Güneşin doğşu, Can Kuş'u nun Dünya'ya kanat çırpması ise,
Gün batımı da, açan güllerin solan yaprakları olmalı.
Her gün yeniden doğan, her gün yeniden ölen bir bedenin,
kafesinde çırpınıp durmak zor.
Doğduğum yöre de, taşlar topraktan daha çok.
dağında gökyüzüne, Çam ağacı yerine, Ardıç ağaçları uzanır.
Gövdesi ne tomruk olur, ne de kereste.
Kiriş diye uzatamasın onu duvarın üstüne.
Yanarken saman alevi gibidir, köz bırakmaz geride.
Büyürken fidanı su istemez.
Kışın yağan kar, ve Nisan yağmuru ye ...
Uçsuz bucaksız uzanır bozkır
Ne bir ağaç görülür ne fidan
Uzar gider diz boyu sarı çayır
İçinde At’lar oynar koşar aygır
Kel tepenin üstünde çatal meşe
Ellerim uzansaydı, mavi gökyüzüne,
Koparır yıldızları, koyardım önüne.
Batınca Güneş, karanlık çöktüğünde,
Buluttan tül diker, çekerdim pencerene.
Kar demeden kış demeden sürdüler
Doksan bin Mehmet’i yokuşa
Ne üstte var ne başta
Savaşa tutuştuk karanlıkta kara kış’la
Bir hezimet yaşadık Sarıkamış’ta
Hangi taşı kaldırsan
O var altında
Ne harem ne haremlik
Her gün cemiyetin ortasında
Boy pos endam yerinde
Karşı yamaçtan çan sesi geliyor
Katmış önüne sürüyü çoban
Kaval çala çala eve dönüyor
Genç kızlar toplanmış
Derin kuyunun başına
Derin suların
Sessizliği var yüzünde.
Üzerine giymişsin
Mavi atlastan, bir elbise.
Resmini çizdim,
Gülümserken neşe içinde.
Şiddetli bir ses, korkunç bir uğultu,
Kimi gözler yaşlı, sarmış içini korku.
Çakan şimşek, göz kamaştıran ışık,
Çok öfkeli Güneş, hem de yüzü asık.
Ne bakıyorsun öyle?
Yüzünde sinsice bir gülümseme,
Saçlarıma düşen aktan sana ne?
Bir de pişmiş kelle gibi sırıtıyorsun,
Açıkta bir şey mi var, bu halin ne?
Hüzün çökmüş duman duman
Yüzün yağmur yüklü kara bulut
Bir korku bin bir endişe düşmüş
Kol geziyor mahzun gözlerinde
İsa’dan iki asır önce doğdu
Büyük Hun İmparatorluğu
Mete ile tanıdı Dünya onu
Maç in ’den duydu Çin şanını
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!