Kapitalist Sömürünün Temel Unsuru: Artık Değer'dir! (yada bir başka deyişle artı değer) Günlük yaşamı içinde her emekçi sömürüldüğünün farkındadır. Kendisi çalışmakta, üretmekte ama patronlar zengin olmaktadır; bunun farkedebilmesi için bilinçlenmesine gerek yoktur. Ama bu yüzeysel bilinç, ya da literatürdeki adıyla sınıfın kendiliğinden bilinci, onun bu du-rumdan kurtulabilmesini sağlayamaz. En fazla ekonomik mücadeleye yeter. İşçi sınıfının içinde yaşadığı sömürü sistemini yıkıp, sömürüyü ortadan kaldırabilmesi için siyasi iktidarı ele geçirmesi gerekmektedir ki bu da ekonomik mücadele için yeterli olan kendiliğinden bilincinin ötesine geçebilmesine bağlıdır. Sömürüyü ortadan kaldırabilmek için o sömürünün nereden kaynaklandığı bilinmelidir. Çağımızın modern sömürü biçimi olan kapitalist sömürü, artı-değer sömürüsü üzerine kuruludur. İşçinin üretim süreci, bir değer yaratma sürecidir. İşçi emeği aracılığı ile hammaddeleri, üretim araçları yardımıyla işleyerek başlangıçtakinden başka bir şeye; ürüne dönüştürür. Ürün adını alan cisimde ortaya çıkan değeri ona işçinin emeği kazandırmıştır. Bir şeyi, değerli birşey yapan onun işe yarayıp yaramaması; yani yararlılığıdır. Ekmek, tuz, sandalye, pantalon, tabak, çorap, kaşık ve bunlar gibi birçok şey, tüm insanlar için bir değer taşıyan nesnelerdir. Bir işçinin de yaşamını sürdürmesi için böylesine nesneleri tüketmesi gerekmektedir. Tüm bu nesneler de birer ürün olduklarına göre bunların da bir değeri vardır. İşçinin yaşamak için tüketmek zorunda olduğu bu ürünler de başka işçilerin emeklerinin ürünüdür. Ancak işçinin yaşamını sürdürmek için tükettiği ürünlerin toplam değeri, kendisinin çalışırken ürettiği değerden daha azdır. Aradaki bu farka artı-değer diyoruz. İşçinin üretim sürecinde ürüne aktardığı değer, bu ürünün satılmasıyla paraya dönüşür. Bu paranın bir bölümü üretim için gerekli harcamalara (hammadde, enerji, bina kirası vs.) giderken, bir diğer bölümü de işçiye ücret olarak verilir. Geriye kalan para ise patronun cebine kâr olarak girer. Bu kârın kaynağı ARTI DEĞER dir. Patron, hammadde, enerji vb. girdilerin fiyatlarını belirleyemez, piyasa fiyatından almak zorundadır. Ürünlerini de piyasa koşullarının belirlediğinden daha yüksek fiyata satamaz. Bu durumda rakip firmaların daha ucuza sattığı aynı tür ürünlere pazarını kaptırır. Ürünlerin piyasada satılabilmesini sağlayan, onlara işçiler tarafından kazandırılan değerleridir. Ürün, hammadde, diğer giderler ve ücret olarak zaten belli bir maliyete sahipken, piyasada bu maliyetin üzerinde satılabilmesini sağlayan şey, ona işçiler tarafından kazandırılan bu değerdir. Bu nedenle, patronların kârlarının yegane kaynağı, işçilerin emeğidir. Bir çivinin piyasada satılabilmesini sağlayan şey, onun çivi olarak yararlılığıdır ve bu çivi olarak işe yarama niteliği, bir parça demire işçinin emeği tarafından kazandırılmış bir niteliktir. Eğer sadece maliyeti kadar bir fiyata satılacak olsa, bir çivi ile bir parça demirin fiyatı arasında çok az bir fark olurdu. Bu durumda kimse çivi üretmek için uğraşmazdı. Ama çiviye duyulan ihtiyaç, ona bir parça demirden daha fazla bir değer kazandırmıştır. İşte bu daha fazla değeri, işçinin emeği yaratmıştır. Bu değer sayesinde çivi satılır. Ancak bu satıştan sonra işçiye ücret olarak ödenen para ile satın alabileceği değer, işçinin tüm ürettiği çivilerin değerinden azdır. Günde on bin tane çivi üreten işçinin günlük ücreti ile ancak 2 bin çivi alınabilmektedir sözgelimi. Aynı örnekte 2 bin çivi karşılığı paranın da hammadde, enerji, kira vb. giderlere harcandığını varsayarsak (10-2-2=6) , 6 bin çivi karşılığı para, patronun cebine kâr olarak girer. İşte bu 6 bin çivide cisimleşen değer, artık-değerdir.
Bir ülkenin bütün üretim tesislerini bir fabrika içindeymiş gibi düşünün. Bir fabrikadan bir ürünün üretilmesi için öncelikle hammadde, sermaye, üretim araçları ve işçi gereklidir. Örneğin hammaddenin 20, üretim araçlarının masrafı 20, işçi ücreti aylık 40 TL olsun. Bu fabrikadan üretilen Bir malın satış maliyeti aylık 80 TL. dir. Yani bu fabrikanın sahibinin zarar etmemesi için bu malı aylık en az 80 TL. den satması gerekir. Fabrikatörü 2 işçi gibi düşünelim. O zaman maliyet 80 + (40/işçi sayısı) *2 olur. Bu durum az çok normal olan durumdur (çünkü patronun hiçbir emeği yok; o evde yatmaktadır) . Ancak kapitalizm koşullarında sermaye yoğunlaşmaya yol açar. Yani bu malın maliyeti 80 TL ise onu 120 TL ye satarak aylık 40 TL kar sağlar. Bu kar miktarı patronun insiyatifinde 50 TL de, 60 TL de olabilir. Bu sömürü oranına göre değişir. Bir malın maliyeti onun üretilmesi için harcanan emek miktarı ise patronun emek vermeden aldığı 40, 50 TL lik kar sömürüdür. Yani işçisinin sırtından kazandığı para. Şimdi gelelim bu malın pazarlanmasına... Bu mal eğer ülke içinde 120 TL ye satılırsa 40 TL lik bir artı değer oluşur. Çünkü işçiye, çalışana verilen aylık toplam ücret 40 TL dir ve bu işçi piyasaya sürülen 120 TL lik malın ancak 40 TL lik kısmını alabilir. Yani üretilen malın yaklaşık %66 sı artacaktır. Emekçimiz ise üretilen metanın ancak % 33 ünü alabilecektir. Örneğin bu işçimiz belki evine zeytin, peynir alabilecek ama et, sebze gibi diğer ihtiyaçlarını karşılayamayacaktır. Bu sömürü oranına göre değişmekle birlikte bütün kapitalist ülkelerde geçerlidir. Örneğin avrupa ülkelerinde sömürü oranı nispeten daha azdır. Zira enflasyon oranı ile sömürü oranı genelde paralel bir çizgi gösterir. Türkiye gibi ülkelerde ise bu teori daha net bir şekilde görülmektedir. Bu artı- değer kapitalisti dış pazar aramaya iter. Çünkü malının %66 sı elinde kalmıştır. Velhasıl savaşlarla, komplolarla (bunu bizzat değil devlet eliyle yapar) dış pazarını bulur. Ancak aynı şartlar sömürdüğü ülke içinde geçerlidir. Yani onun da birkaç kapitalisti ve üretilmiş artı-değeri vardır. Birgün o da dış pazar arayacaktır. Ve ilişkiler yavaş yavaş bir çıkmazın içine girecektir (pazar kıtlığından dolayı) . Bu döngü, kapitalizmin son aşaması olan emperyalizm ile son bulmalıdır.
İşte sosyalizm, özel mülkiyetin neden olduğu bu sömürü ortamını kaldırarak sömürüsüz bir dünya kurar. Bunu nasıl mı yapar? Öncelikle sömürünün kaynağı olan artı-değeri, özel mülkiyet yerine toplumsal mülkiyeti getirerek yok eder. Böylece özel mülkiyetten kaynaklanan artı-değer üretimi son bulur. Sosyalist ekonomide bütün üretim araçları ulusaldır, yani devletin malı değil halkın malıdır. Bu sebeple patron diye birşey yoktur. Halk kendi fabrikasının patronudur. Üretim artı-değer için değil ihtiyaç içindir. Bu yüzden ürünler ihtiyaç kadar üretilir. Gerçek sosyalist ülkelerde enflasyondan söz edilemez.
Sosyalist ülkelerde iktidar, emekçi halkın elindedir. Ve bu iktidarını kendisini sömürmek isteyen kapitaliste karşı dikte etmektedir. Sosyalist ülkelerde çıkar, rekabet gibi unsurların yerine paylaşım, eşitlik esasları geçerlidir. Sağlanan en büyük eşitlikler eğitim, sağlık, spor, emek kadar ücret, sanatsal ve kişisel girişim alanlarında olmaktadır. Örneğin Sovyetler Birliğinde, fabrikalarda çalışma saatleri 6 saattir. Bunun yanında fabrikalarda sanatsal atölyeler, işçilerin mucitliklerini gösterebilecekleri labaratuarlar, kütüphaneler ile bireyin yeteneklerini ortaya çıkaracak ve geliştirecek ortamlar bulunurdu. Sosyalist ülkelerde en büyük önem eğitim ve sağlığa verilir. Bu yüzden bu kurumlar, herkesin eşitçe faydalanabilmesi için, ücretsiz hale getirilmiştir.
İşte sosyalizm, kapitalizmin özel mülkiyetinin sebep olduğu bütün kötülükleri (çıkar savaşları, pazar savaşları, komplolar, yoksul halkları sindirme politikaları, insanların insani ve kültürel bilinç kaybı, daha da vahimi açlık, yoksulluk, sefalet) yok ederek halka kendi geleceğini özgürce tayin etme hakkı verir. Bunu, her biriminde sistematikleştirdiği paylaşım, eşitlik, disiplin ile başarır.
Sosyalizm, kapitalizmin yaması değildir. Sosyalizm devrimci bir değişmedir. Yani bu sömürü çarkının yeni bir dişlisi değildir. Sosyalizmin amacı birey için bireysel çaba yerine toplum için toplumsal çabayı koymaktır. İşte bu noktada liberallerin birey edebiyetının saçmalığını anlayabilirsiniz. Yani birey toplumu oluşturmamaktadır. Bu yüzden kapitalist sistemde hortumcular, düzembazlar halkın malını çalarak zenginleşirken halk fakirleşmektedir. Oysa sosyalizmde toplum için toplumsal çaba unsuru ile (bireyler toplumu oluşturduğuna göre) bütün insanların zenginleşmesi sağlanır. Kapitalistlerin bir diğer aldatmacası ise serbest rekabet yalanıdır. Düşünün ki bir kapitalistin elinde çalışan işçinin patronuyla serbest olarak rekabet etmesi ne kadar aptalca birşey olur. Sosyalizm uzak bir sistem değildir. Sömürülen halklar kendi dünyalarını kurmak için birçok olanağa sahiptir. (funky-c)
Sömürü oranı da denir. Marksçı ekonomi terimidir. Artık değer oranı, artık değerin (s) , değişir sermayeye (v) oranıdır. Bu oran S = s / v biçiminde gösterilir.
İşçinin çalışma süresini uzatarak ya da iş gücü değerini üretmek için gerekli olan süreyi kısaltarak artık değer oranı artıralabilir. Çalışma süresini artırmak giderek zorlaşmaktadır. Bu nedenle artık değer oranın artırılmesında işgücü değerini yaratmak için gerekli olan sürenin kısaltılması daha kolay bir yoldur.
ayrıca bkz: www.kurtuluscephesi.com/marks/kapc111.html
Kapitalist Sömürünün Temel Unsuru: Artık Değer'dir! (yada bir başka deyişle artı değer)
Günlük yaşamı içinde her emekçi sömürüldüğünün farkındadır. Kendisi çalışmakta, üretmekte ama patronlar zengin olmaktadır; bunun farkedebilmesi için bilinçlenmesine gerek yoktur. Ama bu yüzeysel bilinç, ya da literatürdeki adıyla sınıfın kendiliğinden bilinci, onun bu du-rumdan kurtulabilmesini sağlayamaz. En fazla ekonomik mücadeleye yeter.
İşçi sınıfının içinde yaşadığı sömürü sistemini yıkıp, sömürüyü ortadan kaldırabilmesi için siyasi iktidarı ele geçirmesi gerekmektedir ki bu da ekonomik mücadele için yeterli olan kendiliğinden bilincinin ötesine geçebilmesine bağlıdır. Sömürüyü ortadan kaldırabilmek için o sömürünün nereden kaynaklandığı bilinmelidir. Çağımızın modern sömürü biçimi olan kapitalist sömürü, artı-değer sömürüsü üzerine kuruludur.
İşçinin üretim süreci, bir değer yaratma sürecidir. İşçi emeği aracılığı ile hammaddeleri, üretim araçları yardımıyla işleyerek başlangıçtakinden başka bir şeye; ürüne dönüştürür. Ürün adını alan cisimde ortaya çıkan değeri ona işçinin emeği kazandırmıştır.
Bir şeyi, değerli birşey yapan onun işe yarayıp yaramaması; yani yararlılığıdır. Ekmek, tuz, sandalye, pantalon, tabak, çorap, kaşık ve bunlar gibi birçok şey, tüm insanlar için bir değer taşıyan nesnelerdir. Bir işçinin de yaşamını sürdürmesi için böylesine nesneleri tüketmesi gerekmektedir. Tüm bu nesneler de birer ürün olduklarına göre bunların da bir değeri vardır. İşçinin yaşamak için tüketmek zorunda olduğu bu ürünler de başka işçilerin emeklerinin ürünüdür. Ancak işçinin yaşamını sürdürmek için tükettiği ürünlerin toplam değeri, kendisinin çalışırken ürettiği değerden daha azdır. Aradaki bu farka artı-değer diyoruz.
İşçinin üretim sürecinde ürüne aktardığı değer, bu ürünün satılmasıyla paraya dönüşür. Bu paranın bir bölümü üretim için gerekli harcamalara (hammadde, enerji, bina kirası vs.) giderken, bir diğer bölümü de işçiye ücret olarak verilir. Geriye kalan para ise patronun cebine kâr olarak girer. Bu kârın kaynağı ARTI DEĞER dir. Patron, hammadde, enerji vb. girdilerin fiyatlarını belirleyemez, piyasa fiyatından almak zorundadır. Ürünlerini de piyasa koşullarının belirlediğinden daha yüksek fiyata satamaz. Bu durumda rakip firmaların daha ucuza sattığı aynı tür ürünlere pazarını kaptırır. Ürünlerin piyasada satılabilmesini sağlayan, onlara işçiler tarafından kazandırılan değerleridir. Ürün, hammadde, diğer giderler ve ücret olarak zaten belli bir maliyete sahipken, piyasada bu maliyetin üzerinde satılabilmesini sağlayan şey, ona işçiler tarafından kazandırılan bu değerdir. Bu nedenle, patronların kârlarının yegane kaynağı, işçilerin emeğidir.
Bir çivinin piyasada satılabilmesini sağlayan şey, onun çivi olarak yararlılığıdır ve bu çivi olarak işe yarama niteliği, bir parça demire işçinin emeği tarafından kazandırılmış bir niteliktir. Eğer sadece maliyeti kadar bir fiyata satılacak olsa, bir çivi ile bir parça demirin fiyatı arasında çok az bir fark olurdu. Bu durumda kimse çivi üretmek için uğraşmazdı. Ama çiviye duyulan ihtiyaç, ona bir parça demirden daha fazla bir değer kazandırmıştır. İşte bu daha fazla değeri, işçinin emeği yaratmıştır. Bu değer sayesinde çivi satılır. Ancak bu satıştan sonra işçiye ücret olarak ödenen para ile satın alabileceği değer, işçinin tüm ürettiği çivilerin değerinden azdır. Günde on bin tane çivi üreten işçinin günlük ücreti ile ancak 2 bin çivi alınabilmektedir sözgelimi. Aynı örnekte 2 bin çivi karşılığı paranın da hammadde, enerji, kira vb. giderlere harcandığını varsayarsak (10-2-2=6) , 6 bin çivi karşılığı para, patronun cebine kâr olarak girer. İşte bu 6 bin çivide cisimleşen değer, artık-değerdir.
kitap:
' Artı Değer Teorileri '
Yazan: Karl Marks (sol - onur yayınları)
Marx Artı-Değer Teorileri'ni Ocak 1862 - Temmuz 1863 arasında yazdı.
Bir ülkenin bütün üretim tesislerini bir fabrika içindeymiş gibi düşünün. Bir fabrikadan bir ürünün üretilmesi için öncelikle hammadde, sermaye, üretim araçları ve işçi gereklidir.
Örneğin hammaddenin 20, üretim araçlarının masrafı 20, işçi ücreti aylık 40 TL olsun. Bu fabrikadan üretilen Bir malın satış maliyeti aylık 80 TL. dir. Yani bu fabrikanın sahibinin zarar etmemesi için bu malı aylık en az 80 TL. den satması gerekir. Fabrikatörü 2 işçi gibi düşünelim. O zaman maliyet 80 + (40/işçi sayısı) *2 olur. Bu durum az çok normal olan durumdur (çünkü patronun hiçbir emeği yok; o evde yatmaktadır) . Ancak kapitalizm koşullarında sermaye yoğunlaşmaya yol açar. Yani bu malın maliyeti 80 TL ise onu 120 TL ye satarak aylık 40 TL kar sağlar. Bu kar miktarı patronun insiyatifinde 50 TL de, 60 TL de olabilir. Bu sömürü oranına göre değişir. Bir malın maliyeti onun üretilmesi için harcanan emek miktarı ise patronun emek vermeden aldığı 40, 50 TL lik kar sömürüdür. Yani işçisinin sırtından kazandığı para.
Şimdi gelelim bu malın pazarlanmasına... Bu mal eğer ülke içinde 120 TL ye satılırsa 40 TL lik bir artı değer oluşur. Çünkü işçiye, çalışana verilen aylık toplam ücret 40 TL dir ve bu işçi piyasaya sürülen 120 TL lik malın ancak 40 TL lik kısmını alabilir. Yani üretilen malın yaklaşık %66 sı artacaktır. Emekçimiz ise üretilen metanın ancak % 33 ünü alabilecektir. Örneğin bu işçimiz belki evine zeytin, peynir alabilecek ama et, sebze gibi diğer ihtiyaçlarını karşılayamayacaktır. Bu sömürü oranına göre değişmekle birlikte bütün kapitalist ülkelerde geçerlidir. Örneğin avrupa ülkelerinde sömürü oranı nispeten daha azdır. Zira enflasyon oranı ile sömürü oranı genelde paralel bir çizgi gösterir. Türkiye gibi ülkelerde ise bu teori daha net bir şekilde görülmektedir. Bu artı- değer kapitalisti dış pazar aramaya iter. Çünkü malının %66 sı elinde kalmıştır. Velhasıl savaşlarla, komplolarla (bunu bizzat değil devlet eliyle yapar) dış pazarını bulur. Ancak aynı şartlar sömürdüğü ülke içinde geçerlidir. Yani onun da birkaç kapitalisti ve üretilmiş artı-değeri vardır. Birgün o da dış pazar arayacaktır. Ve ilişkiler yavaş yavaş bir çıkmazın içine girecektir (pazar kıtlığından dolayı) . Bu döngü, kapitalizmin son aşaması olan emperyalizm ile son bulmalıdır.
İşte sosyalizm, özel mülkiyetin neden olduğu bu sömürü ortamını kaldırarak sömürüsüz bir dünya kurar. Bunu nasıl mı yapar? Öncelikle sömürünün kaynağı olan artı-değeri, özel mülkiyet yerine toplumsal mülkiyeti getirerek yok eder. Böylece özel mülkiyetten kaynaklanan artı-değer üretimi son bulur. Sosyalist ekonomide bütün üretim araçları ulusaldır, yani devletin malı değil halkın malıdır. Bu sebeple patron diye birşey yoktur. Halk kendi fabrikasının patronudur. Üretim artı-değer için değil ihtiyaç içindir. Bu yüzden ürünler ihtiyaç kadar üretilir. Gerçek sosyalist ülkelerde enflasyondan söz edilemez.
Sosyalist ülkelerde iktidar, emekçi halkın elindedir. Ve bu iktidarını kendisini sömürmek isteyen kapitaliste karşı dikte etmektedir.
Sosyalist ülkelerde çıkar, rekabet gibi unsurların yerine paylaşım, eşitlik esasları geçerlidir. Sağlanan en büyük eşitlikler eğitim, sağlık, spor, emek kadar ücret, sanatsal ve kişisel girişim alanlarında olmaktadır. Örneğin Sovyetler Birliğinde, fabrikalarda çalışma saatleri 6 saattir. Bunun yanında fabrikalarda sanatsal atölyeler, işçilerin mucitliklerini gösterebilecekleri labaratuarlar, kütüphaneler ile bireyin yeteneklerini ortaya çıkaracak ve geliştirecek ortamlar bulunurdu. Sosyalist ülkelerde en büyük önem eğitim ve sağlığa verilir. Bu yüzden bu kurumlar, herkesin eşitçe faydalanabilmesi için, ücretsiz hale getirilmiştir.
İşte sosyalizm, kapitalizmin özel mülkiyetinin sebep olduğu bütün kötülükleri (çıkar savaşları, pazar savaşları, komplolar, yoksul halkları sindirme politikaları, insanların insani ve kültürel bilinç kaybı, daha da vahimi açlık, yoksulluk, sefalet) yok ederek halka kendi geleceğini özgürce tayin etme hakkı verir. Bunu, her biriminde sistematikleştirdiği paylaşım, eşitlik, disiplin ile başarır.
Sosyalizm, kapitalizmin yaması değildir. Sosyalizm devrimci bir değişmedir. Yani bu sömürü çarkının yeni bir dişlisi değildir. Sosyalizmin amacı birey için bireysel çaba yerine toplum için toplumsal çabayı koymaktır. İşte bu noktada liberallerin birey edebiyetının saçmalığını anlayabilirsiniz. Yani birey toplumu oluşturmamaktadır. Bu yüzden kapitalist sistemde hortumcular, düzembazlar halkın malını çalarak zenginleşirken halk fakirleşmektedir. Oysa sosyalizmde toplum için toplumsal çaba unsuru ile (bireyler toplumu oluşturduğuna göre) bütün insanların zenginleşmesi sağlanır. Kapitalistlerin bir diğer aldatmacası ise serbest rekabet yalanıdır. Düşünün ki bir kapitalistin elinde çalışan işçinin patronuyla serbest olarak rekabet etmesi ne kadar aptalca birşey olur.
Sosyalizm uzak bir sistem değildir. Sömürülen halklar kendi dünyalarını kurmak için birçok olanağa sahiptir.
(funky-c)
bkz: richard cantillon
Artık Değer Oranı
Sömürü oranı da denir. Marksçı ekonomi terimidir. Artık değer oranı, artık değerin (s) , değişir sermayeye (v) oranıdır. Bu oran S = s / v biçiminde gösterilir.
İşçinin çalışma süresini uzatarak ya da iş gücü değerini üretmek için gerekli olan süreyi kısaltarak artık değer oranı artıralabilir. Çalışma süresini artırmak giderek zorlaşmaktadır. Bu nedenle artık değer oranın artırılmesında işgücü değerini yaratmak için gerekli olan sürenin kısaltılması daha kolay bir yoldur.
ayrıca bkz: www.kurtuluscephesi.com/marks/kapc111.html