İhanetin Son Perdesi Türkiye bu yıl 23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı'nın 95. yılını her yıl olduğundan daha çok içi buruk kutluyor. Neden mi? Dilimizin döndüğü, kalemimizin ifade edebildiği kadarını açıklamaya çalışalım. Biliyorsunuz, 23 Nisan 1920 Türk için bir milattır. Türk Milleti Mustafa Kemal Atatürk'ün Liderliğinde 'Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir ' düsturu ile tanıştı. Kula kulluktan, Anayasal haklara sahip birey kimliğine açılan yolun temeli; 23 Nisan'da atıldı. Sonra üzerine Herkesin bildiği çağdaşlığa giden devrimler tek tek inşa edildi. Bu devrimleri kısaca hatırlamak gerekirse: '-Harf Devrimi, -Eğitim ve Öğretim Devrimi, -Takvim Saat ve Ölçülerde Değişiklik, -Kadın Haklarının Tanınması, -Soyadı Yasasının çıkartılması, -Şapka ve Kıyafet Devrimi, -Türkiye'nin Yeniden İdari Teşkilatlanması, -Saltanatın Kaldırılması, -Ve de Halifeliğin Kaldırılması' diye özetlemek mümkün. Ayrıca Atatürk bu devrimleri yaparken, muasır medeniyete ulaşacak yolun bu devrimlerle mümkün olacağını biliyordu ve onun için altını çizerek Türk Milletine Muasır medeniyeti hedef gösterdi. Cumhuriyet 1920'den 2015'e doğru yol alırken, elbette her şey güllük gülistanlık değildi. Bazen rejim kaza geçirdi, bazen yolu kesildi ama her şeye rağmen hedeften hiç sapmadı. Cumhuriyet ve Demokrasiden asla vazgeçmedi. Tarih'i çok derinlere uzanan Türk Milletinin muasır medeniyete doğru yol aldığını gören iç ve dış düşmanlar boş mu duracak? Elbette onlar da Cumhuriyetin yoluna barikat kurmayı, yol kapanı ile hızını kesmeyi denedi ve de uygulamaya kaldığı yerden devam ediyor. Biz 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramını kutlarken, yolumuza yol kapanı kuranlar da 24 Nisan 1915 Ermeni olaylarını soframıza getirerek ağzımızın tadını kaçırmanın hesabı peşinde. Amerika Birleşik Devletleri-İngiltere ve Avrupa hatta Vatikan, Türk Milletini köşeye sıkıştırmaya uğraşıyor. Hatırlayın! -Katoliklerin ruhani lideri Papa Francesco'nun, '20. yüzyılın ilk soykırımının Ermenilere yapıldığını' söylemesinin üzerinden kaç gün geçti? -Avrupa Parlamentosu'nun (AP) 1915 olaylarını 'soykırım' olarak nitelemesini oy çokluğu ile kabul eden kararı üstünde ki duman hala sıcak değil mi? Papa Francisco ve Avrupa parlamentosuna 'Bir kulağımızdan girer öbüründen çıkar' demekten başka söyleyecek hiç sözümüz yok mu? 1915'ten 2015'e bir asır geçti. Türkiye hem ekonomik hem askeri hem de siyaseten en zayıf olduğu dönemde bile bu günkü gibi yok sayılmadı. Soykırım yapmakla suçlanmadı. İktidarı elinde bulunduranlara sorsanız Türkiye Dışarıda saygın, içeride güçlü! Hani nerede? Unutmadan söyleyeyim, 'Ala: Biz tehcir yaptık - Davutoğlu: Tehcir insanlık suçudur' demiş! Anlayacağınız, Soykırım yaptık demelerine ramak kalmış. Özür dilemeleri de pek yakın. ABD ve Fransa'daki son çalışmalarını paylaşan MHP Millet Vakili Yusuf Halaoğlu'nun soykırım yalanıyla ilgili tırnak içindeki 'Dünya sözde Ermeni soykırımı iddialarını görürken, bunların katlettiği 518 bin 301 Türk'ün adını bile anmıyor. Binlerce insan çoluk çocuk samanlıklarda, camilerde yakıldı. Papa ve Batı, katledilen Türklerden neden bahsetmiyor' tespitine bir göz atalım ve Ala ile Davutoğlu'nun söylemlerini öyle değerlendirelim. Aslında söylenecek çok şey var, en iyisi bozmayalım dilimizi, ısıralım dudağımızı dökülmeden yutalım kelimeleri. Ve Konfiçyüz'e bırakalım sözü 'Dil Bozulursa kültür bozulur, kültür bozulursa ahlak ve aile bozulur, ahlak bozulursa hukuk ve siyaset bozulur, hukuk ve siyaset bozulursa devlet çöker ve yıkılır'. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınızı kutlayarak noktalayalım cümlemizi.
Türkler, Dünya Coğrafyası içinde, Cennet tanımına bire bir uyan Anadolu’yu yurt edinmiş ve bin yıllık tarihi ile bu topraklar üzerinde egemenliğini korumayı başarmış yüce bir Millet.
Hiçbir Millet yok ki, kurduğu Devlet içinde yaşayan Millet aynı ırktan olsun.
Dünya Devletleri nüfusunu incelendiğinizde, her devletin değişik renkleri, içinde barındırdığını görürsünüz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, bin bir renk çiçekten oluşmuştur.
Bu renkleri hem etnik köken, hem de inanç bazında algılamak gerekir.
Tabii güzelliği yanında, jeopolitik ve stratejik önemi de olan Anadolu, emperyalist Dünya Devletlerinin her zaman iştahını kabartmış, çıkasıca gözleri içine düşmüş ve hiç çıkmamıştır.
Bu yüzden tarih boyunca Anadolu üzerinde kirli oyunlar hiç eksik olmamış, Türk Milleti tarihin her dönemde kanla imtihan edilmiş.
Bakın, Şair Orhan Şaik Gökyay “Bu Vatan Kimin” Şiir’inde ne diyor?
Tarihin dilinden düşmez bu destan, Nehirler gazidir dağlar kahraman, Her taşı yakut olan bu vatan, Can verme sırrına erenlerindir...
Her taşı yakut olan bir Vatan’a sahip olmak, Şairin de yazdığı gibi bir bedel istiyor.
Türkler bu bedeli bazen ilan edilmiş savaşlarla er meydanında, bazen de sinsice içimize ekilen nifak tohumları ile ödemiştir ve hala da ödemektedir.
Gerçek bu kadar açık ve netken, İktidarı elinde bulunduranların, siyasi amaçla kabuk bağlamış yaraları kaşıması ve yeniden kanatması yarayı iyileştirmeyecek, acıları derinleştirecek ve tazeleyecektir.
Mahkeme kararı ile İdama Mahkûm olan ve cezası infaz edilen Mustafa Pehlivanoğlu’na 30 yıl sonra ağlamak,
19 Aralık ile 26 Aralık 1978'de Kahramanmaraş'ta, yaşanan kanlı olayları kaşımak
Çorum'da 1980 Mayıs-Temmuz aylarında meydana gelen sağ-sol ayrımı temelinde, mezhep çatışması gibi sunulan, kabuk tutmuş yaraları, yeniden kanatmak, hangi yaraya merhem olacak?
Sivas’ta yaşanan Madımak olayını gündeme taşıyınca, Milletin hangi sorunu çözülecek?
Ve ya 70 yıl önce Tunceli’deki isyanı hatırlatma ve suçlama kimin ekmeğine katık olacak?
Yalnızca siyasi amaca hizmet etsin diye, kabuk bağlayan yaraları kaşımanın, getirisi kadar alıp götüreceği şeylerin olduğu bilinmez mi?
Millet iradesini kullananlar, Vatan’ın bir bölgesine, Kürdistan diyenlere ve Kara Deniz de dâhil, Özerklik isteyenlere ses çıkartmaz hoş görü ile bakarken,kapanmış yaraları kaşıyarak kime hizmet ediyor?
Başınızı elinizin arasına alıp düşünün.
Taşları bağlayıp, itleri boş bırakarak, birlik ve beraberlik sağlandığı nerede görülmüş?
'Kafes' boş kaldı Tunceli’de Patlama Doğu Beyazıt’ta Polise saldırı Demokratik Toplum Kongresi 'Özerklik' dedi! Daha birçok terör olayı içimizi acıtır, yüreğimizi yakarken, Memleket kan ve gözyaşına boğulurken siyasiler ne yapıyor? Ne yapacaklar? Geyik muhabbeti. Kelime oyunu. Memur Kemal, Recep bey, tiplemesi. Hala Atatürk’ün Zeki ve Çalışkan diye tanımladığı, “TÜRK Milletine” Aziz Nesin muamelesi
ÇAKAL SÜRÜSÜ
Dağa çıkmış Ağzı salyalı Kuduz Çakal sürüsü Köpeksiz köy bulmuş Ulur Havlar doğrusu Kâh Kandilde Sınır ötesinde Kâh Lice Kâh Bingöl de Boş bırakmaz Tunceli’yi de Ara sıra uğrar Tokat Reşadiye’ye Ne arasın it Mor sümbüllü Vatanın Dört bir köşesinde Satılmış uşak yazıyor Boynunda ki zincirin Her halkasında Akıttığın kan Sel oldu Anaların gözyaşı Boyunu aştı Elbet boğulacaksın Bir gün Akan kan Ve gözyaşı ırmağında
Radyo 'da, Mihriban’ım türküsü başladı. Müziğin başlama ritmi bana Al Fadime’m türküsünü çağrıştırdı. Sanatçının sesini duyana kadar, Al Fadime’m çalacak diye bekledim. Mihriban başlayınca da pek hayal kırıklığı yaşamadım. Mihriban’ım türküsü ve ritminde de yöre türkülerinin havası var. Sanatçı, 'Ayrılığı ölümden zor belleme Mihriban' derken göz pınarlarım doldu. Burun ifrazatım arttı, En büyüğünden en küçüğüne, çocuklarım, eşleri, torunlarım, gözümün önünden filim şeridi gibi geçti. Evlat, evlat kokan tenleri, ışık, ışık bakan gözleri, ay gibi parlayan yüzleriyle karşımdaydılar. Sevginin en güzeli, en asili saklıydı, o sıcak bakışta, o içten gülüşte. Göz pınarlarımda biriken damlalar, yatağına sığmadı. Sel oldu aktı, göz kapaklarımın her kapanışında, kara bulutların sağanak yağmuru beslemesi gibi, göz yaşlarımın yağmur bulutu olmuştu. Esen rüzgarla savruluyordu, gönlümün yüceliği sınır tanımaz yüksek tepelerinin doruklarında. Ayrılık, ölümden beter değil mi? Ne diyordu 'şair'! 'Ölüm ALLAH'ın emri, Şu ayrılık olmasa' işte bir eserdeki 'ayrılığı' ölümden zor belleme 'mısrasının' İnsan ruhunda estirdiği fırtına ve fırtınanın yağdırdığı göz yaşı yağmuru. Elbette şiir'lere söz olmuş kelimelerin, şarkı ve türkülere melodi olmuş notaların da; kişiler deki etkisi, yaşadığı ormanın bitki örtüsü gibi. Kimi yerler zümrüt yeşili, kimisi fıstık yeşili. Bazen yeşil bile değil renk, rengi kırmızı olan var, mavi olanı, kahveye çalanı da, daha ne renkler. Her fırtınadan sonra, güneş açar gök yüzü pırıl, pırıl mas mavi olur ya. sanki fırtına hiç olmamış gibi. İşte 'MİHRİBAN' bitince güneş doğdu. Ortalık masmavi. Şimdi Muazzez Ersoy; 'Dalgalandım da Duruldum, binlerce güzel gördüm de, en sonunda sana vuruldum' diyor.
A-İNEGÖL SAVAŞ ALANINA DÖNDÜ B- İNEGÖLDE GERGİN GECE Pazartesi sabahı “Bursa, İnegöl’de doğu kökenli şoförün kullandığı minibüsün önünün, İnegöllü gençler tarafından kesilmesi ve Şoförün Orhan’iye Mahallesi’nden “Bir daha geçme” diye uyarılması ile başlayan kavga” ajanslara flaş haber başlığı düştü ve kamuoyuna duyuruldu. Gençler hangi amaçla, niçin ya da niye şoförün önünü kesip uyardı? Şimdilik bu ucu açık bir haber. Sebep neyse elbette yapılacak soruşturma sonunda aydınlanacak. Olay, emniyet ve asayişi ilgilendiren, rutin bir hadise olabileceği gibi, yazılı ve görsel basının flaş haber üslubu ile vermek istediği, ekilen ayrılık tohumların yeşerdiği anlamına da gelebilir. Şayet hadise, basının ima ettiği sebeple çıkmışsa, iktidara kardeşlik projesi adı altında Milletti ayrıştırma projesi üreten, kendilerine aydın yaftası yakıştıran, Atatürk’ün İfadesiyle “Büyük Türk Milletinin” amaç ve hedefini bildiği sözde aydınların gözü aydın. Bu zatı muhteremler hedeflerine adım, adım yaklaşıyor. Hedefi 12’den vurmanın keyfini yaşayabilirler. Terörü [KÜRT] sorunu diye adlandıran aydınlar ve İktidar: şapkayı önlerine koyup bir kere daha düşünmeli. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 10’ncu Maddesinde:, Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır. Demiyor mu? Hangi ırka, hangi meshepe Anayasa ayrıcalık tanımış? Hangi makamı, hangi rütbeyi hangi etnik kökenli vatandaşından esirgemiş? Hangi bölgeyi ya da şehri hangi yurttaşına men etmiş? Mal edinme, mülk sahibi olma konusunda kimin diğerinden ayrıcalığı var? 81 İl’in hangisi, hangi etnik kökenli vatandaşa yasak? Seyahat özgürlüğü mü kısıtlanmış? Kürt sorunu diye ortaya çıkanlar ve Bütün Haber kanallarında KÜRT Propagandası yapan sözde aydınlar gerçekten kime hizmet ediyorlar? Ve daha da önemlisi,”Durmak yok Açılıma Devam” sloganı ile 1000 yıllık Türk toprağına ayrılık tohumu ekenler, İnegöl’de olup bitenleri doğru okuyup, doğru değerlendirebilecekler mi? Ne dersiniz?
Karşı yamaçtan Çan sesi geliyor Sürüyü katmış önüne çoban Kaval çala çala eve dönüyor Genç kızlar toplanmış Kuyunun başına Kova ile su çekip Davar suluyor Karabaş kimi görse El bilip ürüyor Koyun kuzunun kokusunu almış Yanık yanık meleyip duruyor Güneş kuşlukta Sıcak ağır ağır yürüyor Evde beze dökülmüş, Saç kurulmuş Uzaktan tereyağlı Katmer kokusu geliyor Açıkmış çoban Midesi zil çalıyor Boz eşeğin üstünde Dih deyip duruyor Evin önü ardıç ağacı Sabah gölgesinde döver Anam yayık ayranı Bir katmer dür ana Bir tasta ayran ver bana Yemem önüme koysan da Kara kovan süzme balı Sen doldur ver ayranı Ana taze ayranı
Kurumuş dallar Yok, artık yapraklar Kim bilir Kaç asır Tarihe şahitlik etti Şu koca çınar Yer yer dökülmüş Gövdesinde teni Sarmaşık sarmış Koca bedeni Eskiden gölge ederdi Oturduğu yeri Şimdi yok Koyu ve serin gölgesi Diyorlar ki Etme gölge İhsan istemem Yaprakların olmasa da Ben sana git demem Ara sıra gelir Bakarım uzaktan sana Bir ömrü hatırlatıyorsun Sen bana Ne kaldı Şunun şurasında Senin gibi olmaya Yapraklar sarardı Rüzgâr bekliyor Dökülüp gazel olmaya Kim bilir Ne yazacaklar Başucunda ki mermer levhaya
Gözünü kırpmadan Çanakkale'ye giden yiğitliğini çağrıştırır .
İhanetin Son Perdesi
Türkiye bu yıl 23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı'nın 95. yılını her yıl olduğundan daha çok içi buruk kutluyor.
Neden mi?
Dilimizin döndüğü, kalemimizin ifade edebildiği kadarını açıklamaya çalışalım. Biliyorsunuz, 23 Nisan 1920 Türk için bir milattır.
Türk Milleti Mustafa Kemal Atatürk'ün Liderliğinde 'Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir ' düsturu ile tanıştı.
Kula kulluktan, Anayasal haklara sahip birey kimliğine açılan yolun temeli; 23 Nisan'da atıldı. Sonra üzerine Herkesin bildiği çağdaşlığa giden devrimler tek tek inşa edildi.
Bu devrimleri kısaca hatırlamak gerekirse:
'-Harf Devrimi,
-Eğitim ve Öğretim Devrimi,
-Takvim Saat ve Ölçülerde Değişiklik,
-Kadın Haklarının Tanınması,
-Soyadı Yasasının çıkartılması,
-Şapka ve Kıyafet Devrimi,
-Türkiye'nin Yeniden İdari Teşkilatlanması,
-Saltanatın Kaldırılması,
-Ve de Halifeliğin Kaldırılması' diye özetlemek mümkün.
Ayrıca Atatürk bu devrimleri yaparken, muasır medeniyete ulaşacak yolun bu devrimlerle mümkün olacağını biliyordu ve onun için altını çizerek Türk Milletine Muasır medeniyeti hedef gösterdi.
Cumhuriyet 1920'den 2015'e doğru yol alırken, elbette her şey güllük gülistanlık değildi. Bazen rejim kaza geçirdi, bazen yolu kesildi ama her şeye rağmen hedeften hiç sapmadı. Cumhuriyet ve Demokrasiden asla vazgeçmedi.
Tarih'i çok derinlere uzanan Türk Milletinin muasır medeniyete doğru yol aldığını gören iç ve dış düşmanlar boş mu duracak?
Elbette onlar da Cumhuriyetin yoluna barikat kurmayı, yol kapanı ile hızını kesmeyi denedi ve de uygulamaya kaldığı yerden devam ediyor.
Biz 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramını kutlarken, yolumuza yol kapanı kuranlar da 24 Nisan 1915 Ermeni olaylarını soframıza getirerek ağzımızın tadını kaçırmanın hesabı peşinde.
Amerika Birleşik Devletleri-İngiltere ve Avrupa hatta Vatikan, Türk Milletini köşeye sıkıştırmaya uğraşıyor.
Hatırlayın!
-Katoliklerin ruhani lideri Papa Francesco'nun, '20. yüzyılın ilk soykırımının Ermenilere yapıldığını' söylemesinin üzerinden kaç gün geçti?
-Avrupa Parlamentosu'nun (AP) 1915 olaylarını 'soykırım' olarak nitelemesini oy çokluğu ile kabul eden kararı üstünde ki duman hala sıcak değil mi?
Papa Francisco ve Avrupa parlamentosuna 'Bir kulağımızdan girer öbüründen çıkar' demekten başka söyleyecek hiç sözümüz yok mu?
1915'ten 2015'e bir asır geçti. Türkiye hem ekonomik hem askeri hem de siyaseten en zayıf olduğu dönemde bile bu günkü gibi yok sayılmadı.
Soykırım yapmakla suçlanmadı.
İktidarı elinde bulunduranlara sorsanız Türkiye Dışarıda saygın, içeride güçlü!
Hani nerede?
Unutmadan söyleyeyim, 'Ala: Biz tehcir yaptık - Davutoğlu: Tehcir insanlık suçudur' demiş! Anlayacağınız, Soykırım yaptık demelerine ramak kalmış.
Özür dilemeleri de pek yakın.
ABD ve Fransa'daki son çalışmalarını paylaşan MHP Millet Vakili Yusuf Halaoğlu'nun soykırım yalanıyla ilgili tırnak içindeki 'Dünya sözde Ermeni soykırımı iddialarını görürken, bunların katlettiği 518 bin 301 Türk'ün adını bile anmıyor. Binlerce insan çoluk çocuk samanlıklarda, camilerde yakıldı. Papa ve Batı, katledilen Türklerden neden bahsetmiyor' tespitine bir göz atalım ve Ala ile Davutoğlu'nun söylemlerini öyle değerlendirelim.
Aslında söylenecek çok şey var, en iyisi bozmayalım dilimizi, ısıralım dudağımızı dökülmeden yutalım kelimeleri.
Ve Konfiçyüz'e bırakalım sözü 'Dil Bozulursa kültür bozulur, kültür bozulursa ahlak ve aile bozulur, ahlak bozulursa hukuk ve siyaset bozulur, hukuk ve siyaset bozulursa devlet çöker ve yıkılır'.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınızı kutlayarak noktalayalım cümlemizi.
AKLIMDA POYRAZ ESER
Yaprak gazel olmuş
Durmaz dalda düşer
Aklımda poyraz eser
Uykumda düşlerim üşür
Kadir mevlam
Bu ne iştir
Güz mevsiminde
Yüreğime
Yaz güneşi düşer
Bölük bölük
Kara bulut
Gökyüzün de gezer
Şimalden poyraz
Şarktan kara yel eser
Bozkır da
Güzgülü açmış
Yaprağına çiğ düşer
Necati Kavlak
KABUK BAĞLAMIŞ YARALAR
Türkler, Dünya Coğrafyası içinde, Cennet tanımına bire bir uyan Anadolu’yu yurt edinmiş ve bin yıllık tarihi ile bu topraklar üzerinde egemenliğini korumayı başarmış yüce bir Millet.
Hiçbir Millet yok ki, kurduğu Devlet içinde yaşayan Millet aynı ırktan olsun.
Dünya Devletleri nüfusunu incelendiğinizde, her devletin değişik renkleri, içinde barındırdığını görürsünüz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, bin bir renk çiçekten oluşmuştur.
Bu renkleri hem etnik köken, hem de inanç bazında algılamak gerekir.
Tabii güzelliği yanında, jeopolitik ve stratejik önemi de olan Anadolu, emperyalist Dünya Devletlerinin her zaman iştahını kabartmış, çıkasıca gözleri içine düşmüş ve hiç çıkmamıştır.
Bu yüzden tarih boyunca Anadolu üzerinde kirli oyunlar hiç eksik olmamış, Türk Milleti tarihin her dönemde kanla imtihan edilmiş.
Bakın, Şair Orhan Şaik Gökyay “Bu Vatan Kimin” Şiir’inde ne diyor?
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir dağlar kahraman,
Her taşı yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir...
Her taşı yakut olan bir Vatan’a sahip olmak, Şairin de yazdığı gibi bir bedel istiyor.
Türkler bu bedeli bazen ilan edilmiş savaşlarla er meydanında, bazen de sinsice içimize ekilen nifak tohumları ile ödemiştir ve hala da ödemektedir.
Gerçek bu kadar açık ve netken, İktidarı elinde bulunduranların, siyasi amaçla kabuk bağlamış yaraları kaşıması ve yeniden kanatması yarayı iyileştirmeyecek, acıları derinleştirecek ve tazeleyecektir.
Mahkeme kararı ile İdama Mahkûm olan ve cezası infaz edilen Mustafa Pehlivanoğlu’na 30 yıl sonra ağlamak,
19 Aralık ile 26 Aralık 1978'de Kahramanmaraş'ta, yaşanan kanlı olayları kaşımak
Çorum'da 1980 Mayıs-Temmuz aylarında meydana gelen sağ-sol ayrımı temelinde, mezhep çatışması gibi sunulan, kabuk tutmuş yaraları, yeniden kanatmak, hangi yaraya merhem olacak?
Sivas’ta yaşanan Madımak olayını gündeme taşıyınca, Milletin hangi sorunu çözülecek?
Ve ya 70 yıl önce Tunceli’deki isyanı hatırlatma ve suçlama kimin ekmeğine katık olacak?
Yalnızca siyasi amaca hizmet etsin diye, kabuk bağlayan yaraları kaşımanın, getirisi kadar alıp götüreceği şeylerin olduğu bilinmez mi?
Millet iradesini kullananlar, Vatan’ın bir bölgesine, Kürdistan diyenlere ve Kara Deniz de dâhil, Özerklik isteyenlere ses çıkartmaz hoş görü ile bakarken,kapanmış yaraları kaşıyarak kime hizmet ediyor?
Başınızı elinizin arasına alıp düşünün.
Taşları bağlayıp, itleri boş bırakarak, birlik ve beraberlik sağlandığı nerede görülmüş?
GÜNDEMDEN BİRKAÇ BAŞLIK
VE
BİR ŞİİR
Mardin’de 3 şehit
Hakkâri’de 5 noktaya eş zamanlı saldırı
'Kafes' boş kaldı
Tunceli’de Patlama
Doğu Beyazıt’ta Polise saldırı
Demokratik Toplum Kongresi 'Özerklik' dedi!
Daha birçok terör olayı içimizi acıtır, yüreğimizi yakarken,
Memleket kan ve gözyaşına boğulurken siyasiler ne yapıyor?
Ne yapacaklar?
Geyik muhabbeti.
Kelime oyunu.
Memur Kemal, Recep bey, tiplemesi.
Hala Atatürk’ün Zeki ve Çalışkan diye tanımladığı,
“TÜRK Milletine” Aziz Nesin muamelesi
ÇAKAL SÜRÜSÜ
Dağa çıkmış
Ağzı salyalı
Kuduz
Çakal sürüsü
Köpeksiz köy bulmuş
Ulur
Havlar doğrusu
Kâh Kandilde
Sınır ötesinde
Kâh Lice
Kâh Bingöl de
Boş bırakmaz
Tunceli’yi de
Ara sıra uğrar
Tokat Reşadiye’ye
Ne arasın it
Mor sümbüllü Vatanın
Dört bir köşesinde
Satılmış uşak yazıyor
Boynunda ki zincirin
Her halkasında
Akıttığın kan
Sel oldu
Anaların gözyaşı
Boyunu aştı
Elbet boğulacaksın
Bir gün
Akan kan
Ve gözyaşı ırmağında
DERE
Bir vadi uzanır
Cenup’tan şimal’e
Kar suyu ile beslenir
Vadi içinde
İnci gibi berrak akan dere.
Boncuk gibi renkli kumlar
Yeşil yosun bağlamış kara taşlar
Kaybolur akan suyun içinde.
Salkım söğütler uzanır
Dere boyu
Suyun kenarında
Gölgesi suya düşer
Kuşluk vakti güneş vurduğunda.
Gelincikler açmış ekin Tarlası’nda
Genç kızlar cacık kazar
Nadas edilmiş dingin tarlada.
Kiminin bir sepet var elinde
Kimi sepeti takmış koluna
Uzunca bir bıçak da
Parmaklarının arasında.
Uzatınca bıçağı toprağın içine
Çıtlığı koparır atar sepetine
Bir türkü tutturur kızlar koro ile
“Emir dağı birbirine Ulalı
Başın mı büyüdü gelin olalı
Ben seni küçücükten seven oğlanım”
Der!
Gülüşürler anlamlı anlamlı
Bir kaval sesi duyulur uzaktan yankılı
Kavala karışır, davar çanının sesi.
Yürek kıpırdar gözler kırpışır
Kızlarda canlanır kim bilir hangi anı?
Koyun keçi’ye karışmış
Kuzular oğlakla çardakta buluşmuş
Davar tuz yalamış susuz
Dereyi görüp koşmuş
İçer suyu ağzını suya gömerek.
Çoban Yörük kızlarına bakar
Mavi gözlerinin içi gülerek.
Necati Kavlak
MİHRİBAN’IM MI, ALFADİMEM Mİ?
Radyo 'da, Mihriban’ım türküsü başladı. Müziğin başlama ritmi bana Al Fadime’m türküsünü çağrıştırdı. Sanatçının sesini duyana kadar, Al Fadime’m çalacak diye bekledim. Mihriban başlayınca da pek hayal kırıklığı yaşamadım. Mihriban’ım türküsü ve ritminde de yöre türkülerinin havası var. Sanatçı, 'Ayrılığı ölümden zor belleme Mihriban' derken göz pınarlarım doldu. Burun ifrazatım arttı, En büyüğünden en küçüğüne, çocuklarım, eşleri, torunlarım, gözümün önünden filim şeridi gibi geçti. Evlat, evlat kokan tenleri, ışık, ışık bakan gözleri, ay gibi parlayan yüzleriyle karşımdaydılar. Sevginin en güzeli, en asili saklıydı, o sıcak bakışta, o içten gülüşte. Göz pınarlarımda biriken damlalar, yatağına sığmadı. Sel oldu aktı, göz kapaklarımın her kapanışında, kara bulutların sağanak yağmuru beslemesi gibi, göz yaşlarımın yağmur bulutu olmuştu. Esen rüzgarla savruluyordu, gönlümün yüceliği sınır tanımaz yüksek tepelerinin doruklarında. Ayrılık, ölümden beter değil mi? Ne diyordu 'şair'! 'Ölüm ALLAH'ın emri, Şu ayrılık olmasa' işte bir eserdeki 'ayrılığı' ölümden zor belleme 'mısrasının' İnsan ruhunda estirdiği fırtına ve fırtınanın yağdırdığı göz yaşı yağmuru. Elbette şiir'lere söz olmuş kelimelerin, şarkı ve türkülere melodi olmuş notaların da; kişiler deki etkisi, yaşadığı ormanın bitki örtüsü gibi. Kimi yerler zümrüt yeşili, kimisi fıstık yeşili. Bazen yeşil bile değil renk, rengi kırmızı olan var, mavi olanı, kahveye çalanı da, daha ne renkler. Her fırtınadan sonra, güneş açar gök yüzü pırıl, pırıl mas mavi olur ya. sanki fırtına hiç olmamış gibi. İşte 'MİHRİBAN' bitince güneş doğdu. Ortalık masmavi. Şimdi Muazzez Ersoy; 'Dalgalandım da Duruldum, binlerce güzel gördüm de, en sonunda sana vuruldum' diyor.
FLAŞ HABER
A-İNEGÖL SAVAŞ ALANINA DÖNDÜ
B- İNEGÖLDE GERGİN GECE
Pazartesi sabahı “Bursa, İnegöl’de doğu kökenli şoförün kullandığı minibüsün önünün, İnegöllü gençler tarafından kesilmesi ve Şoförün Orhan’iye Mahallesi’nden “Bir daha geçme” diye uyarılması ile başlayan kavga” ajanslara flaş haber başlığı düştü ve kamuoyuna duyuruldu.
Gençler hangi amaçla, niçin ya da niye şoförün önünü kesip uyardı?
Şimdilik bu ucu açık bir haber.
Sebep neyse elbette yapılacak soruşturma sonunda aydınlanacak.
Olay, emniyet ve asayişi ilgilendiren, rutin bir hadise olabileceği gibi, yazılı ve görsel basının flaş haber üslubu ile vermek istediği, ekilen ayrılık tohumların yeşerdiği anlamına da gelebilir.
Şayet hadise, basının ima ettiği sebeple çıkmışsa, iktidara kardeşlik projesi adı altında Milletti ayrıştırma projesi üreten, kendilerine aydın yaftası yakıştıran, Atatürk’ün İfadesiyle “Büyük Türk Milletinin” amaç ve hedefini bildiği sözde aydınların gözü aydın.
Bu zatı muhteremler hedeflerine adım, adım yaklaşıyor.
Hedefi 12’den vurmanın keyfini yaşayabilirler.
Terörü [KÜRT] sorunu diye adlandıran aydınlar ve İktidar: şapkayı önlerine koyup bir kere daha düşünmeli.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 10’ncu Maddesinde:,
Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır. Demiyor mu?
Hangi ırka, hangi meshepe Anayasa ayrıcalık tanımış?
Hangi makamı, hangi rütbeyi hangi etnik kökenli vatandaşından esirgemiş?
Hangi bölgeyi ya da şehri hangi yurttaşına men etmiş?
Mal edinme, mülk sahibi olma konusunda kimin diğerinden ayrıcalığı var?
81 İl’in hangisi, hangi etnik kökenli vatandaşa yasak?
Seyahat özgürlüğü mü kısıtlanmış?
Kürt sorunu diye ortaya çıkanlar ve Bütün Haber kanallarında KÜRT Propagandası yapan sözde aydınlar gerçekten kime hizmet ediyorlar?
Ve daha da önemlisi,”Durmak yok Açılıma Devam” sloganı ile 1000 yıllık Türk toprağına ayrılık tohumu ekenler, İnegöl’de olup bitenleri doğru okuyup, doğru değerlendirebilecekler mi?
Ne dersiniz?
Ardıç Ağacı
Karşı yamaçtan
Çan sesi geliyor
Sürüyü katmış önüne çoban
Kaval çala çala eve dönüyor
Genç kızlar toplanmış
Kuyunun başına
Kova ile su çekip
Davar suluyor
Karabaş kimi görse
El bilip ürüyor
Koyun kuzunun kokusunu almış
Yanık yanık meleyip duruyor
Güneş kuşlukta
Sıcak ağır ağır yürüyor
Evde beze dökülmüş,
Saç kurulmuş
Uzaktan tereyağlı
Katmer kokusu geliyor
Açıkmış çoban
Midesi zil çalıyor
Boz eşeğin üstünde
Dih deyip duruyor
Evin önü ardıç ağacı
Sabah gölgesinde döver
Anam yayık ayranı
Bir katmer dür ana
Bir tasta ayran ver bana
Yemem önüme koysan da
Kara kovan süzme balı
Sen doldur ver ayranı
Ana taze ayranı
Necati Kavlak
ÇINAR
Kurumuş dallar
Yok, artık yapraklar
Kim bilir
Kaç asır
Tarihe şahitlik etti
Şu koca çınar
Yer yer dökülmüş
Gövdesinde teni
Sarmaşık sarmış
Koca bedeni
Eskiden gölge ederdi
Oturduğu yeri
Şimdi yok
Koyu ve serin gölgesi
Diyorlar ki
Etme gölge
İhsan istemem
Yaprakların olmasa da
Ben sana git demem
Ara sıra gelir
Bakarım uzaktan sana
Bir ömrü hatırlatıyorsun
Sen bana
Ne kaldı
Şunun şurasında
Senin gibi olmaya
Yapraklar sarardı
Rüzgâr bekliyor
Dökülüp gazel olmaya
Kim bilir
Ne yazacaklar
Başucunda ki mermer levhaya
Necati Kavlak
25.07.2010 Manisa