Kaplumbağa seninle süsleseydi düşünü, Bir günde kırk tepeyi rahatlıkla aşardı. Güle konan kelebek, görseydi gülüşünü; İnan bir kaplumbağa kadar uzun yaşardı.
' sen öyle çağırdın ki bütün acemiliğin sureti oldun çölde yiten nehirler adına dumanını özleyen dağlar adına kalbi çatlayan atlar adına mahzenler kuyular küfler adına kefenler makaslar buhurlar adına sen öyle çağırdın ki
'her şey bekleyebilir sanıyorlar çocuğun büyümesi acının hafiflemesi oysa ne zaman sıkılsak akşam oluyor zamanın içinden geçiyoruz zaman içimizden geçiyor kurtlar bile beklemiyor puslu havayı kuşlar bile ağaç bile beklemiyor biz toplanmış bekliyoruz hayat evimize gelecek bir çay içimi bir konukluk süresi işte o kadar '
Ooh, gel... Ruh-i tabiat gibi malımür ü hamüş, Bu vefasız gecenin koynunda Kalalım bir ebedi saniye dalgın, bi-hüş... Kim bilir, belki de son leyle-i sevdamızdır; Bunda her lahza biraz ömr-i saadet sayılır! Ooh, bak dalgaların cezbe-i safiyyetine; Sanki bir hamle-i sevdaya açık bir sine. O kadar rakid ü sakit, o kadar müstağrak, O kadar uykuda her şey ki hemen korkulacak!
Ooh, gel gel, bu hafa-gaha beraber gidelim; Orda, sensiz geçecek günleri tazmin edelim. Bir siyah kuş gibi amade-i pervaz ü firar Bu vefasız gecenin koynunda Edelim gel, ebedi kalmak için bir ısrar... Kim bilir, belki de son lahza-i sevdamızdır; Hoş geçen her dem-i sevda ebediyyet sayılır!
VEDA GECESİ
Gel, tabiatte olan ruh gibi mahmur, suskun Bu vefasız gecenin koynunda Kalalım bir ebedi saniye dalgın, baygın... Kim bilir belki de son aşk gecemizdir bu gece; Bunda her anı biraz mutlu ömür saymalıdır. Ooh, bak dalgaların tertemiz istemlerine Sanki birden koşacak aşka açılmış kollar. Öyle durgun, o kadar sessiz, o denli dalgın, O kadar uykuda her şey ki hemen korkulacak.
Ooh, gel, gel de, bu sığ'nak yere birlikte gidip Orda, sensiz geçecek günleri tazmin edelim. Bir siyah kuş gibi hep kaçmaya fırsat arayan Bu vefasız gecenin koynunda Edelim gel, ebedi kalmak için bir ısrar... Kim bilir, belki de son anlarıdır aşkımızın; Hoş geçen her demi aşkın ebedilik sayılır.
Tam sınırdan kaçarken vurulmak nedir bilir misin? Nöbetçiler ha gördü, ha görecek Parmaklarının ucu dikenlı tellere değdi değecek... Ama... Bir adım daha atamazsın. Uzanıp tutamazsın; Göz pınarlarında donup kalır hayallerin Planların, kaçışın, kurtuluşun Ve deler sevgi dolu yüreğini Sevgi bilmeyen bir kurşun. Bir okyanus da boğulmak nedir bilir misin? Batan bır gemıye el sallayamamak, Oturup ağlayamamak, Birkaç kulaç ötedeki Bir tahta parçasını tutamamak, Nedir bilir misin? Sevmek nedir bilir misin? Bir şeyler tutuşur yüreğinde kıpır kıpır Bütün benliğini sarar, ısıtır. Her gülüşte yeniden doğarsın Ve bin kere ölürsün her iç cekişte Nasıl anlatsam bilmem ki. Yani 'sevmek' işte. Duymak nedir bilir misin? Duymak, ama anlatamamak Çemberini kıramamak kelimelerin. Tam dilinin ucuna gelmişken söyleyememek 'Seviyorum' diyememek Yani ölümü yaşamak nedir bilir misin?
``Telgrafın tellerini kurşunlamalı’’ Öyle değildi bu türkü bilirim Bir de içime -Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen- Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen Haberler bilirim mektuplar bilirim.
İçimde kaynayan bir mahşer var Bu mahşer birde annelerinin kalbinde kaynar Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde Ya da çamaşır sererken bahçelerinde Birden alıverirler kara haberini Okul dönüşü bir trafik kazasında Can veren oğullarının.
Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim Bir dolmuşta yorgun şoförler için bestelenmiş Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde Örneğin Hint Okyanusu gibi derin İsyanın kapkara sularına dalan.
Nice akşamlar bilirim ki Karanlığını Bir millet hastanesinde Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda Başını kalorifer borularına gömmüş Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiplerden Haber sormaya korkan Genç kızların yüreğinden almıştır.
Bir de baharlar bilirim Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği Anadolu bozkırlarında İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen Cesur otobüs pencerelerinden Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen.
Yazlar bilirim memleketime özgü Yiğit köy delikanlılarının İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları Birinin ölü dudaklarından sızan kan daha kurumadan Üstüne cehennem güneşlerde göğermiş mor sinekler konup kalkan Diğeri kan ter içinde yayla yollarında Mavzerinin demirini alnına dayamış Yüreği susuzluktan bunalan İçinden mahpushane çeşmeleri akan Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp Apansız silahına davranan Nice delikanlıların figüranlık yaptığı Yazlar bilirim memleketime özgü
Güzler bilirim ülkeme dair Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir Kalakalmış bir kıyıda melül ve tenha Kalbim gibi Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri Titreyen kenar mahalle çocukları Bir sıcak somun için, yalın kat bir don için Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi.
Kadınlar bilirim ülkeme ait Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak Göğüsleri Çukurova gibi münbit Dağ gibi otururlar evlerinde Limanlar gemileri nasıl beklerse Öyle beklerler erkeklerini Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.
İsyan şiirleri bilirim sonra Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden Harfler harp düzeni almıştır mısralarında Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır Kimi bir soygun sofrasında ışıklı sofralarda Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır.
Müslüman yürekler bilirim daha Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet Eller bilirim haşin hoyrat mert Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır Her kırışığı sorulacak bir hesabı Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır.
Bütün bunların üstüne Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli Adın kurtuluştur ama söylememeliyim Can kuşum, umudum, canım sevgilim...
1 Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından. 1947 2 Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, yani, beyaz masadan, bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini. Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için, diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. Diyelim ki hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın, daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla yani, duvarın ardındaki dışarıyla. Yani, nasıl ve nerede olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... 1948 3 Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamız. Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya 'Yaşadım' diyebilmen için...
Seni görmek nasip değilse bana hayatta, O zaman, izin ver, hep aklımda tutayım, hep hissedeyim Seni görebilme gücünden yoksun kaldığımı- Bir an bile unutmayayım, bu yoksunluğun acısını Düşlerimde de, uyanık saatlerimde de hep içimde taşıyayım.
Günlerim geçip giderken, çarşı pazar dağdağasıyla, bu dünyanın, Ve gün gün kazandıklarımla dolup taşarken avuçlarım ve kucağım, İzin ver, kocaman bir hiç olduğunu hissedeyim bütün kazancımın- Aklımdan çıkarmayayım hiç, Düşlerimde de, uyanık saatlerimde de Hep içimde taşıyayım acısını, boşunalığın.
Yorgun ve acı içinde otururken yol kıyısında, Tozun toprağın içine serdiğimde çulumu, partalımı İzin ver, yolculuğun asıl uzun kısmının önümde olduğunu hissedeyim hep Aklımdan çıkarmayayım hiç; Düşlerimde de, uyanık saatlerimde de İçimde taşıyayım bu uzun yol sancısını.
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır, Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor, Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini, Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim, Senden kopardım çiçeklerin en solmazını, Toprakların en bereketlisini sende sürdüm, Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için, Hava kadar lazım, Su kadar mübarek, Nimettensin,nimettensin!
Desem ki... İnan bana sevgilim inan, Evimde şenliksin, bahçemde bahar, Ve soframda en eski şarap. Ben sende yaşıyorum, Sen bende hüküm sürmektesin. Bırak ben söyleyeyim güzelliğini, Rüzgarlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber. Günlerden sonra bir gün, Şayet sesimi fark edemezsen, Rüzgarların, nehirlerin, kuşların sesinden, Bil ki ölmüşüm. Fakat yine üzülme, müsterih ol, Kabirde böceklere ezberlettim güzelliğini, Ve neden sonra Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede, Hatırla ki mahşer günüdür, Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum...
' uçsuz bucaksız gözyaşları. dünyanın tımarlanmış ruhlara teslim edildiği günlere ait. uçsuz bucaksız gözyaşları. bir nehrin bir yüzyıla benzediği zamanlardan. yaşadıklarının hepsi göçmen kuşlara bütün sevdiklerini çocukların hepsine paylaştıran bir dostumun gözlerini karartacak kadar uçsuz bucaksız gözyaşları '
(...) Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir ayrılmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrılacak yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
.Alnı özlemle dağınık, Bir akşam getirdim sana. Sar,büyüt ellerinle, Konuk et sıcaklığına.. Konuk et, Kanatları kanatılmış kuşlar getirdim sana.. Yılmaz Odabaşı
l bütün leylakları düşünmeden öldürüyorlar yeşermeden sınır dışı erguvanlar bu bahar sustum o sırlı kapılarda içimin en kadınına küfür etmeyin diyor ya inandığımız kitaplar yalandan ağıtlarla dolu ve tekin değil sokak bak; omuz omuza korkak cesetlerle tabutlar insanlar aynalardan neden bu kadar korkar neden çırılçıplak sığındığımız kahramanlar ey içinden geçtiğim gürültülü cümle söyle cellatlar ne zamana kadar acımadan susar
ll büyürken canın acıyacak dememiştin anne ellerimdeki dikenleri toplamıyor masallar açılmıyor oynadığım sahnelerde asla perde bensiz başlıyor bensiz bitiyor o sihirli rüyalar
lll susmuyorum aslında bakma bana öyle yağmursuz gün yok sanki gök’yüzümde ne kadar bağırsam da geceye ve güne sesim ulaşmıyor artık gökteki meleklere yoksa benim de mi ellerim kirlendi anne?
' lord'um, ben bir soprano değilim ama terzisiyim onun kahverengi diz kapaklarıyla kahverengi eteklerinizin boyunu alan şair olsaydım belki kırlara konuşurdum bunları size çocukluk fotoğraflarınızı gösterirdim dumanlı odalarda hayli keder ışıdığınızı '
Kırılıyor insan, sesinde sıcaklık eksik kalınca.. Hatta yoruluyor, yüreği sarmayan cümleleri yüklenip taşımaktan... Oysa ki varlığını vatanım bildiğim topraklardan şimdi sürgün yemîş gibiyim.. Yabancısıyım hanidir.. Sevmekte, gitmekte bana kalmış sanki. .... O yüzden yine bir eyvallah... Yine bir İnşirah... Ah!
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne? Benim mi Allahım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünürsünüz; Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan! Hangi resmime baksam ben değilim: Nerde o günler, o şevk, o heyecan? Bu güler yüzlü adam ben değilim Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız Hatırası bile yabancı gelir. Hayata beraber başladığımız Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; Gittikçe artıyor yalnızlığımız
Gökyüzünün başka rengi de varmış! Geç fark ettim taşın sert olduğunu. Su insanı boğar, ateş yakarmış! Her doğan günün bir dert olduğunu, İnsan bu yasa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar! Her yıl biraz daha benimsediğim. Ne donup duruyor havada kuşlar? Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim? Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.
N'eylesin olum herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak. Taht misali o musalla taşında.
Ben senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. İyisi mi, beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin... Fedakârlığımı anlıyorsun: vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin. Sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin. Ve orda beraber yaşarız külümün içinde külün, ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun bizi ordan atana kadar... Ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize, atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek. Toprağa beraber dalacağız. Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse sapında muhakkak iki çiçek açacak: biri sen biri de ben. Ben daha ölümü düşünmüyorum. Ben daha bir çocuk doğuracağım. Hayat taşıyor içimden. Kaynıyor kanım. Yaşayacağım, ama çok, pek çok, ama sen de beraber. Ama ölüm de korkutmuyor beni. Yalnız pek sevimsiz buluyorum bizim cenaze şeklini. Ben ölünceye kadar da bu düzelir herhalde. Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde? İçimden bir şey: belki diyor.
Merhaba, karanlık, eski arkadaşım Buraya tekrardan seninle konuşma için geldim Çünkü bir görüntü yavaşça emekliyor Tohumlarını bıraktı ben uyurken Ve beynime ekilmiş O görüntü Hala duruyor Sessizliğin sesi içinde
Huzursuz rüyalarda bir başıma yürüdüm Arnavut kaldırımı dar caddelerde Bir cadde ışığının halesi altında Tasmamı soğuk ve neme doğru döndürdüm Gözlerim bıçaklandığında Bir neon ışığı parlamasıyla Geceyi yaran Ve sessizliğin sesine dokunan
Ve çıplak ışık içinde gördüm On bin insanı, belki de daha fazlasını Söylemeden konuşan insanları Dinlemeden duyan insanları İnsan seslerinin asla paylaşmayacağı şarkıları yazan insanları Ve kimse cesaret etmedi Sessizliğin sesini bozmaya
'Aptallar' dedim 'bilmiyorsunuz Sessizlik bir kanser gibi yayılır' 'Duyun öğretebileceğim sözlerimi duyun Size ulaşabileceğim kollarımdan tutun' Ama sözlerim sessiz yağmur damlaları gibi düştü Ve yankılandı sessizliğin kuyularında
Ve insanlar eğilip dua ettiler Yarattıkları neon Tanrı'ya Ve işaret uyarısını öfkeyle belirtti Oluşturduğu kelimelerle Ve işaretler dedi ki: 'Peygamlerin kelimeleri Altgeçit duvarlarında Ve harabelerin salonlarında yazılı Ve fısıldanır sessizliğin sesinde'
The Sound of Silence // Şarkısının Türkçe çevirisi...
Şöyle yazdı kadın: İşe yarayacak bir şey yok sende Metruk bir yolsun sen Bir atın kuyruğuna bağlı bir sayı Soğuk bir kabir Ateşe terk edilmiş Kabuğu soyulmuş bir ağaç çölde İğnesi olmayan bir ip Çalanın ellerini kendine çeken yanan bir kapı
Güneşin selinden titreyen bir kuş Sessiz bir harf Bir güvercinin gerdanlığından yitirilen kitap Uzlette noktasını arayan yazı Bulutlarda yüzen çıplak bir dağ Bir kadının terk ettiği loş ayna Bir şarkıya ağıt Bir ipek sönmüş çınlaması
Sordum: Nereye götürecek beni kapalı kapı Bir omuz silkişiyle mi kurtulur adlar Noktasından kaçar mı virgül Veya iç çeker mi gökyüzü beynimin üzerinde.
Geri döneceğim tempoya Annemden miras aldığım sessizliğe Kendimi kurtaracağım seni görmekten Ruhumu alıkoyacağım konuşmaktan Adının Bir harfini.
Kapatın gözlerinizi Ve karanlığı seyredin. İşte böyle bir gece. Mekke’de bir gece Yorgunluk havada Gariplik suda Simsiyah bir sessizlik Uyku bile uykuda. Kâbe’nin hatîm kısmında Yanı üzre yatan biri var Yıl hüzün yılı Ebu Talib yok Yıl hüzün yılı Vefakâr eş Haticetül kübrâ yok. Kâbe’nin hatîm kısmında Yanı üzre yatan biri var Teselli arayan kalp Hüzünle çarpan kalp O’nun kalbi. Ve ayak sesleri Yıldızlar ışıldıyor. Bu ayak sesleri göklerden Yol veriyor yıldızlar. Semâdan inenler var. İzin verseydi Allah Kâinat inerdi yere Çünkü kâbe’nin hatîm kısmında yatan Sultân-ı levlâk’tır. Habîb-i zîşândır o Nur-u hüda’dır. Merhamet ufkunun nazlı güneşi Kainatın biricik çiçeğidir o. İzin verseydi allah Âlemler inerdi yere Oysa emir yalnız cebrail’e Ve yalnız cebrail iner yere Kalk ya rasulallah Semada melekler seni bekler Taif’te taşlanan yüzüne hasret Alaya alınan sözüne hasret Seni bekler melekler. Yer yüzünde vefa yok mu? Seni teselli edecek birini mi arıyor kalbin. Sevdiklerin bir bir uçuyor mu elinden? Davetini hafife mı aldılar? Üzülme ve aç gözlerini Öteler bekliyor seni Bu gece kainat adını anacak, Aç gözlerini ki alemler nazarına kanacak. Burak, senin için uçacak. Aç gözlerini ya habiballah Bu gecenin adına isra diyecek allah. Ey yedi kat sema aç kapılarını, Ve haber ver hasretle bekleyen peygamberlere Deki hazreti Adem’e; Cennetin kapısına adı yazılan İsminin hatrına af istediğin Salih oğul geliyor. Söyle İsa’ya: Kuytu köşelerde Havarilerinle Allah’a sığınırken, Bir adım ötedeymiş gibi kokusunu aldığın Ve insanlığa gelişini müjdelediğin Ahmet geliyor. Yusuf’a, İdris’e, Harun’a söyle Musa’ya deki: Vasıflarına hayran olup da Ümmetinden olmak istediğin Salih kardeş geliyor. Müjde ver İbrahim Peygamber’e: Dua dua yalvarıp Gelmesini istediğin oğul geliyor Aç kapılarını ey yedi kat sema Bu gelen Muhammed Mustafa Cebrail yol gösterir Ve yürür sultanlar sultanı Bu nasıl bir yürüyüştür. Bu nasıl bir eda? İnci inci ter mübarek alınlarında Baştan ayağa edep var Attığı her adımda. Sultanım, Cennetler gösterilirken o gece Ümmetini hayal ettin mi cennette? Cehennemin alevleri selamlarken seni, Gözyaşlarını gördü mü Cebrail? Ümmetim dedin mi? Sen unutmazsın bizi bunda kuşku yok Tahiyyat duası haber verdi bize Sen bizi hiçbir yerde Hiçbir zaman unutmadın İnşallah biz de seni unutanlardan olmayız. Allah seni unutturmasın bize. Bir söz sultanının dediği gibi Eğer günahlarımızdan dolayı girersek cehenneme Ve Allah biran olsun açarsa ufkumuzu Talaal bedru aleyna diyeceğiz. Miraç gecesi Yürüdü rasulullah Cebrail önde Bir gece yürüyüşüyle Yürüdüler… Yükseldiler. Yükseldikçe yükseldiler. Cebrail durdu birden, Ya rasulallah, benimle buraya kadar. Efendimiz niçin diye sordu Burası sidre-i münteha’dır Bir adım daha atarsam, yanarım, kavrulurum. Allah rasulu, sordular: Nasıl gidilir sidre-i münteha’da? Cibril-i emin cevap verdi: Aşkla! Aşkla gidilir ya rasulallah Aşkla gidilir ya habiballah Aşkla gidilir ya nebiyyallah Yürü sultanım yol senindir! Aşk vadisinde mühür senin. Söz senindir hal senindir. Muhabbetin adı sensin. Varlıkların tadı sensin Yürü ve selamını ilet Gözü yaşlı ümmetinin Sensiz bunca yetimin İlet selamını Ahir zamanın ahını Yüceler yücesine ilet Sultanım Sen dönerken miraçtan İlahi hediyelerle Bizim için miraç olan Beş vakit namazla, Bakara suresinin son iki ayetiyle Ve şirke düşmeyenin affedilebileceği müjdesiyle Dönerken sen miraçtan Biz ahir zamandan Ebu Bekir edasıyla bakıyoruz sana “O söylediyse doğrudur” Rasulullah söylediyse doğrudur. Ve bir ayetin sıcaklğı sarıyor Kainatin kalbini: Her türlü noksanlıktan münezzeh olan allah Kulunu geceleyin mescid-i haram’dan alıp, Kendisine bir takım ayetler gösterelim diye Etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i aksa’ya götürdü. Çünkü, işiten ve bilen odur. Şimdi açın gözlerinizi Ve mîrâc’a hazırlanın
Yagmur Herkese Yagar Günes Isitir Herkesi Mevsimler Herkes Içindir Yalniz Çig Altinda Kalan Sele Kapilan Her Zaman Birkaç Kisi
Herkes Içindir Ask Da Ayrilik Da Yalnizca Birkaç Kisi Ölür Acidan Eskiden Ölümle Tartilirdi Ayrilik Kiminin Hayati Yalnizca Unutkanliktan
Her Sey, Herkes Için Degildir Oysa Kimi Hiçbirsey Ögrenmez Karanliktan Yalnizligi Kullanmayi Bilmez Kimi Kimi Ayrilamaz Karanliktan
Yagmur Herkese Yagar Ama Çok Az Insan Tutar Yagmurun Ellerini Onca Sarki Onca Film Onca Roman Ama Sevmeye Yetmez Herkesin Kalbi
Çig Altinda Kalan Sele Kapilan Asktan Ve Acidan Ölen Birkaç Kisi Dünyayi Baska Bir Yer Yapmaya Yeter Aslinda Onlarin Hikayesidir Anlatilan Digerleri Dinler, Seyreder, Geçer Gider Geçer Gider Herkes Hikayelerdir Geriye Kalan. (Murathan Mungan)
KELEBEK
Kaplumbağa seninle süsleseydi düşünü,
Bir günde kırk tepeyi rahatlıkla aşardı.
Güle konan kelebek, görseydi gülüşünü;
İnan bir kaplumbağa kadar uzun yaşardı.
OZAN ERTAY
' sen öyle çağırdın ki
bütün acemiliğin sureti oldun
çölde yiten nehirler adına
dumanını özleyen dağlar adına
kalbi çatlayan atlar adına
mahzenler kuyular küfler adına
kefenler makaslar buhurlar adına
sen öyle çağırdın ki
yağmur yağacak '
'her şey bekleyebilir sanıyorlar
çocuğun büyümesi acının hafiflemesi
oysa ne zaman sıkılsak akşam oluyor
zamanın içinden geçiyoruz
zaman içimizden geçiyor
kurtlar bile beklemiyor puslu havayı
kuşlar bile ağaç bile beklemiyor
biz toplanmış bekliyoruz hayat evimize gelecek
bir çay içimi bir konukluk süresi işte o kadar '
Çiğdem Sezer
İnsansız adalet olmaz
Adaletsiz insan olur mu?
Olur, olmaz olur mu!
Ama, olmaz olsun
Leyl-i Veda
Ooh, gel... Ruh-i tabiat gibi malımür ü hamüş,
Bu vefasız gecenin koynunda
Kalalım bir ebedi saniye dalgın, bi-hüş...
Kim bilir, belki de son leyle-i sevdamızdır;
Bunda her lahza biraz ömr-i saadet sayılır!
Ooh, bak dalgaların cezbe-i safiyyetine;
Sanki bir hamle-i sevdaya açık bir sine.
O kadar rakid ü sakit, o kadar müstağrak,
O kadar uykuda her şey ki hemen korkulacak!
Ooh, gel gel, bu hafa-gaha beraber gidelim;
Orda, sensiz geçecek günleri tazmin edelim.
Bir siyah kuş gibi amade-i pervaz ü firar
Bu vefasız gecenin koynunda
Edelim gel, ebedi kalmak için bir ısrar...
Kim bilir, belki de son lahza-i sevdamızdır;
Hoş geçen her dem-i sevda ebediyyet sayılır!
VEDA GECESİ
Gel, tabiatte olan ruh gibi mahmur, suskun
Bu vefasız gecenin koynunda
Kalalım bir ebedi saniye dalgın, baygın...
Kim bilir belki de son aşk gecemizdir bu gece;
Bunda her anı biraz mutlu ömür saymalıdır.
Ooh, bak dalgaların tertemiz istemlerine
Sanki birden koşacak aşka açılmış kollar.
Öyle durgun, o kadar sessiz, o denli dalgın,
O kadar uykuda her şey ki hemen korkulacak.
Ooh, gel, gel de, bu sığ'nak yere birlikte gidip
Orda, sensiz geçecek günleri tazmin edelim.
Bir siyah kuş gibi hep kaçmaya fırsat arayan
Bu vefasız gecenin koynunda
Edelim gel, ebedi kalmak için bir ısrar...
Kim bilir, belki de son anlarıdır aşkımızın;
Hoş geçen her demi aşkın ebedilik sayılır.
Sadeleştiren: Ahmet Muhip Dıranas
Tam sınırdan kaçarken vurulmak nedir bilir misin?
Nöbetçiler ha gördü, ha görecek
Parmaklarının ucu dikenlı tellere değdi değecek...
Ama... Bir adım daha atamazsın.
Uzanıp tutamazsın;
Göz pınarlarında donup kalır hayallerin
Planların, kaçışın, kurtuluşun
Ve deler sevgi dolu yüreğini
Sevgi bilmeyen bir kurşun.
Bir okyanus da boğulmak nedir bilir misin?
Batan bır gemıye el sallayamamak,
Oturup ağlayamamak,
Birkaç kulaç ötedeki
Bir tahta parçasını tutamamak,
Nedir bilir misin?
Sevmek nedir bilir misin?
Bir şeyler tutuşur yüreğinde kıpır kıpır
Bütün benliğini sarar, ısıtır.
Her gülüşte yeniden doğarsın
Ve bin kere ölürsün her iç cekişte
Nasıl anlatsam bilmem ki.
Yani 'sevmek' işte.
Duymak nedir bilir misin?
Duymak, ama anlatamamak
Çemberini kıramamak kelimelerin.
Tam dilinin ucuna gelmişken söyleyememek
'Seviyorum' diyememek
Yani ölümü yaşamak nedir bilir misin?
Ümit Yaşar Oğuzcan
Sana, Bana, Vatanıma, Ülkemin İnsanlarına Dair
``Telgrafın tellerini kurşunlamalı’’
Öyle değildi bu türkü bilirim
Bir de içime
-Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen-
Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek
Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen
Haberler bilirim mektuplar bilirim.
Gamdan dağlar kurmalıyım
Kayaları kelimeler olan
Kırk ikindi saymalıyım
Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma
Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından
Baştan ayağa ıslanmalıyım
Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım.
İçimde kaynayan bir mahşer var
Bu mahşer birde annelerinin kalbinde kaynar
Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde
Ya da çamaşır sererken bahçelerinde
Birden alıverirler kara haberini
Okul dönüşü bir trafik kazasında
Can veren oğullarının.
Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim
Bir dolmuşta yorgun şoförler için bestelenmiş
Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine
Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin
Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan
Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde
Örneğin Hint Okyanusu gibi derin
İsyanın kapkara sularına dalan.
Nice akşamlar bilirim ki
Karanlığını
Bir millet hastanesinde
Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda
Başını kalorifer borularına gömmüş
Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiplerden
Haber sormaya korkan
Genç kızların yüreğinden almıştır.
Bir de baharlar bilirim
Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği
Anadolu bozkırlarında
İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru
Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen
Cesur otobüs pencerelerinden
Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen
Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında
Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının
Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken
Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen.
Yazlar bilirim memleketime özgü
Yiğit köy delikanlılarının
İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları
Birinin ölü dudaklarından sızan kan daha kurumadan
Üstüne cehennem güneşlerde göğermiş mor sinekler konup kalkan
Diğeri kan ter içinde yayla yollarında
Mavzerinin demirini alnına dayamış
Yüreği susuzluktan bunalan
İçinden mahpushane çeşmeleri akan
Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp
Apansız silahına davranan
Nice delikanlıların figüranlık yaptığı
Yazlar bilirim memleketime özgü
Güzler bilirim ülkeme dair
Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir
Kalakalmış bir kıyıda melül ve tenha
Kalbim gibi
Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri
Titreyen kenar mahalle çocukları
Bir sıcak somun için, yalın kat bir don için
Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi.
Kadınlar bilirim ülkeme ait
Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak
Göğüsleri Çukurova gibi münbit
Dağ gibi otururlar evlerinde
Limanlar gemileri nasıl beklerse
Öyle beklerler erkeklerini
Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.
İsyan şiirleri bilirim sonra
Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden
Harfler harp düzeni almıştır mısralarında
Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır
Kimi bir soygun sofrasında ışıklı sofralarda
Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır.
Müslüman yürekler bilirim daha
Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet
Eller bilirim haşin hoyrat mert
Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır
Her kırışığı sorulacak bir hesabı
Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır.
Bütün bunların üstüne
Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim
Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim
Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli
Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
Can kuşum, umudum, canım sevgilim...
Erdem BEYAZIT
Dört Mevsim
Bahar mezarına gömsünler sizi
Yapraklar gibi buluştunuzdu
Kokular gibi seviştinizdi
Bahar mezarına gömsünler sizi
Yaz mezarına gömsünler sizi
İlk kezmiş gibi buluştunuzdu
Son kezmiş gibi seviştinizdi
Yaz mezarına gömsünler sizi
Güz mezarına gömsünler sizi
Salkımlar gibi buluştunuzdu
Ağular gibi seviştinizdi
Güz mezarına gömsünler sizi
Kış mezarına gömsünler sizi
Sokaklar gibi buluştunuzdu
Çarşılar gibi seviştinizdi
Kış mezarına gömsünler sizi
Cemal SÜREYA
YAŞAMAYA DAİR
1
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
3
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
'Yaşadım' diyebilmen için...
Nazım HİKMET
Acep Bu Benim Canım
Acep bu benim canım azad ola mı Ya Rab
Yoksa yedi Tamu’da yana kala mı Ya Rab
Acep bu benim halim yer altında ahvalim
Varıp yatacak yerim akrep dola mı Ya Rab
Allah olıcak kazı bizden ola mı razı
Görüp Habibi bizi Şefi ola mı Ya Rab
Can hulkuma geldik de Azrail’i gördük de
Ya canımı aldık da asan ola mı Ya Rab
Yunus kabre vardık da Münkür-Nekir geldik de
Bana sual sordak da dilim döne mi Ya Rab
Yunus Emre
Seni görmek nasip değilse bana hayatta,
O zaman, izin ver, hep aklımda tutayım,
hep hissedeyim
Seni görebilme gücünden yoksun kaldığımı-
Bir an bile unutmayayım, bu yoksunluğun acısını
Düşlerimde de, uyanık saatlerimde de
hep içimde taşıyayım.
Günlerim geçip giderken, çarşı pazar
dağdağasıyla, bu dünyanın,
Ve gün gün kazandıklarımla dolup taşarken
avuçlarım ve kucağım,
İzin ver, kocaman bir hiç olduğunu hissedeyim
bütün kazancımın-
Aklımdan çıkarmayayım hiç,
Düşlerimde de, uyanık saatlerimde de
Hep içimde taşıyayım acısını, boşunalığın.
Yorgun ve acı içinde otururken yol kıyısında,
Tozun toprağın içine serdiğimde çulumu, partalımı
İzin ver, yolculuğun asıl uzun kısmının
önümde olduğunu hissedeyim hep
Aklımdan çıkarmayayım hiç;
Düşlerimde de, uyanık saatlerimde de
İçimde taşıyayım bu uzun yol sancısını.
Rabindranath Tagore
DESEM Kİ...
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Su kadar mübarek,
Nimettensin,nimettensin!
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar,
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgarlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi fark edemezsen,
Rüzgarların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol,
Kabirde böceklere ezberlettim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür,
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum...
CAHİT SITKI TARANCI
' uçsuz bucaksız gözyaşları.
dünyanın tımarlanmış ruhlara teslim edildiği günlere ait.
uçsuz bucaksız gözyaşları.
bir nehrin bir yüzyıla benzediği zamanlardan.
yaşadıklarının hepsi göçmen kuşlara
bütün sevdiklerini
çocukların hepsine paylaştıran bir dostumun
gözlerini karartacak kadar
uçsuz bucaksız gözyaşları '
ismet özel
(...)
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
NAZIM HİKMET RAN
.Alnı özlemle dağınık,
Bir akşam getirdim sana.
Sar,büyüt ellerinle,
Konuk et sıcaklığına..
Konuk et,
Kanatları kanatılmış kuşlar getirdim sana..
Yılmaz Odabaşı
Aynanın arkası A’raf
l
bütün leylakları düşünmeden öldürüyorlar
yeşermeden sınır dışı erguvanlar bu bahar
sustum o sırlı kapılarda içimin en kadınına
küfür etmeyin diyor ya inandığımız kitaplar
yalandan ağıtlarla dolu ve tekin değil sokak
bak; omuz omuza korkak cesetlerle tabutlar
insanlar aynalardan neden bu kadar korkar
neden çırılçıplak sığındığımız kahramanlar
ey içinden geçtiğim gürültülü cümle söyle
cellatlar ne zamana kadar acımadan susar
ll
büyürken canın acıyacak dememiştin anne
ellerimdeki dikenleri toplamıyor masallar
açılmıyor oynadığım sahnelerde asla perde
bensiz başlıyor bensiz bitiyor o sihirli rüyalar
lll
susmuyorum aslında bakma bana öyle
yağmursuz gün yok sanki gök’yüzümde
ne kadar bağırsam da geceye ve güne
sesim ulaşmıyor artık gökteki meleklere
yoksa benim de mi ellerim kirlendi anne?
Her-Cai Aşk, Arzu Eşbah (Sayfa 84)
' lord'um, ben bir soprano değilim
ama terzisiyim onun
kahverengi diz kapaklarıyla
kahverengi eteklerinizin boyunu alan
şair olsaydım belki kırlara konuşurdum bunları
size çocukluk fotoğraflarınızı gösterirdim
dumanlı odalarda hayli keder ışıdığınızı '
Şeyda Üzer
Kırılıyor insan,
sesinde sıcaklık eksik kalınca..
Hatta yoruluyor,
yüreği sarmayan cümleleri yüklenip taşımaktan...
Oysa ki varlığını vatanım bildiğim topraklardan şimdi sürgün yemîş gibiyim..
Yabancısıyım hanidir..
Sevmekte, gitmekte bana kalmış sanki.
....
O yüzden yine bir eyvallah...
Yine bir İnşirah...
Ah!
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?
Victor Hugo
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yasa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne donup duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.
N'eylesin olum herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.
Cahit Sıtkı Tarancı
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.
Cahit Sıtkı Tarancı
Ben Senden Önce Ölmek İsterim
Ben senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...
Fedakârlığımı anlıyorsun:
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak:
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım.
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
İçimden bir şey:
belki diyor.
18 Şubat 1945
Nazım Hikmet Ran // Ruhun şadolsun usta şair...
Sessizliği sesi
Merhaba, karanlık, eski arkadaşım
Buraya tekrardan seninle konuşma için geldim
Çünkü bir görüntü yavaşça emekliyor
Tohumlarını bıraktı ben uyurken
Ve beynime ekilmiş
O görüntü
Hala duruyor
Sessizliğin sesi içinde
Huzursuz rüyalarda bir başıma yürüdüm
Arnavut kaldırımı dar caddelerde
Bir cadde ışığının halesi altında
Tasmamı soğuk ve neme doğru döndürdüm
Gözlerim bıçaklandığında
Bir neon ışığı parlamasıyla
Geceyi yaran
Ve sessizliğin sesine dokunan
Ve çıplak ışık içinde gördüm
On bin insanı, belki de daha fazlasını
Söylemeden konuşan insanları
Dinlemeden duyan insanları
İnsan seslerinin asla paylaşmayacağı şarkıları yazan insanları
Ve kimse cesaret etmedi
Sessizliğin sesini bozmaya
'Aptallar' dedim 'bilmiyorsunuz
Sessizlik bir kanser gibi yayılır'
'Duyun öğretebileceğim sözlerimi duyun
Size ulaşabileceğim kollarımdan tutun'
Ama sözlerim sessiz yağmur damlaları gibi düştü
Ve yankılandı sessizliğin kuyularında
Ve insanlar eğilip dua ettiler
Yarattıkları neon Tanrı'ya
Ve işaret uyarısını öfkeyle belirtti
Oluşturduğu kelimelerle
Ve işaretler dedi ki: 'Peygamlerin kelimeleri
Altgeçit duvarlarında
Ve harabelerin salonlarında yazılı
Ve fısıldanır sessizliğin sesinde'
The Sound of Silence // Şarkısının Türkçe çevirisi...
' İçimi titreten bir sestir her gün.
Saat her çalışında tekrar eder:
Ne yaptın tarlanı, nerede hasadın?
Elin boş mu gireceksin geceye? '
C.S.Tarancı
.'Hayat kötü bir rüya olurdu,sadece pişmanlığı hatırlardım
İçtiğim su içimde kururdu ama ağırlığını taşırdım...
Sen hissedebildiğim tek şeysin
Kelimeler bitince başlarsın...'
Azra Kohen - Fi
Ben seni sevdim mi? Sevdim, kime ne
Tuttum, ta içime oturttum seni
Aldım, okşadım saçlarını, öptüm
İçtim yudum yudum güzelliğini
Ben seni sevdim mi? Sevdim elbette
Bendeydi özlemlerin en korkuncu
Çıldırırdım sen ne kadar uzaksan,
Aşk değil, hiç doymayan bir şeydi bu
Ben seni sevdim mi? Sevdim doğrusu
Sevdikçe tamamlandım, bütünlendim
Biri vardı ağlayan gecelerce
Biri vardı sana tutkun; o bendim
Ben seni sevdim mi? Sevdim en büyük
En solmayan güller açtı içimde
Ömrümü değerli kılan bir şeydin
Sen benim bozbulanık gençliğimde
Ben seni sevdim mi? Sevdim, öyle ya
Bir çizgiye vardım seninle beraber
Ve bir gün orada yitirdim seni
Ben seni sevdim mi? Sevdim, ya sen beni
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
BİR ŞARKIYA AĞIT
Şöyle yazdı kadın:
İşe yarayacak bir şey yok sende
Metruk bir yolsun sen
Bir atın kuyruğuna bağlı bir sayı
Soğuk bir kabir
Ateşe terk edilmiş
Kabuğu soyulmuş bir ağaç çölde
İğnesi olmayan bir ip
Çalanın ellerini kendine çeken yanan bir kapı
Güneşin selinden titreyen bir kuş
Sessiz bir harf
Bir güvercinin gerdanlığından yitirilen kitap
Uzlette noktasını arayan yazı
Bulutlarda yüzen çıplak bir dağ
Bir kadının terk ettiği loş ayna
Bir şarkıya ağıt
Bir ipek sönmüş çınlaması
Sordum:
Nereye götürecek beni kapalı kapı
Bir omuz silkişiyle mi kurtulur adlar
Noktasından kaçar mı virgül
Veya iç çeker mi gökyüzü beynimin üzerinde.
Geri döneceğim tempoya
Annemden miras aldığım sessizliğe
Kendimi kurtaracağım seni görmekten
Ruhumu alıkoyacağım konuşmaktan
Adının
Bir harfini.
Ahmed eş-Şehavi
MİRAÇ...
Kapatın gözlerinizi
Ve karanlığı seyredin.
İşte böyle bir gece.
Mekke’de bir gece
Yorgunluk havada
Gariplik suda
Simsiyah bir sessizlik
Uyku bile uykuda.
Kâbe’nin hatîm kısmında
Yanı üzre yatan biri var
Yıl hüzün yılı
Ebu Talib yok
Yıl hüzün yılı
Vefakâr eş
Haticetül kübrâ yok.
Kâbe’nin hatîm kısmında
Yanı üzre yatan biri var
Teselli arayan kalp
Hüzünle çarpan kalp
O’nun kalbi.
Ve ayak sesleri
Yıldızlar ışıldıyor.
Bu ayak sesleri göklerden
Yol veriyor yıldızlar.
Semâdan inenler var.
İzin verseydi Allah
Kâinat inerdi yere
Çünkü kâbe’nin hatîm kısmında yatan
Sultân-ı levlâk’tır.
Habîb-i zîşândır o
Nur-u hüda’dır.
Merhamet ufkunun nazlı güneşi
Kainatın biricik çiçeğidir o.
İzin verseydi allah
Âlemler inerdi yere
Oysa emir yalnız cebrail’e
Ve yalnız cebrail iner yere
Kalk ya rasulallah
Semada melekler seni bekler
Taif’te taşlanan yüzüne hasret
Alaya alınan sözüne hasret
Seni bekler melekler.
Yer yüzünde vefa yok mu?
Seni teselli edecek birini mi arıyor kalbin.
Sevdiklerin bir bir uçuyor mu elinden?
Davetini hafife mı aldılar?
Üzülme ve aç gözlerini
Öteler bekliyor seni
Bu gece kainat adını anacak,
Aç gözlerini ki alemler nazarına kanacak.
Burak, senin için uçacak.
Aç gözlerini ya habiballah
Bu gecenin adına isra diyecek allah.
Ey yedi kat sema aç kapılarını,
Ve haber ver hasretle bekleyen peygamberlere
Deki hazreti Adem’e;
Cennetin kapısına adı yazılan
İsminin hatrına af istediğin
Salih oğul geliyor.
Söyle İsa’ya:
Kuytu köşelerde
Havarilerinle Allah’a sığınırken,
Bir adım ötedeymiş gibi kokusunu aldığın
Ve insanlığa gelişini müjdelediğin
Ahmet geliyor.
Yusuf’a, İdris’e, Harun’a söyle
Musa’ya deki:
Vasıflarına hayran olup da
Ümmetinden olmak istediğin
Salih kardeş geliyor.
Müjde ver İbrahim Peygamber’e:
Dua dua yalvarıp
Gelmesini istediğin oğul geliyor
Aç kapılarını ey yedi kat sema
Bu gelen Muhammed Mustafa
Cebrail yol gösterir
Ve yürür sultanlar sultanı
Bu nasıl bir yürüyüştür.
Bu nasıl bir eda?
İnci inci ter mübarek alınlarında
Baştan ayağa edep var
Attığı her adımda.
Sultanım,
Cennetler gösterilirken o gece
Ümmetini hayal ettin mi cennette?
Cehennemin alevleri selamlarken seni,
Gözyaşlarını gördü mü Cebrail?
Ümmetim dedin mi?
Sen unutmazsın bizi bunda kuşku yok
Tahiyyat duası haber verdi bize
Sen bizi hiçbir yerde
Hiçbir zaman unutmadın
İnşallah biz de seni unutanlardan olmayız.
Allah seni unutturmasın bize.
Bir söz sultanının dediği gibi
Eğer günahlarımızdan dolayı girersek cehenneme
Ve Allah biran olsun açarsa ufkumuzu
Talaal bedru aleyna diyeceğiz.
Miraç gecesi
Yürüdü rasulullah
Cebrail önde
Bir gece yürüyüşüyle
Yürüdüler… Yükseldiler.
Yükseldikçe yükseldiler.
Cebrail durdu birden,
Ya rasulallah, benimle buraya kadar.
Efendimiz niçin diye sordu
Burası sidre-i münteha’dır
Bir adım daha atarsam, yanarım, kavrulurum.
Allah rasulu, sordular:
Nasıl gidilir sidre-i münteha’da?
Cibril-i emin cevap verdi:
Aşkla!
Aşkla gidilir ya rasulallah
Aşkla gidilir ya habiballah
Aşkla gidilir ya nebiyyallah
Yürü sultanım yol senindir!
Aşk vadisinde mühür senin.
Söz senindir hal senindir.
Muhabbetin adı sensin.
Varlıkların tadı sensin
Yürü ve selamını ilet
Gözü yaşlı ümmetinin
Sensiz bunca yetimin
İlet selamını
Ahir zamanın ahını
Yüceler yücesine ilet
Sultanım
Sen dönerken miraçtan
İlahi hediyelerle
Bizim için miraç olan
Beş vakit namazla,
Bakara suresinin son iki ayetiyle
Ve şirke düşmeyenin affedilebileceği müjdesiyle
Dönerken sen miraçtan
Biz ahir zamandan
Ebu Bekir edasıyla bakıyoruz sana
“O söylediyse doğrudur”
Rasulullah söylediyse doğrudur.
Ve bir ayetin sıcaklğı sarıyor
Kainatin kalbini:
Her türlü noksanlıktan münezzeh olan allah
Kulunu geceleyin mescid-i haram’dan alıp,
Kendisine bir takım ayetler gösterelim diye
Etrafını mübarek kıldığımız
Mescid-i aksa’ya götürdü.
Çünkü, işiten ve bilen odur.
Şimdi açın gözlerinizi
Ve mîrâc’a hazırlanın
Dursun Ali Erzincanlı
HERKES VE BIRKAÇ KISI
Yagmur Herkese Yagar
Günes Isitir Herkesi
Mevsimler Herkes Içindir
Yalniz Çig Altinda Kalan
Sele Kapilan Her Zaman Birkaç Kisi
Herkes Içindir Ask Da Ayrilik Da
Yalnizca Birkaç Kisi Ölür Acidan
Eskiden Ölümle Tartilirdi Ayrilik
Kiminin Hayati Yalnizca Unutkanliktan
Her Sey, Herkes Için Degildir Oysa
Kimi Hiçbirsey Ögrenmez Karanliktan
Yalnizligi Kullanmayi Bilmez Kimi
Kimi Ayrilamaz Karanliktan
Yagmur Herkese Yagar
Ama Çok Az Insan Tutar Yagmurun Ellerini
Onca Sarki Onca Film Onca Roman
Ama Sevmeye Yetmez Herkesin Kalbi
Çig Altinda Kalan Sele Kapilan
Asktan Ve Acidan Ölen
Birkaç Kisi Dünyayi Baska Bir Yer Yapmaya Yeter
Aslinda Onlarin Hikayesidir Anlatilan
Digerleri Dinler, Seyreder, Geçer Gider
Geçer Gider Herkes
Hikayelerdir Geriye Kalan.
(Murathan Mungan)
Tez elden değişse de dünyamız,
Bulutlar gibi,
Her olgunlaşan
Düşer en eskinin kucağına.
Bu dur durak bilmez değişmede,
Daha öteye daha özgüre,
Süregider eski şarkın,
Tanrı'nın çalgısı ile.
Bilinmedi çekilenler,
Kavranılmadı sevgiler,
Ölümün bizden alıp götürdüklerinden
Arta kalan yalnızca şarkısıdır.
Rilke