Adalet bir ülkenin temel direğidir.Bu direk sarsıldığı zaman Toplumsal güven sarsılır.Toplumsal güvenin sarsıldığı bir ülkede Kaos olma riski en üst seviyededir.Adalet tarafsız olmak zorundadır.Dini,Dili,Irkı, Milliyeti yani Kökeni ve İnancı ne olursa olsun herkese eşit davranmak zorundadır.Aksi taktirde adaletin doğurduğu adaletsizlik bütün insanlık için bir tehtid bir tehlike ve bir kaos ortaya koyar.
nedense bu ülkede hep sonradan geliyor(mu? ?) bknz:izmirde silah ve uyuşturucuyla yakalanan kişi serbest..sonra da pardon savcı yanlış yapmış biz bu adamı tutuklayalım diyip gözaltına aldılar..
ADALETLERİN EN ALASI BİR KUL NE İSTİYORSA ONA ONU VERMEKTİR.İSTEDİĞİ HAYIRSA NE ALA,İÇİNE GİRİP KENDİSİ YAŞAYACAK.İSTEDİĞİ AZAPSA ONUN ORAYA GİRMESİNDE KENDİSİNDEN BAŞKA KİMSEDE SUÇ YOKTUR.
Adalet dünya üstünde kalmamış be kardeşim insanlar birbirleri ile ancak para ve menfaat karşılıgında birlikte oluyorlar bu düzün böyle gittikçe insanlık bi adım ileri gidemez
Gelir dağılımındaki adaletsizlik son birkaç on yıl içinde aşırı derecede, düşünülenin çok ötesinde büyümüştür. Birleşmiş Milletler kaynakları göstermektedir ki 1960 yılında dünya nüfusunun en fakir %20'si ile en zengin %20'si arasındaki gelir oranı 1'e 30 iken, 1995'te 1'e 82 olmuştur.Sosyal adaletteki çöküşe bir örnek de dünyanın en zengin 225 şahsının servetinin dünya nüfusunun %47'sinin senelik gelirine eşit hale gelmesidir
Düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik anlamında bir terimdir. Geniş kapsamlı bir kavram olan adâletin zıttı zulüm,* gadr* ve insafsızlıktır.
İslâm'da adâlet, hukuk önünde herkese eşit davranmak, kültür, bilgi ve mevkî farklılıklarından dolayı insanlara başka başka davranmamak demektir. İslâm bu anlamda her ferdin ve her toplumun karşılıklı olarak işlerinde değişmez bir ölçü şeklinde yerini almış, istek ve heveslere yer vermemiş, sevgi ve nefretlere uymamış, akrabalık ve yakınlık bağlarına göre ayarlanmamış, zengin-fakir ayırımı gözetmemiş, kuvvetli ve zayıf farkını göz önüne almış bir adalet anlayışı getirmiştir. Bunun için İslâm, toplum içinde yaşayan bütün kesimlerin birliğini sağlayan prensipler koymuş, ümmetin güvenliğini garanti altına alan bir düzen kurmuştur.
'Ey iman edenler adaleti ayakta tutarak Allah için şahitlik* edenler olun. Kendinizin, ana ve babanızın aleyhinde bile olsa (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın) . Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Adaleti yerine getirebilmek için hevâ ve hevesinize uymayın. Eğer eğri davranır veya yüz çevirirseniz, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.' (en-Nisa, 4/135) .
Yeryüzündeki beşerî sistemlerin hiçbirisinin düşmanlara ve nefret edilen insanlara karşı, İslâm'ın kefil olduğu mutlak adaleti tekeffül edebilmesine imkân yoktur. İslâm, kendisine inananları bu konuda sadece Allah için hareket etmelerini, aralarındaki münasebetlerini Allah'ın rızasına uygun bir şekilde ayarlamalarını ve yine Allah için doğru şahitler olmasını emretmektedir. Bu esaslar bu dînin bütün insanlık için son din ve mükemmel bir nizam olduğunu, adaletinden, inanan ve inanmayan bütün insanların yararlanmasını tekeffül eden üstün bir hukuk ve yönetim biçimi olduğunu ifadeye yeterlidir. Bu adaleti gerçekleştirme görevi müslümanlara yüklenmiş bir görevdir. İslâm ümmeti bu ilahî emri yerine getirdiği dönemlerde yeryüzü adaletle dolup taşmıştır.
'...Allah insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.' (en-Nisâ, 4/58) İlâhî emrin hikmeti gayet açıktır.
'Ey iman edenler, Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın, takvaya* yakışan budur. Allah'tan korkun, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.' (el-Mâide, 5/8) .
İslâm'ın emrettiği adalet doğrultusunda kâinatın düzeninin ayakta durması tabiî bir hadisedir. Adalet mülk'ün temelidir. Adaletin olmadığı yerde zulüm hâkimdir. Allah ve onun koyduğu bütün hükümler zulmün her çeşidinden uzaktır. Allah'ın emirlerinin uygulandığı bir ortamda hiçbir kimseye zerre kadar zulüm yapılmaz. (bk. en-Nisa, 4/40) . Bu Kur'an-ı Kerim'de sık sık tekrarlanan ayetlerle dile getirilmektedir:
'Allah, adaleti ve ihsanı* emreder. ' (en-Nahl, 16/90) .
'Allah size emanetleri* ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.' (en-Nisa, 4/58) .
'Hükmettiğin zaman onlar arasında adaletle hükmet. Şüphesiz Allah adil davrananları sever.' (el-Mâide, 5/42; ayrıca bk. el-Hucurât, 49/9) .
Hz. Peygamber (s.a.s.) de adalet ve adaletle hükmedenler hakkında birçok hadîs buyurmuşlardır:
'Hükmünde, yönetimi ve velâyeti altındakiler hakkında adîl davrananlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır.' (Müslim, İmâre, 18) .
'Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah'ın yüce lûtfuna ve himâyesine mazhar olacakların öncüleridir.' (Buhârî, Edep, 36) .
Bu ayet ve hadîslerde yer alan adalet kavramı geniş anlamıyla ele alınıp hukuki, sosyal ve ahlâkî adaleti kapsamaktadır.
Adaletin İslâm toplumunda, yönetimde, muhakemelerde ve insanlar arası ilişkilerde tam anlamıyla uygulanması önemli bir hedeftir. İslâm devletinde uygulanan ekonomik prensiplere göre mülk Allah'ındır. Bu ölçü içinde sosyal adaletin sağlanması önemli bir denge unsurunun kurulması demektir. Müminlerin kardeş ilân edildiği, yığılan kişisel servetlerde fakir ve muhtaçların hak sahibi oldukları, İslâm'da adalet anlayışının tezâhürleridir.
Ayrıca kaza* işlerinde, muhakemelerde ve yönetimde Allah'ın indirdikleri ile hüküm vermek adaletin ta kendisidir. Bundan uzaklaşıldığı takdirde adaletin gerçekleşmeyeceği ifade edilmiş ve bunu uygulamayanların kâfir *, zalim * ve fâsık * oldukları ilân edilmiştir. (el-Mâide, 5/44, 45, 47) Bundan dolayı da Hz. Peygamber (s.a.s.) :
'Kıyâmet gününde insanların Allah'u Teâlâ'ya en sevgili olanı ve Allah'a en yakın bulunanı adil devlet başkanıdır. ' (Tirmizî, Ahkâm, 4) buyurmuşlardır.
Hz. Peygamber'in İslâm'ı tebliğ etmekle görevlendirildiği dönemin arefesinde Câhiliye devri Arapları boğaz boğaza, bıçak bıçağa gelmiş durumdaydılar. Adaletsizliğin, zulmün kol gezdiği bir dönemde İslâm gelmiş ve yepyeni bir toplum ortaya çıkmıştı. Zengin-fakir, efendi-köle ayırımının yapılmadığı, haktan asla ayrılmanın söz konusu olmadığı bir toplum oluşmuştu.
Bir gün Mahzumoğulları kabîlesine mensup eşraftan Fâtıma adında bir kadının hırsızlık yaptığı söylenerek Peygamberimiz (s.a.s.) 'in huzuruna getirilmişti. Kadının 'elinin kesilmesi'ne hükmedildi. Fakat daha önceki gelenek ve alışkanlıklara göre Kureyş'ten olan asil bir kadın hakkında suç işlemiş olsa dahî böyle bir hüküm verilemezdi. Hükmün infâzının durdurulması için Kureyş'in ileri gelenleri Hz. Peygamber'in çok sevdiği Üsâme b. Zeyd'i araya koyarak bu kadının affedilmesini istediler. Üsâme'nin böyle bir şefaatte bulunması Hz. Peygamber (s.a.s.) 'e çok ağır geldi. Hemen ashâbını 'mescid'*de toplayıp bu konuda onlara şöyle hitap etti:
'Ey insanlar! Sizden evvel yaşamış toplumların neden dolayı yollarını şaşırıp saptıklarını biliyor musunuz? Asilzâdeleri bir hırsızlık* yaptığı zaman onu affeder, zayıf ve kimsesizleri bir şey çalarsa onları cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki, böylesine kötü bir hırsızlığı Mahzum kabilesine mensup Fatıma değil, kendi kızım Fatıma yapmış olsaydı, kesinlikle onun elini kestirirdim. ' (Müslim, Hudûd, 2)
Bugünkü beşerî sistemlerde hâkim zümre ve belirli sınıflar için dokunulmazlıklar söz konusu olduğu halde İslâm hukuku önünde hiç kimsenin bir ayrıcalığı ve imtiyaz hakkı yoktur.
Adil Halife Hz. Ömer, hilâfeti döneminde ashâbtan Übey b. Ka'b ile aralarında bir konuda anlaşmazlık meydana gelmiş ve bu anlaşmazlığı çözmek üzere o dönemin Medine kadısı olan Zeyd b. Sâbit*'e gitmişlerdi. Kadı olan Zeyd hemen devlet başkanı olan Hz. Ömer'e karşı saygılı davranıp ona oturması için yere bir minder sermişti. Fakat adil insan Hz. Ömer bu davranış karşısında şöyle demişti:
'İşte bu davranışın, şimdi vereceğin hükümde yaptığın ilk adaletsizliktir. Ben davacımla beraber aynı yerde oturacağım.'
Sonra davacı Übey b. Ka'b davasını ileri sürünce Hz. Ömer bu iddiayı kabul etmedi. Bu durum karşısında Hz. Ömer'in yemin etmesi gerekiyordu. Kadı Zeyd İbn Sâbit, Übey'e şöyle dedi:
'Gel Halife'yi yemin ettirme, onu bundan muaf tut. Davacı olduğun kişi bir başkası olsaydı sana böyle bir feragatten söz etmezdim.' Bu teklifi duyan Hz. Ömer son derece kızarak böyle bir ayrıcalığı kabul etmeyip derhal yemin etti. Sonra da Zeyd b. Sâbit hakkında şöyle dedi:
'Halife ile herhangi bir müslüman hakkında eşit davranmasını öğrenmedikçe ona dava götürülmemelidir.'
Ayrıca mahkemelerde şahitlik yapacakların da adalet sahibi olarak tanınan kimseler olması şart koşulmuştur.
İslâm'da adaleti gerçekleştirmek için çeşitli müesseseler kurulmuştur. Resulullah davalara bizzat kendisi bakmıştır. Bu durum ikinci halife Ebu Bekir (rh.a.) zamanında da böyle devam etmiş, Hz. Ömer zamanında ise İslâm toprakları oldukça genişlediğinden bazı sahâbiler kaza işleriyle görevlendirilmiş ve birer kadı olarak vazife görmüşlerdi.
Divânü'l-Mezâlim, Şurta ve Hisbe* gibi teşkilâtlarla haksızlıklar önlenmeye ve adalet dağıtılmaya çalışılmıştı. Eyyubiler Mısır'da 'Dârü'lAdl'* adıyla bir adalet dairesi meydana getirmişler ve yanlarına bazı müşavirler de alarak bu mahkemeye bizzat başkanlık etmişlerdir. Osmanlılar zamanında 'adliye teşkilatı' ise düzenli bir şekilde kurulup yaygınlaştırılmıştır.
...DUNYADAKi GELiSMiS YEDiLERiN HANGiSi OLURSA OLSUN EGER BiZDEKi YASANMIS ENFiLASYONUN AYNISINI YASASINLAR
DEGiL ADALET SOKAGA CIKAMAZSINIZ ADALET ORALARDA EKONOMiYE BAGIMLI SU AN REFAHA BAGLI ADALET -TE YALNIZ KENDiLERiNE REFAH BiTiNCE ADALET TASINIR BiRYERLERE
BiZDE SU AN ADALET OLDUGUNUDA SAVUNMUYORUM AMA BiZ ADALETE UZAK BiR MiLLETIZ DiYENDE YALAN SOYLER
yasaların üstünde hukuk, hukukun da üstünde adalet vardır. adaletsizlik hukuk sistemlerindeki boşluklarda yaşar ki bu boşlukların tamamıyla doldurulabilmesi imkansızdır, velev ki her vatandaşa onu mükemmel hareket etmeye sevkedici bir 'vicdan' zerkedilebilsin.
adalet ile ilgili yazi gorduyumde aklima ilk gelen ' pardon ' film'i oluyor
Bir toplumda suç varsa, orada adalet yoktur.
Eflatun
Adalet topaldır, ağır yürür fakat gideceği yere ergeç varır.
Mirabeau
ilahi adalete inanıyorum..
Adalet bir ülkenin temel direğidir.Bu direk sarsıldığı zaman Toplumsal güven sarsılır.Toplumsal güvenin sarsıldığı bir ülkede Kaos olma riski en üst seviyededir.Adalet tarafsız olmak zorundadır.Dini,Dili,Irkı, Milliyeti yani Kökeni ve İnancı ne olursa olsun herkese eşit davranmak zorundadır.Aksi taktirde adaletin doğurduğu adaletsizlik bütün insanlık için bir tehtid bir tehlike ve bir kaos ortaya koyar.
nedense bu ülkede hep sonradan geliyor(mu? ?)
bknz:izmirde silah ve uyuşturucuyla yakalanan kişi serbest..sonra da pardon savcı yanlış yapmış biz bu adamı tutuklayalım diyip gözaltına aldılar..
güçlünün adil(!) kuralları bütünü..de neye göre hiç anlayamadım
Var mı ki...
Ülkemizde ve yaşamımızda olmayan bir olgu.! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
olmadan olmazz
severim 'adale et'
gerçekten leziz
ADALETLERİN EN ALASI BİR KUL NE İSTİYORSA ONA ONU VERMEKTİR.İSTEDİĞİ HAYIRSA NE ALA,İÇİNE GİRİP KENDİSİ YAŞAYACAK.İSTEDİĞİ AZAPSA ONUN ORAYA GİRMESİNDE KENDİSİNDEN BAŞKA KİMSEDE SUÇ YOKTUR.
HZ.ÖMER İ
ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR...
Adalet dünya üstünde kalmamış be kardeşim insanlar birbirleri ile ancak para ve menfaat karşılıgında birlikte oluyorlar bu düzün böyle gittikçe insanlık bi adım ileri gidemez
........Ne yaz1kki sadece kavram olarak kalm1st1r ve buda kargasaya neden olmamaktad1r.........................................sule
Türkiye'de az rastlanan bir şey :))
para
Türk
Ey adalet!
Üzüm mü vişneden üstün
Bıçak mı pamuğa denk
Ey adalet!
Seni zulümle takas edelim mi
Bileğiyle değişirken bir hırsız
Bir bileziği...
Ali Ural
Mülkümüzün temeli
adalet demek hak demektir
Yeryüzünde utanılacak düzeyde az olan şey.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik son birkaç on yıl içinde aşırı derecede, düşünülenin çok ötesinde büyümüştür. Birleşmiş Milletler kaynakları göstermektedir ki 1960 yılında dünya nüfusunun en fakir %20'si ile en zengin %20'si arasındaki gelir oranı 1'e 30 iken, 1995'te 1'e 82 olmuştur.Sosyal adaletteki çöküşe bir örnek de dünyanın en zengin 225 şahsının servetinin dünya nüfusunun %47'sinin senelik gelirine eşit hale gelmesidir
TANRI...
ADÂLET
Düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik anlamında bir terimdir. Geniş kapsamlı bir kavram olan adâletin zıttı zulüm,* gadr* ve insafsızlıktır.
İslâm'da adâlet, hukuk önünde herkese eşit davranmak, kültür, bilgi ve mevkî farklılıklarından dolayı insanlara başka başka davranmamak demektir. İslâm bu anlamda her ferdin ve her toplumun karşılıklı olarak işlerinde değişmez bir ölçü şeklinde yerini almış, istek ve heveslere yer vermemiş, sevgi ve nefretlere uymamış, akrabalık ve yakınlık bağlarına göre ayarlanmamış, zengin-fakir ayırımı gözetmemiş, kuvvetli ve zayıf farkını göz önüne almış bir adalet anlayışı getirmiştir. Bunun için İslâm, toplum içinde yaşayan bütün kesimlerin birliğini sağlayan prensipler koymuş, ümmetin güvenliğini garanti altına alan bir düzen kurmuştur.
'Ey iman edenler adaleti ayakta tutarak Allah için şahitlik* edenler olun. Kendinizin, ana ve babanızın aleyhinde bile olsa (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın) . Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Adaleti yerine getirebilmek için hevâ ve hevesinize uymayın. Eğer eğri davranır veya yüz çevirirseniz, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.' (en-Nisa, 4/135) .
Yeryüzündeki beşerî sistemlerin hiçbirisinin düşmanlara ve nefret edilen insanlara karşı, İslâm'ın kefil olduğu mutlak adaleti tekeffül edebilmesine imkân yoktur. İslâm, kendisine inananları bu konuda sadece Allah için hareket etmelerini, aralarındaki münasebetlerini Allah'ın rızasına uygun bir şekilde ayarlamalarını ve yine Allah için doğru şahitler olmasını emretmektedir. Bu esaslar bu dînin bütün insanlık için son din ve mükemmel bir nizam olduğunu, adaletinden, inanan ve inanmayan bütün insanların yararlanmasını tekeffül eden üstün bir hukuk ve yönetim biçimi olduğunu ifadeye yeterlidir. Bu adaleti gerçekleştirme görevi müslümanlara yüklenmiş bir görevdir. İslâm ümmeti bu ilahî emri yerine getirdiği dönemlerde yeryüzü adaletle dolup taşmıştır.
'...Allah insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.' (en-Nisâ, 4/58) İlâhî emrin hikmeti gayet açıktır.
'Ey iman edenler, Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın, takvaya* yakışan budur. Allah'tan korkun, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.' (el-Mâide, 5/8) .
İslâm'ın emrettiği adalet doğrultusunda kâinatın düzeninin ayakta durması tabiî bir hadisedir. Adalet mülk'ün temelidir. Adaletin olmadığı yerde zulüm hâkimdir. Allah ve onun koyduğu bütün hükümler zulmün her çeşidinden uzaktır. Allah'ın emirlerinin uygulandığı bir ortamda hiçbir kimseye zerre kadar zulüm yapılmaz. (bk. en-Nisa, 4/40) . Bu Kur'an-ı Kerim'de sık sık tekrarlanan ayetlerle dile getirilmektedir:
'Allah, adaleti ve ihsanı* emreder. ' (en-Nahl, 16/90) .
'Allah size emanetleri* ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.' (en-Nisa, 4/58) .
'Hükmettiğin zaman onlar arasında adaletle hükmet. Şüphesiz Allah adil davrananları sever.' (el-Mâide, 5/42; ayrıca bk. el-Hucurât, 49/9) .
Hz. Peygamber (s.a.s.) de adalet ve adaletle hükmedenler hakkında birçok hadîs buyurmuşlardır:
'Hükmünde, yönetimi ve velâyeti altındakiler hakkında adîl davrananlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır.' (Müslim, İmâre, 18) .
'Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah'ın yüce lûtfuna ve himâyesine mazhar olacakların öncüleridir.' (Buhârî, Edep, 36) .
Bu ayet ve hadîslerde yer alan adalet kavramı geniş anlamıyla ele alınıp hukuki, sosyal ve ahlâkî adaleti kapsamaktadır.
Adaletin İslâm toplumunda, yönetimde, muhakemelerde ve insanlar arası ilişkilerde tam anlamıyla uygulanması önemli bir hedeftir. İslâm devletinde uygulanan ekonomik prensiplere göre mülk Allah'ındır. Bu ölçü içinde sosyal adaletin sağlanması önemli bir denge unsurunun kurulması demektir. Müminlerin kardeş ilân edildiği, yığılan kişisel servetlerde fakir ve muhtaçların hak sahibi oldukları, İslâm'da adalet anlayışının tezâhürleridir.
Ayrıca kaza* işlerinde, muhakemelerde ve yönetimde Allah'ın indirdikleri ile hüküm vermek adaletin ta kendisidir. Bundan uzaklaşıldığı takdirde adaletin gerçekleşmeyeceği ifade edilmiş ve bunu uygulamayanların kâfir *, zalim * ve fâsık * oldukları ilân edilmiştir. (el-Mâide, 5/44, 45, 47) Bundan dolayı da Hz. Peygamber (s.a.s.) :
'Kıyâmet gününde insanların Allah'u Teâlâ'ya en sevgili olanı ve Allah'a en yakın bulunanı adil devlet başkanıdır. ' (Tirmizî, Ahkâm, 4) buyurmuşlardır.
Hz. Peygamber'in İslâm'ı tebliğ etmekle görevlendirildiği dönemin arefesinde Câhiliye devri Arapları boğaz boğaza, bıçak bıçağa gelmiş durumdaydılar. Adaletsizliğin, zulmün kol gezdiği bir dönemde İslâm gelmiş ve yepyeni bir toplum ortaya çıkmıştı. Zengin-fakir, efendi-köle ayırımının yapılmadığı, haktan asla ayrılmanın söz konusu olmadığı bir toplum oluşmuştu.
Bir gün Mahzumoğulları kabîlesine mensup eşraftan Fâtıma adında bir kadının hırsızlık yaptığı söylenerek Peygamberimiz (s.a.s.) 'in huzuruna getirilmişti. Kadının 'elinin kesilmesi'ne hükmedildi. Fakat daha önceki gelenek ve alışkanlıklara göre Kureyş'ten olan asil bir kadın hakkında suç işlemiş olsa dahî böyle bir hüküm verilemezdi. Hükmün infâzının durdurulması için Kureyş'in ileri gelenleri Hz. Peygamber'in çok sevdiği Üsâme b. Zeyd'i araya koyarak bu kadının affedilmesini istediler. Üsâme'nin böyle bir şefaatte bulunması Hz. Peygamber (s.a.s.) 'e çok ağır geldi. Hemen ashâbını 'mescid'*de toplayıp bu konuda onlara şöyle hitap etti:
'Ey insanlar! Sizden evvel yaşamış toplumların neden dolayı yollarını şaşırıp saptıklarını biliyor musunuz? Asilzâdeleri bir hırsızlık* yaptığı zaman onu affeder, zayıf ve kimsesizleri bir şey çalarsa onları cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki, böylesine kötü bir hırsızlığı Mahzum kabilesine mensup Fatıma değil, kendi kızım Fatıma yapmış olsaydı, kesinlikle onun elini kestirirdim. ' (Müslim, Hudûd, 2)
Bugünkü beşerî sistemlerde hâkim zümre ve belirli sınıflar için dokunulmazlıklar söz konusu olduğu halde İslâm hukuku önünde hiç kimsenin bir ayrıcalığı ve imtiyaz hakkı yoktur.
Adil Halife Hz. Ömer, hilâfeti döneminde ashâbtan Übey b. Ka'b ile aralarında bir konuda anlaşmazlık meydana gelmiş ve bu anlaşmazlığı çözmek üzere o dönemin Medine kadısı olan Zeyd b. Sâbit*'e gitmişlerdi. Kadı olan Zeyd hemen devlet başkanı olan Hz. Ömer'e karşı saygılı davranıp ona oturması için yere bir minder sermişti. Fakat adil insan Hz. Ömer bu davranış karşısında şöyle demişti:
'İşte bu davranışın, şimdi vereceğin hükümde yaptığın ilk adaletsizliktir. Ben davacımla beraber aynı yerde oturacağım.'
Sonra davacı Übey b. Ka'b davasını ileri sürünce Hz. Ömer bu iddiayı kabul etmedi. Bu durum karşısında Hz. Ömer'in yemin etmesi gerekiyordu. Kadı Zeyd İbn Sâbit, Übey'e şöyle dedi:
'Gel Halife'yi yemin ettirme, onu bundan muaf tut. Davacı olduğun kişi bir başkası olsaydı sana böyle bir feragatten söz etmezdim.' Bu teklifi duyan Hz. Ömer son derece kızarak böyle bir ayrıcalığı kabul etmeyip derhal yemin etti. Sonra da Zeyd b. Sâbit hakkında şöyle dedi:
'Halife ile herhangi bir müslüman hakkında eşit davranmasını öğrenmedikçe ona dava götürülmemelidir.'
Ayrıca mahkemelerde şahitlik yapacakların da adalet sahibi olarak tanınan kimseler olması şart koşulmuştur.
İslâm'da adaleti gerçekleştirmek için çeşitli müesseseler kurulmuştur. Resulullah davalara bizzat kendisi bakmıştır. Bu durum ikinci halife Ebu Bekir (rh.a.) zamanında da böyle devam etmiş, Hz. Ömer zamanında ise İslâm toprakları oldukça genişlediğinden bazı sahâbiler kaza işleriyle görevlendirilmiş ve birer kadı olarak vazife görmüşlerdi.
Divânü'l-Mezâlim, Şurta ve Hisbe* gibi teşkilâtlarla haksızlıklar önlenmeye ve adalet dağıtılmaya çalışılmıştı. Eyyubiler Mısır'da 'Dârü'lAdl'* adıyla bir adalet dairesi meydana getirmişler ve yanlarına bazı müşavirler de alarak bu mahkemeye bizzat başkanlık etmişlerdir. Osmanlılar zamanında 'adliye teşkilatı' ise düzenli bir şekilde kurulup yaygınlaştırılmıştır.
...DUNYADAKi
GELiSMiS YEDiLERiN HANGiSi
OLURSA OLSUN
EGER BiZDEKi YASANMIS ENFiLASYONUN
AYNISINI YASASINLAR
DEGiL ADALET
SOKAGA CIKAMAZSINIZ
ADALET ORALARDA EKONOMiYE BAGIMLI
SU AN REFAHA BAGLI ADALET -TE YALNIZ KENDiLERiNE
REFAH BiTiNCE ADALET TASINIR BiRYERLERE
BiZDE SU AN ADALET OLDUGUNUDA SAVUNMUYORUM
AMA BiZ ADALETE UZAK BiR MiLLETIZ DiYENDE
YALAN SOYLER
yasaların üstünde hukuk, hukukun da üstünde adalet vardır. adaletsizlik hukuk sistemlerindeki boşluklarda yaşar ki bu boşlukların tamamıyla doldurulabilmesi imkansızdır, velev ki her vatandaşa onu mükemmel hareket etmeye sevkedici bir 'vicdan' zerkedilebilsin.
'adalet mülkün (devletin) temelidir. (hz. ömer)
Sokrat, teslim olurken:
Atina'da hakimler var demişti...
ben öle bişi görmedim, duymadım...o kim? nedir, nerde var?
Adalaet İSlam ve Osmanlıdır..