İçimde bir çocuk yaşardı bir zamanlar,
Gökyüzüne dokunur, nurla oynar.
Servi dallarında gezdirirdi düşlerini,
Ellerinde serin bahar, gözlerinde şavk.
Bir yoldan yürürdü, taşlar dile gelirdi,
Bir anlığına gördüm seni,
kalabalığın içinde
kendi ekseninde dönen bir gezegen gibiydin.
Ne ışık seni aydınlatıyordu
ne de sen ışığa ihtiyaç duyuyordun.
Sanki karanlığı sen çağırmıştın,
Yüreği, korkunun bile kaybolduğu derinlik…
Gözlerim can çekişiyor hülyasında, şaşkın.
Nabzımın attığı yerde, nereden bu serinlik?
Çöl sıcağında büsbütün gözü kör aşkın.
Kıpkırmızı çay bardakları,
İnce beliyle masada duruyor.
Belki beni de kandırıyordur o bardaklar,
Tıpkı sevinince terleyen parmaklar gibi.
Her dokunuşta bir yalan,
Her bakışta bir sır,
Senin her saç telinde bir sevdalının ahı var,
ama belki de o ah, hiç senin duymadığın bir suskunluktu.
Bir yangın gibi saklı kalmış hüznü,
adımlarında hissettim — ya da öyle sandım.
İstanbul sokaklarında baktığım her yerdesin,
Ne olurdu kalbin bende kalsa emanet,
Usandım artık bitsin gönlümdeki esaret.
Umut bağlama tahtına tacına gayret,
Dön riyakar özünden, kalma bu nihayet .
Bulutlar yalancı, yağmaz bize emanet,
Sokaklar seni benden daha çok tanır artık.
Islak kaldırım taşlarında adımların çözülürken
ben hâlâ yerini unutmayan bir iz gibiyim.
Sen çoktan silindin,
ama ben hâlâ yazılıyım.
Dilerim Tanrı’dan, bir yağmur yağsa…
Usulca, sen duymadan başlasa —
bir mektup gibi açılmadan,
bir şarkı gibi çalmadan.
Dudaklarına düşse ilk damlası,
benim yerime bir buseyle erise.
Siz ne bilirsiniz ki,
Hangi hicranın hırsıyla yandığımı,
Hangi taş sokaklarda savrulup sustuğumu,
Issız bir köşeye sessizce sığındığımı,
Ve satırları sızıyla, gölgelerle yoğurduğumu.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!