Ne uyku kapatır ne de ölüm,
Yalnızlık kuyusunda yeşeren korkumu.
Çelik astarlara tutundum.
Yüreğimle söküp atıyorum tüm bu mahşeri.
Bir umut gerek, şu sarsaklamış vücuduma,
Sanki asırlar boyu yetecekmiş gibi.
Belki intihar etmedim, edemedim
Ama her gece cesedime gizlenirim
Sabahın kör güneşinde çöpçülerin topladığı
Yağmurdan kaçırılan damlalarına sokulan
Alnımın ortasına bulaşmış kana işarettir
Fırçaların kirinden artan
Öğütler sıralıyorum karanlığın koynunda
Batıp çıkıyorum çolak gecelere
Ay ışığı altında düşlüyor bülbüller
Karıncalar azıklarını sırtlayıp yollara düşmüş
Ayak izleri toprağı sarsıyor
Şakaklarımdaki kan izleridir geçmişim
Bir duvarda asılı
Gergeflerin arkasında saklı
Bıraksınlar
Bıraksınlar da alsın canımı
Ruhumun ne derece bir cesede dönüştüğü
tartışılır oldu yıllardır
Baksanız, ki ne kadar istesemeseniz de
Göreceksiz bir katilden
Kalpazandan ibaret olduğumu
İnsanlara bir oyun sunarım her daim
Başkaldırıyorum umutsuz yolculara
Karşı çıkıyorum yok yere ağlayanlara
Tüm gücümle içiyorum sunulan şarabı
Baktıkça ölüyorum
Öldükçe yaşlanıyorum
Yaşlandıkça yaşıyorum
Ay, mağrur
Bir tandır ateşi bakışları,
Bastığı kül
Yüksek tonlama rüzgar
Kuş seslerine karışarak iniyor kır bahçelerine
Gecenin kederinde yine yalnız kelebekler.
Bir yığın ayrılıklar mevsimi.
Yalnızlığın sırtından dökülen ağıtlar,
Sadece dinleyip sökülmekle yetiniyoruz.
Gece çöktü...
Aklımdan dökülen her kelime, kalemlere sığınıyor.
Yargıçların omuzlarında duran yataklarda uykuya dalıyorum
Gergeflerinden sanat fışkıran kararlarım hesaba çekiliyor
Betondan ruhumun hançer izleriyle çizilmesini
Bir suyun berraklığıyla seziyorum
Tüm bu karartılar sanki bana sunulmuş gibi
Damarlarımda süzülürken usulca
Güneşi doğuruyorum olağan güçsüzlükle
Emziriyorum gökyüzünün en ihtişamlı köşesinde
Pul-pul yıldızlar döküyorum aç gözlü geceye
Yıllanmış bir bahar gibiyim adeta
Bir sokak lambasının aydınlattığı, çıplak kaldırım misali
Kirlenmiş hissediyorum, herkesçe yıllanmış gibiyim
Tek kelime, Enfes.