YANSIMA
Şubatın kirli, bulanık rüzgarı toprak yolda kurumaya yüz tutmuş çamurları bir kez daha yaladı. Yol boyunca uzanan çıplak kavak ağaçları birbirlerinin üzerine kapanıyorlardı rüzgar vurdukça. Dallar çocuk ağlayışlarını andıran uğultularla sesleniyorlardı. Uğultular giderek yükseliyor, bilinmeyen bir gücün savaş çığlıkları olarak yansıyordu insanın gözlerinde. Öylesine bir çılgınlık koşuyordu doğada, kendi dışında kalan herşeyin üzerine yürüyen...
Meryem pencereden çekildiğinde gözleri iyice büyümüştü. Korkuyordu. Yalnızlığıyla korkunun birbirine karıştığı çirkin, karanlık bir çizgide hissetti kendini. Elindeki süpürgeyi bir iki silkeleyip kapının arkasına koydu. Odanın bir köşesinde desenli kalın naylonla örtülü küçük bir masa, onun hemen yanında her an devrilecekmiş gibi duran, Meryem'in ne zamandan beri var olduğunu düşünmediği sallantılı, tahta bir sandalye vardı. Kapının hemen yanında üzeri buruşmuş, yerlere sarkan eski bir çarşafla kaplı yatağın kapı tarafındaki köşesine oturdu. Yatağın bu köşesinin Meryem'i günlük yaşantısından ayırabilen bir etkinliği vardı. Hayallerini burada kurar, saçlarını tararken ya da gizlice gözlerinin güzelliğini seyrederken hep burada otururdu. Kapının arkasındaki süpürgeyi kaparak yatağın altını süpürmesi, masanın tozunu alması her günkü, alışılmış akıntıya dönebilmesi için yeterliydi.
Kodridorun sonundaki helanın çirkin kokusundan uzaklaşabilmek için bir eliyle oda kapısını iterek kapadı. Tırnakları iyice uzamış, aralarına pislik doluşmuştu. Elleri gittikçe büyüyor, şekilsizleşiyorlardı. Üzerleri soğuktan yer yer çatlamış, kararmıştı. İlkokulda iken kalem tutamayacak denli tombul parmaklarını düşündü. Her şey öylesine uzaktı şimdiki Meryem'den. Ellerini ceplerine sakladı.
Dört duvarın sürekli beyaza koşan rengini bozan tek şey, karşı duvara asılı, tahta çerçeveli, küçük bir fotoğraftı. Meryem bir süre fotoğrafa dikti gözlerini. Okula yeni gideceği yıl babası ve kardeşleriyle birlikte çektirmişlerdi. Babası ellerini dizlerinin üstünde birleştirmiş, yanlış bir hareket yapmaktan korkarcasına dikkat kesilmişti. Her iki kardeşi de baş parmakları ağızlarında, bir anlık susmak gerektiği inancına vararak sessizce bakışıyorlardı. Kendi görüntüsü çocukluğun çok daha ötelerindeydi. Bir başka evrere uzanıyordu her şeyiyle.
Bir an odaya, odadaki her şeye tiksinti duydu. Masaya, süpürgeye, fotoğrafa, yerdeki rengi solmuş kilime. Annesi öldüğünde bütün bunlar yerli yerindeydiler. Şimdi de öyleydiler. Hiç bir kımıldanış yoktu yaşamalarında. Hiç bir etkileniş yoktu. Olanlara kayıtsız kalabilmişler, en küçük bir değişikliğe bile gerek görmemişlerdi. Büyümüştü Meryem. Hiç değilse öyle olması gerektiğine inanmıştı. Büyümekle, değişmek aynı şeylerdi Meryem için. İlkokuldan bu yana yeni olan çok şay farketmişti varlığında. Şu an tırnakları uzamış, elleri çatlamıştı. Her gün değişik gözlerle bakıyordu çevresine. Süpürgeyi kavrayışı bile her gün daha bir değişikti.
Hava da öylesine korkulu. Ölüm gibi bir şey geziniyor tavanlarca. Belki daha da kötü. Uzak bir uyku, sessiz bir bekleyiş. Annesinin bekleyişini hatırladı. Salt bakıyordu annesinin gözleri. Bakışlardan daha ötelere uzanıyorlardı. Duvarların sürekli beyazlığında bakışların uzantısını bulamamıştı. Dönüp durmuştu yatağın çevresinde. Gözler soğuktu. Ya her şeye birden bakıyor ya da hiç bir şeye bakmıyorlardı. Kararsızlık içindeydiler. Kararsızlığın verdiği korkunç durgunluğu yaşıyorlardı.
Yatak aynı yerindeydi. odadaki her şey gibi. Üzerindeki çarşaf çok kereler düzeltilmiş, temizlenmişti. Soluk almaksızın yaşıyordu yatak. Ölüm günündeki hissizliğini önceki yıllara, yüzyıllara yansıtıyordu.
Meryem kaçmak istiyordu olanca gücüyle. Evden, doğadan, her şeyden yaşamanın doğurduğu. Soğuk olan, dilsiz olan, ağlamayan...
Bahçe kapısını açtığında rüzgar dağıtıverdi saçlarını. Yol durmadan uzuyor, büyüyor gibiydi. Uğultularla sallanan kavaklardan başka hiç bir şey yoktu görünürlerde. İnsanlar korkaktılar. Odadaki eski kilim gibi, yatak gibiydiler hepside. Değişmiyorlardı bunca zaman. Yaptıkları da, konuştukları da hep aynıydı. Evler gibi. Toprak damları, kerpiç duvarlarıyla her biri tek başına zamana karşı koyan evler gibi.
Hüseyin dayı her gün tarlaya giderdi kağnısıyla. Döne her gün duvarlara tezek yapıştırırdı. Yol kenarındaki küçük çeşme akar dururdu usanmadan. Ve kavaklar sallanırdı rüzgarda. Ne yol değişirdi, ne gökyüzü. Binerdi omuzlara yukarıdan yağmuruyla, karıyla, güneşiyle. Annesi ölürken açıktı gökyüzü, masmavi. Gülüyordu, çocuklar gibi aynı. Şimdi de gülüyor. Hem de daha bir çoşkuyla.
İlkokuldan bu yana ne çabuk büyümüştü Meryem. Düşündükçe şaşırıp kalıyordu. Saçları uzayıvermiş, gözleri bir güzel süzülüvermişti. Arasıra saçlarını belik yapıp, omuzlarından aşağı bırakınca nasıl yakışıyordu. Gözleri siyahtı. Alabildiğine siyah. Tırnakları uzamıştı. Pislik dolmuştu aralarına ve elleri çatlamıştı. Her gün süpürge vardı elinde. Her gün yatağı düzeltiyor, eski kilimi süpürüyordu. Annesi öldüğü gün öylece beklemişti karşısında. Beni arıyor mutlaka demişti. Kendisine bakması için neler vermezdi.
Siyah şalvarına rüzgar vurdukça şişiriyordu. Gözünün üstüne düşen saçlarını arkaya attı. Soğuktan titremeye başlamıştı. Ayak parmakları sızlıyordu. Saçlarına giren rüzgarın soğuk kokusunu duyuyordu. Üzerleri çatlamış, karanlık elleri ağrılar taşıyor gibiydi.
Çeşmenin baş dönderen sürekli akışında daha çok üşüdü Meryem. Üçgenleşen su sesleri beynine batıyor gibiydi.
Hüseyin dayının kağnısı evin önünde duruyordu. Anlaşılan baharı bekliyordu. Bahar bir gelsin Hüseyin dayı kağnısını gıcırdatacaktı yol boyunca. Döne yine tezek yapıştıracaktı duvarlara.
Görmek istemiyordu odayı. Eski kilimi, yatağı, masayı. Aynı helanın, aynı çirkin kokusunu duymak istemiyordu. Bir özlem filizlendi içinde. Gökyüzü olmayan, kavak ağaçları sallanmayan, Hüseyin dayının kağnı gıcırtıları olmayan bir evren belirledi kendince. Sevinç doldu yanakları, üşümeyi unuttu.
Hava gittikçe korku doluyordu. Rüzgar kavakları birbirlerinin üzerine eğiyordu uğultularla...
Nihat YücelKayıt Tarihi : 18.11.2006 18:59:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kardeşim Nahit Yücel 1956 yılında Kahramanmaraş'ta doğdu İlk ve Orta okulu Kahramanmaraş'ta okudu. İstanbul Robert Kolleji ve Ortadoğu Teknik Üniversitesini bitirerek İnşaat Mühendisi oldu. Müteahhitlik yaptı,daha sonra tekstil işiyle ilgilendi. 23 Eylül 2002 de öldü. Öyküleri 1975-1976 yılında Ankarada yayınlanan Hisar dergisinde yayınlandı.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!