Kafkas çalgısıdır, Adigece (Çerkesce) Psine, Osetce Fan denir. Çerkes sülaleleri için çok değerlidir, babalar çocuklarına miras olarak bırakırlar. Bu aletle çalınan müziklerin genel ismi Qafe (kafe) olarak adlandırılır.
selam ben akradıyon sesı kemıklerım sızlatır ben bır abazayım benım ınsanlarım mızık akokan ınsanlardır ben akardıyon ve pıyano(sılah) tamıratı yapmaktayım bu işi de sanıyorum profsyonel olarak yapan tekım ... türkıyenın heryerınde tamırat ıçın gelen hastalarım var.. mızıka abaza dügünlerı ıse bır başka olur hele bırde avraşaları hıç sorma
Sepsessizdi ortalık.Ve gün gibi gördü kapıcı Çardak boyunca uzanıp yatmış esneyen Esneyen rüzgarı…Akordeoncu birden Avluya dalıverdi,elinde akordeonu,
Geçirdi kayışını omzuna Ve tuşlar üzerinde koşturup yüreğini Çalmaya koyuldu …Ve bütün çiçekler Pencerelerden kalkıp yürüdü çayırlara.
Tuğla yapılar sarsılır gibi oldu Ve uzak uzaylarla sarhoşladı aniden, Görseniz aklını kaçırdı derdiniz çamur! Orman çiçeklerini düşlemeye koyuldu.
Önce pencereye üşüştü insanlar, Sonra bir çoşkunluğa kapılıp yalınayak Kırağılarla renklenen uzaya koşuştu Akordeonun uçarı nağmeleriyle
Postacı geçiyordu.Büyülenmiş gibi durdu. Hemen bir göz attı bütün zarflara: Gördü ki mektup namına ne varsa o gün Tarlalara,ormanlara,ekinlere yollanıyordu.
çok hoş bir sesi vardır,sessiz sokakta süzülen bir akordeon sesi,bir keresinde sevgilimle romantik bir anda ansızın pencereden içeri doldu,büyülü gibi,muhteşemdi!
akordeon benım hayatım sayılır benım babam kendı ımkanlarıyla daha yenı işe basladıgı zamanlarda 40 bas bır akordeon almıs dusunun ben daha o zaman yokum neyse almıs buarada ben bulgarıstan gocmenıyım bızım yoremızden sarkılar calarmıs ben dunyaya geldım 9 yasını bıtırdım ve babam akordeon u bana bıraktı ben akordeona yogun bır ılgı ve alakayla calıstım cabaladım ve sımdı duydugum herhangı bır muzıgı 5 dakıkalık bır sure ıcerısınde tam halıyle cıkarta bılıyorum ve su anda en buyuk hayalımı gerceklestırmek ıcın pera muzık kursuna basladım hem solfej hemde akordeon için özel ders alıyorum en buyuk hayalım ny mi? bırgun cıkıp turkıye'ye dunyaya kendımı muzıklerımle duyurup sevdırmeye ve akordeon denılen enstrumanın unutulmasını önlemek ve ben bu azmin sonucunu bılıyorum dunyada o kadar akordiyonıst var hangısı cıkıp konser verdı yakın zamanda trt kanallarının bırınde zencı ve yaslı bır adam cıkıp elektronık akordeonla bı sov yaptı ve sadece bundan ıbaret ben akordeonun unutulmasını degıl tam tersıne tum dunya tarafından sevılmesını ıstıyorum akordeon nerelerde var kazak azerbaycan bulgarıstan heryerde var ama nıye kımse bılmıyo benım ıcın akordeon tek kısılık bır koro akordeon atalarımızın yadıgarı ama bızler herseyde oldugu gıbı bu degerımızede sahıp cıkmıyoruz.ben bircan çelik saygılarımla
Akordeon nedir? diyerek… Türk ağzındaki söylenişiyle akordiyon… Günümüz müziğinde neredeyse hiç yer almadığı için duyulmayan, duyulsa bile en azından artık pek bilinmeyen bir enstrüman. Ne var ki, güzel mi güzel bir enstrüman! Günümüz gençlerinin hiç tanımadıkları ve hattâ adını bile duymadıkları “Celâl Şâhin”nin, vücûduyla neredeyse bütünleşmiş, konuşan ikinci bir organı olmuş ses âleti! Bilgisayarla baş başayken sık-sık olduğu üzere, şu anda da bir yandan müzik dinlemekteyiz. Müzikte ayırım yapmayız. Arabeskle şimdilerin Hafif Türk ve Batı Müziği dışında (fakat bu türün eskilerinden artık klasikleşmiş çok güzelleri de vardır) , yerli ve yabancı her müziğin içinden dinlediğimiz bir şeyler bulunmaktadır. Meselâ Mozart’ın 40. Senfonisi ardından Yozgat Sürmelisi’ni dinleyebiliriz. Aynı sofrada, tatlıyla turşuyu karıştırdığımızı düşünenler çıkabilirler! Ancak… Bu her ikisi de klas ve klasik olup, her ikisinin de kendine göre tatları vardır. Hemen belirtelim ki çok-çok da seçiciyizdir. İnce eler, sık dokuruz. Ne öyle her türküyü dinleriz, ne de senfoni diye her gürültüyü! .. Şimdi dinlediklerimiz Viyana valsleridirler… Bunları dinlerken gene gayri ihtiyârî gerilere gidiyoruz. Bizim gibi yetmişe yaklaşmış kişiler, geriye döndüler mi, elli yıldan berisini göremiyorlar! Bizimki de öyle olmuştur. On ile yirmibeş yaşlarımız arasındaki bir hâtırayı bugüne getirip özetleyeceğiz. Akordeon deyince aklımızdan geçenler şunlardır: 1947’de göçüp, yedi yaşımızdan sonrasını yaşadığımız İstanbul’daki ilk üç yılımızda, tam beş kirâlık ev değiştirmiştik! Cebindeki parasıyla güyâ ticâret yapacak olan ama ticâretten habersiz babamız, bunun için eve yatırım yapmamaktaydı! Fakat, beşinci kirâlık evde fikri değişmiş olmalıydı ki, artık bir ev sâhibi olmaya karar vermiş, artık müstakil bahçeli bir ev satın almıştı. Doksanlı yıllara kadar mülkiyetimizde kalmış bu evin bizdeki en derin ve unutulmaz hâtırası, işte böyle andıkça elimizdeki fotoğraflarına bakıp, hâlâ hüzne gark olduğumuz bitişik komşumuz ve onbeş yıllık can arkadaşımız Oğuz’dur. Biz Oğuz’u, ona komşu olduğumuz 1950’in Eylül ayında tanımıştık. Üç-beş ay kadar küçüğümüzdü, ama neticede aynı yaştaydık. Oğuz aslında ikizmiş de, bizim onlara komşu olmamızdan az önce ikiz eşi Yavuz ölmüşmüş. Bir anlamda, ölen ikizinin yerini artık biz almıştık. Oğuz’la çok iyi anlaşıyor, günün neredeyse tamâmını birlikte geçiriyorduk. Oğuz ve ikiz eşi Yavuz hasta doğmuşlarmış, ikisinde de kâlp romatizması varmış. Yavuz zâten bu yüzden ölmüşmüş. Oğuz da, gene bu yüzden çok dikkatli olmaya, özellikle yorulmamaya çalışırdı. Âilesiyse, her anne-babadan çok daha fazla üstüne titredi. Oğuz, ilkokuldan sonra da aynı gerekçeyle orta okula gönderilmemiştir. Bu ise, onun ruhunda büyük buhranlar doğurmuş olup, mutsuzluğunu da berâberinde getirmiştir. En yakını olarak bize de bin tembih edilirdi ki, onu fazla yormayalım, hattâ, mümkünse bizim dışımızda da yorulmasına engel olalım. Fakat biz de çocuğuz. Haydi genciz diyelim. Bu tembihlere rağmen, ısının güneşte kırkdört derece olduğunu ertesi günkü gazetelerden öğrendiğimiz bir gün, Oğuz’la, hem tam öğle vaktinde çekilmiş fotoğrafımız vardır! Burası, Topkapı’daki bir futbol sahasının santra noktasıdır! Diğer yandan ve diğer arkadaşlarımızdan değişik müzik enstrümanları çalanlar vardı. Akordeon, bateri, saksafon, trompet… Biz de, kendimize kadar ve kendimiz için ağız mızıkası çalardık meselâ! Oğuz belki buradan ilham almış olacaktı ki, birden müzisyen olmaya karar vermişti. Fakat, Oğuz bizim gibi amatör değil gerçek bir müzisyen olacaktı! O târihlerde İstanbul Radyosunda çalan çok yönlü yabancı bir virtuöz vardı: Antonyo Dumeziç. Hırvat baba, İtalyan anneden doğan Dumeziç Bomonti’de otururdu. Oğuz gitti bu adamı buldu. Konuştu ve anlaştılar; üç yıl süreyle de akordiyon dersi aldı. Üç yıl sonra, artık Oğuz da olmuştu bir virtüöz! Parmakları bas’lar ve tuş’lar üzerinde kelebek gibi uçuşurdu. Çalamadığı ve iyi icrâ edemediği melodi yoktu Oğuz’un! Bir Alman Hohner ve bir İtalyan Scandali akordiyonları vardı. Bunları omzuna astımıydı, dinlemeye doyulmazdı. Neler çalmazdı ki! Gene aynı hoca yâni Antonya Dumeziç ve Oğuz’un evindeki Scandali markalı siyah piyano… Oğuz, hemen arkasından piyanoya başlamıştı. Yirmiüçünde biz askere gittiğimizde, Oğuz çürüğe çıktığından evindeydi. Ancak, artık ciddî bir mesleği vardı Oğuz’un. Bunu da değerlendirecekti elbet. Gitti, zamânın Beyoğlu’sundaki eğlence mekânlarından biriyle anlaştı ve çalmaya başladı. Artık profesyonel bir müzisyendi. Bir de orada, çalıştığı yerdeki konsomatris kıza vurulacağı tutmuştu. Keşki tutmasaymış! Zâten pamuk ipliğiyle bağlı bulunduğu hayattan ayrılmasına, Ankaralı bu kız âdetâ yardımcı olmuştu! Antalya’dan İstanbul’a döndüğümüzde, Oğuz’un ölümü üstünden (12.07.1965) henüz iki gün geçmişti. O gün, mezarının henüz tâze toprağını okşamaktan başkasını yapamamıştık. İşte! .. Dinlediğimiz valsler... Bunun bize hatırlattığı enstrümanlar ve akordiyon… Akordiyon diyerek “Antoloji.Com”a girişimiz… …ve şimdi gözlerimizde, sizin göremeyip anlayamayacağınız yaşlar! Mete Esin
bir çok buluş gibi kökeni çindir.çinliler hala iyi akordeonlar yaparlar. parrot marka bi tane çalmıştım. fena değildi.
bu alet çok geç devirlerde austuryada ortaya çıktı. almanyada ve italyada geliştirildi. polonya rusya derken dünyanın her yerine yayıldı.en iyi akordeonlar italyan scandalli,alman hohnerdir.
bende bir adet italyan soprani ve doğu alman weltmeister bulunmakta. sopraniden çok memnunum. en iyi akordeoncular balkanlardan çıkar.bu alette sırplar,bulgarlar makedonlar aşmıştır.
annanem çalarmış gençliğin de...bir cemiyette akordeonu elindeyken babasının ölüm haberini almış...yere atıp parçalamış; bir daha da eline almamış.....
ölülerin canlandırılmasında kullanılan ve bir kere bağımlılık yaptımı araba gcırtılarını bile akordeon sesi gibi algılamasına neden olan alaaddinin cininin içinde yaşadığı rivayet edılen ve çok dilli (kafkasya gibi) bir şah-ı ensturman
bir akardiyon birde deju varmı bundan ötesi
yazarken bile ayaklarımın hareketlenmeye başladıgıni hissediyorum
Kafkas çalgısıdır, Adigece (Çerkesce) Psine, Osetce Fan denir. Çerkes sülaleleri için çok değerlidir, babalar çocuklarına miras olarak bırakırlar.
Bu aletle çalınan müziklerin genel ismi Qafe (kafe) olarak adlandırılır.
çok hoş ve sakin bi ses
selam
ben akradıyon sesı kemıklerım sızlatır ben bır abazayım benım ınsanlarım mızık
akokan ınsanlardır
ben akardıyon ve pıyano(sılah) tamıratı yapmaktayım bu işi de sanıyorum profsyonel olarak yapan tekım ... türkıyenın heryerınde tamırat ıçın gelen hastalarım var.. mızıka abaza dügünlerı ıse bır başka olur hele bırde avraşaları hıç sorma
AKORDEONCU
Sepsessizdi ortalık.Ve gün gibi gördü kapıcı
Çardak boyunca uzanıp yatmış esneyen
Esneyen rüzgarı…Akordeoncu birden
Avluya dalıverdi,elinde akordeonu,
Geçirdi kayışını omzuna
Ve tuşlar üzerinde koşturup yüreğini
Çalmaya koyuldu …Ve bütün çiçekler
Pencerelerden kalkıp yürüdü çayırlara.
Tuğla yapılar sarsılır gibi oldu
Ve uzak uzaylarla sarhoşladı aniden,
Görseniz aklını kaçırdı derdiniz çamur!
Orman çiçeklerini düşlemeye koyuldu.
Önce pencereye üşüştü insanlar,
Sonra bir çoşkunluğa kapılıp yalınayak
Kırağılarla renklenen uzaya koşuştu
Akordeonun uçarı nağmeleriyle
Postacı geçiyordu.Büyülenmiş gibi durdu.
Hemen bir göz attı bütün zarflara:
Gördü ki mektup namına ne varsa o gün
Tarlalara,ormanlara,ekinlere yollanıyordu.
Vasili KAZİN
çok hoş bir sesi vardır,sessiz sokakta süzülen bir akordeon sesi,bir keresinde sevgilimle romantik bir anda ansızın pencereden içeri doldu,büyülü gibi,muhteşemdi!
bide emir kusturica filmlerini anımsattı şimdi bana,illaki vardır bir akordeon
akordeon benım hayatım sayılır benım babam kendı ımkanlarıyla daha yenı işe basladıgı zamanlarda 40 bas bır akordeon almıs dusunun ben daha o zaman yokum neyse almıs buarada ben bulgarıstan gocmenıyım bızım yoremızden sarkılar calarmıs ben dunyaya geldım 9 yasını bıtırdım ve babam akordeon u bana bıraktı ben akordeona yogun bır ılgı ve alakayla calıstım cabaladım ve sımdı duydugum herhangı bır muzıgı 5 dakıkalık bır sure ıcerısınde tam halıyle cıkarta bılıyorum ve su anda en buyuk hayalımı gerceklestırmek ıcın pera muzık kursuna basladım hem solfej hemde akordeon için özel ders alıyorum en buyuk hayalım ny mi? bırgun cıkıp turkıye'ye dunyaya kendımı muzıklerımle duyurup sevdırmeye ve akordeon denılen enstrumanın unutulmasını önlemek ve ben bu azmin sonucunu bılıyorum dunyada o kadar akordiyonıst var hangısı cıkıp konser verdı yakın zamanda trt kanallarının bırınde zencı ve yaslı bır adam cıkıp elektronık akordeonla bı sov yaptı ve sadece bundan ıbaret ben akordeonun unutulmasını degıl tam tersıne tum dunya tarafından sevılmesını ıstıyorum akordeon nerelerde var kazak azerbaycan bulgarıstan heryerde var ama nıye kımse bılmıyo benım ıcın akordeon tek kısılık bır koro akordeon atalarımızın yadıgarı ama bızler herseyde oldugu gıbı bu degerımızede sahıp cıkmıyoruz.ben bircan çelik saygılarımla
Akordeon nedir? diyerek…
Türk ağzındaki söylenişiyle akordiyon… Günümüz müziğinde neredeyse hiç yer almadığı için duyulmayan, duyulsa bile en azından artık pek bilinmeyen bir enstrüman. Ne var ki, güzel mi güzel bir enstrüman! Günümüz gençlerinin hiç tanımadıkları ve hattâ adını bile duymadıkları “Celâl Şâhin”nin, vücûduyla neredeyse bütünleşmiş, konuşan ikinci bir organı olmuş ses âleti!
Bilgisayarla baş başayken sık-sık olduğu üzere, şu anda da bir yandan müzik dinlemekteyiz. Müzikte ayırım yapmayız. Arabeskle şimdilerin Hafif Türk ve Batı Müziği dışında (fakat bu türün eskilerinden artık klasikleşmiş çok güzelleri de vardır) , yerli ve yabancı her müziğin içinden dinlediğimiz bir şeyler bulunmaktadır. Meselâ Mozart’ın 40. Senfonisi ardından Yozgat Sürmelisi’ni dinleyebiliriz. Aynı sofrada, tatlıyla turşuyu karıştırdığımızı düşünenler çıkabilirler! Ancak… Bu her ikisi de klas ve klasik olup, her ikisinin de kendine göre tatları vardır. Hemen belirtelim ki çok-çok da seçiciyizdir. İnce eler, sık dokuruz. Ne öyle her türküyü dinleriz, ne de senfoni diye her gürültüyü! ..
Şimdi dinlediklerimiz Viyana valsleridirler… Bunları dinlerken gene gayri ihtiyârî gerilere gidiyoruz. Bizim gibi yetmişe yaklaşmış kişiler, geriye döndüler mi, elli yıldan berisini göremiyorlar! Bizimki de öyle olmuştur. On ile yirmibeş yaşlarımız arasındaki bir hâtırayı bugüne getirip özetleyeceğiz. Akordeon deyince aklımızdan geçenler şunlardır:
1947’de göçüp, yedi yaşımızdan sonrasını yaşadığımız İstanbul’daki ilk üç yılımızda, tam beş kirâlık ev değiştirmiştik! Cebindeki parasıyla güyâ ticâret yapacak olan ama ticâretten habersiz babamız, bunun için eve yatırım yapmamaktaydı! Fakat, beşinci kirâlık evde fikri değişmiş olmalıydı ki, artık bir ev sâhibi olmaya karar vermiş, artık müstakil bahçeli bir ev satın almıştı. Doksanlı yıllara kadar mülkiyetimizde kalmış bu evin bizdeki en derin ve unutulmaz hâtırası, işte böyle andıkça elimizdeki fotoğraflarına bakıp, hâlâ hüzne gark olduğumuz bitişik komşumuz ve onbeş yıllık can arkadaşımız Oğuz’dur.
Biz Oğuz’u, ona komşu olduğumuz 1950’in Eylül ayında tanımıştık. Üç-beş ay kadar küçüğümüzdü, ama neticede aynı yaştaydık. Oğuz aslında ikizmiş de, bizim onlara komşu olmamızdan az önce ikiz eşi Yavuz ölmüşmüş. Bir anlamda, ölen ikizinin yerini artık biz almıştık. Oğuz’la çok iyi anlaşıyor, günün neredeyse tamâmını birlikte geçiriyorduk.
Oğuz ve ikiz eşi Yavuz hasta doğmuşlarmış, ikisinde de kâlp romatizması varmış. Yavuz zâten bu yüzden ölmüşmüş. Oğuz da, gene bu yüzden çok dikkatli olmaya, özellikle yorulmamaya çalışırdı. Âilesiyse, her anne-babadan çok daha fazla üstüne titredi. Oğuz, ilkokuldan sonra da aynı gerekçeyle orta okula gönderilmemiştir. Bu ise, onun ruhunda büyük buhranlar doğurmuş olup, mutsuzluğunu da berâberinde getirmiştir. En yakını olarak bize de bin tembih edilirdi ki, onu fazla yormayalım, hattâ, mümkünse bizim dışımızda da yorulmasına engel olalım. Fakat biz de çocuğuz. Haydi genciz diyelim. Bu tembihlere rağmen, ısının güneşte kırkdört derece olduğunu ertesi günkü gazetelerden öğrendiğimiz bir gün, Oğuz’la, hem tam öğle vaktinde çekilmiş fotoğrafımız vardır! Burası, Topkapı’daki bir futbol sahasının santra noktasıdır!
Diğer yandan ve diğer arkadaşlarımızdan değişik müzik enstrümanları çalanlar vardı. Akordeon, bateri, saksafon, trompet… Biz de, kendimize kadar ve kendimiz için ağız mızıkası çalardık meselâ! Oğuz belki buradan ilham almış olacaktı ki, birden müzisyen olmaya karar vermişti. Fakat, Oğuz bizim gibi amatör değil gerçek bir müzisyen olacaktı! O târihlerde İstanbul Radyosunda çalan çok yönlü yabancı bir virtuöz vardı: Antonyo Dumeziç. Hırvat baba, İtalyan anneden doğan Dumeziç Bomonti’de otururdu. Oğuz gitti bu adamı buldu. Konuştu ve anlaştılar; üç yıl süreyle de akordiyon dersi aldı. Üç yıl sonra, artık Oğuz da olmuştu bir virtüöz! Parmakları bas’lar ve tuş’lar üzerinde kelebek gibi uçuşurdu. Çalamadığı ve iyi icrâ edemediği melodi yoktu Oğuz’un! Bir Alman Hohner ve bir İtalyan Scandali akordiyonları vardı. Bunları omzuna astımıydı, dinlemeye doyulmazdı. Neler çalmazdı ki!
Gene aynı hoca yâni Antonya Dumeziç ve Oğuz’un evindeki Scandali markalı siyah piyano… Oğuz, hemen arkasından piyanoya başlamıştı. Yirmiüçünde biz askere gittiğimizde, Oğuz çürüğe çıktığından evindeydi. Ancak, artık ciddî bir mesleği vardı Oğuz’un. Bunu da değerlendirecekti elbet. Gitti, zamânın Beyoğlu’sundaki eğlence mekânlarından biriyle anlaştı ve çalmaya başladı. Artık profesyonel bir müzisyendi.
Bir de orada, çalıştığı yerdeki konsomatris kıza vurulacağı tutmuştu. Keşki tutmasaymış! Zâten pamuk ipliğiyle bağlı bulunduğu hayattan ayrılmasına, Ankaralı bu kız âdetâ yardımcı olmuştu! Antalya’dan İstanbul’a döndüğümüzde, Oğuz’un ölümü üstünden (12.07.1965) henüz iki gün geçmişti. O gün, mezarının henüz tâze toprağını okşamaktan başkasını yapamamıştık.
İşte! .. Dinlediğimiz valsler... Bunun bize hatırlattığı enstrümanlar ve akordiyon… Akordiyon diyerek “Antoloji.Com”a girişimiz…
…ve şimdi gözlerimizde, sizin göremeyip anlayamayacağınız yaşlar!
Mete Esin
bir çok buluş gibi kökeni çindir.çinliler hala iyi akordeonlar yaparlar. parrot marka bi tane çalmıştım. fena değildi.
bu alet çok geç devirlerde austuryada ortaya çıktı. almanyada ve italyada geliştirildi. polonya rusya derken dünyanın her yerine yayıldı.en iyi akordeonlar italyan scandalli,alman hohnerdir.
bende bir adet italyan soprani ve doğu alman weltmeister bulunmakta. sopraniden çok memnunum.
en iyi akordeoncular balkanlardan çıkar.bu alette sırplar,bulgarlar makedonlar aşmıştır.
annanem çalarmış gençliğin de...bir cemiyette akordeonu elindeyken babasının ölüm haberini almış...yere atıp parçalamış; bir daha da eline almamış.....
akordeon körüklü tuşlu bir çalgı aleti daha fazla bilgi için araştırıyorum
ölülerin canlandırılmasında kullanılan
ve bir kere bağımlılık yaptımı araba gcırtılarını bile
akordeon sesi gibi algılamasına neden olan alaaddinin cininin içinde yaşadığı rivayet edılen ve çok dilli (kafkasya gibi) bir şah-ı ensturman