Diyarbakır; kara taşlar, kara tâlih.
Makâm-ı enbiyâ, sahâbi ve sâlih.
Dicle; ölüm akar, ecel kadar yakın.
Hep dert inler, bu şehrin göğsünde târih.
Yaşlı Sûr hâlâ özler Selâhaddin’i.
Dost, giden değil gelendir.
Dost, yazan değil silendir.
Dost, dâim yüze gülendir.
Yûnûs sen dost olamazsın.
Dost, alan değil verendir.
Bir mânâ gölgesi dünya adında.
Bir fenâ simgesi rüyâ tadında.
Kaç nâdan dadanmış çürük meyveye.
Kaç fidan budanmış sönük gâyeye.
Dünya kâfirin cinânıdır.
Müminin de zindânıdır.
Âhiretin bostânıdır.
Gâfilin de ziyânıdır.
Kalmaz kimse her bir gelen.
Eğer ki dağa taşa seslensen,
Gelir muhâkkak bir aks-i sedâ.
“Yâ hû bir insâf” desen, dilensen,
Duyulmaz feryâdına bir nidâ.
Hele ki vardan yoka düşmüşsen,
Bizim emektârı sattık bugün.
On beş yıl geçmiş, sanki daha dün.
Aldığımda nasıl sevinmiştim.
Şimdi hem ben üzgün hem o üzgün.
Endülüs’ü gezdim, mevsimlerden hazân.
Yitik hazinemiz, en nârin en nâzan.
Asırlarca İber’de yürünen şehrâh.
Bir büyük destan, hüzün tarihi yazan.
Bu diyarlara iman üfleyen nefes,
Bundan tam ondokuz sene evvel,
Esbâb ardından o görünmez el;
Yolumu çizen kaderi cetvel,
Bana da seni yazmış, Ey Güzel!
Hayalin tertemizdi, toz pembe,
Bir altın zamanda hânen, Peygamber’e konaktı.
O ev ki Kusva için, Hicret’te en son duraktı. Misafirin, âlemlere rahmetten sağanaktı.
Yerde, gökte ne varsa, tek imdat, tek sığınaktı.
Neydi sendeki o iman, bineğine bağlatan,
Hüzün akmış sadırdan satıra.
Her kim seni kahıra batıra,
Mevlam onu satıra yatıra.
Üzme cânın anıran katıra.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!