Yurdundan koparılmış gözleri sürmeli yaralı bir ceylân gibi Suat'ı alıp götürdüler. Gönlüm öyle kırık ki! Gönlüm, azat nedir bilmeyen bir köle örneği ezgin. Tan vakti Suat göçtü buralardan. O ne mağrur bakışlardı Rabbim ve ne müstağni. Suat ki boyu altın ölçüde; önden bakılınca zarif nahif, incecik belli, tombul görünüşlü arkadansa, arka çizgileri bile belli. Gülerken dişlerinde kar yağar gibi bir kış aydınlığı, Öyle beyaz, onları şarapla yıkıyorlar durmadan sanki. Vâdi açık. Kuşluktur. Çakıllarda kuş sesli serin sular. Kuzey yelleriyle serin sular gibi saf ve ışıklı Suat'ın ağzındaki. Süpürürse rüzgâr nasıl üstündeki bulutları, nasıl yıkarsa pırıl pırıl geceleri yağmur tepeleri Ağzındaki su o yağmur suyu Suat'ın. dişleri o beyaz kum tepeleri. Soylulukta en soylu, cömertlikte bir eşi yok bir sevgili iken Suat, Ne kendi sözünde durdu, ne de dinledi beni. Suat bu, işi gücü bana oyun, naz, vefasızlık, söz verip dönmek. Benim kaderim böyle, Onun aşk felsefesi. Bulut bir zavallıdır Onun yanında biçimden biçime girmekte, Renkten renge girmekte yaya kalır bukalemun, gulyabani. Sen ne aptalsın ki yahu sandın Suat durur sözünde. Kalburda su durursa, Suat da durur sözünde tabii. Suat'tan söz aldım diye böbürlenip durmak ha! Hayaller kurdun, umutlandın! Ama umutlar uçucu, aldatıcıdır rüyalar gibi. Suat'ın vuslat. sözleri geçse yeridir atlatışlar tarihine. Bir söz istedin mi kendinden, hemen kesilir meşhur yalancı Urkub'un teki. Böyle arkandan atıp tutuyorum ya Suat, elbet ayrılık acısından. Onun için affet beni, sen yine de sev beni. Suat şimdi mutlaka öyle bir yerdedir ki, vakit de akşam; Saf kan ve yörük dişi develerdir ancak develerin oraya götüreni. Evet, ta ötelerde konaklıyan Suat oymağını tutmak için Yüreğe korku veren. dağ gibi rüzgâr tempolu hecin develer gerekli. Öyle deve gerek ki, terlerse ırmak aksın kulağının ardından, Uçsuz bucaksız çöl yollarını seve seve tepmeli... Bir deve ki. bakışı iki hançer ufuklara saplanan. Eşi gitmiş; yabani bir aksığın gibi öyle uçsun ki, o dursun, altından kaysın ateş çölü ve ateş tepeleri. Gerdanı sağlam. ayakları yer sarsan vücudu kıvrım kıvrım ve ölçülü biçili. Soy sopça en arık damızlık develerden haydi haydi ileri. Böğrü enli, boynu uzun ve kalın; çehresi geniş. Bir erkek deveyi andırmalı tıpkı; Suat'ı tutar o zaman belki. Derisi daha parlak olmalı kabuğundan deniz kaplumbağasının. Ve ondan daha sağlam. kızgın güneş altında aç azgın keneler bile onu örseleyememeli. İlk bakışta dağ gibi korku vermeli görünüşü bakana: Boyu yüksek mi yüksek, çevik mi çevik ayakları, tertemiz şeceresi. Gürbüz, etine dolgun. bakımdan öyle semizlemiş.olmalı ki, Oyluklarından tırmanan salkım salkım keneler derinin cilâsından kayıp kayıp düşmeli. Yürürken baldırından, et fırlasın etinden, iki ön bacağı ok gibi Çıksın dolgun göğsünden. serbest atılışlı çalım çalım üstüne bir yaban merkebi örneği. gözlerle gerdan arası, başın yular takılan yeri. Sert ve katı olmalı bileği taşı gibi. Ve upuzun kuyruğu ipek tüylü, sarksın memelerin üstünden. Öyle dokunmalı ki memelerin ucunu ürkütmemeli. Kapkara iki mızrak bacakları, rüzgâr gibi uçmalı Şüpheye düşmelisin ayakları yere değdi mi, değmedi mi. Yumru burnundan, kulağından, beyzi çehresinden bu türlü develeri. Tanır derhal deveden anlayan yekta bir bilirkişi. Ayakları demirdenmişcesine çakılları fırlatır iki yana. Deri mahfaza bile takmaksızın aşar kayalıkları bu eşsiz develer ki. Çalışkan bir işçi gibi terler coştukça, terledikçe coşar... Aşar kuşlar gibi serap derelerini, sahra tepelerini, ateş çöllerini... Kertenkelenin güneşte yanan sırtı sıcaktan külde pişmiş ekmeğe Döndüğü günler bile kimse durduramaz koşmaktan şu bizim deveyi. Bir sıcaklık ki, a yolcular dinlenin! der kervan sahibi -Ve taş altına gizlenir siyah çekirgeler, o sabır ateşleri. Ama bizim meşhur devemiz gün ortasında koşusunu bitirmez, Başlamıştır yolculuğa sanki daha yeni. Sıcak artar, değişir yürüyüşü; sıcak arttıkça değişir. Ve ön ayaklarının Çırpınışlı hızlanışı andırır ölmüş çocuğuna göğüs döven bir anneyi ve ona bakıp (anıp kendi ölmüş yavrularını da) hıçkıran yırtınan öbür anneleri. Evet o yürüyüş, o ayak çırpınışları göğsünü paralayan yaşlı bir annenin çırpınışları. Akla elveda diyen bir annenin, alır almaz ilk yavrusunun kara haberini. Göğsü kan içinde kalan. üstü başı yırtılmış, Saçları darma dağın çılgın bir annenin haberini. Söz taşıyıp öç alan iki yüzlü şiir ve kabile düşmanlarım: 'Ey Ebi Sülma'nın oğlu sen mahvoldun.' dediler. Suat'ın derdi bana yetmezmiş gibi. 'Ey Ebi Sülma'nın oğlu sen kendini ölmüş bil.' Ben de koştum güvendiğim dostlara: Kime başvurdumsa ama: 'Biz yokuz bu işte, var git kendin bak başının çaresine' demezler mi? Ben de onlara dedim: 'Gidin gidin beni yalnız bırakın, Neye hükmetmişse o olur, hükmeden o Allah ki. Yaşamak dediğiniz nedir bin yıl yaşasa bile Eninde sonunda insanoğlu o kanbur tahta kutuya girmiyecek. Binmiyecek mi? Heber geldi: 'peygamber. seni öyle bir cezaya çarpacak ki! ' Siz bilirsiniz. hey zavallılar! İşte onun kapısındayım, yüreğimde sonsuz bağışlanma ümidi. Ondan özür dilemeye geldim, af istemeğe geldim; Çünkü O sırrını bilendir, kabul edicisidir mazeretlerin. O affedenlerin en affedicisi. İçi hidayet öğütü en yüce gerçekler dolu Kur'anı Sana armağan eden Allah için ver bana bir savunma mühleti. Bakma ve zaten bakmazsın sözlerine beni kıskananların. Senin hükmün onlara değil, hakka ayarlı ve ben de bir parça suçluyum belki. Ama senin makamındayım şimdi. Fillerin bile titrediği makamda. Bir makam ki, titrerdi bir fil benim gördüklerimi görse. işitse işittiklerimi Burada beni ancak Allah buyruğuna bağlı Peygamber affı kurtarır: Ben de onun öç ve adalet eline uzatıyorum işte sağ elimi. Beni ancak o kurtarabilir burda. Yalnız O. Şimdi söz yalnız Onun. Ama O 'Sen suçlusun, cezanı çekeceksin' dese önünde eğik bulur boynumu adaletin heybeti. En heybetli manzara bu olur benim için. Çünkü Asserde, İç içe açılan sonsuz aslan yataklarının en içindeki Muhteşem yurdunda hüküm süren aslanlar başbuğudur O. Bir arslan ki. erkenden ava çıkar, yavrularının besini insanoğlu, insan eti. Bir arslan ki, savaş alanında kendi düşmanı dengi Bırakmadan çarpışmayı, haram sayar kendine savaşı terketmeyi. Heybetinden kısılır sesleri yırtıcı çöl arslanlarının, Arslanlar arasında bile o dağıtır adaleti. Parçalandı silâhları ve elbiseleri, kurda kuşa yem oldu Bu vâdide kendi gücüne bileğine güvenen nice kişi. Şüphe yok ki, Peygamber, en keskin bir kılıçtır kılıçlarından Allahın. Sonsuz bir kurtuluşa, nura ve hidayete alıp götüren bizi. Ve arkadaşları O'nun, Mekke vâdisinde İslâmı kabul eden Kureyşin en ileri gelenleri... Cömertlikte ve yiğitlikte hiç birinin yok dengi. İlk gûnler, göçmek gerekliydi, hemen göçtüler,. zerre tereddüt etmeden. Bırakarak yurtlarını, tüten ocaklarını, mal ve mülklerini. Yerlerinde kalanlar çarpışamıyacak güçte olanlardı. Onlar da, müdafaasız ve silâhsız, çepçevre küfürle çevrili, bugünü hazırlamış beklemişlerdi. Evet, bunlar, başları dimdik gezen yiğit üstü yiğit, Davuda mahsus demir gömlektir zırh diye giydikleri. Zırhları pırıl pırıl ve upuzun. Çelikten büklümleri öyle ki, Birbirine geçip kaynaşmış bir ayrıkotunun halkaları gibi. Mızrakları düşmanı devirse yere, gurur nedir bilmezler, Yenilirlerse bilmezler nedir umut kesmek, yok ya yenildikleri! Ak soy develer gibidir gidişleri. korunmaları da saldırış. Vurulunca göğüslerinden vurulurlar. Onlar ürkmez, onlardan ürker dev dalgalı ölüm denizi.
Kab bin Zuhayr
Ingilizce olarak bir kısmı:
al-Burda ('Mantle Ode) : Qasidat Banat Su`ad
Su`ad is gone, and today my heart is love-sick, in thrall to her, unrequited, bound with chains; And Su`ad, when she came forth in the morn of the departure, was but a gazelle with bright black downcast eyes. When she smiles, she lays bare a shining row of side-teeth that seems to have been bathed once and twice in (fragrant) wine - Wine mixed with pure cold water from a pebbly hollow where the north-wind blows, in a bend of the valley, it brims over the white-framed torrents fed by showers gusting from a cloud of morn.
Oh, what a rare mistress were she, if only she were true to her promise and would harken good advice! But hers is a love in whose blood are mingled paining and lying and faithlessness and inconstancy. She is not stable in her affection - even as jinn change the hues of their garments - And she does not hold to her promised word anymore than a sieve holds water. Let not the wishes she inspired and the promises she made beguile thee; lo, these wishes and dreams are a delusion. The promises of `Urqub* were a parable to her, and his promises were not but lies. I desire and hope that she would become a friend; and (yet I) do not think that she would bestow such a blessing on us.
Gerçekten rumuzu kadar derin bir kişiliğe sahip. O'nu esas Cemil Meriç ile anmak çok daha güzel olur ama Cemil Meriç başlığına yazılan seviyesiz yazılara üzülüp çoğu yazısını nedir bölümünden çekmişti.
Hakkında yazacağım çok şey var ama, rumuzu olan Banet Suat başlığının anlamını fazla kapatılmasını istemediğinden kısa tutmak gerekirse; antoloji.com'da çok bilgili üyeler var, umarım değerlerini bilip daha çok tohum atılacak verimli bir tarla gibi nediri güzelleştirip önlerini açarız.
Banet Suat nedir? Banet Suat rumuzlu kardeşimizi tanıyana kadar pek sormamıştım bu soruyu. Bu konuyla ilgili bir kaç yerde bir şeyler okumuştum ama tam olarak bilmediğimden rumuzun sahibiyle sohbetlerimiz de sordum, ve bana açıklayacı bir e-mail ile anlattı. Artık Peygamberimiz'in pek bilinmeyen yoksa bilinmek istenilmeyen bir tarafımı diyeyim, en iyisi şu e-mail'i size aktarayım:
'''Banet Suat''' Hz. Peygamber döneminde yazılmış bir aşk şiiri..üstelik sahibini ölüm cezasından kurtarmış bir şiir..bu kadarını pek çoğumuz tahmin bile edemez..şiirin ilk mısrası, şairin Suat adlı sevgilisinden bahseder..'Suat bu gün benden ayrıldı.. gönlüm öylesine üzgünki..onun peşinde kurtulması imkansız, ayağı bukağlı bir köle gibi..' Şairi Kab bin Züheyr, bu gün pek çok dindar geçinenin okuyamıyacağı bu şiiri Hz. Peygambere, üstelik mescitte okumuştur..
Kısaca olay şu şekilde cereyan etmiştir. Kab bin Zühyr, şair bir babanın genlerini taşıyan güçlü bir şair..yalnız talihsizdir çünkü Hz. Peygamberin karşı safında yer alır ve Hz. Peygamberi, İslamı küçük düşüren pek çok şiir söyler. Mekke'nin fethi sırasında genel af ilan edildiği halde üç beş istisnadan birisi de Kab'tır. Bulunduğu yerde öldürülsün diye verilir hakkındaki ferman.. Kab kaçar uzaklara gider.. gider ama gitmesine insan içindeki gerçekten nereye ve ne zamana kadar kaçabilir?
Araya aracı koyup Hz. Peygamberden af dilemek ister. Ama nedense kimse aracı olmaya yanaşmaz. En sonunda her aşık gibi o da, kelleyi koltuğa alıp sonucu ne olursa olsun derdini anlatmaya karar verir... ve kılık değiştirip Medine'ye geri gelir.. bir sabah namazı vakti, namazdan sonra öne çıkar ve derki; bir bedevi size şiir okumak istiyor kabul edermisiniz ey Allah'ın Rasülü der.. (hayatında hiç bir şeye 'hayır' dememiş büyük insan buna mı olmaz diyecektir? asla!) buyrun der.. ve Kab içindeki hüznü damla damla döker.. her damla biraz daha yumşatır yüce Nebiyi.. yüce elçi şiiri sonuna kadar dinler ve sen O'musun? der. Kab, 'evet' Allah'ın elçisi değince; mükafaat olarak sırtındaki hırkayı çıkarır ve önüne atar.. şairin hayatı bağışlanmıştır. Aşkın ve şiirin gücü öfkeyi sevgiye dönüştürmüştür.. işte o gün bu gün Suat'ın ayrılığına dayanamayan aşıklar, bekleyenler Hz.Peygambere dert yanar ve önlerine serilecek o güzel hırkanın hayaliyle uykuya dalarlar..
Düşünce ve ruh dünyasının sınırları, TDK ile sınırlı olmayanların ruyası...
Kaside-i Bürde
Yurdundan koparılmış gözleri sürmeli yaralı bir ceylân gibi
Suat'ı alıp götürdüler. Gönlüm öyle kırık ki!
Gönlüm, azat nedir bilmeyen bir köle örneği ezgin.
Tan vakti Suat göçtü buralardan. O ne mağrur bakışlardı Rabbim
ve ne müstağni.
Suat ki boyu altın ölçüde; önden bakılınca zarif nahif, incecik belli,
tombul görünüşlü arkadansa, arka çizgileri bile belli.
Gülerken dişlerinde kar yağar gibi bir kış aydınlığı,
Öyle beyaz, onları şarapla yıkıyorlar durmadan sanki.
Vâdi açık. Kuşluktur. Çakıllarda kuş sesli serin sular.
Kuzey yelleriyle serin sular gibi saf ve ışıklı Suat'ın ağzındaki.
Süpürürse rüzgâr nasıl üstündeki bulutları, nasıl yıkarsa pırıl pırıl
geceleri yağmur tepeleri
Ağzındaki su o yağmur suyu Suat'ın. dişleri o beyaz kum tepeleri.
Soylulukta en soylu, cömertlikte bir eşi yok bir sevgili iken Suat,
Ne kendi sözünde durdu, ne de dinledi beni.
Suat bu, işi gücü bana oyun, naz, vefasızlık, söz verip dönmek.
Benim kaderim böyle, Onun aşk felsefesi.
Bulut bir zavallıdır Onun yanında biçimden biçime girmekte,
Renkten renge girmekte yaya kalır bukalemun, gulyabani.
Sen ne aptalsın ki yahu sandın Suat durur sözünde.
Kalburda su durursa, Suat da durur sözünde tabii.
Suat'tan söz aldım diye böbürlenip durmak ha!
Hayaller kurdun, umutlandın! Ama umutlar uçucu, aldatıcıdır
rüyalar gibi.
Suat'ın vuslat. sözleri geçse yeridir atlatışlar tarihine.
Bir söz istedin mi kendinden, hemen kesilir meşhur yalancı
Urkub'un teki.
Böyle arkandan atıp tutuyorum ya Suat, elbet ayrılık acısından.
Onun için affet beni, sen yine de sev beni.
Suat şimdi mutlaka öyle bir yerdedir ki, vakit de akşam;
Saf kan ve yörük dişi develerdir ancak develerin oraya götüreni.
Evet, ta ötelerde konaklıyan Suat oymağını tutmak için
Yüreğe korku veren. dağ gibi rüzgâr tempolu hecin develer gerekli.
Öyle deve gerek ki, terlerse ırmak aksın kulağının ardından,
Uçsuz bucaksız çöl yollarını seve seve tepmeli...
Bir deve ki. bakışı iki hançer ufuklara saplanan.
Eşi gitmiş; yabani bir aksığın gibi öyle uçsun ki, o dursun, altından
kaysın ateş çölü ve ateş tepeleri.
Gerdanı sağlam. ayakları yer sarsan vücudu kıvrım kıvrım ve
ölçülü biçili.
Soy sopça en arık damızlık develerden haydi haydi ileri.
Böğrü enli, boynu uzun ve kalın; çehresi geniş.
Bir erkek deveyi andırmalı tıpkı; Suat'ı tutar o zaman belki.
Derisi daha parlak olmalı kabuğundan deniz kaplumbağasının.
Ve ondan daha sağlam. kızgın güneş altında aç azgın keneler bile
onu örseleyememeli.
İlk bakışta dağ gibi korku vermeli görünüşü bakana:
Boyu yüksek mi yüksek, çevik mi çevik ayakları, tertemiz şeceresi.
Gürbüz, etine dolgun. bakımdan öyle semizlemiş.olmalı ki,
Oyluklarından tırmanan salkım salkım keneler derinin cilâsından
kayıp kayıp düşmeli.
Yürürken baldırından, et fırlasın etinden, iki ön bacağı ok gibi
Çıksın dolgun göğsünden. serbest atılışlı çalım çalım üstüne bir
yaban merkebi örneği.
gözlerle gerdan arası, başın yular takılan yeri.
Sert ve katı olmalı bileği taşı gibi.
Ve upuzun kuyruğu ipek tüylü, sarksın memelerin üstünden.
Öyle dokunmalı ki memelerin ucunu ürkütmemeli.
Kapkara iki mızrak bacakları, rüzgâr gibi uçmalı
Şüpheye düşmelisin ayakları yere değdi mi, değmedi mi.
Yumru burnundan, kulağından, beyzi çehresinden bu türlü develeri.
Tanır derhal deveden anlayan yekta bir bilirkişi.
Ayakları demirdenmişcesine çakılları fırlatır iki yana.
Deri mahfaza bile takmaksızın aşar kayalıkları bu eşsiz develer ki.
Çalışkan bir işçi gibi terler coştukça, terledikçe coşar...
Aşar kuşlar gibi serap derelerini, sahra tepelerini, ateş
çöllerini...
Kertenkelenin güneşte yanan sırtı sıcaktan külde pişmiş ekmeğe
Döndüğü günler bile kimse durduramaz koşmaktan şu bizim deveyi.
Bir sıcaklık ki, a yolcular dinlenin! der kervan sahibi
-Ve taş altına gizlenir siyah çekirgeler, o sabır ateşleri.
Ama bizim meşhur devemiz gün ortasında koşusunu bitirmez,
Başlamıştır yolculuğa sanki daha yeni.
Sıcak artar, değişir yürüyüşü; sıcak arttıkça değişir. Ve ön
ayaklarının
Çırpınışlı hızlanışı andırır ölmüş çocuğuna göğüs döven bir anneyi
ve ona bakıp (anıp kendi ölmüş yavrularını
da) hıçkıran yırtınan öbür anneleri.
Evet o yürüyüş, o ayak çırpınışları göğsünü paralayan yaşlı bir
annenin çırpınışları.
Akla elveda diyen bir annenin, alır almaz ilk yavrusunun kara
haberini.
Göğsü kan içinde kalan. üstü başı yırtılmış,
Saçları darma dağın çılgın bir annenin haberini.
Söz taşıyıp öç alan iki yüzlü şiir ve kabile düşmanlarım:
'Ey Ebi Sülma'nın oğlu sen mahvoldun.' dediler. Suat'ın derdi
bana yetmezmiş gibi.
'Ey Ebi Sülma'nın oğlu sen kendini ölmüş bil.' Ben de koştum
güvendiğim dostlara:
Kime başvurdumsa ama: 'Biz yokuz bu işte, var git kendin bak
başının çaresine' demezler mi?
Ben de onlara dedim: 'Gidin gidin beni yalnız bırakın,
Neye hükmetmişse o olur, hükmeden o Allah ki.
Yaşamak dediğiniz nedir bin yıl yaşasa bile
Eninde sonunda insanoğlu o kanbur tahta kutuya girmiyecek.
Binmiyecek mi?
Heber geldi: 'peygamber. seni öyle bir cezaya çarpacak ki! '
Siz bilirsiniz. hey zavallılar! İşte onun kapısındayım, yüreğimde
sonsuz bağışlanma ümidi.
Ondan özür dilemeye geldim, af istemeğe geldim;
Çünkü O sırrını bilendir, kabul edicisidir mazeretlerin.
O affedenlerin en affedicisi.
İçi hidayet öğütü en yüce gerçekler dolu Kur'anı
Sana armağan eden Allah için ver bana bir savunma mühleti.
Bakma ve zaten bakmazsın sözlerine beni kıskananların.
Senin hükmün onlara değil, hakka ayarlı ve ben de bir parça
suçluyum belki.
Ama senin makamındayım şimdi. Fillerin bile titrediği makamda.
Bir makam ki, titrerdi bir fil benim gördüklerimi görse. işitse
işittiklerimi
Burada beni ancak Allah buyruğuna bağlı Peygamber affı
kurtarır:
Ben de onun öç ve adalet eline uzatıyorum işte sağ elimi.
Beni ancak o kurtarabilir burda. Yalnız O. Şimdi söz yalnız Onun.
Ama O 'Sen suçlusun, cezanı çekeceksin' dese önünde eğik
bulur boynumu adaletin heybeti.
En heybetli manzara bu olur benim için. Çünkü Asserde,
İç içe açılan sonsuz aslan yataklarının en içindeki
Muhteşem yurdunda hüküm süren aslanlar başbuğudur O.
Bir arslan ki. erkenden ava çıkar, yavrularının besini insanoğlu,
insan eti.
Bir arslan ki, savaş alanında kendi düşmanı dengi
Bırakmadan çarpışmayı, haram sayar kendine savaşı terketmeyi.
Heybetinden kısılır sesleri yırtıcı çöl arslanlarının,
Arslanlar arasında bile o dağıtır adaleti.
Parçalandı silâhları ve elbiseleri, kurda kuşa yem oldu
Bu vâdide kendi gücüne bileğine güvenen nice kişi.
Şüphe yok ki, Peygamber, en keskin bir kılıçtır kılıçlarından
Allahın.
Sonsuz bir kurtuluşa, nura ve hidayete alıp götüren bizi.
Ve arkadaşları O'nun, Mekke vâdisinde İslâmı kabul eden
Kureyşin en ileri gelenleri... Cömertlikte ve yiğitlikte hiç birinin
yok dengi.
İlk gûnler, göçmek gerekliydi, hemen göçtüler,. zerre tereddüt
etmeden.
Bırakarak yurtlarını, tüten ocaklarını, mal ve mülklerini.
Yerlerinde kalanlar çarpışamıyacak güçte olanlardı.
Onlar da, müdafaasız ve silâhsız, çepçevre küfürle çevrili, bugünü
hazırlamış beklemişlerdi.
Evet, bunlar, başları dimdik gezen yiğit üstü yiğit,
Davuda mahsus demir gömlektir zırh diye giydikleri.
Zırhları pırıl pırıl ve upuzun. Çelikten büklümleri öyle ki,
Birbirine geçip kaynaşmış bir ayrıkotunun halkaları gibi.
Mızrakları düşmanı devirse yere, gurur nedir bilmezler,
Yenilirlerse bilmezler nedir umut kesmek, yok ya yenildikleri!
Ak soy develer gibidir gidişleri. korunmaları da saldırış.
Vurulunca göğüslerinden vurulurlar. Onlar ürkmez, onlardan
ürker dev dalgalı ölüm denizi.
Kab bin Zuhayr
Ingilizce olarak bir kısmı:
al-Burda ('Mantle Ode) : Qasidat Banat Su`ad
Su`ad is gone, and today my heart is love-sick, in thrall to
her, unrequited, bound with chains;
And Su`ad, when she came forth in the morn of the departure,
was but a gazelle with bright black downcast eyes.
When she smiles, she lays bare a shining row of side-teeth
that seems to have been bathed once and twice in
(fragrant) wine -
Wine mixed with pure cold water from a pebbly hollow
where the north-wind blows, in a bend of the valley,
it brims over the white-framed torrents fed by showers
gusting from a cloud of morn.
Oh, what a rare mistress were she, if only she were true to
her promise and would harken good advice!
But hers is a love in whose blood are mingled paining and
lying and faithlessness and inconstancy.
She is not stable in her affection - even as jinn change the
hues of their garments -
And she does not hold to her promised word anymore
than a sieve holds water.
Let not the wishes she inspired and the promises she made
beguile thee; lo, these wishes and dreams are a delusion.
The promises of `Urqub* were a parable to her, and his
promises were not but lies.
I desire and hope that she would become a friend; and
(yet I) do not think that she would bestow such a
blessing on us.
Ka'b Ibn Zuhayr
(Ka'b bin Zuhyr - Kab ibn Zuhair)
...BANET SUATI
BilMEK COK GUZELDi
COK GUZEL...
Gerçekten rumuzu kadar derin bir kişiliğe sahip. O'nu esas Cemil Meriç ile anmak çok daha güzel olur ama Cemil Meriç başlığına yazılan seviyesiz yazılara üzülüp çoğu yazısını nedir bölümünden çekmişti.
Hakkında yazacağım çok şey var ama, rumuzu olan Banet Suat başlığının anlamını fazla kapatılmasını istemediğinden kısa tutmak gerekirse; antoloji.com'da çok bilgili üyeler var, umarım değerlerini bilip daha çok tohum atılacak verimli bir tarla gibi nediri güzelleştirip önlerini açarız.
Banet Suat nedir? Banet Suat rumuzlu kardeşimizi tanıyana kadar pek sormamıştım bu soruyu. Bu konuyla ilgili bir kaç yerde bir şeyler okumuştum ama tam olarak bilmediğimden rumuzun sahibiyle sohbetlerimiz de sordum, ve bana açıklayacı bir e-mail ile anlattı. Artık Peygamberimiz'in pek bilinmeyen yoksa bilinmek istenilmeyen bir tarafımı diyeyim, en iyisi şu e-mail'i size aktarayım:
'''Banet Suat''' Hz. Peygamber döneminde yazılmış bir aşk şiiri..üstelik sahibini ölüm cezasından kurtarmış bir şiir..bu kadarını pek çoğumuz tahmin bile edemez..şiirin ilk mısrası, şairin Suat adlı sevgilisinden bahseder..'Suat bu gün benden ayrıldı.. gönlüm öylesine üzgünki..onun peşinde kurtulması imkansız, ayağı bukağlı bir köle gibi..' Şairi Kab bin Züheyr, bu gün pek çok dindar geçinenin okuyamıyacağı bu şiiri Hz. Peygambere, üstelik mescitte okumuştur..
Kısaca olay şu şekilde cereyan etmiştir. Kab bin Zühyr, şair bir babanın genlerini taşıyan güçlü bir şair..yalnız talihsizdir çünkü Hz. Peygamberin karşı safında yer alır ve Hz. Peygamberi, İslamı küçük düşüren pek çok şiir söyler. Mekke'nin fethi sırasında genel af ilan edildiği halde üç beş istisnadan birisi de Kab'tır. Bulunduğu yerde öldürülsün diye verilir hakkındaki ferman.. Kab kaçar uzaklara gider.. gider ama gitmesine insan içindeki gerçekten nereye ve ne zamana kadar kaçabilir?
Araya aracı koyup Hz. Peygamberden af dilemek ister. Ama nedense kimse aracı olmaya yanaşmaz. En sonunda her aşık gibi o da, kelleyi koltuğa alıp sonucu ne olursa olsun derdini anlatmaya karar verir... ve kılık değiştirip Medine'ye geri gelir.. bir sabah namazı vakti, namazdan sonra öne çıkar ve derki; bir bedevi size şiir okumak istiyor kabul edermisiniz ey Allah'ın Rasülü der.. (hayatında hiç bir şeye 'hayır' dememiş büyük insan buna mı olmaz diyecektir? asla!) buyrun der.. ve Kab içindeki hüznü damla damla döker.. her damla biraz daha yumşatır yüce Nebiyi.. yüce elçi şiiri sonuna kadar dinler ve sen O'musun? der. Kab, 'evet' Allah'ın elçisi değince; mükafaat olarak sırtındaki hırkayı çıkarır ve önüne atar.. şairin hayatı bağışlanmıştır. Aşkın ve şiirin gücü öfkeyi sevgiye dönüştürmüştür.. işte o gün bu gün Suat'ın ayrılığına dayanamayan aşıklar, bekleyenler Hz.Peygambere dert yanar ve önlerine serilecek o güzel hırkanın hayaliyle uykuya dalarlar..