Yekta Bey’in başkanlığındaki heyet tarafından 1923–30 yıllarında Darülelhan’da yayınlanan külliyatta da bu terime yer veriliyor gerektiğinde.
Peki bu hayâlî Lâedrî Efendi’nin besteleri çok mudur, yani geleneksel Osmanlı/Türk musıkisi repertuarında bestecisi bilinmeyen eserlerin adedi nedir? Bunlar hem çoktur hem de az. Yani “Lâedrî Efendi” en üretken bestecidir; ama nihai olarak eserlerinin sayısı toplam repertuarın yüzde birine ancak ulaşır. Bence şaşırtıcı olan zaten bu tür eserlerin çokluğu değil, bilâkis göreli olarak azlığıdır. Bunların sayısı çok, ama önemleri az.
Tüm Ortadoğu ve İslâm musıki gelenekleri arasında bu özelliğe sahip tek köklü musıki geleneği bizimkidir. Bizim klâsik musıki geleneğimizde anonim eser pek azdır. Özgün bir Osmanlı/Türk musıki geleneğinin oluştuğu on altıncı yüzyıl ortalarından bu yana, bestelenmiş eserler hep bestecilerinin adlarıyla birlikte kuşaktan kuşağa aktarıldılar. On altıncı yüzyıl sonlarındaki Şerif’i, Saatçi Muzaffer’i Sütçüzâde İsa’yı bu sayede tanıyor, bazı eserlerini bilebiliyor, repertuara katkılarını tartabiliyoruz.
Oysa ne Arap ne de Fars musıki geleneklerinde böyle bir durum var. O musıki alanlarında bestecisinin kimliği bilinebilen en “eski” eser on dokuzuncu yüzyıl sonlarından öncesine gidemez. Örneğin Mısır’da bir Seyyid Derviş (1892– 1923) ve Muhammed Osman (1855–1900) , Tunus’ta bir Ahmed el–Vâfi (1850–1921) kimlikleri tespit edilip eserleri teşhis edilebilen en eski bestecilerdir. Onlardan önceki bestecilerin adları bilinmez. İran müziğinde de yirminci yüzyıl öncesine aidiyeti kesin olarak tespit edilebilen bir repertuar yoktur. Eski musanniflerin adı tamamen kayıptır. Diğer bir deyişle, buralarda geleneksel müzikler bütünüyle anonimdir, istisnasız bütün eserleri “Lâedrî Efendi” bestelemiştir. Tek tek eserlerin sahipleri bilinmez, bilinemez. Ne İran “tasnif”lerinin, ne Şam, Kahire, Halep ya da Bağdat’ın meşhur “muvaşşah”larının, ne de Kuzey Afrika (Fas, Tunus, Cezayir) “nevbet”lerinin bestecileri bellidir. İsimler, kişilikler, kişisel üslûplar silinmiş, eserler anonimleşmiştir. Bestelerin hepsi “beste–yi kadîm”dir (eski beste) oralarda.
Oysa Osmanlı/Türk musıki evreninde kesinlikle böyle bir şey olmamış, tâ on altıncı yüzyıldan bu yana musıki eserleri bestecilerinin imzasını taşımaya devam ederek bugüne gelmişlerdir. O zaman da, elbette, şu soruyu sormak gerekiyor: Musıki geleneğimizi yüzyıllar boyunca komşularından ayırt eden, farklılaştıran özellikler nelerdi?
bazen herşeyi bildiğimi sanırım ama gerçekte ben çok az şey bilirim önemli olan çok şey bilmekmidir yoksa azda olsa bildiğinle faydalı şeyler yapmakmıdır kısacası bilmiyorum
BİLMİYORUM yarın ne olacağını.her gün hayatın bana açtığı pencerenin arkasında beni kimler,neyler,nasıl bekliyor.ama tüm bu bilinmezliklere inat bildiğim bir şey var.......
herhangi bir konu hakkında bihaber olmaktır bilmemek..
Öğrendiğim herşey bilmediğimi yüzüme vuran birer tokat, bilmemek nasıl tokat olur?
- Acizliğimdir tokat olan,sınırları çizili, göremediim bir hat olmuş... her öğrendiimle mı açılıyor daha mı kapanıyor, gözlerim. her öğrendiğimle aydınlanıyor mu kararıyor mu dünyam... yine etrafımda dönen o acizlik, aklımı karıştıran.
öğrenmiş oldun...!
hiçbirşey bilmeyen insanın, bu bilmeyişini bilmesine dair de olsa beyninde bir doğru düşünce vardır aslında...
bilmemelerin doğruya varışı da güzel...
.....
sanırım insanların en büyük hatalarından biri bunu söyleyememek.
bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.öğrenmeli artık bunu..
(kendime de söylüyorum bunları aynı zamanda)
insanı büyük belalardan kurtarabilecek güzel bir kelime...
BİL-Mİ-YO-RUUUUM.....o kadar
bilmiyorum demek bi anlamda kaçmak uzaklaşmak..saklamak veya zorlamak bilmemek hem üzücü hemde mutlu edici bi kavram herseyi bilmek daha acı değilmi bunu bence dengelemek lazım ve bence suan herkes dngeliyor bunları..buda güzel bi yetenek olsa gerek şimdilk bu kadar
Şu yaşadıklarım niye bu kadar acı verdi bilmiyorum...
10 saniye sonra neler olacağını? ? ?
valaa bu keliimeyii sıkçaa kullanııyooruum amaa anlamıını hiç bilmiiyoruum.
size cevap veremem yada öğrenmek istemiyorum demektir bence herkesin bilmediği bişeyler elbette vardır ama önemli olan birileri bilmediğimiz bişeyler sordunda onu bi şekilde öğrenmeliyiz bence zaten herkes bildimiz bişeyleri sorarsa yeni bişeyler öğrenemeyiz ki
...ama bir şey bilmediğimi biliyorum hiç değilse...
nolcak benim bu halim? ?
ögretiriz :)))
bilmek de istemiyorum.
Üzülme kardeşim bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıppp...
ulennn mati varmişkunn
bende bilmiyorum
ilmin üçte biriymiş 'bilmiyorum' diyebilmek.
kabullenemediğimiz....
ama gerçek olan...
Neden bilmiyorum? ? ?
çok kötü bir durum yaaaaaaa.....
Vallahi I dont know
Bilmiyorum seninle sonumuz ne olacak
Belki bu aşk ölümsüz belki yarım kalacak
Hergün değişiyorsun
Avutuyorsun beni
Bir bilmece gibisin
Çözemedim ben seni
Seninle başım dertte
Ne yapsam bilmiyorum
Canımdan bir parçasın
Söküp atamıyorum.......
ben de
'Lâedrî' ye bayıldım, şiir gibi kelime.
Lâedrî
Lâedrî
Lâedrî
Bilinmeyen besteciler
Türk musıkisi camiasında sıkça yapılan bir şakadır. Bu işten pek anlamayan birine “En üretken bestecimiz kimdir? ” diye sormuşlar. Sorunun muhatabı cevabı bilemeyince de verilen cevap “Lâedrî Efendi’dir”. Ama “Lâedrî Efendi de kim? ” sorusuna yanıt yoktur. Çünkü böyle bir kişi yoktur, hiç olmamıştır. Şakanın maksadı sadece birini –amiyane tabiriyle– “işletmektir”.
Peki nedir bu Lâedrî Efendi? Lâedrî kelimesi Arapçada “bilinmeyen, tanınmayan” anlamına geliyor. Bestecisi bilinmeyen eserler de elbette ki Lâedrî Efendi tarafından bestelenmişlerdir. Mesele bundan ibarettir. Eski güfte mecmualarında bu sözcüğe sık sık rastlanır. Bazı eserlerin künyesi örneğin ‘’’Mâhur Beste, Usûlü Fahte, Lâedrî” şeklinde geçer. Yani eserin makamı ve usûlü bellidir, ama bestecisi bilinmiyordur. Bestecinin adı bilindiğinde ise başlık şöyle olabilir: “Mâhur Beste, Usûlü Zencir, Dilhayat Kalfa”.
Yirminci yüzyılın başlarından itibaren faaliyet göstermiş olan belli başlı Türk musıkisi nota yayıncılarında da “Lâedrî’’ sözcüğü kullanılır. Şamlı Selim ve İskender’in, Udî Arşak’ın yayınladığı nota fasiküllerinde ve yaprak notalarında sık sık sağ üst başta “Lâedrî”yi görürüz. Rauf Yekta Bey’in başkanlığındaki heyet tarafından 1923–30 yıllarında Darülelhan’da yayınlanan külliyatta da bu terime yer veriliyor gerektiğinde.
Peki bu hayâlî Lâedrî Efendi’nin besteleri çok mudur, yani geleneksel Osmanlı/Türk musıkisi repertuarında bestecisi bilinmeyen eserlerin adedi nedir? Bunlar hem çoktur hem de az. Yani “Lâedrî Efendi” en üretken bestecidir; ama nihai olarak eserlerinin sayısı toplam repertuarın yüzde birine ancak ulaşır. Bence şaşırtıcı olan zaten bu tür eserlerin çokluğu değil, bilâkis göreli olarak azlığıdır. Bunların sayısı çok, ama önemleri az.
Tüm Ortadoğu ve İslâm musıki gelenekleri arasında bu özelliğe sahip tek köklü musıki geleneği bizimkidir. Bizim klâsik musıki geleneğimizde anonim eser pek azdır. Özgün bir Osmanlı/Türk musıki geleneğinin oluştuğu on altıncı yüzyıl ortalarından bu yana, bestelenmiş eserler hep bestecilerinin adlarıyla birlikte kuşaktan kuşağa aktarıldılar. On altıncı yüzyıl sonlarındaki Şerif’i, Saatçi Muzaffer’i Sütçüzâde İsa’yı bu sayede tanıyor, bazı eserlerini bilebiliyor, repertuara katkılarını tartabiliyoruz.
Oysa ne Arap ne de Fars musıki geleneklerinde böyle bir durum var. O musıki alanlarında bestecisinin kimliği bilinebilen en “eski” eser on dokuzuncu yüzyıl sonlarından öncesine gidemez. Örneğin Mısır’da bir Seyyid Derviş (1892– 1923) ve Muhammed Osman (1855–1900) , Tunus’ta bir Ahmed el–Vâfi (1850–1921) kimlikleri tespit edilip eserleri teşhis edilebilen en eski bestecilerdir. Onlardan önceki bestecilerin adları bilinmez. İran müziğinde de yirminci yüzyıl öncesine aidiyeti kesin olarak tespit edilebilen bir repertuar yoktur. Eski musanniflerin adı tamamen kayıptır. Diğer bir deyişle, buralarda geleneksel müzikler bütünüyle anonimdir, istisnasız bütün eserleri “Lâedrî Efendi” bestelemiştir. Tek tek eserlerin sahipleri bilinmez, bilinemez. Ne İran “tasnif”lerinin, ne Şam, Kahire, Halep ya da Bağdat’ın meşhur “muvaşşah”larının, ne de Kuzey Afrika (Fas, Tunus, Cezayir) “nevbet”lerinin bestecileri bellidir. İsimler, kişilikler, kişisel üslûplar silinmiş, eserler anonimleşmiştir. Bestelerin hepsi “beste–yi kadîm”dir (eski beste) oralarda.
Oysa Osmanlı/Türk musıki evreninde kesinlikle böyle bir şey olmamış, tâ on altıncı yüzyıldan bu yana musıki eserleri bestecilerinin imzasını taşımaya devam ederek bugüne gelmişlerdir. O zaman da, elbette, şu soruyu sormak gerekiyor: Musıki geleneğimizi yüzyıllar boyunca komşularından ayırt eden, farklılaştıran özellikler nelerdi?
07.07.2002
Yazarımızın E-Postası: [email protected]
bazen herşeyi bildiğimi sanırım ama gerçekte ben çok az şey bilirim
önemli olan çok şey bilmekmidir yoksa azda olsa bildiğinle faydalı şeyler yapmakmıdır
kısacası bilmiyorum
kapalı kapılar ardındaki saklı dünyaları sapık mıyım ben bilmiyorum