1953 yılının başları olabilir veyâ da bir yıl sonrası. Zincirlikuyu’da, şimdiki İSOV Lisesi’ nin Orta Kısmı’nda yatılı öğrenciydim. Âilemin Eyüp’te oturmasına rağmen evci çıkmaz, bu cennet okuldan bir gecelik bile olsun ayrılmak istemezdim. Her haftanın cumartesi günü âilemi görmeye gider, haftalığımı alır, gene aynı yoldan geri dönerdim: Levent’ten 52 sayılı otobüs veyâ bulamazsam Mecidiyeköy’den (GS Stadı’yla Likör Fabr. arası) tramvayla Galata Köprüsü... Ora’dan vapurla ve elini Eyüp. Dönüş güzergâhıysa bunun tam tersi...
İşte böyle bir cumartesi günü akşamı, İstiklâl Caddesi’nden tramvayla okula dönerken, iki veyâ üç sinemada birden aynı filmin afişlerini görmüştüm. Filmin ismi Âvâre’ydi. Aynı akşam, okuldan bir arkadaşımızın hoş bir terâne tutturduğunu duymuş ve yakın ilgi göstererek, bir çok arkadaş sormuştuk: Bu nedir, böyle birden nereden çıktı? .. gibilerden. Arkadaşımız, “Bugün Beyoğlu’nda şu sinemaya gittim. Âvâre, diye bir film oynuyordu. Film güzeldi, güzel de müzikleri vardı. Bu da onlardan biri ve birincisi.” demişti.
Yukarıda da yazdığım üzere, müzik gerçekten hoş, hem de alışık olmadığımız değişik bir üslûptaydı. Yabancı ve uzak bir ülkeden olduğuna göre aslında bunlar pek tabiîydiler ya! Film, daha ilk haftasında İstanbul’da büyük bir sansasyon yaratmıştı. Durum inanılası gibi değildi! En kısa zaman sonra, neredeyse İstanbul’un bütün sinemalarına yayılmıştı. Filmin oynandığı gene bütün sinemalar dolup-dolup taşıyorlardı. Bu böylece aylarca sürdü-gitti. Meselâ Eyüp’te, adaşım olan Mete Sineması’nda Film’in altı aydan fazla bir süre vizyonda kaldığını hatırlamaktayım. Film uğrunda, millet birbirlerini kırmakta, sinema kapılarında izdihamlar görülmesi olağan sayılmaktaydı! Acaba, Âvâre’nin anavatanı Hindistan’da bu durum yaşanmış mıdır! ? Bunu bilmiyorum ama sanmıyorum da! .. Film, tabiatıyla taşraya çıkmakta fazla gecikmedi, bütün Ülke’ye yayıldı. Aynı şey her yanda aynen yaşandı. Baş rol oyuncuları, Kadın Nargis ve onun sevgilisi Erkek Raj Kapoor birer fenomen oldular! Hiç düşünemiyorum ki, bundan sonra dünyânın her hangi bir yerinde böylesi bir olay yaşanacak olsun. Nitekim, aradan geçen altmış yılda yaşanmamıştır.
Âvâre’nin özgün konusu kadar müzikleri de ilgi çekmiş, sevilmiştiler. Özellikle Film’in adıyla adaş olanı. Evde, sokakta, diğer her hangi bir yerde… Dillerde bu müzikler vardı. Âvâre’nin ilk sözleri gâlibâ şöyleydiler: Ya garidişma hû âvârâmu. Asman katara hû âvârâmu. İkincisinin ise adını değilse bile, gene baştan kaç sözünü hatırladığımı sanmaktayım: Dam peri tabukale munera utünda… Bunun hecelemesi daha farklı da olabilecektir. Bu Film, Ülke’mize Hint müziğinin girmesi sonucunu da doğurmuştur. Neşe Karaböcek’in, adını bu türe borçlu olduğunu söylemek pekâlâ mümkündür. Hattâ, Hint tarzında yerli müzikler yapılmış, ancak bunlar uzun soluklu olamamışlardır. Gene bu türe başka bir bakış açısı ekleyerek, Arabesk’in Ülke’mizdeki öncüsü olmuştur, diyebiliriz.
Bu akşam, tesâdüf sonucu TV’de Âvâre’nin bizde yapılmış dansını seyrettim. Oradan hatırlayarak internete girdim. Acaba müziğine rastlayabilir miyim diye. Farkında bile olmadan da buraya düştüm. Yazılanları okuduktan sonra kendimden de bunları ekliyorum.
Bir de ilgi çekici not: Yaratılış îtibârıyla katı ve gerçekçi bir kişiliğimdir. Bu yüzden roman ve hikâye gibi, filmlere de dâimâ mesâfeli dururum. İstanbul’da dünyânın en iyi filmlerini görmüşümdür, ne var ki sınırlı sayıda! Nitekim, yukarıda anlattıklarıma rağmen ben Âvâre filmine gitmemişimdir! Ta ki otuz yıl sonrasına kadar! Film, otuz yıl kadar sonra her nasılsa bir daha önüme çıkınca, bu defâ merâkımı yenemeyerek gidip görmüşümdür!
'awara hoon'dur doğrusu :)
avaremo..oooooo
Âvârâmu! ..
1953 yılının başları olabilir veyâ da bir yıl sonrası. Zincirlikuyu’da, şimdiki İSOV Lisesi’ nin Orta Kısmı’nda yatılı öğrenciydim. Âilemin Eyüp’te oturmasına rağmen evci çıkmaz, bu cennet okuldan bir gecelik bile olsun ayrılmak istemezdim. Her haftanın cumartesi günü âilemi görmeye gider, haftalığımı alır, gene aynı yoldan geri dönerdim: Levent’ten 52 sayılı otobüs veyâ bulamazsam Mecidiyeköy’den (GS Stadı’yla Likör Fabr. arası) tramvayla Galata Köprüsü... Ora’dan vapurla ve elini Eyüp. Dönüş güzergâhıysa bunun tam tersi...
İşte böyle bir cumartesi günü akşamı, İstiklâl Caddesi’nden tramvayla okula dönerken, iki veyâ üç sinemada birden aynı filmin afişlerini görmüştüm. Filmin ismi Âvâre’ydi. Aynı akşam, okuldan bir arkadaşımızın hoş bir terâne tutturduğunu duymuş ve yakın ilgi göstererek, bir çok arkadaş sormuştuk: Bu nedir, böyle birden nereden çıktı? .. gibilerden. Arkadaşımız, “Bugün Beyoğlu’nda şu sinemaya gittim. Âvâre, diye bir film oynuyordu. Film güzeldi, güzel de müzikleri vardı. Bu da onlardan biri ve birincisi.” demişti.
Yukarıda da yazdığım üzere, müzik gerçekten hoş, hem de alışık olmadığımız değişik bir üslûptaydı. Yabancı ve uzak bir ülkeden olduğuna göre aslında bunlar pek tabiîydiler ya! Film, daha ilk haftasında İstanbul’da büyük bir sansasyon yaratmıştı. Durum inanılası gibi değildi! En kısa zaman sonra, neredeyse İstanbul’un bütün sinemalarına yayılmıştı. Filmin oynandığı gene bütün sinemalar dolup-dolup taşıyorlardı. Bu böylece aylarca sürdü-gitti. Meselâ Eyüp’te, adaşım olan Mete Sineması’nda Film’in altı aydan fazla bir süre vizyonda kaldığını hatırlamaktayım. Film uğrunda, millet birbirlerini kırmakta, sinema kapılarında izdihamlar görülmesi olağan sayılmaktaydı! Acaba, Âvâre’nin anavatanı Hindistan’da bu durum yaşanmış mıdır! ? Bunu bilmiyorum ama sanmıyorum da! .. Film, tabiatıyla taşraya çıkmakta fazla gecikmedi, bütün Ülke’ye yayıldı. Aynı şey her yanda aynen yaşandı. Baş rol oyuncuları, Kadın Nargis ve onun sevgilisi Erkek Raj Kapoor birer fenomen oldular! Hiç düşünemiyorum ki, bundan sonra dünyânın her hangi bir yerinde böylesi bir olay yaşanacak olsun. Nitekim, aradan geçen altmış yılda yaşanmamıştır.
Âvâre’nin özgün konusu kadar müzikleri de ilgi çekmiş, sevilmiştiler. Özellikle Film’in adıyla adaş olanı. Evde, sokakta, diğer her hangi bir yerde… Dillerde bu müzikler vardı. Âvâre’nin ilk sözleri gâlibâ şöyleydiler: Ya garidişma hû âvârâmu. Asman katara hû âvârâmu. İkincisinin ise adını değilse bile, gene baştan kaç sözünü hatırladığımı sanmaktayım: Dam peri tabukale munera utünda… Bunun hecelemesi daha farklı da olabilecektir. Bu Film, Ülke’mize Hint müziğinin girmesi sonucunu da doğurmuştur. Neşe Karaböcek’in, adını bu türe borçlu olduğunu söylemek pekâlâ mümkündür. Hattâ, Hint tarzında yerli müzikler yapılmış, ancak bunlar uzun soluklu olamamışlardır. Gene bu türe başka bir bakış açısı ekleyerek, Arabesk’in Ülke’mizdeki öncüsü olmuştur, diyebiliriz.
Bu akşam, tesâdüf sonucu TV’de Âvâre’nin bizde yapılmış dansını seyrettim. Oradan hatırlayarak internete girdim. Acaba müziğine rastlayabilir miyim diye. Farkında bile olmadan da buraya düştüm. Yazılanları okuduktan sonra kendimden de bunları ekliyorum.
Bir de ilgi çekici not:
Yaratılış îtibârıyla katı ve gerçekçi bir kişiliğimdir. Bu yüzden roman ve hikâye gibi, filmlere de dâimâ mesâfeli dururum. İstanbul’da dünyânın en iyi filmlerini görmüşümdür, ne var ki sınırlı sayıda! Nitekim, yukarıda anlattıklarıma rağmen ben Âvâre filmine gitmemişimdir! Ta ki otuz yıl sonrasına kadar! Film, otuz yıl kadar sonra her nasılsa bir daha önüme çıkınca, bu defâ merâkımı yenemeyerek gidip görmüşümdür!