Üç adam ölür ve cennete giderler. Sorgu meleği birincisine sorar, 'Seni cennete yollamadan önce sana bir sorum var: Karına karşı sadık oldun mu? ' Adam yanıtlar; 'Evet, asla bir başka kadına bakmadım.' Sorgu meleği, 'Şuradaki Rolls-Royce'u görüyor musun? O senindir. Cennetteyken kullanabilirsin..
' Sorgu meleği ikinci adama da aynı soruyu sorar ve şu cevabı alır; 'Bir kez karımı aldattım ama bunu ona itiraf ettim. Beni bağışladı ve mutlu yuvamızı kurtardık.' Bunun üzerine sorgu meleği, 'Şuradaki Mercedes'i görüyor musun? Cennetteyken onu kullanacaksın..' der
ve üçüncü adama da sorar, 'Karını hiç aldattın mı? ' Adam yutkunur ve şöyle der; 'itiraf edeyim ki; bulduğum her kıza asıldım ve her fırsatta onlarla yattım, birçoğu ile beraber oldum. Üzgünüm.' Sorgu meleği; 'Ehh' der, 'Ama temelde iyi bir adamsın. Şuradaki eski vosvos'u görüyor musun? Cennette onu kullanacaksın.'
Bunun üzerine üç adam vedalaşır, arabalarına atlar ve kendi yollarına giderler. Birkaç hafta sonra ikinci ve üçüncü adam birlikte gezerlerken barın önünde birinci adamın Rolls-Royce'unu görürler. Bara girdiklerinde adamın perişan bir halde, etrafındaki boş şişelerin arasında salya sümük oturduğunu görürler ve şaşırırlar. 'Heyy! ne oldu sana? ' der ikinci adam, 'Cennettesin, altında bir Rolls-Royce var, hersey mükemmel ama sen niye bu haldesin? ' 'Bugün karımı gördüm! ' der birinci adam. Diğerleri; 'Aaaa! ne kadar güzel, peki derdin nedir? ' diye sorarlar. Adam içini çekerek konuşur, 'Kaykay'la dolaşıyordu...'
İnsanın doğasında var denilip, olağan bir durummuş gibi gösterilmeye çalışılıyor bu günlerde.İnsanın doğasında aldatmak yoktur.Daha iyisini isteme vardır.Bir kişi aldatıyorsa henüz aradığı aşkı bulamamış demektir.Aslında aldatma yolunu seçenler, Dimyat'ta pirinç ararken evdeki bulguru kaybetme riskini göze alamayan korkak kişilerdir.
Canım Türkiye’min en bariz özelliği burada yaşayan insanların bilse de bilmese de, alanı olsa da olmasa da her konuda konuşmasıdır. Bunu bir zamanlar ‘Ağzı olan konuşuyor’ kalıbıyla istihzalı bir biçimde dillere pelesenk etmişlerdi.
Diyeceksiniz ki yıllardan beri ‘Konuşan Türkiye’ istemiyor muydunuz? Bunun özlemini çekmiyor muydunuz? Öyle de kişi bilir bilmez konuşmamalı, ağzına geleni söylememelidir. Malumdur ki her istediğini söyleyen, hiç istemediğini de işitmeye hazır olmalıdır. Her söylediğimiz doğru olmalıdır, fakat her doğru da her yerde söylenmemelidir.
Türkiye gündemini aylardan beri meşgul eden bir çocuk kaçırma hadisesi vardı. Şeref Can adlı çocuk anne ve babasıyla(!) Çanakkale’ye gittiği sırada anlık bir dalgınlık neticesinde güya kaçırılmıştı. Televizyonlar ve gazeteler aylarca bu konuyu işledi. Ekranlarda anne ve babanın gözyaşları sel olup aktı. Seyredenler de bu aile dramına kayıtsız kalamadı. Bu olay Türkiye’nin meselesi hâline geldi. Geçenlerde müjdeli haber alındı. Ablasının okul gezisi nedeniyle gittikleri Çanakkale Şehitliği’nde dört ay evvel kaybolan iki buçuk yaşındaki Şeref Can Engin sonunda bulunmuştu(!) Ama ne bulunuş ve ne büyük final! ...
İstanbul’da fırıncılık yapan baba(!) Tuncay Engin, 7 Nisan günü Çanakkale’de kaybolan Şeref Can Engin’in bulunması için her yolu denedi. Çocuğun kaybolduğu bölgede günlerce arama yapılırken, jandarmalar yollarda durdurdukları araçların sürücülerine ellerindeki çocuğun fotoğrafı basılı posteri gösterip, küçük çocuğu görüp görmediklerini sordu. Anne ve baba televizyonlarda çocuklarının bulunması için gözyaşları dökerek yardım istedi. Kamu görevlileri aylarca meşgul edildi.
Şeref Can’ın annesi Yıldız Engin, oğlunun bulunması için Başbakan Recep Tayyib Erdoğan’a mektup yazdı. Yıldız Engin, “Bir Annenin Haykırışı” başlığını koyduğu mektubunda Başbakan’a, “Siz de babasınız, sizin de yavrularınız var. Onları sevip okşamak istersiniz. Ama ben doksan gündür bu duyguyu yaşayamıyorum” gibi yürek burkan cümleler kullandı. Yıldız Engin’in Başbakan’a gönderdiği mektupta şu ifadeler vardı: “Bugün bir anne olarak çok zorlansam bile yazmaktan ve istemekten başka çarem kalmadığı ve ne olursa olsun her şeyi denemem gerektiğine inandığım için bu satırlarla size sesleniyorum. 90 gündür her akşam yavrumun kulaklarımda çınlayan sesiyle ağlayarak uyanıyorum. Böyle bir olayın soruşturulmasında, özel bir ekibin kurulması konusunda yardımcı olursanız size ömrüm boyunca minnettar kalırım.”
Polisin uzun uğraşları sonucu bulunan Engin Can, yine Türkiye gündemine bomba gibi düştü. Kaybolmasından çok, bulunması konuşuldu. Çünkü çocuğun bulunmasıyla birlikte çirkin ilişkiler ve aldatmalar zinciri ortaya çıktı. Çocuğu kaçıran Ahmet Delican çocuğun biyolojik babası olduğunu söyledi. Adam çok rahattı. Mahkemeye götürülürken gülüyordu. Daha sonra Engin Can’ın annesi de çocuğun gayri meşru bir ilişki sonucu Delican’dan olduğunu itiraf etti. Eşi Tuncay Engin’den bir süre ayrı yaşayan Yıldız Engin, o sırada Delican’la tanışmış, işi pişirmişler. Bu ilişkinin sonucunda Engin Can doğmuş. Fakat kadın daha sonra kocasına dönmüş, çocuğun kendinden olduğunu yutturmuş! ...
Buraya kadar her şey sıradan görünse de bundan sonrakiler şeytanın aklına bile gelmez cinsten. Meğer kadın, Çanakkale’ye gidince küçük çocuğu, gayri meşru ilişki yaşadığı adama elleriyle teslim etmiş. Sonra da çocuğum kaçırıldı diye yaygara koparmaya başlamış. Bu kanal senin, o kanal benim deyip aylarca Türkiye’nin gündemini işgal etmiş. Utanmadan, sıkılmadan, soğan doğramışçasına gözyaşı dökmüş. Kocasını da böylece kandırmış.
Buraya kadar olanları hepiniz duydunuz. Bundan sonrakiler asıl şaşırtıcı… Aldatılan kocanın yıkıldığını, hayal kırıklığına uğradığını düşünüyorduk ki “Ben adam gibi adamım. Türk milletinin bağrından kopmuş bir insanım. Bugüne kadar bana eş olduysa, ben onu her zaman taşıyacağım” diyerek herkesi şaşırttı. Hatta zafer kazanmış gibi kendisini başka bir adamla aldatan eşinin elini havaya kaldırarak basın mensuplarına poz verdi. Aldatılan kocanın tavrı feminist kadın dernekleri tarafından alkışlandı, örnek gösterildi. Bizlerin de bu gibi durumlarda bundan sonra bu olgunluğu göstermemiz gerektiği söylendi. Gülesim yoktu hiç! … Burası Müslüman bir ülke…Yani Türkiye! ... Namussuzluk örnek tavır olarak gösteriliyor ve muhatapları alkışlanıyor… Aldatılan kocanın, aldatan eşini hiçbir şey olmamış gibi kabullenmesi örnek duruş olarak sunuluyor. Hay sizin namus ve insanlık anlayışınıza tüküreyim! ... Örnek tavır ha! ...
Diyorlar ki eşini öldürseydi daha iyi mi olurdu? Biz eşini öldürsün demiyoruz. Ama hiçbir şey olmamış gibi eşinin elini havaya kaldırıp zafer işareti yaparcasına pişkin olmasını Türk örf, adetleriyle ve İslâm inancıyla bağdaştıramıyoruz. Bu şahsî bir olaysa kendilerini bağlar. Fakat bu olaydan yola çıkıp insanlara nasihat veren kadın dernekleri ve psikologlar tek kelimeyle densizlik yaparak haddini aşıyorlar. Bu ülkede hiç kimse namussuzluğu örnek tavır ve davranış olarak salık veremez. Çirkef fikirleriniz ve aklınız size kalsın.
Zina dinin ve kanunun yasak saydığı bir davranıştır. Hele işin içinde bir de aldatma unsuru varsa iğrençlikleri ikiye katlanır. Kanunun ve dinin yasaklarını sevimli ve masum gösteremezsiniz. Veda Hutbesi’nde Peygamber Efendimiz’in koyduğu şu ölçüye uymalıyız: “Ey insanlar! Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Vâris için vasiyete gerek yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zinakâr için mahrumiyet cezası vardır.”
Bu olaya iyimser yaklaşırsak ancak şunu söyleyebiliriz: ‘Doğru saymasak da adamın yaptığı kendini bağlar.’ Bizim de böyle davranmamızı isteme hakkınız yoktur. Fakat her halükârda öldürme ve şiddet eylemine başvurulmamalıdır. İstemiyorsan boşarsın, gider veya kişisel bir tavır takınırsın. Lâkin bu yaptığını millete numune olarak sunamazsın. Bu millet yaşamayı sizden öğrenecek değil. Her fırsatta akıl hocalığı yapıp milleti fikir bataklığına sürüklemeyin. Üst perdeden konuşanlar, hakkınızı ve haddinizi bilin.
Ahmet Altan'ın yaşamın acı gerçeklerine ışık tutan, buram buram realizm ve tatsızlık kokan; duru ve yalın üslubuyla güzel olabilen; ancak pek de sevmediğim kitabı.
Aldatmak kadar adi bir davranış olamazz.Bir insanı ömrünün sonuna kadar evmek zorunda değilsin,birşeyler bitmiş olabilirr.o zaman oturur konuşursun.Kadın olsun erkek olsun hiç birine yakışmazz.Kişiliksizliğin ta kendisidirrr...Yapılınca affedilmemesi gereken bir durumm...
Dünyamız iki karşı cinsin(kadınla erkeğin) huzur içerisinde yaşaması için yaratılmış bir mekândır. Dünyanın ve insanın var edilişinde sayısız hikmetler mevcuttur. Bu dünyada her şeyden evvel büyük bir imtihandayız. İmtihan sırrını anlamak ve gereğini yerine getirmek gerekir. Yoksa gönül eğlendirmek için gelmedik dünyaya. Kulluk gömleğini giyerek büyük bir sorumluluğun altına girdik. Dünyanın bir erkekle bir dişi temeli üzerinde bina edilmesi şuurlu bir tercihin neticesidir. Böyle olmasaydı hayat ne kadar da zor olurdu. Nitekim yüce Rabbimiz kadının yaratılışıyla ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Onda sükûn bulup durulmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.(Rum Suresi 21. Ayet) Kadınla erkek bir elmanın her bir yarısı gibidir. Bir araya gelerek bütünlük teşkil ederler. Tek başlarına eksiktirler; kenetlenince mücadele güçleri artar. Aileyi birlikte kurarlar. Neslin devamı için evlilik müessesesinin sürdürülmesi gerekir. Dinimizde mazeretsiz olarak evliliği tehir etmek kerih görülmüştür. Onun için Allahü Tealâ kadınla erkek arasında büyük bir sevgi ve iştiyak yaratmıştır. Bu cinselliğin ötesinde bir duygudur. Buna ‘ruhların kenetlenmesi’ de diyebiliriz. Kadınla erkek etle tırnakken belli bir zaman sonra ailede gevşemeler başlar. Ailenin her bir ferdi, karşısındakine farklı gözle bakmaya başlar; ilişkiler sıradanlaşır. Saygı ve sevgi ortadan kalkınca evlilik hukukî bir sözleşme olmaktan başka bir ifade etmez olur. İşin bu noktaya gelmesinde fertlerin sorumluluğu değişik oranlarda kendini gösterir. Bazen kadın, bazen de erkek suçludur. Aile bağlarının kopmasında kaynananın, kaynatanın, görümcenin, kaynın ve çocukların da tesiri olabilir. Bunun dışında en büyük sebep eşlerin birbirini kıskanmasıdır. Yazımızın başlığından da anlaşıldığı gibi aldatmak genelde erkeklerle yan yana anılan bir kavramdır. Ortak kanaat odur ki erkekler aldatmaya daha meyillidir. Her ne kadar bazı kadınlar da kocalarını aldatıyorsa da bunun miktarı erkeklere göre daha azdır. Aldatmak ihalesi erkeklerin üzerine kalmıştır. Aldatmak bir anlık değişimin ve dönüşümün ürünü değildir. İnsanlar belli bir birikim sonucunda eşlerinden soğurlar. Halk tabiriyle bir noktadan sonra bıçak kemiğe dayanır. Diğer bir deyişle boğazına kadar gelir. O noktada verilen karar, kişinin geleceğini şekillendirir. Bu mevzunun altında biyolojik, psikolojik ve sosyal nedenlerin olduğu da bilinmelidir. İnancı tam olan insanlar aldatmanın bir afet olduğunu bilir. Zira aldatmak hem dinen, hem de örfen doğru bir davranış değildir. Hadisenin bu boyutuyla ilgilenen pek yoktur. Bilindiği gibi bir kadınla nikâhsız veya rızasız olarak cinsel temasta bulunmak zinadır. Bu da dinimizin şiddetle yasakladığı bir durumdur. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir iş ve kötü bir yoldur” (İsrâ S.32. Ayet) . “Onlar Allah ile birlikte başka ilaha dua etmezler. Haksız yere, Allah’ın haram kıldığı kimseyi öldürmezler ve zina da etmezler. Kim bunları yaparsa cezaya çarpar. Ona kıyamet gününde kat kat azap verilir ve o azabın içinde alçaltılmış şekilde ebedî bırakılırlar” (Furkan S. 68.Ayet) Erkekler niçin aldatır sorusunu sorduğumuzda bir ikinci soru daha aklımıza geliyor: “Kadınlar neden aldanır? ” Biraz da bunu sorgulamak gerekir. Erkek bir kadında aradığını bulsa onu yine de aldatır mı? Bu soruların mutlak bir cevabı yoktur. İnsanoğlu çiğ süt emmiştir. Herkes için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Fakat bazı kadınlar şirretlikte ileri gittiği için aldatılmaya kendileri zemin hazırlamıştır. Erkeğin kaçıp kurtulmaktan başka çaresi kalmamıştır. Fakat bunların sayısı büyük bir yekûn tutmaz. Hiçbir mazeret aldatmayı masum gösteremez. Lâkin cinslerin buna ortam hazırlamaması gerekir. Aldatma konusunda erkeklerin adı çıkmıştır bir kere. Onun için masum olanlar da bu yaftadan kolay kolay kurtulamaz. Oysa mühim olan karşılıklı güvendir. Fakat bunu sağlamak çok da kolay değildir. Hele bir açık verdiysen, sağladığın itimadı bir daha geri getiremezsin. Onun için erkeğin de kadının da namus kavramına sadık yaşaması meseleyi kökünden halleder. Gelenek ve göreneklerine bağlı, dinine düşkün kişiler ne aldanır, ne de aldatır. Çünkü onlar bunun hesabını dünyada olmasa bile, rûz-ı mahşerde vereceklerini çok iyi bilirler. Allah korkusu onları iffetli olmaya sevk eder. İffet genelde kadınla ilgili bir kavram sanılır. Oysa iffet erkeği de bağlar. Güzel dinimiz, kadınla erkeği bu hususta da ayırmamıştır. Çok eşliliğin de şartları vardır. Yoksa canı çeken dilediğince evlenemez. Bu konuyu böyle anlamalı ve namus ölçüleri içerisinde huzurla yaşamalıyız.
Eğer bir kadın ve bir erkek ilişkisi söz konusuysa el'ân sorumluluk söz konusudur. Her iki taraf için de. Ve her konuda. Yalnız bir nokta var: şu bir gerçek ki erkekler üretmek, kadınlar da var etmek için yaratılmış.. Erkekler üretken olduklarından, çok eşlilik ya da çok ilişki yapıları gereği bir şekilde ortaya çıkıyor fiili olarak.. Önemli olan -bence- erkeğin sorumlu olduğu kadından başkasıyla cinsel -ya da cinsele yakın- ilişkiye girmesi değil..
Bir erkek bana karşı sorumluysa, bu sorumluluklarını yerine getirmekle mükellef ki ben de ona karşı mükellef olayım.. Yani beni hak etmeli. Herhangi özel veya genel sebeplerden ötürü bu erkek kişisi gidip bir farklı hatunla ilişkiye girebilir, eğer bunu bana duyurup (doğrudan ya da dolaylı bir şekilde) benim kalbimin sağlamlığını bozuyorsa, yahut benimle ilgili bağlılığını kaybederek ona duyduğum saygımı ve sevgimi kaybetmeme sebep oluyorsa, ve yahut (ben gerçekten seven bir kadınsam) kendine maddi-manevi zarar vererek bana da zarar vermiş oluyorsa işte aldatmak budur.
Şimdi insan parayı buluyor herşeyden fazla fazla var neden diyo ben bir tek eşe bağlı kalayım aldatmak ta burdan doğuyor. parayı bulan adamların bence başka kadınlara yönelnmeyip ailesi ile birlikte danışmanlara görünmeleri lazım parayı bulmuşsun deli doktorunamı gidiceksin demiyecen gidip daha huzurlu yaşamanın yollarını arıyacan.
kendine güvenmeyen ya da hayatındaki asıl insana karşı alışkanlık dışında bişeyler hissetmeyen insanların yaptıkları onursuz davranıştır. aldatan elbet bir gün aldandığının farkına varır.bedeli ağırdır. ama şunuda unutmamak gerekir her insan kınadığı şeyi yaşamadan ölmez.
Aldatmak; Sevginin bitmesidir. Biri sizi aldatıyorsa size olan sevgisi bitmiş demektir. Aşk demiyorum bakın sevdi diyorum. Aşkın bir süresi vardır. elde edilene kadar sürer ama sevginin sınırı yoktur. Ölünçeye kadar ve oldükten sonrada devam eder. Aldatmayı yapanlar bişi yaptıklarını sanırlar ama kendilerini kandırmaktan başka bişi yapmıyorlardır aslında.
çok kötü bir niyet
ne aldatmak isterim nede aldatılmak...
doğal bi sirkülasyon
Aldatan aldanır :)
Aldatmak bir hastalıktır.Bu hastalık ile sadece kendimize zarar vermeyiz çevremizdeki sevdiklerimizi üzeriz...
aldatma, sevgisi fazla olupda yüreğinden taşan kişilerin bu atıl durumdaki sevgiyi bir başkasına vererek ziyan olmasını önlemesi şeklinde düşünüyom.
Üç adam ölür ve cennete giderler.
Sorgu meleği birincisine sorar,
'Seni cennete yollamadan önce sana bir sorum var:
Karına karşı sadık oldun mu? '
Adam yanıtlar; 'Evet, asla bir başka kadına bakmadım.'
Sorgu meleği, 'Şuradaki Rolls-Royce'u görüyor musun? O senindir. Cennetteyken kullanabilirsin..
' Sorgu meleği ikinci adama da aynı soruyu sorar ve şu cevabı alır; 'Bir kez karımı aldattım ama bunu ona itiraf ettim. Beni bağışladı ve mutlu yuvamızı kurtardık.'
Bunun üzerine sorgu meleği, 'Şuradaki Mercedes'i görüyor musun? Cennetteyken onu kullanacaksın..' der
ve üçüncü adama da sorar, 'Karını hiç aldattın mı? ' Adam yutkunur ve şöyle der; 'itiraf edeyim ki; bulduğum her kıza asıldım ve her fırsatta onlarla yattım, birçoğu ile beraber oldum. Üzgünüm.'
Sorgu meleği; 'Ehh' der, 'Ama temelde iyi bir adamsın. Şuradaki eski vosvos'u görüyor musun? Cennette onu kullanacaksın.'
Bunun üzerine üç adam vedalaşır, arabalarına atlar ve kendi yollarına giderler. Birkaç hafta sonra ikinci ve üçüncü adam birlikte gezerlerken barın önünde birinci adamın Rolls-Royce'unu görürler. Bara girdiklerinde adamın perişan bir halde, etrafındaki boş şişelerin arasında salya sümük oturduğunu görürler ve şaşırırlar.
'Heyy! ne oldu sana? '
der ikinci adam, 'Cennettesin, altında bir Rolls-Royce var, hersey mükemmel ama sen niye bu haldesin? '
'Bugün karımı gördüm! ' der birinci adam. Diğerleri; 'Aaaa! ne kadar güzel, peki derdin nedir? ' diye sorarlar. Adam içini çekerek konuşur, 'Kaykay'la dolaşıyordu...'
başkasını özlemek
aldatmak aldatmak kendini aldatmaktır. kımse baskasını aldatmaz kendını aldatır. bunu asla unutmayım! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
İnsanın doğasında var denilip, olağan bir durummuş gibi gösterilmeye çalışılıyor bu günlerde.İnsanın doğasında aldatmak yoktur.Daha iyisini isteme vardır.Bir kişi aldatıyorsa henüz aradığı aşkı bulamamış demektir.Aslında aldatma yolunu seçenler, Dimyat'ta pirinç ararken evdeki bulguru kaybetme riskini göze alamayan korkak kişilerdir.
NAMUS KAVRAMI VE ÜST PERDEDEN KONUŞMAK! ...
M.NİHAT MALKOÇ
Canım Türkiye’min en bariz özelliği burada yaşayan insanların bilse de bilmese de, alanı olsa da olmasa da her konuda konuşmasıdır. Bunu bir zamanlar ‘Ağzı olan konuşuyor’ kalıbıyla istihzalı bir biçimde dillere pelesenk etmişlerdi.
Diyeceksiniz ki yıllardan beri ‘Konuşan Türkiye’ istemiyor muydunuz? Bunun özlemini çekmiyor muydunuz? Öyle de kişi bilir bilmez konuşmamalı, ağzına geleni söylememelidir. Malumdur ki her istediğini söyleyen, hiç istemediğini de işitmeye hazır olmalıdır. Her söylediğimiz doğru olmalıdır, fakat her doğru da her yerde söylenmemelidir.
Türkiye gündemini aylardan beri meşgul eden bir çocuk kaçırma hadisesi vardı. Şeref Can adlı çocuk anne ve babasıyla(!) Çanakkale’ye gittiği sırada anlık bir dalgınlık neticesinde güya kaçırılmıştı. Televizyonlar ve gazeteler aylarca bu konuyu işledi. Ekranlarda anne ve babanın gözyaşları sel olup aktı. Seyredenler de bu aile dramına kayıtsız kalamadı. Bu olay Türkiye’nin meselesi hâline geldi. Geçenlerde müjdeli haber alındı. Ablasının okul gezisi nedeniyle gittikleri Çanakkale Şehitliği’nde dört ay evvel kaybolan iki buçuk yaşındaki Şeref Can Engin sonunda bulunmuştu(!) Ama ne bulunuş ve ne büyük final! ...
İstanbul’da fırıncılık yapan baba(!) Tuncay Engin, 7 Nisan günü Çanakkale’de kaybolan Şeref Can Engin’in bulunması için her yolu denedi. Çocuğun kaybolduğu bölgede günlerce arama yapılırken, jandarmalar yollarda durdurdukları araçların sürücülerine ellerindeki çocuğun fotoğrafı basılı posteri gösterip, küçük çocuğu görüp görmediklerini sordu. Anne ve baba televizyonlarda çocuklarının bulunması için gözyaşları dökerek yardım istedi. Kamu görevlileri aylarca meşgul edildi.
Şeref Can’ın annesi Yıldız Engin, oğlunun bulunması için Başbakan Recep Tayyib Erdoğan’a mektup yazdı. Yıldız Engin, “Bir Annenin Haykırışı” başlığını koyduğu mektubunda Başbakan’a, “Siz de babasınız, sizin de yavrularınız var. Onları sevip okşamak istersiniz. Ama ben doksan gündür bu duyguyu yaşayamıyorum” gibi yürek burkan cümleler kullandı. Yıldız Engin’in Başbakan’a gönderdiği mektupta şu ifadeler vardı: “Bugün bir anne olarak çok zorlansam bile yazmaktan ve istemekten başka çarem kalmadığı ve ne olursa olsun her şeyi denemem gerektiğine inandığım için bu satırlarla size sesleniyorum. 90 gündür her akşam yavrumun kulaklarımda çınlayan sesiyle ağlayarak uyanıyorum. Böyle bir olayın soruşturulmasında, özel bir ekibin kurulması konusunda yardımcı olursanız size ömrüm boyunca minnettar kalırım.”
Polisin uzun uğraşları sonucu bulunan Engin Can, yine Türkiye gündemine bomba gibi düştü. Kaybolmasından çok, bulunması konuşuldu. Çünkü çocuğun bulunmasıyla birlikte çirkin ilişkiler ve aldatmalar zinciri ortaya çıktı. Çocuğu kaçıran Ahmet Delican çocuğun biyolojik babası olduğunu söyledi. Adam çok rahattı. Mahkemeye götürülürken gülüyordu. Daha sonra Engin Can’ın annesi de çocuğun gayri meşru bir ilişki sonucu Delican’dan olduğunu itiraf etti. Eşi Tuncay Engin’den bir süre ayrı yaşayan Yıldız Engin, o sırada Delican’la tanışmış, işi pişirmişler. Bu ilişkinin sonucunda Engin Can doğmuş. Fakat kadın daha sonra kocasına dönmüş, çocuğun kendinden olduğunu yutturmuş! ...
Buraya kadar her şey sıradan görünse de bundan sonrakiler şeytanın aklına bile gelmez cinsten. Meğer kadın, Çanakkale’ye gidince küçük çocuğu, gayri meşru ilişki yaşadığı adama elleriyle teslim etmiş. Sonra da çocuğum kaçırıldı diye yaygara koparmaya başlamış. Bu kanal senin, o kanal benim deyip aylarca Türkiye’nin gündemini işgal etmiş. Utanmadan, sıkılmadan, soğan doğramışçasına gözyaşı dökmüş. Kocasını da böylece kandırmış.
Buraya kadar olanları hepiniz duydunuz. Bundan sonrakiler asıl şaşırtıcı… Aldatılan kocanın yıkıldığını, hayal kırıklığına uğradığını düşünüyorduk ki “Ben adam gibi adamım. Türk milletinin bağrından kopmuş bir insanım. Bugüne kadar bana eş olduysa, ben onu her zaman taşıyacağım” diyerek herkesi şaşırttı. Hatta zafer kazanmış gibi kendisini başka bir adamla aldatan eşinin elini havaya kaldırarak basın mensuplarına poz verdi. Aldatılan kocanın tavrı feminist kadın dernekleri tarafından alkışlandı, örnek gösterildi. Bizlerin de bu gibi durumlarda bundan sonra bu olgunluğu göstermemiz gerektiği söylendi. Gülesim yoktu hiç! … Burası Müslüman bir ülke…Yani Türkiye! ... Namussuzluk örnek tavır olarak gösteriliyor ve muhatapları alkışlanıyor… Aldatılan kocanın, aldatan eşini hiçbir şey olmamış gibi kabullenmesi örnek duruş olarak sunuluyor. Hay sizin namus ve insanlık anlayışınıza tüküreyim! ... Örnek tavır ha! ...
Diyorlar ki eşini öldürseydi daha iyi mi olurdu? Biz eşini öldürsün demiyoruz. Ama hiçbir şey olmamış gibi eşinin elini havaya kaldırıp zafer işareti yaparcasına pişkin olmasını Türk örf, adetleriyle ve İslâm inancıyla bağdaştıramıyoruz. Bu şahsî bir olaysa kendilerini bağlar. Fakat bu olaydan yola çıkıp insanlara nasihat veren kadın dernekleri ve psikologlar tek kelimeyle densizlik yaparak haddini aşıyorlar. Bu ülkede hiç kimse namussuzluğu örnek tavır ve davranış olarak salık veremez. Çirkef fikirleriniz ve aklınız size kalsın.
Zina dinin ve kanunun yasak saydığı bir davranıştır. Hele işin içinde bir de aldatma unsuru varsa iğrençlikleri ikiye katlanır. Kanunun ve dinin yasaklarını sevimli ve masum gösteremezsiniz. Veda Hutbesi’nde Peygamber Efendimiz’in koyduğu şu ölçüye uymalıyız: “Ey insanlar! Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Vâris için vasiyete gerek yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zinakâr için mahrumiyet cezası vardır.”
Bu olaya iyimser yaklaşırsak ancak şunu söyleyebiliriz: ‘Doğru saymasak da adamın yaptığı kendini bağlar.’ Bizim de böyle davranmamızı isteme hakkınız yoktur. Fakat her halükârda öldürme ve şiddet eylemine başvurulmamalıdır. İstemiyorsan boşarsın, gider veya kişisel bir tavır takınırsın. Lâkin bu yaptığını millete numune olarak sunamazsın. Bu millet yaşamayı sizden öğrenecek değil. Her fırsatta akıl hocalığı yapıp milleti fikir bataklığına sürüklemeyin. Üst perdeden konuşanlar, hakkınızı ve haddinizi bilin.
Ahmet Altan'ın yaşamın acı gerçeklerine ışık tutan, buram buram realizm ve tatsızlık kokan; duru ve yalın üslubuyla güzel olabilen; ancak pek de sevmediğim kitabı.
Aldatmak kadar adi bir davranış olamazz.Bir insanı ömrünün sonuna kadar evmek zorunda değilsin,birşeyler bitmiş olabilirr.o zaman oturur konuşursun.Kadın olsun erkek olsun hiç birine yakışmazz.Kişiliksizliğin ta kendisidirrr...Yapılınca affedilmemesi gereken bir durumm...
ERKEKLER NEDEN ALDATIR?
M.NİHAT MALKOÇ
Dünyamız iki karşı cinsin(kadınla erkeğin) huzur içerisinde yaşaması için yaratılmış bir mekândır. Dünyanın ve insanın var edilişinde sayısız hikmetler mevcuttur. Bu dünyada her şeyden evvel büyük bir imtihandayız. İmtihan sırrını anlamak ve gereğini yerine getirmek gerekir. Yoksa gönül eğlendirmek için gelmedik dünyaya. Kulluk gömleğini giyerek büyük bir sorumluluğun altına girdik.
Dünyanın bir erkekle bir dişi temeli üzerinde bina edilmesi şuurlu bir tercihin neticesidir. Böyle olmasaydı hayat ne kadar da zor olurdu. Nitekim yüce Rabbimiz kadının yaratılışıyla ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Onda sükûn bulup durulmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.(Rum Suresi 21. Ayet)
Kadınla erkek bir elmanın her bir yarısı gibidir. Bir araya gelerek bütünlük teşkil ederler. Tek başlarına eksiktirler; kenetlenince mücadele güçleri artar. Aileyi birlikte kurarlar. Neslin devamı için evlilik müessesesinin sürdürülmesi gerekir. Dinimizde mazeretsiz olarak evliliği tehir etmek kerih görülmüştür. Onun için Allahü Tealâ kadınla erkek arasında büyük bir sevgi ve iştiyak yaratmıştır. Bu cinselliğin ötesinde bir duygudur. Buna ‘ruhların kenetlenmesi’ de diyebiliriz.
Kadınla erkek etle tırnakken belli bir zaman sonra ailede gevşemeler başlar. Ailenin her bir ferdi, karşısındakine farklı gözle bakmaya başlar; ilişkiler sıradanlaşır. Saygı ve sevgi ortadan kalkınca evlilik hukukî bir sözleşme olmaktan başka bir ifade etmez olur.
İşin bu noktaya gelmesinde fertlerin sorumluluğu değişik oranlarda kendini gösterir. Bazen kadın, bazen de erkek suçludur. Aile bağlarının kopmasında kaynananın, kaynatanın, görümcenin, kaynın ve çocukların da tesiri olabilir. Bunun dışında en büyük sebep eşlerin birbirini kıskanmasıdır. Yazımızın başlığından da anlaşıldığı gibi aldatmak genelde erkeklerle yan yana anılan bir kavramdır. Ortak kanaat odur ki erkekler aldatmaya daha meyillidir. Her ne kadar bazı kadınlar da kocalarını aldatıyorsa da bunun miktarı erkeklere göre daha azdır. Aldatmak ihalesi erkeklerin üzerine kalmıştır.
Aldatmak bir anlık değişimin ve dönüşümün ürünü değildir. İnsanlar belli bir birikim sonucunda eşlerinden soğurlar. Halk tabiriyle bir noktadan sonra bıçak kemiğe dayanır. Diğer bir deyişle boğazına kadar gelir. O noktada verilen karar, kişinin geleceğini şekillendirir. Bu mevzunun altında biyolojik, psikolojik ve sosyal nedenlerin olduğu da bilinmelidir.
İnancı tam olan insanlar aldatmanın bir afet olduğunu bilir. Zira aldatmak hem dinen, hem de örfen doğru bir davranış değildir. Hadisenin bu boyutuyla ilgilenen pek yoktur. Bilindiği gibi bir kadınla nikâhsız veya rızasız olarak cinsel temasta bulunmak zinadır. Bu da dinimizin şiddetle yasakladığı bir durumdur. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir iş ve kötü bir yoldur” (İsrâ S.32. Ayet) . “Onlar Allah ile birlikte başka ilaha dua etmezler. Haksız yere, Allah’ın haram kıldığı kimseyi öldürmezler ve zina da etmezler. Kim bunları yaparsa cezaya çarpar. Ona kıyamet gününde kat kat azap verilir ve o azabın içinde alçaltılmış şekilde ebedî bırakılırlar” (Furkan S. 68.Ayet)
Erkekler niçin aldatır sorusunu sorduğumuzda bir ikinci soru daha aklımıza geliyor: “Kadınlar neden aldanır? ” Biraz da bunu sorgulamak gerekir. Erkek bir kadında aradığını bulsa onu yine de aldatır mı? Bu soruların mutlak bir cevabı yoktur. İnsanoğlu çiğ süt emmiştir. Herkes için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Fakat bazı kadınlar şirretlikte ileri gittiği için aldatılmaya kendileri zemin hazırlamıştır. Erkeğin kaçıp kurtulmaktan başka çaresi kalmamıştır. Fakat bunların sayısı büyük bir yekûn tutmaz. Hiçbir mazeret aldatmayı masum gösteremez. Lâkin cinslerin buna ortam hazırlamaması gerekir.
Aldatma konusunda erkeklerin adı çıkmıştır bir kere. Onun için masum olanlar da bu yaftadan kolay kolay kurtulamaz. Oysa mühim olan karşılıklı güvendir. Fakat bunu sağlamak çok da kolay değildir. Hele bir açık verdiysen, sağladığın itimadı bir daha geri getiremezsin. Onun için erkeğin de kadının da namus kavramına sadık yaşaması meseleyi kökünden halleder.
Gelenek ve göreneklerine bağlı, dinine düşkün kişiler ne aldanır, ne de aldatır. Çünkü onlar bunun hesabını dünyada olmasa bile, rûz-ı mahşerde vereceklerini çok iyi bilirler. Allah korkusu onları iffetli olmaya sevk eder. İffet genelde kadınla ilgili bir kavram sanılır. Oysa iffet erkeği de bağlar. Güzel dinimiz, kadınla erkeği bu hususta da ayırmamıştır. Çok eşliliğin de şartları vardır. Yoksa canı çeken dilediğince evlenemez. Bu konuyu böyle anlamalı ve namus ölçüleri içerisinde huzurla yaşamalıyız.
tu-kaka iken artık 'yutturmak'...'kaptırmak' oldu....
kişinin karaktersizliğini ortaya koyma yollarından biri
Sadece kadın erkek ilişkilerinden bahsedeceğim:
Eğer bir kadın ve bir erkek ilişkisi söz konusuysa el'ân sorumluluk söz konusudur. Her iki taraf için de. Ve her konuda. Yalnız bir nokta var: şu bir gerçek ki erkekler üretmek, kadınlar da var etmek için yaratılmış.. Erkekler üretken olduklarından, çok eşlilik ya da çok ilişki yapıları gereği bir şekilde ortaya çıkıyor fiili olarak.. Önemli olan -bence- erkeğin sorumlu olduğu kadından başkasıyla cinsel -ya da cinsele yakın- ilişkiye girmesi değil..
Bir erkek bana karşı sorumluysa, bu sorumluluklarını yerine getirmekle mükellef ki ben de ona karşı mükellef olayım.. Yani beni hak etmeli. Herhangi özel veya genel sebeplerden ötürü bu erkek kişisi gidip bir farklı hatunla ilişkiye girebilir, eğer bunu bana duyurup (doğrudan ya da dolaylı bir şekilde) benim kalbimin sağlamlığını bozuyorsa, yahut benimle ilgili bağlılığını kaybederek ona duyduğum saygımı ve sevgimi kaybetmeme sebep oluyorsa, ve yahut (ben gerçekten seven bir kadınsam) kendine maddi-manevi zarar vererek bana da zarar vermiş oluyorsa işte aldatmak budur.
Diğer konular fasa fiso. Yani fason.
Nokta.
kisiliginde odun vermek......
Şimdi insan parayı buluyor herşeyden fazla fazla var neden diyo ben bir tek eşe bağlı kalayım aldatmak ta burdan doğuyor. parayı bulan adamların bence başka kadınlara yönelnmeyip ailesi ile birlikte danışmanlara görünmeleri lazım parayı bulmuşsun deli doktorunamı gidiceksin demiyecen gidip daha huzurlu yaşamanın yollarını arıyacan.
ALDATMAK....Şerefsizce yapılan bi hareket desem olur mu acaba...? Olur olur...Baska da bi acıklaması yok zaten bu işin...
Hem kendini hem arkadasını ama en önemlisi RABBİNİ aldatmaya calişmak bir tür nefsine esir olanların yaptigi bir eylemdir...
bence aldatan aldanan insandir...
antolojiyi başka forumlarla aldattım...
affet beni antoloji...
gerçekten seven aldatmaz bu kadar basittir bu iş
bütün erkeklerde mevcuttur itiraz etmeyin
kendine güvenmeyen ya da hayatındaki asıl insana karşı alışkanlık dışında bişeyler hissetmeyen insanların yaptıkları onursuz davranıştır. aldatan elbet bir gün aldandığının farkına varır.bedeli ağırdır. ama şunuda unutmamak gerekir her insan kınadığı şeyi yaşamadan ölmez.
omleti özene bezene yaptıktan sonra gidip başka şey yemek gibidir, manasızdır...
Aldatmak karşısındakini kandırmaktır.Ama asıl kendini kandırmaktır.
kişinin kendini kandırması sadece
Aptalların kendini kandırma sanatıı.
Aldatmak; Sevginin bitmesidir. Biri sizi aldatıyorsa size olan sevgisi bitmiş demektir. Aşk demiyorum bakın sevdi diyorum. Aşkın bir süresi vardır. elde edilene kadar sürer ama sevginin sınırı yoktur. Ölünçeye kadar ve oldükten sonrada devam eder. Aldatmayı yapanlar bişi yaptıklarını sanırlar ama kendilerini kandırmaktan başka bişi yapmıyorlardır aslında.
[email protected]
aldatmak=ihanet=judas (bkz:büyük antoloji sözlüğü)