yürekten sevdiğim; sana gene yazıyorum çünkü yalnızım ve kafamın içinde seninle konuşurken senin bunu bilmiyor ya da bana karşılık veremiyor olmana katlanamıyorum.kısa süreli ayrılıklar iyi oluyor, çünkü hep bir arada olununca her şey hiç ayırt edilemeyecek kadar birbirine benzemeye başlıyor. yanyana durduklarında kuleler bile cüceleşirken, alelade ve ufak tefek şeyler yakından bakınca kocamanlaşır. küçük tedirginlikler onlara yol açan nesneler göz önünden kaldırıldığında yok olabilir. yanyanalık dolayısıyla sıradanlaşan tutkularsa mesafenin büyüsüyle yeniden büyüyüp doğal boyutlarına dönerler. aşkım da öyle. zamanın aşkımı tıpkı güneş ve yağmurun bitkileri büyüttüğü gibi büyütmüş olduğunu anlamam için senin bir an, sırf rüyada bile olsa, benden koparılman yetiyor. senden ayrılır ayrılmaz sana olan aşkım bütün gerçekliğiyle kendini gösteriyor: o, ruhumun bütün enerjisiyle yüreğimin bütün kişiliğini bir araya getiren bir dev. böylece yeniden insan olduğumu hissediyorum çünkü içim tutkuyla doluyor. araştırma ve çağdaş eğitimin bizi kucağına attığı belirsizlikler ve bütün nesnel ve öznel izlenimlerimizde kusur bulmaya iten kuşkuculuk bizi küçük, zayıf ve mızmız kılıyor. ama aşk -feurbachvari insana aşk değil, metabolizmaya aşk değil, proletaryaya aşk değil- sevdiğine aşk, yani sana aşk, insanı yeniden insanlaştırıyor… dünyada çok dişi var, kimileri de çok güzel ama ben, her bir hattı, hatta her bir kırışığı bana hayatımın en büyük ve en tatlı anılarını hatırlatan bir yüzü bir daha nerede bulabilirim? senin tatlı çehrende sonu gelmez acılarımı, yeri doldurulmaz kayıplarımı bile okuyabilir ve senin tatlı yüzünü öptüğümde acıyı öperim. hoşçakal canım. seni ve çocukları binlerce kere öperim.
Sen, belki de bu mektubu aslında sana yazdığımı hiç bilmeden okuyacaksın. Ben, senin bunu okurken parmağınla yanağına dokunduğunu, gözlerini hafifce kıstığı,görmeyeceğim. Elimin uzanamadığı ellerine kelimelerimle sokulmaya çalışmamın, kırılgan harflerden kurulmuş görünmez bir köprüden sana doğru yürürken düşmekten böylesine korkmamın, sana tek bir bakışla anlatabileceğime inandığım ve bir çoğunun belki bir ismi bile olmayan bir çok duygunun her birine isimler bulmaya uğraşmamın beni nasıl yaralayıp yorduğunu bilmeyeceksin. İlerde bir gün bana çok karmaşık ve anlaşılmaz gözükecek olsalar da şu anda bana,kendime saplamak için elimde tuttuğum çelik bir bıçak gibi sade ve içmeye hazırlandığım zehirli bir su gibi berrak gözüken duygularımın, keskin ve yakıcı tadını onların üstünü örten sözcüklerin altından çıkarıp çıkarmamakta duyduğum kararsızlığı da herhalde sana hiç anlatamayacağım. Halbuki bütün korkunçluğu sadeliğinde gizli olan duygularım o kadar açık ki. Yorulduğumda, bıktığımda, yenilginin tam kıyısında durduğumu hissetiğimde, beni sadece seni düşünerek iyileştirebiliyorum. Yalnızım. Benim yalnızlığımı ve kendimi yalnız hissetmemin yalnızlıktan da kötü olduğunu anlayacak senden başka kimse yok. Ve sen de yoksun. Belkide hiç olmayacaksın. Sözcüklerden oluşturmaya çalıştığım bir köprüden sana ulaşmaya çalışacağım. Ve biliyor musun, sen bütün bunları okurken, ben yazdıklarımı şakacı gülüşlerimle reddedeceğim. Beni bir gün görürsen, gördüğünün; bu satırları sana yazan ben olduğuma inanmayacaksın. Duyduğum aşkı, özlemi ve bunları duymaktan duyduğum korkuyu güvenli bir duruşun ardına saklayacağım. Yüzümde satırlarımdan bir iz aradığında, onlar orda ormayacak. Seni nasıl özlediğimi hiç işitmeyeceksin, sıradan bir 'Nasılsın' sözcüğü saklayacak o özleyişi. Ama bütün bunlar, bu sahte kibir, bu şakacı gülüş, bu sıradan 'Nasılsın' sözü, bu güvenli duruş, içimdeki sesi dindirmeyecek. Aralarında dolaştığım kalabalıklar içinde benim yanlızlığımı gören ve kendimi yanlız hissetmemin yanlızlıklardanda kötü olduğunu sezen bir tek sen varsın. O kadar sade ki duygularım. Kırılgan bir köprüden sana doğru yürüyorum. Sana ulaşamazsam, sesim ve kelimelerim sana değmezse ve bir daha ellerini tutamassam, işte o zaman; korkarım sonsuz ve sensiz bir boşluğa yapayalnız düşeceğim. - Beni tut, herşeye rağmen tut... saklımmm...
Akşam oluyor‚ güneş batmak üzere... Aşk uzun bir geceye benzer.Sabah ayıklar içindir. Biz ki sarhoşuz. Gel! ...uzun gecelere bürünelim... .......................... osman yüksel serdengeçti
''..Fakat herhalde aşk mektuplarının müsveddesi yoktur.Zîra onların yazılıp bozulmaya tahammülü olamaz ki..Sel geçeceği dağdan izin alır, geçeyim mi, geçmeyeyim mi diye düşünür ve sorar mı..? Sâdece coşar, akar gideceği yere ulaşır.Aşk sözleri de, düşünce dağından izin almadan, yürekten fışkırır ve tıpkı sel gibi, geçtiği yerleri oyarak, temizleyerek akıp gider..'' Batmayan Gün/S.Ayverdi
'...Swann,o müzik cümlesine kendi aşkının ölçüsünde bir değer vermek meylini o kadar ileri götürmüştü ki,onun yanıbaşlarından bile sonsuz ve engin kalışına ve kendilerine hitabettiği halde şahıslarını hiç tanımayışına tahammül edemiyordu...Ve hediye verilmiş bazı mücevherlerin suyiyle sevilen bir kadın tarafından yazılmış mektupların kelimelerinde yalnız kendi gönül alakamızın cevherini ve o kadının kendine mahsus edasını bulamayarak kızışımız gibi Swann da,o müzik cümlesinin,her şeye rağmen,zati ve sabit bir güzellik taşıyışına sinirleniyordu...'
“sevgilim
sana bu mektubu
kıskanç bir kedinin pençeleriyle yazıyorum''
yürekten sevdiğim;
sana gene yazıyorum çünkü yalnızım ve kafamın içinde seninle konuşurken senin bunu bilmiyor ya da bana karşılık veremiyor olmana katlanamıyorum.kısa süreli ayrılıklar iyi oluyor, çünkü hep bir arada olununca her şey hiç ayırt edilemeyecek kadar birbirine benzemeye başlıyor. yanyana durduklarında kuleler bile cüceleşirken, alelade ve ufak tefek şeyler yakından bakınca kocamanlaşır. küçük tedirginlikler onlara yol açan nesneler göz önünden kaldırıldığında yok olabilir. yanyanalık dolayısıyla sıradanlaşan tutkularsa mesafenin büyüsüyle yeniden büyüyüp doğal boyutlarına dönerler.
aşkım da öyle.
zamanın aşkımı tıpkı güneş ve yağmurun bitkileri büyüttüğü gibi büyütmüş olduğunu anlamam için senin bir an, sırf rüyada bile olsa, benden koparılman yetiyor. senden ayrılır ayrılmaz sana olan aşkım bütün gerçekliğiyle kendini gösteriyor: o, ruhumun bütün enerjisiyle yüreğimin bütün kişiliğini bir araya getiren bir dev. böylece yeniden insan olduğumu hissediyorum çünkü içim tutkuyla doluyor.
araştırma ve çağdaş eğitimin bizi kucağına attığı belirsizlikler ve bütün nesnel ve öznel izlenimlerimizde kusur bulmaya iten kuşkuculuk bizi küçük, zayıf ve mızmız kılıyor. ama aşk -feurbachvari insana aşk değil, metabolizmaya aşk değil, proletaryaya aşk değil- sevdiğine aşk, yani sana aşk, insanı yeniden insanlaştırıyor…
dünyada çok dişi var, kimileri de çok güzel ama ben, her bir hattı, hatta her bir kırışığı bana hayatımın en büyük ve en tatlı anılarını hatırlatan bir yüzü bir daha nerede bulabilirim? senin tatlı çehrende sonu gelmez acılarımı, yeri doldurulmaz kayıplarımı bile okuyabilir ve senin tatlı yüzünü öptüğümde acıyı öperim.
hoşçakal canım. seni ve çocukları binlerce kere öperim.
senin, karl manchester, 21 haziran, 1865
Öbür Yarıma...
Sen, belki de bu mektubu aslında sana yazdığımı hiç bilmeden okuyacaksın.
Ben, senin bunu okurken parmağınla yanağına dokunduğunu, gözlerini hafifce kıstığı,görmeyeceğim.
Elimin uzanamadığı ellerine kelimelerimle sokulmaya çalışmamın, kırılgan harflerden kurulmuş görünmez bir köprüden sana doğru yürürken düşmekten böylesine korkmamın, sana tek bir bakışla anlatabileceğime inandığım ve bir çoğunun belki bir ismi bile olmayan bir çok duygunun her birine isimler bulmaya uğraşmamın beni nasıl yaralayıp yorduğunu bilmeyeceksin.
İlerde bir gün bana çok karmaşık ve anlaşılmaz gözükecek olsalar da şu anda bana,kendime saplamak için elimde tuttuğum çelik bir bıçak gibi sade ve içmeye hazırlandığım zehirli bir su gibi berrak gözüken duygularımın, keskin ve yakıcı tadını onların üstünü örten sözcüklerin altından çıkarıp çıkarmamakta duyduğum kararsızlığı da herhalde sana hiç anlatamayacağım.
Halbuki bütün korkunçluğu sadeliğinde gizli olan duygularım o kadar açık ki.
Yorulduğumda, bıktığımda, yenilginin tam kıyısında durduğumu hissetiğimde, beni sadece seni düşünerek iyileştirebiliyorum.
Yalnızım.
Benim yalnızlığımı ve kendimi yalnız hissetmemin yalnızlıktan da kötü olduğunu anlayacak senden başka kimse yok.
Ve sen de yoksun.
Belkide hiç olmayacaksın.
Sözcüklerden oluşturmaya çalıştığım bir köprüden sana ulaşmaya çalışacağım.
Ve biliyor musun, sen bütün bunları okurken, ben yazdıklarımı şakacı gülüşlerimle reddedeceğim.
Beni bir gün görürsen, gördüğünün; bu satırları sana yazan ben olduğuma inanmayacaksın.
Duyduğum aşkı, özlemi ve bunları duymaktan duyduğum korkuyu güvenli bir duruşun ardına saklayacağım.
Yüzümde satırlarımdan bir iz aradığında, onlar orda ormayacak.
Seni nasıl özlediğimi hiç işitmeyeceksin, sıradan bir 'Nasılsın' sözcüğü saklayacak o özleyişi.
Ama bütün bunlar, bu sahte kibir, bu şakacı gülüş, bu sıradan 'Nasılsın' sözü, bu güvenli duruş, içimdeki sesi dindirmeyecek.
Aralarında dolaştığım kalabalıklar içinde benim yanlızlığımı gören ve kendimi yanlız hissetmemin yanlızlıklardanda kötü olduğunu sezen bir tek sen varsın.
O kadar sade ki duygularım.
Kırılgan bir köprüden sana doğru yürüyorum.
Sana ulaşamazsam, sesim ve kelimelerim sana değmezse ve bir daha ellerini tutamassam, işte o zaman; korkarım sonsuz ve sensiz bir boşluğa yapayalnız düşeceğim.
- Beni tut, herşeye rağmen tut...
saklımmm...
Jean-François Lesueur
'Paul et Virginie ou Le Triomphe de la vertu'
1794
Mendilimin dört ucu
Turuncudur turuncu
O yardan mektup gelmiş
Almak boynumun borcu
Ayakkabım var benim
Altları delik delik
Kaynatama zor geldi
Beş tane beşibirlik...
bir bilsen a güzelim nice yüzsuları döktüm ardından...demiş aşık
Ey sen’i ben bilip ben’i sen’de
sen’i ben’de erittiğim! Ayıl da
ayıl da
kaç meş’um hergelenin çelmesine takıldığımızı gör.
Aşk da bir çukurmuş aslında
ehil olmayana,
cehennem gibi
BEN SENİ SEVDİM Mİ?
Ben seni sevdim mi? Sevdim‚ kime ne
Tuttum‚ ta içime oturttum seni
Aldim‚ oksadim saçlarini‚ öptüm
Içtim yudum yudum güzelligini
Ben seni sevdim mi? Sevdim elbette
Bendeydi özlemlerin en korkuncu
Çildirirdim sen ne kadar uzaksan‚
Aşk degil‚ hiç doymayan bir seydi bu
Ben seni sevdim mi? Sevdim dogrusu
Sevdikçe tamamlandim‚ bütünlendim
Biri vardi aglayan; gecelerce
Biri vardi sana tutkun; o bendim
Ben seni sevdim mi? Sevdim‚ en büyük
En solmayan güller açti içimde
Ömrümü degerli kilan bir seydin
Sen benim bozbulanik gençligimde
Ben seni sevdim mi? Sevdim‚ öyle ya
Bir çizgiye vardim seninle beraber
Ve bir gün orada yitirdim seni
Ben seni sevdim mi? Sevdim‚ Ya sen beni?
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
Akşam oluyor‚ güneş batmak üzere...
Aşk uzun bir geceye benzer.Sabah ayıklar içindir.
Biz ki sarhoşuz.
Gel! ...uzun gecelere bürünelim...
..........................
osman yüksel serdengeçti
''..Fakat herhalde aşk mektuplarının müsveddesi yoktur.Zîra onların yazılıp bozulmaya tahammülü olamaz ki..Sel geçeceği dağdan izin alır, geçeyim mi, geçmeyeyim mi diye düşünür ve sorar mı..? Sâdece coşar, akar gideceği yere ulaşır.Aşk sözleri de, düşünce dağından izin almadan, yürekten fışkırır ve tıpkı sel gibi, geçtiği yerleri oyarak, temizleyerek akıp gider..'' Batmayan Gün/S.Ayverdi
ama senin
daha nen olayım isterdin
onursuzunum senin
..demiş cemal süreyya
bana seni anlamıyorum demen haketmediğim bir övgü,haketmediğim bir yergidir..
'...Swann,o müzik cümlesine kendi aşkının ölçüsünde bir değer vermek meylini o kadar ileri götürmüştü ki,onun yanıbaşlarından bile sonsuz ve engin kalışına ve kendilerine hitabettiği halde şahıslarını hiç tanımayışına tahammül edemiyordu...Ve hediye verilmiş bazı mücevherlerin suyiyle sevilen bir kadın tarafından yazılmış mektupların kelimelerinde yalnız kendi gönül alakamızın cevherini ve o kadının kendine mahsus edasını bulamayarak kızışımız gibi Swann da,o müzik cümlesinin,her şeye rağmen,zati ve sabit bir güzellik taşıyışına sinirleniyordu...'
-You are quite right,I'm a liar and it's like yor fidelity,a fact of life...No more nor less irritating...
'...fakat Paul bilmiyordu ki kadın mektubu ne kadar uzun olursa olsun onlarca en ehemmiyetli düşünceler en sona kalanlar olur...'
Sevgiliye yazılan her şey aşk mektubudur...
Sonra da yırtıp atarsın...