Kültür Sanat Edebiyat Şiir

1001 Gece Öyküleri sizce ne demek, 1001 Gece Öyküleri size neyi çağrıştırıyor?

1001 Gece Öyküleri terimi Onur Bilge tarafından tarihinde eklendi

  • Annabel Lida
    Annabel Lida

    içine dönüp baktı,iyileşmeyen yaralarla doluydu içi.

  • Annabel Lida
    Annabel Lida

    güneşin doğması,batması bile onu urkutmeye yetiyordu.
    ya yer çekimine karşı ayakta durabilmek...ne büyük başarıdır onun için.

  • Annabel Lida
    Annabel Lida

    sokakta yürürken içine dolan taze kavrulmus soğan kokusu, canlı bir yaşam belirtisi gibiydi. o kokuyu hissedenin yalnız olmadığını kalbine değiren...

  • Annabel Lida
    Annabel Lida

    beklemekten yorulmuş muydu yoksa bıkmış mıydı net değil. yol onu çağırmış da olabilir.bu da net değil.
    net olan hayatın devam ettiği.

  • Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
    Ve vardır her vahşi çiçekte gurur

    0056 - MONNA ROZA – AŞK ve ÇİLELER – AŞK ACISI

    I-AŞK VE ÇİLELER


    Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
    Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak.
    Kanadı kırık kuş merhamet ister.
    Ah senin yüzünden kana batacak.
    Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

    Ulur aya karşı kirli çakallar,
    Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.
    Mona Rosa bugün bende bir hal var.
    Yağmur iri iri düşer toprağa,
    Ulur aya karşı kirli çakallar.

    Açma pencereni perdeleri çek,
    Mona Rosa seni görmemeliyim.
    Bir bakışın ölmem için yetecek.
    Anla Mona Rosa ben bir deliyim.
    Açma pencereni perdeleri çek.

    Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,
    Bende çıkar güneş aydınlığına.
    Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi.
    Seni hatırlatır her zaman bana.
    Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.

    Zambaklar en ıssız yerlerde açar
    Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
    Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
    Işıksız ruhumu sallar da durur.
    Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

    Ellerin, ellerin ve parmakların
    Bir nar çiçeğini eziyor gibi.
    Ellerinden belli olur bir kadın,
    Denizin dibinde geziyor gibi.
    Ellerin, ellerin ve parmakların.

    Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
    Saat onikidir söndü lambalar
    Uyu da turnalar girsin rüyana,
    Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.
    Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.

    Akşamları gelir incir kuşları,
    Konarlar bahçemin incirlerine.
    Kiminin rengi ak kiminin sarı.
    Ah beni vursalar bir kuş yerine.
    Akşamları gelir incir kuşları.

    Ki ben Mona Rosa bulurum seni
    İncir kuşlarının bakışlarında.
    Hayatla doldurur bu boş yelkeni.
    O masum bakışların su kenarında.
    Ki ben Mona Rosa bulurum seni.

    Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
    Henüz dinlemedin benden türküler.
    Benim aşkım uymaz öyle her saza.
    En güzel şarkıyı bir kurşun söyler.
    Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

    Artık inan bana muhacir kızı,
    Dinle ve kabul et itirafımı.
    Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı
    Alev alev sardı her tarafımı.
    Artık inan bana muhacir kızı.

    Yağmurdan sonra büyürmüş başak,
    Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
    Bir gün gözlerimin ta içine bak
    Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.
    Yağmurdan sonra büyürmüş başak.

    Altın bilezikler o kokulu ten
    Cevap versin bu kuş tüyüne.
    Bir tüy ki can verir gülümsesen,
    Bir tüy ki kapalı geceye güne.
    Altın bilezikler o kokulu ten.

    Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
    Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak.
    Kanadı kırık kuş merhamet ister,
    Ah senin yüzünden kana batacak.
    Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

    Sezai KARAKOÇ


    AŞK ACISI

    Her genç kız bir güldür. Bir gül goncası… Açılmamış, el değmemiş, koklanmamış. Hayatının en güzel çağındadır. Fakat ne yazık ki daha açmadan dalından koparmak isteyen hayranları vardır. İsteyerek ya da istemeden ona zarar verebilirler. En itinalı şekilde korunmaları gerekir. Bunun için de sürekli uyarılırlar. Epey nasihat dinlerler. Tertemiz oluşları nedeniyle beyaz güller olarak dile getirildikleri gibi beyaz kumaşlar olarak da ifade edilirler. Yarım asır önceki toplum baskısı oldukça fazlaydı. Genç kızların yakınları:

    “Kız kısmı bir top humayin, leke kaldırmaz!” derlerdi. Gözlerinden esirgerlerdi! Onlar da yolda sokakta önlerine bakarak yürürler. Sağa sola bakmadan gider gelirler, gerekse bile arkalarına asla bakmazlardı. Çünkü çok ayıptı. İşte öyle bir devirde kızlarla erkekler arasında Utanç Duvarı gibi demir perdeler vardı.

    Bir genç kızın bir erkekle birazcık samimi olması demek, adının çıkması demekti! Ak gül idiyse, anında siyaha döndürülüverilirdi!

    Gevye’nin Gülü, ak bir güldü. Siyaha doğru yol alan grimsiler, griler içinde pırıl pırıl bir genç kız… Üstelik güzeller güzeli… Bir kere görenlerin hafızalarından silinecek gibi değil! Tam evlenilecek nitelikte…

    O zamanlarda çeyizler, beyaz patiskalardan yapılır, onlar sarmalarla, kanaviçelerle renklendirilir, dantellerle, iğne oyalarıyla süslenirlerdi. Yatak örtüsü, yastık ve yorgan kılıfları, yorgan ağızları ve karyola etekleri kar beyaz olurdu. Gelin yatağı bu şekilde özenle hazırlanırdı. O evliliği sembolize ederdi. Onun için yastık bile mutlu ve bitimsiz evlilik dileğine girmişti.

    “Bir yastıkta kocayın!” deniyordu, yeni evlilere. Halen de denmeye devam ediliyor.

    Anneler babalar, evlatları için dualarında helal süt emmiş gelinler, damatlar dilerlerdi. Demek ki o zamanlar da öyleleri az bulunuyormuş. Gerçek aşk da öyleymiş ki tutulanlar kolay kolay kurtulamazlar, yataklara düşerlermiş! Şiddetine göre sararanlar solanlar, hastalananlar, hatta ince hastalık denilen vereme yakalananlar, kan tüküre tüküre ölenler varmış. Tüberküloz, gerçekten ölümcül bir hastalıkmış. Gizli sevdaların, karasevdaların sonu intihar da olabiliyormuş.

    Genç kızlar gülle, âşıkları bülbülle özdeşleştirilmiş. Aşklarını bir şekilde ifade edenler, karşılık göremedikleri zaman, kolları kanatları kırılmış olur, kendilerini kanatları kırılan kuşlar gibi hissederler, bu acınası hallerini, merhamet talep etmek için namelerde, şiirlerde kullanırlarmış. Onlara:

    “Senin aşkından intihar edeceğim! Yatağım kan içinde kalacak! Bembeyaz çarşafımda al güller açacak, yapma etme! Merhamet et, n’olursun!” derlermiş.

    Ölümüne aşklar varmış o zamanlar. Kara sevdalar… Ah o güller! Beyaz güller!.. Pembe güller! Sarı güller!.. Geceleri aya bakarak uluyan çakallara benzeyen kötü niyetli insanlardan korunması gereken goncalar… Onlar ki gece hayatları vardır. Nerde çalgı orda kalgı… Nerde saz, orda caz… Değişik bir fikriyat… Acayip bir Batılılaşma… Tuhaf bir akım…

    Allah esirgesin, genç kızlar, ürkek tavşanlar gibi bakarlar da onlara ya kapılıp giderlerse!.. Düşünmek bile ürkütücü! Acilen önlem alınması gerekir. Onlara açılmak, sahiplenmek…

    “Ben… Ben seni seviyorum, gülüm! Gel kabul et de evlenelim!” demek lazım. Aksi halde o çakallar duygularıyla oynarlar onların. Üzerler, ağlatırlar! İri yağmur taneleri gibi gözyaşları döktürürler, Maazallah!.. Çünkü devir değişmekte… Toplum bir yerlere doğru sürüklenip gitmekte… Özellikle gençler, genç kızlar tehlikede…

    “Benden bile sakın kendini! Deli divane sokağında dolansam sabahlara kadar, sakın açma pencerenin perdesini! Aralama bile! Gözümden kıskanıyorum seni! O kadar çok seviyorum ki pencerenin perdesini aralasan alacakanlıkta, hayal meyal görsem yüzünü, kendimden geçeceğim! Bakışların aklımı başımdan alıyor! Gözlerin gözlerime değse ölecek gibi oluyorum! İşte böyle bir durumdayım! Deli gibi seviyorum seni!.. Başka nasıl anlatayım!?

    Bir ağacın gölgesinde otursam, birazcık dursam gölgelensem, onun verdiği ferahlık gibi bir rahatlık sağlıyor, tarifsiz huzur veriyor seni düşünmek. Sen doğuyorsun gönlüme, içim aydınlanıyor. Karanlık sevdamın aydınlık yüzlü yâri! Düşüncede sana çıkıyor bütün yollar. Bir nişan yüzüğü görmeyeyim, sen geliyorsun o anda aklıma… Narin parmakların, bembeyaz ellerin… Parmağında bir nişan yüzüğü… Dünyalar benim!

    Bir kapı tıkırtısı, gıcırtısı duymayayım! Sen gelmişsin gibi irkiliyorum! Biliyorum imkânsız! Ne alaka? Fakat hayal işte! Rüya gibi… Aklı fikri yok! O anda da her zamanki gibi seni düşünüyor oluyorum. Öyle bir ses duyuyorum… Yüreğim pır pır…

    Zeytinlikler vardır sizin oralarda… Sakarya kıyılarında söğüt ağaçları… Bizim oralarda da var. İyi bilirim onları… Sen, zeytin dalları gibi kırılgan, söğüt dalları kadar ince ve zarifsin. Gölgen bile yeter bana! Hasretimi bir nebze olsun gidermeye… Nerdesin!?

    Bense, kenarlarda kuytularda açan yabani otlar, zambaklar gibiyim. Onlar gibi kenarda kıyıda dururum. Onlar kadar gururluyum. Büyük şehirlerdeki salon erkeklerine benzemem. Aşkın şiddetli bir rüzgâr, bense sönmeye mahlûm bir mum… Titrek ışıklar saçar dururum. Ha öldüm ha öleceğim! Öylesine sallantıda hayatım! Korkunç bir karamsarlık bürümüş ruhumu. Daha başka nasıl anlatayım sana bu içinden çıukılmaz durumu!?

    Ellerin geliyor aklıma. Uzun ve ojeli tırnakların… Ellerin küçücük, parmakların geriye dönecek kadar narin… Sanki bir nar çiçeğini ezmişsin de tırnaklarında kalmış onun rengi… İşte öyle bir renkte tırnakların! O kadar güzel ki jestlerinin ahengi! Sanki denizin derinliklerine dalmışsın, ağır ağır yüzmektesin gibi… Ah o ellerin! Parmakların… Ellerine gösterdiği özenden anlaşılır bir kadın!

    Zaman nasıl geçiyor, anlamıyorum! Seni düşünmeye bir dalıyorum, gece yarısı oluveriyor! Her gece yirmi dörtte söndürülüyor ışıklar. Haydi, sen de uyu artık! Rahat bırak beni ki ben de uyuyayım! Uyu ki kuşlar girsin rüyana! Sana turnalarla selamlar, sevgiler gönderdim, tonlarla!.. Haydi, yum gözlerini artık! Benim gibi tavana bakıp durma! Uyu ki bir turna konsun avucuna. O rüya kuşuna aşkımı anlatmıştım. Sana aynen aktarsın! Bakarsın, o katı yüreğin yumuşar! Bak! Çoktan yola çıktı turnalar…

    Buralara akşamları kuşlar gelir. İncirlere tünerler. Bazıları sana benzer. Beyaz olanlar… Sarı olanlar… Onların da düşmanları vardır. Çocuklar ellerinde sapanlar, onları avlarlar! Keşke onların yerine beni öldürseler! Beni senin sarı saçlarının fırtınası söndürecek, beyaz gül! Beni senin aşkından çıkan taş yaraladı, ölümüm elinden olacak!.. Senin uğruna ölmek de güzel be gülüm! Varsın, senin elinden olsun benim ölümüm!.. İncir kuşları gibi…

    Öyle ürkek, öyle mahzun bakarlar ki o kuşlar! Onların gözlerine baktığımda, gözlerin gelir gözlerimin önüne. Işık ışıl bakışlarında sen olursun! O bakışlar, engin denizlerin ortasında rüzgârsız kalmış yelkenleri canlandıran rüzgârlar gibi bir süreliğine yaşama sevinci kazandırır ruhuma. Her yerde, her şeyde arar dururum seni… Senden bir şeyler… Yana yakıla… Bölük pörçük uykularda, parça parça bulur, puzle gibi tamamlamaya çalışır dururum. Yollarda sokaklarda, denizlerde sularda… Dağlarda taşlarda, kurtlarda kuşlarda… Böceklerde çiçeklerde… Aklına gelen gelmeyen her şeyde… İşte böyle bir aşk var bende! Böyle bir sevda! Karasevda…

    Neden bulutlandı Ay/Sima? Neden neşen kaçtı aniden? Daha ne anlattım ki sana ben? Henüz şiir bile dinlemedin benden! Bizim buralarda saz vardır, caz yoktur. O tür müzikten anlamayız biz! Türk’üz, türkü dinleriz! Onların sevda dediklerine benzemez bizim sevdamız! Bizim aşkımız, kurşun ıslığı gibidir! Daha dinlemedin o sesi sen! Aşkından kendimi öldürecek raddedeyim ben!.. Darılma gücenme ama durumum bu!

    Ne zaman inanacaksın aşkıma, bana! Daha nasıl anlatayım ki sana! Göçmen kızı! Kulak ver bana! Bu sızı sıcak! Beni yakacak!.. Artık işin şekli değişti! Ben intihara doğru gidiyorum! Kabul et artık teklifimi! Senin soğukluğun öldürecek beni! Buz haline getirdiğin mavi gözlerin… Bir çift kurşun gibi… Bu sızı tuhaf bir sızı! Alev alev yaktı beni bir göçmen kızı!

    Yağmurlarla boy atan ekinler gibi gözyaşlarımla suladığım, sabırla beslediğim aşkın da boy atacak, meyveye duracak bir gün! İşte o gün gözlerime dikkatle bak! Ağır çekim bir intihar sunacak, olgunlaşmış meyveler gibi sana! Bu ölü senin için, yalnız senin için yaşıyor, anlasana!..

    Altın bilezikler yakışır kollarına. Tenine parfümler… O güzel kokulu beden benim olsun artık! Ben aciz incir kuşu… Canı teni gitmiş, salt tüy… Öyle bir tüy ki bir tebessümün için bir değil binlerce canı olsa seve seve verir!.. Ne gecesi var ne gündüzü… Düşler durur bir güler yüzü… O güzeller güzeli yüzü...

    Yapma göçmen kızı! Etme eyleme!.. Bu kuş canına kıyacak!.. Bu beyaz yatak kana battı batacak!..”

    ***
    Onur BİLGE
    ŞİİR FISILTILARI - 0056

  • Portakal Çiçeğim,
    Portakal Çiçeğim,

    “Portakal Çiçeği’m,

    Nasıl da dolardı dükkân, Kaleiçi’nde. İçerisi tıklım tıklım, belediye otobüsü gibi et ete, balık istifiydi. Dışarılara kadar taşardınız, yetmezdi de karşı arsadaki badem ağacının altına yayılırdınız. Düğün eviymiş gibi bir kalabalık… Şimdi, suyu çekilmiş değirmene döndü oralar.

    Hafiften bahar geldi ya yine yeşillendi Antalya. Evlerin içinde, sobaların başında pinekleyenler kapı önlerine çıkmaya başladılar. Kaleiçi akşamlarını bilirsin, gülüş cümbüş… Eline kemanını, darbukasını, klarnetini alan Roman vatandaşlar eski usul çalmaya başladılar mı etrafta ne kadar ehlikeyif varsa toplanıyor başlarına, vur patlasın, çal oynasın! O küçük kızlar nasıl da kıvırtıyor, büyüklere taş çıkartıyorlar! Bildim bileli eğlencelidir Antalya geceleri.

    Bugün yine sabahtan akşama kadar bizim çocuklarla çalıştık, yorulduk. Akşam yemekten sonra şöyle bir parka doğru gidelim dedik. Herkes açmış radyosunu, çıkmış sokağa… Kimisi çaput kilim sermiş kapısının önündeki betona, üstüne minderler atmış, kimisi iskemleler, küçük oturaklar çıkarmış. Konu komşu bir araya gelmiş bazı yerlerde. Çaylar kahveler içilmekte, gülünüp eğlenilmekte. Kimisi iki kanadını da açmış yerden evinin, girişe yan gelmiş, yatmış. Biz geçerken şöyle bir doğruldu, baktı. Bizim genlerden birini tanıdı. Selamlaştılar.

    “Ne yapıyon, ne ediyon Hasan Emmi?” dedi, Fethi.

    “Dengilivedim, yatıyon, yorgunluk çıkarıyon. Siz nereye gidiyonuz?”

    “Şöyle bi dolaşcez. Yemeği çok gaçırmışız da…”

    “Hadi bâlım! Gezin eğlenin, bizim yerimize de! Uğur ola! Bubangile selam söyle!”

    “Baş üstüne!”

    Bahar kendisini iyice belli etmiş. Etrafta çam ve çiçek kokuları… Meşhur Burhan Kilit Kolonyaları vardır ya, Antalya Geceleri, Beyaz Zambak, Altın Damla, Menekşe, Tütün, Çam, Limon gibi… Tek katlı evlerin, taş duvarlarla çevrili bahçelerinden çiçek, yanımızdan geçen insanlardan kolonya kokuları geliyor, bazıları alkol, sigara veya ter kokusuyla ağırlaşmış oluyordu. Erkeklerin hemen hemen yarısının elinde sigara olduğu için aldığımız nefeslere ara ara sigara dumanı karışıyordu. Hele Çamlıca’nın kokusu uzaktan fark ediliyordu.

    Ara sokaklardan caddeye çıkınca sıra sıra dükkânlar, kahvehaneler… Kimilerinin kepenkleri inik, kör, sağır, dilsiz, kimilerinin vitrinleri ışıklı, gözleri fıldır fıldır… Dondurmacı dükkânları da iş yapmaya başlamış. Elmas Dondurmacı ile Tektat karşılıklı faaliyette… Sıra sıra külahlar, dizi dizi salepler…

    Kalekapısı’ndan sağa saptık, Tophane’ye kadar gittik. Orada dolaştık biraz, denizi seyrettik, sonra da İskele’ye indik. Bir de baktım ki bizim millet orda! Oturmuşlar denizin kenarındaki kayalıklara, gel keyfim gel! Haluk udunu almış eline, o çalıyor, İsmail söylüyor, diğerleri de tempo tutuyorlar. Hemen karşılarındaki sandalda Kaptan’ın oğluyla bir arkadaşı, gece balığa çıkmaya hazırlanıyorlar… Az ilerde Yorgo’’nun meyhanesi… Onda da her gece şarkı, türkü, fasıl…

    Seninle birlikte her zamanki oturduğumuz kaya yastaydı. Karalar bağlamış, kapkara kararmış kalmış. Gayriihtiyari yanına kadar gittim. Gözleri yaş içindeydi. Yanaklarındaki damlalar, ay ışığı altında pırıl pırıl parlıyordu. Dalgalar da onun matemine iştirak ediyorlar, dizlerini döve döve ağıt yakıyorlardı.

    Bir ara Deniz Kızı halinde hayalini görür gibi oldum. Bir belirdin bir yok oldun, serap misali. Altın balık üstün çıplak, simsiyah saçların belinden aşağıya kadardı ve bembeyaz tenini gizliyordu. Denizden yeni çıkmış gibiydin. İlk gördüğüm günkü gibi ıpıslak… Bana sırtın dönüktü, yüzünü göremedim. Bir bilsen, o anda orda bir an için de olsa, hayalen de olsa görmeyi ne kadar çok isterdim! Burnumun direği sızladı, gözyaşları gözlerimi yaktı. Kirpiklerime kadar geldi dayandı, az kalsın akacaktı! Bu koskoca adam neredeyse bunca gencin arasında utanmadan ağlayacaktı!

    Sen, Portakal Çiçeği’mdin benim. Yanı başımda oturur, başını omzuma dayar, gözlerini kapatır, hayallere dalar, geleceğe dair planlarını anlatır, beklentilerini sıralarken adeta kendinden geçerdin. Bense çıt çıkarmadan dinlerdim seni. Ürkek bir kuş omzuma konmuş da azıcık kıpırdasam uçuverecekmiş gibi hisseder, ruh gibi dururdum. Nefes almaya korkardım inan! Oysa dalga sesleri vardı, dış sesler vardı. Bahar ve yaz günlerinde gündüz gece hiç uyumazdı ve hiç susmazdı ki bu şehir, hep böyleydi.

    Alçak sesle şarkılar söylerdin. Biliyor musun, en çok da o huzuru özledim! Yeni çıkan şarkılardı, benim anlayacağım tarzda değildi ama onlar, senin sesinden olunca, dünyanın en güzel, en romantik aşk şarkılarına bedeldi! Daha çok espri yapardım seni güldürmek için. Komik olaylar, fıkralar anlatırdım. Ne kadar güzel kahkahalar atardın! “Hep gülse, hiç bitmese!” derdim. Neşem olurdun, mutluluğum, her şeyim…

    Sonra karşıma otururdun. Anlatırdın da anlatırdın, o aşkmavi gözlerinle gözlerime baka baka. Arada dizime, omzuma da vururdun, farkında mıydın? Bir gün de mandolin çalmıştın bana o kayanın üstünde. Hüzünlü şarkılar söylemiştin. O gün çok konuşmamıştın. Bir derdin vardı, durgundun. Neler düşünüyordun, bilmiyorum. Merak ediyor, sormaya cesaret edemiyordum. Çalıp söylerken gözlerin dolmuştu. Bir ara elinin tersiyle yanaklarından akan damlaları sildiğini gördüm. İnan ki her damla için ayrı ayrı öldüm!

    Yaşayan Ölü”

    ***
    Onur BİLGE
    BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 0540

  • Annabel Lida
    Annabel Lida

    zaman herşeyin ilacı dedi.halbuki yaşamak ise kronik bir hastalıktı.

  • Annabel Lida
    Annabel Lida

    hayret,kendisi olmasa da neşesi olurdu burada.
    neşesi bile kalmamış,gitmiş.

  • Annabel Lida
    Annabel Lida

    erkek,kadına, onu istemediğini 1001 türlü gösterdi.
    konuşmadan.

  • Annabel Lida
    Annabel Lida

    canımın sıkıldığını farkedince bundan mutlu olduğumu da farkettim.
    aklıma, uykuya daldığımı hissetmeden uyuduğum,uyumaya çalıştığım çok eski günlerle birlikte bu durumdan aylar sonra ilk uykuya dalışımdaki huzuru da getirdi.

  • Annabel Lida
    Annabel Lida

    uzun zamandır,yaşamak için,her gün hatta her saat kendimi ikna etmeye çalışmıyorum.
    umalım bu iyi bir şey olsun.

  • Umursamaz Kişisi
    Umursamaz Kişisi

    Berguzar korel

  • Annabel Lida
    Annabel Lida

    bunca saçmalık,andavallık içinde yaşıyoruz..güzellikler de sadece ızdırap verici.

  • Annabel Lida
    Annabel Lida

    şehre mutluluk yağıyordu,yağıyordu,yağıyordu...
    sokaklar doldu taştı,hepsi kanalizasyona aktı ve yitti.

  • Annabel Lida
    Annabel Lida

    bir yer var.o yerden sonrası roma'yı yak seyret,tutuşmuşken avrupa,asya bla bla felan.

  • Annabel Lida
    Annabel Lida

    kadının ne kadar sabırlı olduğundan erkeğin haberi yoktu.
    olsun nasıl olsa öğrenecek.