Kültür Sanat Edebiyat Şiir

başucu şiirleri sizce ne demek, başucu şiirleri size neyi çağrıştırıyor?

başucu şiirleri terimi Duadar Tolichona tarafından tarihinde eklendi

  • Nesrin Aydınöz
    Nesrin Aydınöz

    KELEBEK

    Kaplumbağa seninle süsleseydi düşünü,
    Bir günde kırk tepeyi rahatlıkla aşardı.
    Güle konan kelebek, görseydi gülüşünü;
    İnan bir kaplumbağa kadar uzun yaşardı.

    OZAN ERTAY

  • Mine Kul
    Mine Kul

    ' sen öyle çağırdın ki
    bütün acemiliğin sureti oldun
    çölde yiten nehirler adına
    dumanını özleyen dağlar adına
    kalbi çatlayan atlar adına
    mahzenler kuyular küfler adına
    kefenler makaslar buhurlar adına
    sen öyle çağırdın ki

    yağmur yağacak '

  • Mine Kul
    Mine Kul

    'her şey bekleyebilir sanıyorlar
    çocuğun büyümesi acının hafiflemesi
    oysa ne zaman sıkılsak akşam oluyor
    zamanın içinden geçiyoruz
    zaman içimizden geçiyor
    kurtlar bile beklemiyor puslu havayı
    kuşlar bile ağaç bile beklemiyor
    biz toplanmış bekliyoruz hayat evimize gelecek
    bir çay içimi bir konukluk süresi işte o kadar '

    Çiğdem Sezer

  • Ece Xxx
    Ece Xxx

    İnsansız adalet olmaz
    Adaletsiz insan olur mu?
    Olur, olmaz olur mu!
    Ama, olmaz olsun

  • İki Baharın Valsi
    İki Baharın Valsi

    Leyl-i Veda

    Ooh, gel... Ruh-i tabiat gibi malımür ü hamüş,
    Bu vefasız gecenin koynunda
    Kalalım bir ebedi saniye dalgın, bi-hüş...
    Kim bilir, belki de son leyle-i sevdamızdır;
    Bunda her lahza biraz ömr-i saadet sayılır!
    Ooh, bak dalgaların cezbe-i safiyyetine;
    Sanki bir hamle-i sevdaya açık bir sine.
    O kadar rakid ü sakit, o kadar müstağrak,
    O kadar uykuda her şey ki hemen korkulacak!

    Ooh, gel gel, bu hafa-gaha beraber gidelim;
    Orda, sensiz geçecek günleri tazmin edelim.
    Bir siyah kuş gibi amade-i pervaz ü firar
    Bu vefasız gecenin koynunda
    Edelim gel, ebedi kalmak için bir ısrar...
    Kim bilir, belki de son lahza-i sevdamızdır;
    Hoş geçen her dem-i sevda ebediyyet sayılır!



    VEDA GECESİ

    Gel, tabiatte olan ruh gibi mahmur, suskun
    Bu vefasız gecenin koynunda
    Kalalım bir ebedi saniye dalgın, baygın...
    Kim bilir belki de son aşk gecemizdir bu gece;
    Bunda her anı biraz mutlu ömür saymalıdır.
    Ooh, bak dalgaların tertemiz istemlerine
    Sanki birden koşacak aşka açılmış kollar.
    Öyle durgun, o kadar sessiz, o denli dalgın,
    O kadar uykuda her şey ki hemen korkulacak.

    Ooh, gel, gel de, bu sığ'nak yere birlikte gidip
    Orda, sensiz geçecek günleri tazmin edelim.
    Bir siyah kuş gibi hep kaçmaya fırsat arayan
    Bu vefasız gecenin koynunda
    Edelim gel, ebedi kalmak için bir ısrar...
    Kim bilir, belki de son anlarıdır aşkımızın;
    Hoş geçen her demi aşkın ebedilik sayılır.

    Sadeleştiren: Ahmet Muhip Dıranas

  • Zümra Yıldız
    Zümra Yıldız

    Tam sınırdan kaçarken vurulmak nedir bilir misin?
    Nöbetçiler ha gördü, ha görecek
    Parmaklarının ucu dikenlı tellere değdi değecek...
    Ama... Bir adım daha atamazsın.
    Uzanıp tutamazsın;
    Göz pınarlarında donup kalır hayallerin
    Planların, kaçışın, kurtuluşun
    Ve deler sevgi dolu yüreğini
    Sevgi bilmeyen bir kurşun.
    Bir okyanus da boğulmak nedir bilir misin?
    Batan bır gemıye el sallayamamak,
    Oturup ağlayamamak,
    Birkaç kulaç ötedeki
    Bir tahta parçasını tutamamak,
    Nedir bilir misin?
    Sevmek nedir bilir misin?
    Bir şeyler tutuşur yüreğinde kıpır kıpır
    Bütün benliğini sarar, ısıtır.
    Her gülüşte yeniden doğarsın
    Ve bin kere ölürsün her iç cekişte
    Nasıl anlatsam bilmem ki.
    Yani 'sevmek' işte.
    Duymak nedir bilir misin?
    Duymak, ama anlatamamak
    Çemberini kıramamak kelimelerin.
    Tam dilinin ucuna gelmişken söyleyememek
    'Seviyorum' diyememek
    Yani ölümü yaşamak nedir bilir misin?

    Ümit Yaşar Oğuzcan

  • Yakup Erdem
    Yakup Erdem

    Sana, Bana, Vatanıma, Ülkemin İnsanlarına Dair

    ``Telgrafın tellerini kurşunlamalı’’
    Öyle değildi bu türkü bilirim
    Bir de içime
    -Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen-
    Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek
    Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen
    Haberler bilirim mektuplar bilirim.

    Gamdan dağlar kurmalıyım
    Kayaları kelimeler olan
    Kırk ikindi saymalıyım
    Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma
    Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından
    Baştan ayağa ıslanmalıyım
    Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım.

    İçimde kaynayan bir mahşer var
    Bu mahşer birde annelerinin kalbinde kaynar
    Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde
    Ya da çamaşır sererken bahçelerinde
    Birden alıverirler kara haberini
    Okul dönüşü bir trafik kazasında
    Can veren oğullarının.

    Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim
    Bir dolmuşta yorgun şoförler için bestelenmiş
    Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine
    Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin
    Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan
    Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde
    Örneğin Hint Okyanusu gibi derin
    İsyanın kapkara sularına dalan.

    Nice akşamlar bilirim ki
    Karanlığını
    Bir millet hastanesinde
    Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda
    Başını kalorifer borularına gömmüş
    Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiplerden
    Haber sormaya korkan
    Genç kızların yüreğinden almıştır.

    Bir de baharlar bilirim
    Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği
    Anadolu bozkırlarında
    İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru
    Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen
    Cesur otobüs pencerelerinden
    Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen
    Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında
    Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının
    Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken
    Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen.

    Yazlar bilirim memleketime özgü
    Yiğit köy delikanlılarının
    İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları
    Birinin ölü dudaklarından sızan kan daha kurumadan
    Üstüne cehennem güneşlerde göğermiş mor sinekler konup kalkan
    Diğeri kan ter içinde yayla yollarında
    Mavzerinin demirini alnına dayamış
    Yüreği susuzluktan bunalan
    İçinden mahpushane çeşmeleri akan
    Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp
    Apansız silahına davranan
    Nice delikanlıların figüranlık yaptığı
    Yazlar bilirim memleketime özgü

    Güzler bilirim ülkeme dair
    Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir
    Kalakalmış bir kıyıda melül ve tenha
    Kalbim gibi
    Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri
    Titreyen kenar mahalle çocukları
    Bir sıcak somun için, yalın kat bir don için
    Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi.

    Kadınlar bilirim ülkeme ait
    Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak
    Göğüsleri Çukurova gibi münbit
    Dağ gibi otururlar evlerinde
    Limanlar gemileri nasıl beklerse
    Öyle beklerler erkeklerini
    Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.

    İsyan şiirleri bilirim sonra
    Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden
    Harfler harp düzeni almıştır mısralarında
    Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır
    Kimi bir soygun sofrasında ışıklı sofralarda
    Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır.

    Müslüman yürekler bilirim daha
    Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet
    Eller bilirim haşin hoyrat mert
    Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır
    Her kırışığı sorulacak bir hesabı
    Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır.

    Bütün bunların üstüne
    Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim
    Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim
    Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli
    Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
    Can kuşum, umudum, canım sevgilim...

    Erdem BEYAZIT

  • İki Baharın Valsi
    İki Baharın Valsi

    Dört Mevsim

    Bahar mezarına gömsünler sizi
    Yapraklar gibi buluştunuzdu
    Kokular gibi seviştinizdi
    Bahar mezarına gömsünler sizi

    Yaz mezarına gömsünler sizi
    İlk kezmiş gibi buluştunuzdu
    Son kezmiş gibi seviştinizdi
    Yaz mezarına gömsünler sizi

    Güz mezarına gömsünler sizi
    Salkımlar gibi buluştunuzdu
    Ağular gibi seviştinizdi
    Güz mezarına gömsünler sizi

    Kış mezarına gömsünler sizi
    Sokaklar gibi buluştunuzdu
    Çarşılar gibi seviştinizdi
    Kış mezarına gömsünler sizi

    Cemal SÜREYA

  • İki Baharın Valsi
    İki Baharın Valsi

    YAŞAMAYA DAİR

    1
    Yaşamak şakaya gelmez,
    büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
    bir sincap gibi mesela,
    yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
    yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
    Yaşamayı ciddiye alacaksın,
    yani o derecede, öylesine ki,
    mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
    yahut kocaman gözlüklerin,
    beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
    insanlar için ölebileceksin,
    hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
    hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
    hem de en güzel en gerçek şeyin
    yaşamak olduğunu bildiğin halde.
    Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
    yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
    hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
    ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
    yaşamak yanı ağır bastığından.
    1947
    2
    Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
    yani, beyaz masadan,
    bir daha kalkmamak ihtimali de var.
    Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
    biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
    hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
    yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
    en son ajans haberlerini.
    Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
    diyelim ki, cephedeyiz.
    Daha orda ilk hücumda, daha o gün
    yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
    Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
    fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
    belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
    Diyelim ki hapisteyiz,
    yaşımız da elliye yakın,
    daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
    Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
    insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
    yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
    Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
    hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
    1948
    3
    Bu dünya soğuyacak,
    yıldızların arasında bir yıldız,
    hem de en ufacıklarından,
    mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
    yani bu koskocaman dünyamız.
    Bu dünya soğuyacak günün birinde,
    hatta bir buz yığını
    yahut ölü bir bulut gibi de değil,
    boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
    zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
    Şimdiden çekilecek acısı bunun,
    duyulacak mahzunluğu şimdiden.
    Böylesine sevilecek bu dünya
    'Yaşadım' diyebilmen için...

    Nazım HİKMET

  • İki Baharın Valsi
    İki Baharın Valsi

    Acep Bu Benim Canım

    Acep bu benim canım azad ola mı Ya Rab
    Yoksa yedi Tamu’da yana kala mı Ya Rab

    Acep bu benim halim yer altında ahvalim
    Varıp yatacak yerim akrep dola mı Ya Rab

    Allah olıcak kazı bizden ola mı razı
    Görüp Habibi bizi Şefi ola mı Ya Rab

    Can hulkuma geldik de Azrail’i gördük de
    Ya canımı aldık da asan ola mı Ya Rab

    Yunus kabre vardık da Münkür-Nekir geldik de
    Bana sual sordak da dilim döne mi Ya Rab

    Yunus Emre

  • Mine Kul
    Mine Kul

    Seni görmek nasip değilse bana hayatta,
    O zaman, izin ver, hep aklımda tutayım,
    hep hissedeyim
    Seni görebilme gücünden yoksun kaldığımı-
    Bir an bile unutmayayım, bu yoksunluğun acısını
    Düşlerimde de, uyanık saatlerimde de
    hep içimde taşıyayım.

    Günlerim geçip giderken, çarşı pazar
    dağdağasıyla, bu dünyanın,
    Ve gün gün kazandıklarımla dolup taşarken
    avuçlarım ve kucağım,
    İzin ver, kocaman bir hiç olduğunu hissedeyim
    bütün kazancımın-
    Aklımdan çıkarmayayım hiç,
    Düşlerimde de, uyanık saatlerimde de
    Hep içimde taşıyayım acısını, boşunalığın.

    Yorgun ve acı içinde otururken yol kıyısında,
    Tozun toprağın içine serdiğimde çulumu, partalımı
    İzin ver, yolculuğun asıl uzun kısmının
    önümde olduğunu hissedeyim hep
    Aklımdan çıkarmayayım hiç;
    Düşlerimde de, uyanık saatlerimde de
    İçimde taşıyayım bu uzun yol sancısını.

    Rabindranath Tagore

  • Mine Kul
    Mine Kul

    DESEM Kİ...

    Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
    Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor,
    Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
    Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
    Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
    Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
    Sende tattım yemişlerin cümlesini.

    Desem ki sen benim için,
    Hava kadar lazım,
    Su kadar mübarek,
    Nimettensin,nimettensin!

    Desem ki...
    İnan bana sevgilim inan,
    Evimde şenliksin, bahçemde bahar,
    Ve soframda en eski şarap.
    Ben sende yaşıyorum,
    Sen bende hüküm sürmektesin.
    Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
    Rüzgarlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
    Günlerden sonra bir gün,
    Şayet sesimi fark edemezsen,
    Rüzgarların, nehirlerin, kuşların sesinden,
    Bil ki ölmüşüm.
    Fakat yine üzülme, müsterih ol,
    Kabirde böceklere ezberlettim güzelliğini,
    Ve neden sonra
    Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
    Hatırla ki mahşer günüdür,
    Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum...

    CAHİT SITKI TARANCI

  • Mine Kul
    Mine Kul

    ' uçsuz bucaksız gözyaşları.
    dünyanın tımarlanmış ruhlara teslim edildiği günlere ait.
    uçsuz bucaksız gözyaşları.
    bir nehrin bir yüzyıla benzediği zamanlardan.
    yaşadıklarının hepsi göçmen kuşlara
    bütün sevdiklerini
    çocukların hepsine paylaştıran bir dostumun
    gözlerini karartacak kadar
    uçsuz bucaksız gözyaşları '

    ismet özel

  • Hikmet Nazım
    Hikmet Nazım

    (...)
    Seversin dünyayı doludizgin
    ama o bunun farkında değildir
    ayrılmak istemezsin dünyadan
    ama o senden ayrılacak
    yani sen elmayı seviyorsun diye
    elmanın da seni sevmesi şart mı?
    Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
    yahut hiç sevmeseydi
    Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

    Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
    hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

    NAZIM HİKMET RAN

  • Mine Kul
    Mine Kul

    .Alnı özlemle dağınık,
    Bir akşam getirdim sana.
    Sar,büyüt ellerinle,
    Konuk et sıcaklığına..
    Konuk et,
    Kanatları kanatılmış kuşlar getirdim sana..
    Yılmaz Odabaşı

  • Mine Kul
    Mine Kul

    Aynanın arkası A’raf

    l
    bütün leylakları düşünmeden öldürüyorlar
    yeşermeden sınır dışı erguvanlar bu bahar
    sustum o sırlı kapılarda içimin en kadınına
    küfür etmeyin diyor ya inandığımız kitaplar
    yalandan ağıtlarla dolu ve tekin değil sokak
    bak; omuz omuza korkak cesetlerle tabutlar
    insanlar aynalardan neden bu kadar korkar
    neden çırılçıplak sığındığımız kahramanlar
    ey içinden geçtiğim gürültülü cümle söyle
    cellatlar ne zamana kadar acımadan susar

    ll
    büyürken canın acıyacak dememiştin anne
    ellerimdeki dikenleri toplamıyor masallar
    açılmıyor oynadığım sahnelerde asla perde
    bensiz başlıyor bensiz bitiyor o sihirli rüyalar

    lll
    susmuyorum aslında bakma bana öyle
    yağmursuz gün yok sanki gök’yüzümde
    ne kadar bağırsam da geceye ve güne
    sesim ulaşmıyor artık gökteki meleklere
    yoksa benim de mi ellerim kirlendi anne?

    Her-Cai Aşk, Arzu Eşbah (Sayfa 84)

  • Mine Kul
    Mine Kul

    ' lord'um, ben bir soprano değilim
    ama terzisiyim onun
    kahverengi diz kapaklarıyla
    kahverengi eteklerinizin boyunu alan
    şair olsaydım belki kırlara konuşurdum bunları
    size çocukluk fotoğraflarınızı gösterirdim
    dumanlı odalarda hayli keder ışıdığınızı '

    Şeyda Üzer

  • Mine Kul
    Mine Kul

    Kırılıyor insan,
    sesinde sıcaklık eksik kalınca..
    Hatta yoruluyor,
    yüreği sarmayan cümleleri yüklenip taşımaktan...
    Oysa ki varlığını vatanım bildiğim topraklardan şimdi sürgün yemîş gibiyim..
    Yabancısıyım hanidir..
    Sevmekte, gitmekte bana kalmış sanki.
    ....
    O yüzden yine bir eyvallah...
    Yine bir İnşirah...
    Ah!

  • Mona Roza
    Mona Roza

    Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
    Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
    Sevmek için güzele mi bakmalı?
    Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
    Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
    Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
    Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
    Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
    Solması için gülü dalından mı koparmalı?
    Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
    Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
    Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?

    Victor Hugo

  • Mona Roza
    Mona Roza

    Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
    Dante gibi ortasındayız ömrün.
    Delikanlı çağımızdaki cevher
    Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
    Gözünün yaşına bakmadan gider.

    Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
    Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
    Ya gözler altındaki mor halkalar?
    Neden böyle düşman görünürsünüz;
    Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

    Zamanla nasıl değişiyor insan!
    Hangi resmime baksam ben değilim:
    Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
    Bu güler yüzlü adam ben değilim
    Yalandır kaygısız olduğum yalan.

    Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız
    Hatırası bile yabancı gelir.
    Hayata beraber başladığımız
    Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
    Gittikçe artıyor yalnızlığımız

    Gökyüzünün başka rengi de varmış!
    Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
    Su insanı boğar, ateş yakarmış!
    Her doğan günün bir dert olduğunu,
    İnsan bu yasa gelince anlarmış.

    Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
    Her yıl biraz daha benimsediğim.
    Ne donup duruyor havada kuşlar?
    Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
    Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.

    N'eylesin olum herkesin başında.
    Uyudun uyanamadın olacak
    Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
    Bir namazlık saltanatın olacak.
    Taht misali o musalla taşında.

    Cahit Sıtkı Tarancı

  • Zümra Yıldız
    Zümra Yıldız

    Memleket isterim
    Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
    Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

    Memleket isterim
    Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
    Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

    Memleket isterim
    Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
    Kış günü herkesin evi barkı olsun.

    Memleket isterim
    Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
    Olursa bir şikayet ölümden olsun.

    Cahit Sıtkı Tarancı

  • Mine Kul
    Mine Kul

    Ben Senden Önce Ölmek İsterim

    Ben senden önce ölmek isterim.
    Gidenin arkasından gelen
    gideni bulacak mı zannediyorsun?
    Ben zannetmiyorum bunu.
    İyisi mi, beni yaktırırsın,
    odanda ocağın üstüne korsun
    içinde bir kavanozun.
    Kavanoz camdan olsun,
    şeffaf, beyaz camdan olsun
    ki içinde beni görebilesin...
    Fedakârlığımı anlıyorsun:
    vazgeçtim toprak olmaktan,
    vazgeçtim çiçek olmaktan
    senin yanında kalabilmek için.
    Ve toz oluyorum
    yaşıyorum yanında senin.
    Sonra, sen de ölünce
    kavanozuma gelirsin.
    Ve orda beraber yaşarız
    külümün içinde külün,
    ta ki bir savruk gelin
    yahut vefasız bir torun
    bizi ordan atana kadar...
    Ama biz
    o zamana kadar
    o kadar
    karışacağız
    ki birbirimize,
    atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
    yan yana düşecek.
    Toprağa beraber dalacağız.
    Ve bir gün yabani bir çiçek
    bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
    sapında muhakkak
    iki çiçek açacak:
    biri sen
    biri de ben.
    Ben
    daha ölümü düşünmüyorum.
    Ben daha bir çocuk doğuracağım.
    Hayat taşıyor içimden.
    Kaynıyor kanım.
    Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
    ama sen de beraber.
    Ama ölüm de korkutmuyor beni.
    Yalnız pek sevimsiz buluyorum
    bizim cenaze şeklini.
    Ben ölünceye kadar da
    bu düzelir herhalde.
    Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
    İçimden bir şey:
    belki diyor.

    18 Şubat 1945


    Nazım Hikmet Ran // Ruhun şadolsun usta şair...

  • Mine Kul
    Mine Kul

    Sessizliği sesi

    Merhaba, karanlık, eski arkadaşım
    Buraya tekrardan seninle konuşma için geldim
    Çünkü bir görüntü yavaşça emekliyor
    Tohumlarını bıraktı ben uyurken
    Ve beynime ekilmiş
    O görüntü
    Hala duruyor
    Sessizliğin sesi içinde

    Huzursuz rüyalarda bir başıma yürüdüm
    Arnavut kaldırımı dar caddelerde
    Bir cadde ışığının halesi altında
    Tasmamı soğuk ve neme doğru döndürdüm
    Gözlerim bıçaklandığında
    Bir neon ışığı parlamasıyla
    Geceyi yaran
    Ve sessizliğin sesine dokunan

    Ve çıplak ışık içinde gördüm
    On bin insanı, belki de daha fazlasını
    Söylemeden konuşan insanları
    Dinlemeden duyan insanları
    İnsan seslerinin asla paylaşmayacağı şarkıları yazan insanları
    Ve kimse cesaret etmedi
    Sessizliğin sesini bozmaya

    'Aptallar' dedim 'bilmiyorsunuz
    Sessizlik bir kanser gibi yayılır'
    'Duyun öğretebileceğim sözlerimi duyun
    Size ulaşabileceğim kollarımdan tutun'
    Ama sözlerim sessiz yağmur damlaları gibi düştü
    Ve yankılandı sessizliğin kuyularında

    Ve insanlar eğilip dua ettiler
    Yarattıkları neon Tanrı'ya
    Ve işaret uyarısını öfkeyle belirtti
    Oluşturduğu kelimelerle
    Ve işaretler dedi ki: 'Peygamlerin kelimeleri
    Altgeçit duvarlarında
    Ve harabelerin salonlarında yazılı
    Ve fısıldanır sessizliğin sesinde'

    The Sound of Silence // Şarkısının Türkçe çevirisi...

  • Mine Kul
    Mine Kul

    ' İçimi titreten bir sestir her gün.
    Saat her çalışında tekrar eder:
    Ne yaptın tarlanı, nerede hasadın?
    Elin boş mu gireceksin geceye? '

    C.S.Tarancı

  • Mine Kul
    Mine Kul

    .'Hayat kötü bir rüya olurdu,sadece pişmanlığı hatırlardım
    İçtiğim su içimde kururdu ama ağırlığını taşırdım...

    Sen hissedebildiğim tek şeysin
    Kelimeler bitince başlarsın...'

    Azra Kohen - Fi

  • Zümra Yıldız
    Zümra Yıldız

    Ben seni sevdim mi? Sevdim, kime ne
    Tuttum, ta içime oturttum seni
    Aldım, okşadım saçlarını, öptüm
    İçtim yudum yudum güzelliğini

    Ben seni sevdim mi? Sevdim elbette
    Bendeydi özlemlerin en korkuncu
    Çıldırırdım sen ne kadar uzaksan,
    Aşk değil, hiç doymayan bir şeydi bu

    Ben seni sevdim mi? Sevdim doğrusu
    Sevdikçe tamamlandım, bütünlendim
    Biri vardı ağlayan gecelerce
    Biri vardı sana tutkun; o bendim

    Ben seni sevdim mi? Sevdim en büyük
    En solmayan güller açtı içimde
    Ömrümü değerli kılan bir şeydin
    Sen benim bozbulanık gençliğimde

    Ben seni sevdim mi? Sevdim, öyle ya
    Bir çizgiye vardım seninle beraber
    Ve bir gün orada yitirdim seni
    Ben seni sevdim mi? Sevdim, ya sen beni

    ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

  • Mine Kul
    Mine Kul

    BİR ŞARKIYA AĞIT

    Şöyle yazdı kadın:
    İşe yarayacak bir şey yok sende
    Metruk bir yolsun sen
    Bir atın kuyruğuna bağlı bir sayı
    Soğuk bir kabir
    Ateşe terk edilmiş
    Kabuğu soyulmuş bir ağaç çölde
    İğnesi olmayan bir ip
    Çalanın ellerini kendine çeken yanan bir kapı

    Güneşin selinden titreyen bir kuş
    Sessiz bir harf
    Bir güvercinin gerdanlığından yitirilen kitap
    Uzlette noktasını arayan yazı
    Bulutlarda yüzen çıplak bir dağ
    Bir kadının terk ettiği loş ayna
    Bir şarkıya ağıt
    Bir ipek sönmüş çınlaması

    Sordum:
    Nereye götürecek beni kapalı kapı
    Bir omuz silkişiyle mi kurtulur adlar
    Noktasından kaçar mı virgül
    Veya iç çeker mi gökyüzü beynimin üzerinde.

    Geri döneceğim tempoya
    Annemden miras aldığım sessizliğe
    Kendimi kurtaracağım seni görmekten
    Ruhumu alıkoyacağım konuşmaktan
    Adının
    Bir harfini.

    Ahmed eş-Şehavi

  • Mine Kul
    Mine Kul

    MİRAÇ...

    Kapatın gözlerinizi
    Ve karanlığı seyredin.
    İşte böyle bir gece.
    Mekke’de bir gece
    Yorgunluk havada
    Gariplik suda
    Simsiyah bir sessizlik
    Uyku bile uykuda.
    Kâbe’nin hatîm kısmında
    Yanı üzre yatan biri var
    Yıl hüzün yılı
    Ebu Talib yok
    Yıl hüzün yılı
    Vefakâr eş
    Haticetül kübrâ yok.
    Kâbe’nin hatîm kısmında
    Yanı üzre yatan biri var
    Teselli arayan kalp
    Hüzünle çarpan kalp
    O’nun kalbi.
    Ve ayak sesleri
    Yıldızlar ışıldıyor.
    Bu ayak sesleri göklerden
    Yol veriyor yıldızlar.
    Semâdan inenler var.
    İzin verseydi Allah
    Kâinat inerdi yere
    Çünkü kâbe’nin hatîm kısmında yatan
    Sultân-ı levlâk’tır.
    Habîb-i zîşândır o
    Nur-u hüda’dır.
    Merhamet ufkunun nazlı güneşi
    Kainatın biricik çiçeğidir o.
    İzin verseydi allah
    Âlemler inerdi yere
    Oysa emir yalnız cebrail’e
    Ve yalnız cebrail iner yere
    Kalk ya rasulallah
    Semada melekler seni bekler
    Taif’te taşlanan yüzüne hasret
    Alaya alınan sözüne hasret
    Seni bekler melekler.
    Yer yüzünde vefa yok mu?
    Seni teselli edecek birini mi arıyor kalbin.
    Sevdiklerin bir bir uçuyor mu elinden?
    Davetini hafife mı aldılar?
    Üzülme ve aç gözlerini
    Öteler bekliyor seni
    Bu gece kainat adını anacak,
    Aç gözlerini ki alemler nazarına kanacak.
    Burak, senin için uçacak.
    Aç gözlerini ya habiballah
    Bu gecenin adına isra diyecek allah.
    Ey yedi kat sema aç kapılarını,
    Ve haber ver hasretle bekleyen peygamberlere
    Deki hazreti Adem’e;
    Cennetin kapısına adı yazılan
    İsminin hatrına af istediğin
    Salih oğul geliyor.
    Söyle İsa’ya:
    Kuytu köşelerde
    Havarilerinle Allah’a sığınırken,
    Bir adım ötedeymiş gibi kokusunu aldığın
    Ve insanlığa gelişini müjdelediğin
    Ahmet geliyor.
    Yusuf’a, İdris’e, Harun’a söyle
    Musa’ya deki:
    Vasıflarına hayran olup da
    Ümmetinden olmak istediğin
    Salih kardeş geliyor.
    Müjde ver İbrahim Peygamber’e:
    Dua dua yalvarıp
    Gelmesini istediğin oğul geliyor
    Aç kapılarını ey yedi kat sema
    Bu gelen Muhammed Mustafa
    Cebrail yol gösterir
    Ve yürür sultanlar sultanı
    Bu nasıl bir yürüyüştür.
    Bu nasıl bir eda?
    İnci inci ter mübarek alınlarında
    Baştan ayağa edep var
    Attığı her adımda.
    Sultanım,
    Cennetler gösterilirken o gece
    Ümmetini hayal ettin mi cennette?
    Cehennemin alevleri selamlarken seni,
    Gözyaşlarını gördü mü Cebrail?
    Ümmetim dedin mi?
    Sen unutmazsın bizi bunda kuşku yok
    Tahiyyat duası haber verdi bize
    Sen bizi hiçbir yerde
    Hiçbir zaman unutmadın
    İnşallah biz de seni unutanlardan olmayız.
    Allah seni unutturmasın bize.
    Bir söz sultanının dediği gibi
    Eğer günahlarımızdan dolayı girersek cehenneme
    Ve Allah biran olsun açarsa ufkumuzu
    Talaal bedru aleyna diyeceğiz.
    Miraç gecesi
    Yürüdü rasulullah
    Cebrail önde
    Bir gece yürüyüşüyle
    Yürüdüler… Yükseldiler.
    Yükseldikçe yükseldiler.
    Cebrail durdu birden,
    Ya rasulallah, benimle buraya kadar.
    Efendimiz niçin diye sordu
    Burası sidre-i münteha’dır
    Bir adım daha atarsam, yanarım, kavrulurum.
    Allah rasulu, sordular:
    Nasıl gidilir sidre-i münteha’da?
    Cibril-i emin cevap verdi:
    Aşkla!
    Aşkla gidilir ya rasulallah
    Aşkla gidilir ya habiballah
    Aşkla gidilir ya nebiyyallah
    Yürü sultanım yol senindir!
    Aşk vadisinde mühür senin.
    Söz senindir hal senindir.
    Muhabbetin adı sensin.
    Varlıkların tadı sensin
    Yürü ve selamını ilet
    Gözü yaşlı ümmetinin
    Sensiz bunca yetimin
    İlet selamını
    Ahir zamanın ahını
    Yüceler yücesine ilet
    Sultanım
    Sen dönerken miraçtan
    İlahi hediyelerle
    Bizim için miraç olan
    Beş vakit namazla,
    Bakara suresinin son iki ayetiyle
    Ve şirke düşmeyenin affedilebileceği müjdesiyle
    Dönerken sen miraçtan
    Biz ahir zamandan
    Ebu Bekir edasıyla bakıyoruz sana
    “O söylediyse doğrudur”
    Rasulullah söylediyse doğrudur.
    Ve bir ayetin sıcaklğı sarıyor
    Kainatin kalbini:
    Her türlü noksanlıktan münezzeh olan allah
    Kulunu geceleyin mescid-i haram’dan alıp,
    Kendisine bir takım ayetler gösterelim diye
    Etrafını mübarek kıldığımız
    Mescid-i aksa’ya götürdü.
    Çünkü, işiten ve bilen odur.
    Şimdi açın gözlerinizi
    Ve mîrâc’a hazırlanın


    Dursun Ali Erzincanlı

  • Alis Harika
    Alis Harika


    HERKES VE BIRKAÇ KISI

    Yagmur Herkese Yagar
    Günes Isitir Herkesi
    Mevsimler Herkes Içindir
    Yalniz Çig Altinda Kalan
    Sele Kapilan Her Zaman Birkaç Kisi

    Herkes Içindir Ask Da Ayrilik Da
    Yalnizca Birkaç Kisi Ölür Acidan
    Eskiden Ölümle Tartilirdi Ayrilik
    Kiminin Hayati Yalnizca Unutkanliktan

    Her Sey, Herkes Için Degildir Oysa
    Kimi Hiçbirsey Ögrenmez Karanliktan
    Yalnizligi Kullanmayi Bilmez Kimi
    Kimi Ayrilamaz Karanliktan

    Yagmur Herkese Yagar
    Ama Çok Az Insan Tutar Yagmurun Ellerini
    Onca Sarki Onca Film Onca Roman
    Ama Sevmeye Yetmez Herkesin Kalbi

    Çig Altinda Kalan Sele Kapilan
    Asktan Ve Acidan Ölen
    Birkaç Kisi Dünyayi Baska Bir Yer Yapmaya Yeter
    Aslinda Onlarin Hikayesidir Anlatilan
    Digerleri Dinler, Seyreder, Geçer Gider
    Geçer Gider Herkes
    Hikayelerdir Geriye Kalan.
    (Murathan Mungan)

  • Mine Kul
    Mine Kul

    Tez elden değişse de dünyamız,
    Bulutlar gibi,
    Her olgunlaşan
    Düşer en eskinin kucağına.

    Bu dur durak bilmez değişmede,
    Daha öteye daha özgüre,
    Süregider eski şarkın,
    Tanrı'nın çalgısı ile.

    Bilinmedi çekilenler,
    Kavranılmadı sevgiler,
    Ölümün bizden alıp götürdüklerinden
    Arta kalan yalnızca şarkısıdır.

    Rilke