Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Ahmet er Rufai sizce ne demek, Ahmet er Rufai size neyi çağrıştırıyor?

Ahmet er Rufai terimi Ayşe Barki tarafından tarihinde eklendi

  • Aciz Mevlevi
    Aciz Mevlevi

    rufainin misli yoktur pirim

  • Aciz Mevlevi
    Aciz Mevlevi

    SULTANI EVLİYA AHMEDER RUFAİYİ HARİSUL EVLİYA AHMEDER RUFAİ
    RUFAİLER GİYER PEMBE KIRMIZI TACININ ÜSTÜNDE ÜÇ SATIR YAZI EVLATLARI TUTAR ATEŞ NAR KÖZÜ BÜLBÜL GÜLE HAYRAN BEN DE PİRİM RUFAİYE

  • Esra Gök
    Esra Gök

    Büyük velîlerden. İsmi ve nesebi; Ahmed bin Sultân Ali bin Yahyâ bin Sâbit bin Ebü'l-Fevâris Hâzım Ali bin Ahmed Murtezâ bin Ali İşbilî bin Rüfâe Hasan bin Mehdi bin Muhammed bin Hasan bin Ahmed Sâlih bin Mûsâ bin İbrâhim Murtezâ bin Mûsâ Kâzım bin Câfer-i Sâdık bin Muhammed Bâkır bin AliZeynel Âbidîn bin Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib'dir (r.anhüm) . Peygamber efendimizin soyundan olup seyyiddir. Anne tarafından da nesebi hazreti Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî'ye dayanır. Bu yüzden kendisine Ebü'l-Alemeyn, iki sancak sâhibi künyesi verilmiştir. Ebü'l-Abbâs da denir. Benî Rıfâe kabîlesine mensûb olduğu için Rıfâî nisbeti ile meşhur oldu.

    Ahmed Rıfâî hazretleri doğmadan önce dayısı büyük âlim Mensûr Betâihî bir gün rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Ona; 'Ey Mensûr! Kız kardeşin, kırk gün sonra Ahmed isminde bir çocuk dünyâya getirecek. Bu çocuğu, Aliyyül Kârî Vâsıtî'nin terbiyesine teslim et. Bu zât, Allah indinde azîzdir. Sakın ihmâl etme.' buyurdu. Bu rüyâdan tam kırk gün sonra Ahmed dünyâya geldi. 1118 (H.512) senesinin Receb ayının ortalarında bir Perşembe günü Betâih'de doğdu.

    Ahmed Rıfâî yedi yaşında iken babası vefât etti. Onu, dayısı Mensûr Betâihî, husûsi bir ihtimâm ile büyüttü, ilim öğretti. Önce Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Kur'ân-ı kerîm hocası Abdülmelik Harnutî'dir. Ahmed Rıfâî henüz yedi yaşında iken bir gün Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit bilgilerde mârifet sâhibi olan hocası Abdülmelik Harnutî'yi ziyârete gitti. Hocası ona; 'Yâ Ahmed! Sana diyeceğim şu şeyleri hâfızanda tut, ezberle ve hiç unutma! ' deyince 'Peki efendim.' dedi. Abdülmelik Harnutî buyurdu ki: 'Başkalarına iltifat edip gezen, hedefine varamaz ve hakîkate kavuşamaz. Şüpheden kurtulamayanın, dünyevî düşünenin, nefsî arzularının peşinde olanın; felâha, hidâyete kavuşması düşünülemez. Bir kimse, kendi kusûrunu, noksanını bilmiyorsa, bütün zamânı da noksan geçer.' Bu kıymetli sözleri hâfızasına nakş etti. Bir yıl bu sözlere göre amel etti. Bir yıl sonunda hocasından yine nasîhat istediğinde buyurdu ki: 'Hakîkî âlimleri, evliyâyı tanıyamamak çok kötüdür. Tabîbin hasta olması ne fenâ, akıllı kimsenin câhil kalması ne kötüdür.'


    Ahmed Rıfâî'yi, dayısı, bir müddet sonra Vâsıt şehrine, büyük âlimlerden ilim öğrenmek üzere gönderdi. Vâsıt'a göndermesinin sebebi, rüyâda Peygamberimizin emr-i şerîfleri olmuştur. İslâm âlimleri umûmiyetle Vâsıt'a gelir, talebelere ders verirlerdi. Büyük âlim Aliyyül Kârî Vâsıtî hazretleri ve dayısı Ebû Bekr el-Ensârî el-Vâsıtî hazretleri de Vâsıt'ta bulunuyordu. (Aliyyül Kârî 1182 (H.578) 'de vefât etti. 1607 (H. 1016) da ölen Aliyyül Kârî başkadır ki, bu, hakîkî Ehl-i sünnet âlimlerine dil uzatmıştır.) Ahmed Rıfâî, Aliyyül Kârî ve İshak Şîrâzî hazretlerinden bütün ilimleri öğrendi. Büyük bir fıkıh, hadîs, tefsîr âlimi ve tasavvufta zamânının bir tânesi oldu. Allahü teâlânın emirlerini harfiyyen yapar, yasaklarından büyük bir titizlikle kaçardı. Bildikleriyle amel eder ve başkalarına da tavsiyede bulunurdu. Bir gün birisi gelip duâ istedi. 'Benim şimdi bir günlük nafakam var, onun için duâm kabûl olmaz. Onu bitirdiğim zaman gel, sana duâ edeyim.' buyurdu ve öyle yaptı.

    Ahmed Rıfâî hazretleri, namaz kılarken benzi sararır, kendinden geçerdi. Gönlünde hissettiklerini, zâhirinden takib etmek mümkündü. Fakat heybetinden kimse cesâret edip soramazdı. Bir gün kendisi; 'Namaza kalktığım zaman sanki Allahü teâlâ bana Kahhâr sıfatıyla tecellî edecek diye korkuyorum.' buyurdu.

    Seyyid Ahmed Rıfâî; orta boylu, nûr yüzlü, buğday benizliydi. Saçları siyah, sakalı seyrek, alnı açık ve geniş idi. Gözlerine sürme çeker, tebessüm buyururdu. Güzel konuşmaları ile kalpleri harekete getirir, sohbetine doyum olmazdı. Kürsüde oturarak konuşurdu. Konuşmaya başlayınca, sesini uzak ve yakındakiler işitirlerdi. Çevre köydeki kimseler de, aynı şekilde duyarlardı. İnsanlar evlerinin üzerine çıkar, Seyyid Ahmed Rıfâî, yanlarındaymış gibi dinlerlerdi. Öyle ki, bütün kelimeleri eksiksiz anlaşılırdı. Hattâ sağırlar, yarım işitenler, onun sohbetine katıldıkları zaman, Allahü teâlânın ihsâniyle kulakları açılır, söylenilenleri işitirler ve anlarlardı. Beyaz gömlek giyer, pirinç unundan ekmek yaptırıp yerdi. Misâfirler için verdiği yemek hâricinde başka bir şey yemezdi. Yemeği soğutarak yer, misâfirsiz iftar etmezdi. Kendisine âit misâfir konağı, her gün dolup taşar, günde iki öğün yemek çıkardı. Yolda her rastladığı kimseye, hattâ çocuklara bile selâm verirdi. Hastaların sıhhatlerini sormak için uzak yollara gitmekten üşenmez, onları ziyâretten zevk alırdı. İhtiyarlara, âmâlara, sıkıntıda olanlara yardımcı olurdu. Peygamber efendimizin; 'Kim, saçı sakalı ağarmış müslüman bir kimseye ikrâm ederse, Allah da ona ihtiyarladığında hürmet ve ikrâmda bulunacak kimseleri vazîfelendirir, ona ikrâm ederler.' hadîs-i şerîflerinde bildirildiği gibi hareket etmeyi âdet edinmişti.

    Alçak gönüllü olduğundan, hiç bir mecliste baş köşeye geçmez ve seccâde üzerinde oturmazdı. Daimâ az konuşur ve; 'Sükûtla emr olundum.' buyururdu. Birçok defâ azamet-i ilâhiyye tecellisine mazhâr olup, güneşin karşısında buzun eridiği gibi kendisi de bir avuç su gibi kalıncaya kadar eridiğini hisseder sonra ilâhî rahmet yetişerek eski hâlini bulurdu. Daha sonra da cemâatine hitâben; 'Cenâb-ı Hakkın lütfu olmasa, yanınıza dönemezdim.' derdi.

    Ahmed Rıfâî hazretlerinin talebelerine bağlılığı çok fazlaydı. Onların arasında bulunmanın, onlarla sohbet etmenin, büyük sevaplar hâsıl eden ibâdet olduğunu buyurur ve talebelerine de kendi talebelerine böyle yapmalarını tavsiye ederdi.

    Talebeleri ile sohbet ederken insanların kendini beğenmesi ile ilgili bir soru sorulduğunda:

    'İlminin fazla, amelinin çok olması ile gurûra kapılan kimse, mârifet sâhibi değildir. Çünkü şeytan da pek fazla bilgiye sâhipti. Mantık yürütmek sûretiyle, ateşin topraktan daha hayırlı olduğunu iddiâ etti. Halbuki meleklere hocalık yapıyordu. Sonunda kendi nefsinin üstün olduğunu söyleyip kibirlendi. Böylece Allahü teâlânın gadabına uğradı ve lânete müstehak oldu. Ebedî olarak rahmet dergâhından kovuldu. Ey oğlum! Sakın! Çok sakın! İyi ibâdetlerine, yüksek ilmine aldanma. Çünkü Bel'âm-ı Baûrâ ve Bersisa, en çok ibâdet edenlerdendiler. Fakat sonunda, nefs ve şeytana uyarak dünyâya bağlandılar. Âhiretlerini ziyân ettiler. Rezîl rüsvâ oldular.

    Ey oğlum! Kalbinde ufak bir leke görürsen, oruç tut. Gitmezse, az konuşmaya bak. Gitmezse, günahlardan şiddetle kaç. Yine gitmezse, her hâli iyi bilen Allahü teâlâya yalvarmaya, sızlanmaya başla.

    Bilgisizlik ölümdür. Allahü teâlâ ilim verdikçe canlanma başlar. Her bilgi bir vebâldir. Bu vebâlden kurtulmak amel etmekle mümkün olur. Her amel fayda vermez. Fayda vermesi Allahü teâlâ için yapılmaya bağlıdır. İhlâs elde edilmedikçe, kurtuluşa erilmez.' buyurdu.

    Sâlih müslüman ve iyi bir kul nasıl olmalıdır? diye sorulunca, şöyle cevap verdi:

    'Sâlih müslümanlar, Allahü teâlânın hükmüne boyun eğerler, gelen şiddet ve belâlara sabrederler, aza kanâat ederler. Allahü teâlâdan başkasından korkmazlar ve kimseden bir şey beklemezler. Ancak Allahü teâlâdan isterler. İnsana, yüksek makamları veren, aşağı düşüren azîz ve zelîl edenin Allahü teâlâ olduğunu bilirler. Sâlih müslümanlar, Peygamber efendimizin sünnet-i şerîflerine tam uyarlar. Onların korkusu, son nefes içindir. Onlar, az konuşurlar. Öfkelerini tutarlar, şehvetlerini yenerler. Nefslerinin arzularını yapmazlar. Allahü teâlâyı unutturacak bütün engelleri ortadan kaldırarak, hep O'nunla berâber olmaya bakarlar. Böylece nefslerini alçaltıp, ruhlarını yükseltirler.

    Nefse, Allahü teâlânın kazâ ve kaderine rızâ göstermek kadar zor gelen bir şey yoktur. Çünkü, kadere râzı olmak, Allahü teâlânın hükmüne boyun eğmek, nefsin isteklerine zıttır. Nefs bunları istemez. Saâdete kavuşmak, nefsin rızâsını terk edip, Allahü teâlânın rızâsına koşmakla mümkündür. Saâdete kavuşanlara müjdeler olsun.'

    Allah adamlarıyla berâber olmayı sever, onların duâlarını almaya çalışırdı. Düşkünleri çok sever, her zaman onları himâye ederdi. Eli, ayağı olmayan veya cüzzam gibi ağır hasta olan kimseleri yanına alır, onları bizzat kendi elleriyle yıkar, temizler ve elbiselerindeki yırtıkları yamardı. Bunlardan haz duyduğunu bildirir, talebelerini de teşvîk ederdi. Acıkmış bir fakîri görse, gider kendi eliyle yiyecek hazırlar, berâberce yerlerdi. Buyururdu ki: 'Bütün evliyâlık yollarından geçirildim. Fakat fakirlik, başkaları gözünde hakîr olmak ve hastalık gibi Allahü teâlâya yakın ve daha uygun yol göremedim.'

    Bir yere gidip de dönerken, yanında hazır bulundurduğu ipine, topladığı odunları bağlardı. Bunları getirir, şehirde bulunan dul, yetim, fakir, hasta olanlara dağıtırdı. Dünyâ malına hiç kıymet vermez, onları dîne hizmette kullanırdı. Kendisi için, dünyâlık nâmına hiçbir şey alıkoymazdı. Bütün malını fakir müslümanlara dağıtırdı.

    Büyüklerden biri, Ahmed Rıfâî'ye duâ etmesi için bir hasta getirdi. Hasta birkaç gün kaldığı hâlde, Ahmed Rıfâî hiçbir şey söylemedi. Bunun üzerine hizmetçisi Yâkûb; 'Efendim! Bu hasta için duâ etmemenizin sebebi nedir? ' deyince; 'Ey Yâkûb! Cenâb-ı Hakk'ın izzetine yemîn olsun ki, Allah katında, benim kabûl olunacağı vâd olunan yüz hâcetim vardır. Şimdiye kadar hiçbirini dilemedim.' cevabını verdi. Yâkûb; 'Bir tânesi bu biçâreye sarf edilse nasıl olur? ' deyince, Ahmed Rıfâî hazretleri; 'Sen benim edebe aykırı hareket eden bir kimse olmamı mı istiyorsun? ' buyurup; 'Dikkat ediniz, halk ve emir O'na mahsûstur. Âlemlerin Rabbi Allah çok yücedir.' (A'raf sûresi:54) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu, sonra; 'Ey Yâkûb, aslında fakîr olan bir kişi, bir hâcet istirhâm edip, kabûle mazhâr olduğu zaman, eski vekar ve şerefinden de bir kademe kaybeder.' buyurdu. Hizmetçisi; 'Efendim, namazlardan sonra her zaman duâ ettiğinizi görüyorum.' deyince de, Ahmed Rıfâî; 'O başka, bu başkadır. Namazlardan sonra yapılan, ilâhî emre uymak için yapılan kulluk duâsıdır. Bu ise hâcet duâsıdır ve husûsî şartları vardır.' buyurdu. Bu konuşmadan iki gün sonra o hasta şifâ buldu.

    Ahmed Rıfâî'nin talebelerinden ikisi birbirlerini çok severlerdi. Aralarındaki bu yakınlık ve duydukları mânevî hazdan kendilerinden geçerlerdi. Bir gün böyle bir anda, bir tânesi ellerini kaldırıp; 'Yâ Rabbî! Cehennem'den azâd olduğuma dâir bu âciz kuluna bir belge gönder.' deyiverdi. Öbürü; 'Hak teâlânın keremi çoktur, fadl ve ihsânı hududsuzdur.' dedi. Böyle konuşurlarken, âniden gökyüzünden beyaz bir kâğıt indi. Kâğıdı aldılar. İçinde bir yazı göremediler. Seyyid Ahmed'in önüne geldiler. Hâllerini anlatmayıp, o kâğıdı ona verdiler. Kâğıda bakınca, Allahü teâlâya secde etti. Secdeden başını kaldırınca; 'Allahü teâlâya hamd olsun ki, eshâbımın Cehennem'den azâd olduğunu, âhiretten önce, dünyâda bana gösterdi.' buyurdu. 'Efendim, bu kâğıt beyazdır.' dediklerinde; 'Kudret eli siyâh ile yazmaz. Bu, nûr ile yazılmıştır.' buyurdu.

    Bir gün Seyyid Ahmed Rıfâî'nin huzûruna bir kimse gelip; 'Efendim! Abdest almak için kuyudan su çıkarıyordum. Bir arslan gelip öküzüme saldırdı, parçaladı ve yedi. Şimdi ne yapayım? ' dedi. Ahmed Rıfâî; 'O arslanı bana çağırınız. Korkmayınız, ondan size zarar gelmez.' buyurdu. Bir talebesi; 'Peki efendim.' diyerek arslanı arayıp buldu. Seyyid Ahmed Rıfâî hazretlerinin çağırdığını söyledi. Arslan geldi. Ahmed Rıfâî'nin huzûrunda yüzünü yere koydu. Ahmed Rıfâî arslana; 'Ey Arslan! Bu fakirin hizmetini gören öküzü niçin yedin? ' buyurdu. Arslan, Allahü teâlânın izniyle dile gelip; 'Ey efendim! Ceddin Muhammed aleyhisselâmın hâtırı için bana gadap edip, bedduâ etmeyiniz. Zîrâ bir haftadır bir şey yemedim, çok açtım. Çâresiz kaldım, affedeceğinizi ümid ederim.' dedi. Ahmed Rıfâî, arslanın özrünü kabûl etti ve; 'Suçunu bir şartla affediyorum. O da, yediğin öküzün yerine bu fakire hizmet edeceksin.' buyurdular. Arslan kabûl edip, o kimsenin hizmetinde bulundu.

    Ahmed Rıfâî hazretleri, hayâtını hep dîne hizmet ile geçirirdi. Bid'at sahiplerine öğüt verir gittikleri yolun bozukluğunu bildirir, kurtuluşlarına vesîle olurdu. Ahmed Rıfâî hazretleri vefâtına yakın ishale yakalanmıştı. Hastalık bir ay kadar devâm etti. Hizmetçisi; 'Efendim! Hiçbir şey yemediğiniz halde, bu gelenler neredendir? ' diye sordu. O da; 'Bu gelen ettir. Dışarı çıkıyor. Artık eridi kalmadı. Yalnız kemiklerimin içindeki ilik kaldı. O da bugün çıkar biter. Yarın da Allahü teâlâya gitme günüdür.' buyurdu. İyice ağırlaştığı zaman hizmetçisi; 'Efendim! Kavuşmak vakti yaklaştı herhalde.' deyince; 'Evet öyle görünüyor. Hastalığımın şu son zamânında bâzı hâdiseler cereyân etti. İnsanlar üzerine büyük bir belâ gelmekteydi. Bu belâlara karşı kendi vücûdumu fedâ edip, bu belânın giderilmesi için, Allahü teâlâya yalvardım. Allahü teâlâ kabul buyurdu.' dedi. Daha sonra mübarek yüzünü toprağa sürmeye başladı. Yüzü gözü toz toprağa bulanmış bir halde ağlayarak; 'Yâ Rabbî! Affet! ' Yâ Rabbî! İnsanların üzerine gelecek olan dert ve belâlar için beni siper yap da, belâlar benim üzerime yağsın.' diye yalvardıktan sonra kelime-i şehâdet getirip; 'Dünyâda âhiret için çalışıp yorulan pişman olmaz, râhata kavuşur. Her hayr işleyenin ameli kendisine sunulacaktır. Her şer, kötü iş yapanın da ameli kıyâmet gününde önüne çıkacaktır.' buyurdu. 1182 senesi Ağustos ayının 23'ünde Perşembe günü (H.578 Cemâziyelevvel ayının 22. Perşembe günü) ikindi vaktinde, altmış altı yaşında Mısır'da vefât etti.

  • Salih Akar
    Salih Akar

    O, hem Seyyid'dir hem de Şerif
    O, Ebul Alemeyndir. İki kere Ğavs'ül Azam mertebesine yükselmiştir.

    Şüphesiz ali Resulsün Ya Rufai ced be ced
    Ben dahi bi çarenem geldim kapına yad be yad
    El medet Pirim Efendim Ya Sultanım El Medet

  • Turgut Hoca
    Turgut Hoca

    seyyid Ahmed er rufai k.s. aktabı erba dan şeyhil meşayih gavsül vasilin sultanül arifin rufai yolunun piri ve acizane pirimiz sultanımız ebel alemeyn... şerbetinden içenlerin masivadan kurtulduğu...zikri fikri feyzi ekmel ül ekmel baba RUFAİM..CANIM AŞKIM...SULTANIM...

  • Abdullah Miskin
    Abdullah Miskin

    Ahmed er rufai bence; Evliyaya hüccet,evladı resulun gözbebeği,tarikatı aliyenin gülü,tevazunun sembolü,zatında diğer enbiyanın mucizelerinin keramet olarak derc edildiği,insanı kamil sıfatına haiz,muhteşem bir şahsiyet.

  • Ulas Kara
    Ulas Kara

    bu yolda kim verirse varı
    keşfettirir ona allah esrarı
    bulur nar içinde gülzarı
    nar bize gülzardır biz rifaiyiz.

  • Ümit Tapa
    Ümit Tapa

    o mübarekki peygamberimizin ravzasında elini öpmüştür oki seyyiddir oki benim pirimdir ve daha bilmediyim neler neler ALLAH ONDAN RAZI OLSUN ey yüce pir SEYYİD AHMED ERRUFAİ
    himmetini biz günahkarlardan esirgeme

  • Ayşe Barki
    Ayşe Barki

    O senet kabul edilen Seyyid, bilginlerin hocası, eşşiz kutb, velilerin önderi gönüllerin sultanı, müslümanların faziletlisi, büyük alim, veli, şeriatte derya ve bilginlerin lideridir.Zamanın allamesi, devrin üstadı, asrın fakihi vaktin sufisi

  • Ayşe Barki
    Ayşe Barki

    Sn.Kazim YArdımcı'nın www.varliktanveriler.com sitesinde Rufai Hazretleri ile ilgili şöyle bir bilgiye rastladım.



    SEYYİD AHMET RUFAİ HAZRETLERİ HAKKINDA ÖZET BİLGİLER



    BİYOGRAFİSİ:



    YAŞAMI:

    DOĞUMU: Miladi 1119

    VEFATI: MİLADİ 1182



    Basra ve Bağdat arasında Arzı Betayih denilen bir bölgede Ebuubeyde de dünyayı teşrif etmiş, Vasıt şehrinde vefat eylemiştir. Kabri şerifleri Vasıtda'dır. Ziyaretgahtır.

    Tasavvufta ki yeri, irfan ağırlıklıdır. Ünvanı Sultanül Arifindir. Batıni ilimlerde onu geçenin olmadığını, tüm tasavvufcular kabul etmişlerdir. Ledün ilminin büyük İmamlarındandır. Fıkıh ilminde de müctehid derecesindedir. Güzel ahlakta Darbımesel olmuştur.

    SOYKÖKÜ:

    Baba yönünden Hazreti Hüseyin'e Ana yönünden Hazreti Hasan'a dayanır. Onun için Ebel Alemeyn lakabı vardır.Yani İKİ BAYRAK SAHİBİ demektir.

    Tasavvuf silsilesi (Tarikat silsilesi) piri (Şeyhi) Aliyyül Kari'ül Vasiti Hazretleri kanalı ile, Cüneyd Bağdadi, Sırri Sakati, Maruf'u Kerhi, Davud'u Tai, HAbibi Acemi, İmam Hasan el Basri ve Seyyidena Şahi Velayet Hazreti Ali (K.V) efendimize ve Nebi Aleyhisselatı Vesselam'a kavuşur.



    MENKIBELERİ:

    Bir çok olağanüstü menkıbeleri rivayet edilir. En büyüğü Ravzai Muttahara'da

    Büyük Evliyaların huzurunda Şahi Risalet Efendimiz'in mübarek Yeşil Elinin kendisine uzandığı ve Hazreti Pirin alenen elini öptüğüdür. Bunu bütün tasavvufcular kabul ederler.

    Seyid Ahmet Rüfai Hazretleri Tüm tasavvufcular ca kabul edilen ve bilinen -Aktabı Arbaa-dandır. Aktabı Arbaa: DÖRT BÜYÜK KUTUP demektir.



    Bu Zatlar, sırası ile, Sultan-ı Evliya Seyyid Abdülkadir Geylani, Seyyid Ahmet Rüfai, Seyyid Ahmed Bedevi ve Seyyid İbrahim Dusuki Hazretleridir.

    Abdülkadir Geylani, Ahmed Rüfai ve Ahmet Bedevi Hazretleri çağdaştır, birbirlerini görmüşlerdir. Seyyid İbrahim Dusuki Hazretleri de, Seyyid Ahmet Bedevi ile buluşmuşlardır. Dördü de Gavstır. Abdulkadiri Geylani Gavsul azamdır.(R.D) Dördü maneviyatta birbirlerinin vekilidirler. Birine bağlanan dördüne de bağlanmış olur. Sırları, ezkarları usül ve erkânları aynıdır. Kadirilik, Rüfailik, Bedevilik, Dusukilik, birdir. Aynı yoldur. Hazreti Ali'nin yoludur. Hazreti Ali yolunda olanlara Aleviler, Hüseyniler Hazreti Ebubekir yolunda olanlara Bekriler, Sıddıkiler denir, Tasavvuf tarihinde ve tasavvufcular arasında.(Mezhep anlamında değil)



    * * *

    MÜHİM BİR NOT: Seyyid Ahmet Rüfai Hazretleri Efendimiz, kendileri bıçak, şiş, vesaire ile Burhan göstermemişler, Yani insanın tenine bıçak ve şiş vurmamışlardır. Bu gibi işlerden kendileri razı değildirler. Ancak bazı Rüfai pirleri yapmıştır ve yapmaya devam etmektedirler. Gayeleri, inanmayanlara bir bürhan (delil) göstermektir. Hazreti Rüfai hazretleri razı değilseler de onlara müsamaha göstermektedirler; genede onlara Ruhen yetişmektedir.(Gayesi Hak, niyeti iyi olanlara)

    Rüfai kolları Bağdat, Basra, Hicaz, Mısır, Hindistan, Suriye, Anadolu, İstanbul, Bursa, Doğu ve Güneydoğu, Balkanlar ve Osmanlı topraklarının her eyalet ve vilayetlerinde bulunmaktadırlar. Ve halen etkinliğini göstermektedir.

    Rüfai zikri celi(cehri) açıktan olup, ileride hafiye dönülür. Müntehi- ileri salikler ve pirler hem celi(cehri) hem hafi zikir yaparlar. Hazin ses ve hazin müziğe izin vardır. Bir de yalnız Rüfai ayinlerinde kadın ve erkek toplu otururlar.

    * * *



    Rüfailikte Piri Kâmilin kutsi ruhuna rabıta vaciptir.(zorunludur) . RABITASIZ ZİKİR DE MATLUP HASIL OLMAZ.(İSTENEN ELDE EDİLMEZ) Zikir her gün en çok 100 Kelime-i Tevhid (Nefi ispat) en çok 1500 ismi Zat(Allah) ayrıca esmaü hüsna okunur. Her gün beş sayfa Kur'an'ı Kerim ve meali okunur. Rüfai Hazretleri'nin en belirgin sıfatı ilim ve irfandır. Aşk'da vardır; ancak irfana önem verir. Rüfai yolu irfan ağırlıklıdır.

    Rüfailikte sonuç: güzel ahlakla ahlaklanmaktır ve dürüst olmaktır.

    Rüfai Hazretleri'nin saliklerine en önemli emri 'Riyadan ve şekilcilikten uzak durmalarıdır.'

    Adıyaman'lı büyük mutasavvıf- İnsan-ı Kâmil ve Mükemmil, Mustafa'i Rüfai Hazretleri bir gün bendelerine şunu söyledi: Buyurdu ki; Hazreti Ali'nin manevi kapısı olan ve Hazreti Ali'yi tam temsil eden Sultan-ı Arif'in Hazreti pir gavsul Azam Veliyi Kebir Seyyidina ve Şeyhina Hazreti Seyyid Ahmed Er Rüfai bana rabıta esnasında buyurdu ki;

    ' Bir salik (Mukaddes hak yolcusu) işinde gücünde olsa(Yani dünyadaki işini terk etmese) sürekli ve ateşli bir şekilde günü gününe virdini- dersini yapsa RİYADAN DA şiddetle kaçsa, O salik, terki terk olan bir hak yolcusundan daha tez Allah'a vasıl olur.. Çünkü o terki terk olanda da riya ve şekilcilik doğar.' Rufai salikleri kolay kolay salik olduklarını dahi izhar etmezler.Çünkü riya ve gösterişten korkarlar.İşte Rüfai Hazretleri'nin yolu budur. Tamamen samimiyet ve dürüstlük yolu olup, sırları kendileri ile maneviyat arasında gizlidir. Hallerini izhar etmekten çekinirler, korkarlar.

    Hazreti Rüfai'nin yolu en güzel ve en kısa ve en kolay yoldur. Ne mutlu ona tabi olanlara.

    Terki terk demek, bir Hak Yolcusunun Allah için Dünyayı ve dünya hayatını terk etmesi, hatta bu terk ettiklerini de terk etmesi(Yani ben bunları terk ettimi de terk etmesi unutmasıdır) Yani manevi yönünü abad etmek için, dünyasını berbat etmesidir. Her babayiğidin yapacağı iş de değildir, zor bir yoldur. Terki terkler, her tasavvuf kolundan çıkar. Ancak yüzde birdir.Denilir ki, Halveti kolundan yüz kişiden, beş kişi terki terkdir.

    Rüfai Hazretlerinin Türkçeye çevrilmiş bir çok kitapları vardır. En önemlisi ve kitapçılarda bulunanı ‘’ONLARIN ALEMİ ‘’ (Arif Evliyaların Alemi) isimli hakikat ve marifeti anlatan kitabıdır.



    KAZİM YARDIMCI(ADIYAMAN'LI)

    2.6.2005



    Ayrıca Rüfai Hazretlerini sevenlere G.Antep'li büyük Halveti Pirlerinden (Mutasavvıf Şair) Antepli Aydi Baba'nın Hazreti Rüfai'ye yazdığı bir şiirini takdim ederiz. Şiir Aydi Divanından alınmıştır.





    Ger sorarsan ey hoca bunlar Rüfailerdir

    Allah derler her gece bunlar Rüfailerdir.

    Rüfai dervişleri Şeyhe bağlı başları

    Zikr-i Hakdır işleri bunlar Rüfailerdir.

    Seyyid Ahmed pirleri teshir eden şirleri

    Zâhir olmaz sirleri(*) bunlar Rüfailerdir

    İkrarına kaimler hizmete müdavimler

    Menhiyatta sâimler bunlar Rüfailerdir.

    İzeddinin gülleri ruşendir gönülleri

    Tevhid eder dilleri bunlar Rüfailerdir.

    Pirleri Ebüssafa nefse kılarlar cefa

    Ahde ederler vefa bunlar Rüfailerdir

    Mâsivadan geçenler dost iline göçenler

    Vahdet meyin içenler bunlar Rüfailerdir.

    Aşk oduna yananlar 'Sekahüm' den kananlar

    Gafletten uyananlar bunlar Rüfailerdir.

    Şeyhim Ahmed-ü-s Seydi bil bu gürûhun seydi

    Ednalarıdır Aydi bunlar Rüfailerdir.





    (*) Gaziantep telaffuzu ile 'sır' demektir.