Nahit Yücel Öykü IV Kamyon

Nihat Yücel
232

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Nahit Yücel Öykü IV Kamyon

KAMYON

Çocuk güneşle oynuyordu. Elindeki kırmızı kiremit parçasının kenarlarını kırıp düzelterek, kamyon şekline sokmaya çalıştı bir süre. Kiremitin arka kısmını sivri bir taşla döverek çukurlaştırdı. Sonra güneşi yükledi kamyonun arkasına sürmeye koyuldu.

Vakit öğleye yaklaşıyordu. Bahçe kapısına bitişik asmanın koca yaprakları sıcak, kaynayan gölgeler düşürdü çocuğun alnına. Yaprakların arasından tozla kaplı, çürümüş üzüm salkımları sarkıyorlardı.

Bahçe kapısının çalındığında kamyonuyla oynuyordu çocuk. Ayağa kalkarak asmanın direkleri arasından kapıya uzanan ipi çekti. Sarı, kıvırcık saçları olan, göbeklice bir adam girdi içeri. Çocuk bir koşu gidip adamın ellerine sarıldı.

- Hoşgeldin amca, nasılsın?

Amca iri ve kanlı gözleriyle uzun süre çocuğun saçlarını okşadı. Her zaman sıkıntılı ve durgun bir insandı. Az konuşan, konuşurken de sözcüklerin arasına uzun suskunluklar serpiştiren biri.

- Sen nasılsın bakalım, dedi. Bu sene okula başlıyor musun?

Çocuk tekrar kamyonuna döndü. Köyün taşlı ve her zaman çamurlu yollarını düşündü. Amcanın evine tırmanan yoldaki arı kovanlarından kaçarken düşüp dizini kanatışını, sarı tüyler takınmaya başlayan yetmemiş tüylü ayvaları, kayaların arasında terkedilmiş boz renkli yılan gömleklerini hatırladı. Amcanın beyaz badanalı evi uzaktan, uzun, sivri kavak ağaçları arasından pırıl pırıl bir diş gibi sırıtırdı. Evin bir odasında yüklüğün hemen altına yerleştirilmiş kafesteki keklik öter dururdu, dağ boyunca durmak nedir bilmeden büyüyen kayalara doğru. Amca, bazan kafesin karşısına geçip keklik gibi ötmeye başlar, daha bir çoştuğu zaman kekliği yerinden çıkarıp avuçlarının içine alarak kırmızı gagasından dudaklarıyla ısırırcasına öperdi.

- Görmeyeli büyümüşsün dedi, amca ellerini saçlarına götürerek. Saçları toz içindeydi. Ayağında siyah lastik kunduralarla sessiz ve sanki gizlice basıyordu yere.

Çocuk günlerin geçişini anlayamıyordu. Öylesine akıyordu zaman. Büyüdüğünü söyledikleri zaman hep bacaklarına bakardı. Orman işletmesi lojmanlarından birinde otururken müdürün oğlu Hamdi'yi dikenlerin içine ittiği zaman ilk kez bacaklarına bakmıştı. Günler geçiyor, hiç bir değişiklik görmüyordu bacaklarında. O yıl Hamdi'lerin evinin önündeki yenidünya ağacına tırmanamadı korkudan. Ağacın bir dalına ata biner gibi binip: ' Bir mektup yazdım, Urfa'lı kızına, Gavurun kızı bakmaz yüzüme' türküsünü söyleyemedi.

Şimdi de yüzünü avuçlarına almış, bahçe duvarının bitişiğindeki çam ağacına bakıyordu. Doğduğu gün dikildiğini söylemişlerdi bu ağacın. Ama duvarın boyunu geçivermişti işte. Çoğu zaman kendi varlığıyla ağacın varlığı arasında bir benzerlik bulmaya çabalardı. Ağaç gittikçe uzuyor, inceliyordu. Sürekli soluklanan bir canlılığı yansıtıyordu. Hayatın korkularla dolu oluşuna karşın, ağacın tek başına ve sonsuza uzanan güçlülüğünde boğulurdu çocuk.

- Annen ne yapıyor, evde mi?

Amca bunları söylerken bir yandan komşunun bahçesindeki tüm köşeleri inceliyordu, ağaç dalları arasından görebildiğince.

Çocuk kızdı birden. Amcanın komşu kadınla yaptıkları hiç hoşuna gitmiyordu. Kaç kez, ağaç dalları arasına sığınarak öpüşürken görmüştü onları. Utancından ne yapacağını şaşırmış, kulakları kıpkırmızı kesilmişti. Amca paralar vermişti, kimseye söylemesin diye. 'Seni sinemaya götürürüm' demişti. Çocuk hiç sevmiyordu amcayı. Ayşegül kendisinin Türkan Şoray'a benzediğini söyler dururdu. Kısacık etekler giyer, hiç güneş görmemiş hissini veren bacaklarıyla bahçede dolaşırken oynak şarkılar söylerdi.

Amca sessizce yürüyerek içeri girdi. Oturma odasında kapının yanında asılı büyük boy aynanın karşısına geçerek sarı, kıvırcık saçlarını düzeltmeye koyuldu.Odayı mutfaktan ayıran, kapı yerine boydan boya asılmış yeşil, kalın perdenin arkasından soluk ve esmer yüzüyle anne göründü. Bir yandan ellerinde kalan bulaşık ilacı köpüğünü silmeye çalışarak:

- Hoşgeldin Ahmet dedi. Köyde ne var ne yok?

Ahmet sustu önce. Oysa söylenebilecek çok şeyler şekilleniyordu kafasında.O, bunların hiç birisini çekip alamadı düşüncelerinden.

- İyilik dedi yalnızca.

Anne bir şeyler sezinler gibi oldu. Ahmet'in kardeşleri ile olan anlaşmazlığını biliyordu. Değirmeni elinden almak istediklerini, haberler salarak ölümle tehdit ettiklerini her şeyi. Ama en çok da komşu kadına olan sevdasını.

Hiç bitmeyecek gibi görünen bir sessizlik kapladı odayı. Pencere kenarına dizili çiçekler, saksıların içine büzülür gibi oldular. Pencerenin kırık camından bir sokak kedisi süzüldü suskunluğun orta yerine.

- Canın çıksın diye bağırdı anne. Ayağından çıkardığı terliği bir anda kediye fırlatıverdi. Siyah kedi can acısıyla daha bir hızlı kaçarken, amca dışarıya doğru yürüdü. Çocuk, kiremit kamyon ve asmanın koca, yeşil yapraklarını gördü ilkin. Sonra açık bırakıldığı için devamlı çarpan bahçe kapısının gürültüsünü duydu.

- Buraya gel bakalım Faruk, dedi kapıya doğru. Bu sesin kendisinin olduğunu farkedemedi. Çocuk bir koşuda geldi, gözlerini asmanın altında bırakarak. Amca elindeki buruşmuş kağıt parayı düzeltmeye çalışarak uzattı.

- Hadi şurdan bir şarap al bana. Kavaklıdere olsun.

Öğle sıcağı dalgalar şeklinde yayılıyordu sanki. Amca, bahçenin duvarlarına doğru bbakerken Ayşegül'ün bacaklarını düşünüyordu. Oradan saçlarına çıktı, sonra gözlerine. Gözleri güzeldi ama burnu için aynı şey söylenemezdi. 'Artist gibi karı be.' diye geçirdi içinden.

Kümesten gelen kanat çırpınışlarıyla irkildi amca. Bir suş işlemek üzereyken yakalanmış gibi oldu.

- O senin getirdiğin tavuk kendi yumurtasını içiyor dedi anne. Kesmek lazım o namussuzu.

Amca 'evet' anlamında başını salladı. Ahmet tekrarlamaya çalıştı düşüncelerinde. Gözlerini geriye çevirdiğinde anneyi göremedi. Bulaşığa dönmüş olmalıydı.

Çocuk bir elinde şarap şişesiyle dönerken sırılsıklam olmuştu. Sürekli bunaltıcı bir hava vuruyordu yüzüne. Sıcaktan kaldırımlar uzuyor, siyah asfalt kabarıp, köpüklenir gibi oluyordu. Arabalar yokuşu çıkarlarken onulmaz bir tükeniş içindeydiler.

Eve geldiğinde amcanın küçük, beyaz bir kağıda bir şeyler yazdığını gördü çocuk. Büyük bir merak ve sevgiyle baktı amcanın kalemine, kalemin bir çırpıda doğurduğu yazılara. Daha şimdiden büyük harflerle adını yazabiliyordu.
Anlayamadığı çeşitli şekillerin yanyana geldiklerinde adı olduğunu öğrenmişti. Odanın ortasında yüzüstü uzanır ve sürekli çizerdi bu şekilleri.

Çocuk bahçeye çıktığında kamyonunu göremedi. Koca bir asma yaprağının altında buldu onu. Üzeri toprakla dolmuş, özene bezene yaptığı toprak yol bozulmuştu. Bu işi kedilerin yapabileceğini düşündü kızdı. Başka bir kiremit parçası bulmalı, yeniden daha güzel bir yol yapmalıydı. Evin arkadaki bakımsız bahçeden ayıran taş yığınlarını seke seke atladı. Sonra gelişi güzel büyümüş yaşlı incir ağacının altına çökerek kiremit parçalarını incelemeye başladı. Bazan eliyle yokluyor, sonra bir başka taşa vurarak sağlamlığını hesaplamaya çalışıyordu.

Anne bulaşığı bitirerek ellerini yıkadı. Ahmet'in karısı, çocukları geldi gözlerinin önüne. Çocukların dağdan odun taşıdıklarını düşündü. Ayaklarında yırtık pabuçlar, uzun ve kirli saçlarıyla. Sonra Ahmet'in Ayşegül ile olan ilişkisini hatırladı. Birden şimşek gibi bir düşünce kıvrıldı beyninde. Oturma odasına geçti. Düşündüğü gibiydi. Odada kimseler yoktu. 'İnşallah bir delilik yapıp kadının evine girmemiştir.' diye geçirdi kafasından.

Hızla bahçeye koştu. Ayşegül'ün evine doğru geçerken bodrumun her zaman
açık duran kapısının ardında hareketli bir sessizlik çekti gözlerini.

Bağırmak isteyen, kısık ve tiz bir ses kapladığı ortalığı.

- Bıçağı getir çocuk. Çabuk bıçağı al da gel.

Çocuk yeni kamyonuyla kendi yaptığı küçük, toprak yolda bir tur daha attıktan sonra koşarak içeri girdi. Tavuk en sonunda kesiliyordu galiba. Önce tavuğun boğazından fışkıran kanları, sonra yolunan tüylerini düşündü. Tavuğun kesilmesi sırasında görmekten hiç hoşlanmadığı yanlardı bunlar. Tahta saplı bıçağı bir elinde sallayarak bodruma indi.

Tavanda direklerin arasına bağlanan kısa ve kalın halatta kocaman bir gövde sarkıyor, onun hemen altında onu yukarı kaldırabilmek için gövdenin iri bacaklarına yapışmış annesinin güçsüzlüğü çırpınıyordu.

- Çabuk kes şu ipi, dedi anne

Çocuk önce uzandı.

- Boyum yetmiyor, dedi, titrek ve korkuyla.

- Sandığın üstüne çıksana. Ne duruyorsun?

Çocuk bir sıçrayışta sandığın üstüne çıktı. Bacakları devamlı titriyordu. Bir türlü kesilmiyordu halat. Bıçağı usanmaksızın vuruyordu. Bir anda yılların geçtiğini sandı. Sonra halatın yukarıdaki kısmının gerginliğini birden bitirdiğini yerdeki odun parçalarının üzerine büyük bir ağırlığın düştüğünü hissetti. İri kanlı gözleri olan amca tavanda kesilmiş halata bakıyor, bir yandan da boğazında halatın morarttığı yerleri ovuyordu. Leş gibi şarap kokuyordu üstelik. Şaraplı bir ölüm çirkin geldi çocuğa. Şaraplı, pis kokulu. En kötüsü iri ve kanlı gözlerle...

Nihat Yücel
Kayıt Tarihi : 18.11.2006 18:53:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Kardeşim Nahit Yücel 1956 yılında Kahramanmaraş'ta doğdu İlk ve Orta okulu Kahramanmaraş'ta okudu. İstanbul Robert Kolleji ve Ortadoğu Teknik Üniversitesini bitirerek İnşaat Mühendisi oldu. Müteahhitlik yaptı,daha sonra tekstil işiyle ilgilendi. 23 Eylül 2002 de öldü. Öyküleri 1975-1976 yılında Ankarada yayınlanan Hisar dergisinde yayınlandı.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Nihat Yücel