Mesnevide anlatılır,
Bir Yahudi Kralı ve veziri varmış.
Yahudi Kral Hıristiyanlara,
İşkence edip, onları asarmış.
Bu yüzden Hıristiyanlar olmuş,
Gizli Hıristiyan.
Vezir demiş, "Kralım bir yol var,
Kurtulmak için onlardan".
"Adamların elimi kulağımı kessin.
Hıristiyanlar, ne zalimmiş o kral desin.
Böylece onlar beni benimsesin.
Onlar “Bu da gizli Hıristiyanmış desin".
Sonra demiş vezir,
"Ey yüce kralım,
Aralarına fitne sokup,
Onları birbirine kırdıralım".
Kral demiş, “Tamam vezirim.
Bu işte vardır sana iznim".
Eli, kulağı kesik bir halde vezir.
Hile gereği asılmaktan kurtulup da,
Salıverilmiş, olmuş hür.
Hristiyanlar arasına girer girmez vezir,
Başlamış anlatmaya bir bir.
"Bu devir İsa devridir.
Bu yüce dinin sırları bendedir".
Tatlı dili ile sevdirmiş kendini.
Onlar da sanmış, anlattıkları İsa’nın dini.
12 bölükmüş İsa Kavmi.
Her bölük dinlermiş başında ki emiri.
12 emir ona hayranmış.
12 si de ona tam inanmış.
Vezir öl dese hepsi hazırmış ölmeye.
Sorgulamazlarmış, “Bu neden böyle” diye.
Vezir 12 sine de mektup yazmış, ayrı ayrı.
Hepsi de biribirine zıt, birbirinden ayrı.
Bir mektubun ak dediğine, diğeri diyormuş kara.
Hepsi hazırlanmış yanlış fikirler doldurmak için kafalara.
Vezir bir ara yalnızlığa çekilmiş.
Sevenleri ağlayıp sızlayıp, iç çekmiş.
Demiş “Ruhum sizlerle ama.
Çıkma izni yok bana”.
Sonra çağırmış 12 emiri tek tek.
Vermiş mektupları ayrı ayrı her birine.
İsa’nın gerçek dini bunda yazılı diyerek.
Eklemiş diğer mektuplar hurafe.
Demiş her birine, benden sonra sensin halife.
Vezir hilesi uğruna,
Öldürmüş kendini,
Bir süre sonra.
Yas bitince hemen,
12 emir demiş “Mektup aldım vezirden,
Vasiyeti gereği halife olacağım ben.”
12 kavim düşmüş birbirine sonunda.
Ölmüş vezir hilesi uğrunda.
Saygılar ve Sevgiler.
Fatih Lütfü Aydın.
19.09.2014.
Hikmetler
• Her devirde sureti Hak’tan görünen iki yüzlü insanlar, dinlerini ve ruhlarını basit dünya metaına değişen münafıklar çıkabilir, bunun için hakiki dindarların çok uyanık olmaları icap eder. Çünkü bu iki yüzlü münafıklar, dünyalık elde etmek, mevkii, şan, şöhret v.b. gibi şeyler için her türlü düzeni, tezgâhı, tuzağı kurmaya hazırdırlar.
• Her benim diyenin davetine koşmak yerine onun hal ve hareketlerini, söz ve yaşayış biçimini Allah’ın (c.c.) kitabı ve Resulullah’ın sünneti terazisinde iyice tartmak lazımdır. Zira geçerli olan falan zatın, filan şeyhin, ağabeyin dediği değil Allah’ın kitabının dediği ve O’nun yüce Resulünün yaptığıdır. Aksine bir hareket tarzı Allah (c.c.) korusun insanı cehennem kuyusunun en dibine göndereceği gibi bu dünyası da zehir, perişan olur.
• Hatta bazen din düşmanları o kadar şedit ve o kadar küfürlerinde kuvvetli olurlar ki, bu uğurda her türlü eziyet ve sıkıntıyı; hatta ölümü bile göze alabilirler. Tek hedefleri Allah’ın (c.c.) emirlerini, dinin hükümlerini sulandırarak veya bozarak insanların farkında olmadan da olsa delalete sapmalarını sağlamaktır. Bu hedeflerine vasıl olabilmek için katlanamayacakları, göze alamayacakları şey yoktur. Çünkü bunlar hayvanlık basamağını inerek vahşi hayvanlık çukuruna varmışlardır.
Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler ve Hikmetler. Sh. 24 Mehmet Zeren BİLGE KÜLTÜR SANAT.
Hilekâr Vezir
Bu hikâyede şu âyet-i kerimelere işaret vardır: ''Onlar
dinlerini parçaladılar, bölük bölük oldular. Her grup kendi
inancı ile sevinmekte ve ferahlamaktadır'' (Rûm 30/32) .
''De ki! Ey kitap ehli! Geliniz, aranızda eşit olan tek söze,
ancak Allah'a kulluk edelim. Ona hiçbir şeyi eş ve ortak
koşmayalım. Allah'ı bırakıp birbirimizi rab edinmeyelim''
(Âl-i İmrân 3/64) .
Alıntı: http://www.dervisler.net/kissalar-ve-menkibeler/mesnevi'de-gecen-hikayeler/msg89251/#msg89251
RÛM
30. Yaşar Nuri Öztürk: O halde sen yüzünü, bir hanîf olarak dine, Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah'ın yaratışında değiştirme olamaz. Doğru ve eskimez din işte budur. Fakat insanların çokları bilmiyorlar.
(Sırat-ı Müstakim:
EN'ÂM
151. Yaşar Nuri Öztürk: De ki onlara: "Hadi gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını yüzünüze karşı okuyayım: Hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın. Ana-babaya çok iyi davranın. Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; biz sizi de onları da rızıklandırırız. Kötülüklerin görünenine de gizli kalanına da yaklaşmayın. Allah'ın saygın ve aziz kıldığı cana, bir hakkı savunmak dışında kıymayın. Allah size bunları önerdi ki, aklınızı işletebilesiniz."
152. Yaşar Nuri Öztürk: "Yetimin malına yaklaşmayın! Ancak rüştüne erişinceye kadar en güzel yolla ilgilenme hali müstesna. Ölçme ve tartmayı tam bir dürüstlükle yerine getirin. Hiç kimseye yaratılış kapasitesinin üstünde yükümlülük getirmiyoruz. Konuştuğunuz zaman, yakınlarınız/aleyhine de olsa, adaleti gözetin. Ve Allah'a verdiğiniz söze sadık kalın. Düşünüp öğüt alasınız diye O size bunları önerdi.
Yaşar Nuri Öztürk: Bu benim dosdoğru yolumdur, onu izleyin, başka yolları izlemeyin! Yoksa bu hal sizi O'nun yolundan uzaklaştırıp parçalara böler. Sakınıp korunasınız diye O bunu önermiştir size.)
31. Yaşar Nuri Öztürk: O'na yönelmiş kişiler olarak O'ndan sakının! Namazı kılın ve sakın şirke sapanlardan olmayın;
32. Yaşar Nuri Öztürk: Onlardan ki, dinlerini parçalayıp hizipler/fırkalar haline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle sevinip övünür.
ÂLİ İMRÂN-64
Yaşar Nuri Öztürk: De ki: "Ey Ehlikitap! Sizin ve bizim aramızda aynı olan şu söze gelin: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbirşeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da birbirimizi rabler edinmeyelim." Eğer yüz çevirirlerse şöyle söyle: "Tanık olun, biz müslümanlarız/Allah'a teslim olanlarız."
Yahudi padisahın hikâyesi
Yahudiler içinde zâlim, sa düsmanı ve Hıristiyanları yakıp yandırır bir padisah vardı.
325. sa’nın devriyle, nöbet onundu. Mûsâ’nın canı oydu, onun canı Mûsâ.
Sası padisah, Allah yolunda o iki Allah demsâzını birbirinden ayırdı.
Usta, bir sasıya “yürü, var, o siseyi evden getir” dedi.
Sası,”O iki siseden hangisini getireyim? Açıkça söyle dedi.
Usta dedi ki: “O iki sise degildir. Yürü, sasılıgı bırak fazla görücü olma! ”
330. Sası, “Usta, beni paylama. Sise iki” dedi. Usta dedi ki: “O iki sisenin birini kır! ”
Çırak birini kırınca ikiside gözden kayboldu. nsan tarafgirlikten, hiddet ve sehvetten sası olur.
Sise birdi onun gözüne iki göründü. Siseyi kırınca ne o sise kaldı, ne öbürü!
Hiddet ve sehvet insanı sası yapar; dogruluktan ayırır.
Garez gelince hüner örtülür. Gönülden, göze, yüzlerce perde iner.
335. Kadı kalben rüsvet almaya karar verince zâlimi, aglayıp inleyen mazlûmdan nasıl ayırtedebilir?
Padisah, yahudice kininden dolayı öyle bir sası oldu ki aman Ya Rabbi, aman!
Musa dininin koruyucusuyum, arkasıyım diye yüz binlerce mazlûm mümin öldürttü.
Vezirin padisaha hile ögretmesi
Padisahın öyle yol vurucu, öyle hilekâr bir veziri vardı ki hile ile suyu bile dügümlerdi.
Dedi ki: “Hıristiyanlar, canlarını korurlar ve dinlerini padisahtan gizlerler.
340. Onları az öldür, çünkü öldürmede fayda yok, Dinin kokusu çıkmaz; misk ve öd agacı degil ki!
Yüz tane kılıf içinde gizli sırdır. Dısı, sana malûmdur ama içi aksine.”
Padisah: “Peki söyle bakalım, ne yapalım; bu hususta ne hile ve tezvirde bulunalım, çaresi ne?
Ne yapalım ki dünyada ne açık dindar, ne gizli din tutar bir Hıristiyan kalmasın” dedi
Vezir dedi ki: “Bana gazebederek hükmet, kulagımı elimi kestir; burnumu, dudagımı yardır!
340. Ondan sonra beni dar agacına götür. O esnada bir sefaatçi suçumun affını dilesin.
Bu isi dört yol agzı bir yerde, tellâl pazarında yaptır.
Ondan sonrada beni, huzurundan uzak bir sehre sür ki ben, onların arasına yüz türlü din kayıtsızlıgı sokayım.
Vezirin Hıristiyanlara hilesi
Bu halde diyeyim ki: ben gizli Hıristiyanım; ey sır bilen Allah; sen benim gönlümü bilirsin!
Padisah, benim imanımı anladı; taassuptan dolayı canıma kasdetti.
350. Dinimi padisahtan saklamak, onun dininden görünmek istedim.
Padisah, benim sırlarımdan bir koku sezdi. Sözlerim huzurunda kusurlu göründü.
Dedi ki: “ Senin sözlerin, içinde igne olan ekmek gibidir. Benim gönlümden senin gönlüne pencere var.
Ben, o pencereden halini gördüm; artık lâfını dinleyemem.”
Eger sa’nın ruhaniyeti bana imdat etmeseydi o, yahudicesine beni parça parça ederdi.
355. sa için basımla oynar, canımı verir ve bunu canıma yüz binlerce minnet bilirim.
sa’dan canımı sakınmam, fakat onun din bilgisine iyiden iyiye vâkıfım.
O pâk dinin cahiller arasında mahvolması, bana dokunmakta.
Allah’ya, sa’ya sükrolsun ki biz, bu hak dine yol gösterici olduk.
Belimizi zünnarla bagladıgımızdan beri Yahudiden ve Yahudilikten kurtulduk.
360. Ey halk; devir, sa’nın devridir. Onun dininin sırlarını candan dinleyin! ”
*Vezir, bu hileyi, padisaha sayıp dökünce padisahın gönlünden endiseyi tamamiyle giderdi.
Padisah, vezire, vezir ne dediyse yaptı.Halk, bu gizli ve hakikati meçhul hileden dolayı sasırıp kaldı.
Onu Hıristiyanların oturdukları tarafa sürdü.Vezir de ondan sonra halkı davete basladı.
Hıristiyanların vezirin hilesine inanmaları
Yüz binlerce Hıristiyan, azar azar ozun etrafına toplandı.
O, onlara gizlice ncil’in, zünnarın ve namazın sırrını anlatmaktaydı.
365. Görünüste din hükümlerini anlatıyordu; fakat bu anlatıs, hakikatte onları avlamak için ıslık ve tuzaktı.
Bunun için (gizli hileyi anlamak müskül oldugundan) bazı Eshab, Peygamber’den, azgın ve hilekâr nefsin
hilesini sorarlar;
“ Nefis, ibadetlere ve candan gelen ihlâsa gizli garezlerden ne karıstırır? ” derlerdi.
Peygamber’den ibadetin faziletini ve sevabını arayıp sormazlar; ”Apaçık ayıp hangisidir? ”diye kötü huyları
sorarlardı.
Gülü, kerevizden fark edercesine kıldan kıla,zerreden zerreye nefis hilesini tanır, bilirlerdi.
370. Eshab’ın kılı kırk yaranları, umumiyetle o vaız ve beyana hayran olurlardı.
Hıristiyanların vezire uymaları
Hıristiyanlar tamamıyla ona gönül verdiler. Zaten avamın taklidinin kuvveti ne olabilir ki?
Kalplerinin içine onun muhabbetini ektiler, onu sa’nın halifesi sandılar.
O ise hakikatte tek gözlü melûn Deccâl’dı. Ey Allah, feryadımıza yetis; sen ne güzel yardımcısın!
Ey Allah, yüz binlerce tuzak ve yem var, bizler de yemsiz kalmıs halis kuslar gibiyiz.
375. Her an yeni bir tuzaga tutuluyoruz, istersek her birimiz, birer dogan ve simurg olalım.
Sen bizi her zaman tuzaktan kurtarmaktasın. Ey gani ve müstagnî Allah, biz yine bir tuzaga dogru
gitmekteyiz!
Biz bu ambarda bugday biriktirmede, toplanan bugdayı yine kaybetmekteyiz.
Biz, bu vahsi mahlûklar toplulugu, düsünmüyoruz ki bugdayın noksanlasması farenin hilesindendir.
Fare, ambarımızı deldikçe, hilesinden ambar harab olmustur.
380. Ey can, önce farenin serrini defet, sonra bugday biriktirmeye çalıs, çabala!
O büyükler büyügünün haberlerinden birini dinle: “Huzuru kalb olmadıkça namaz tamam olmaz.”
Eger bizim ambarımızda hırsız bir fare yoksa kırk yıllık ibadet bugdayı nerde?
Her günlük azar azar sadikane ibadet taneleri niçin bu ambarımızda toplanmıyor?
Çakmak demirinden birçok ates yıldızı sıçradı, o yanmıs gönül, onları kabul edip çekti.
385. Ama karanlıkta bir hırsız, gizlice kıvılcımlara parmak basmakta.
Onları, felekte bir çırag parlamasın diye, birer birer söndürmekte.
*nayetlerin bizimle oldukça o bayagı hırsızdan bize nice ve ne vakit korku olabilir?
Bir adımda binlerce tuzak olsa, sen bizimle oldukça hiç gam yok!
Her gece ten tuzagından ruhları kurtarmakta, tahtaları sökmektesin.
Ruhlar, her gece bu kafesten kurtulurlar, ne kimsenin hâkimi,ne de mahkûmu olmayarak feragate ulasırlar.
390. Geceleyin zindandakilerin izndandan haberleri yoktur, sultana mensup davetliler, geceleyin devletten
haberdar degildirler.
Ne gam var, ne kâr ve ne zarar düsüncesi.Ne bu filân kadının hayali, ne o filân erkegin kuruntusu!
Ârifin hali, uyanıkken de budur, Allah”onlar uykudadırlar” dedi, bunu inkâr etme.
Onlar, gece gündüz dünya ahvalinden uykudadırlar; Rabb’in elinde evirip çevirdigi kalem gibidirler.
Yazı esnasında eli görmeyen kimse, kalemin hareketini, kalemden sanır.
395. Allah, ârifin bu halinden halka pek az bir miktarını gösterdi; halkı ise hisse mensup uyku kapladı
(gaflete dalıp ârifi anlamadılar) .
Onların canı:sırrına akıl almaz sahraya gitti.Ruhlarıda istirahatte, bedenleri de.
Sonra tekrar bir ıslıkla onları tuzaga çeker, hepsini teklif kaydine düsürürsün.
*Sabah vaktinin nuru bas kaldırıp felegin altın gerkesi kanat çırpınca,
Sabahı zuhura getiren, srafil gibi, herkesi o diyardan sûret âlemine getirir;
Yayılmıs ruhları cisim yapar, her cismide tekrar gebe bırakır.
400. Can atlarını egersiz kor; bu, “uyku ölümün kardesidir”sırrıdır.
Fakat gündüzün geri gelmeleri için ayaklarını uzun bir bagla baglar.
Tâ ki o çayırdan, onu geri çeke ve otlaktan yine yük altına getire.
Keski Eshâb-ı Kehf gibi, yahut Nûh’un gemisi gibi bu ruhu koruyaydı.
Da bu fikir, bu göz ve kulak; su uyanıklık ve akıl tufanından kurtulaydı.
405. Dünyada nice Eshab-ı Kehf vardır ki bu zamanda senin yanıbasında ve önündedir.
Magara da, dost da onunla terennüm etmektir. Ne fayda, senin gözünde ve kulagında mühür var?
Halifenin Leylâ’yı görmesi
Halife, Leylâ’ya dedi ki:”Sen o musun ki Mecnun, senin askından perisan oldu ve kendini kaybetti.
Sen baska güzellerden güzel degilsin. ” Leyla, “Sus, çünkü sen Mecnun degilsin” diye cevap verdi.
Uyanık olan daha ziyade uykudadır. Onun uyanıklıgı uykusundan beterdir.
410. Canımız Hak ile uyanık olmazsa uyanıklık, bizim için iki dag arasındaki bogaz ve geçit gibidir.
Canın; her gün hayalin tekmesini yemeden, ziyandan, faydadan, elden çıkarma, kaybetme korkusundan.
Ne temizligi kalır, letâfeti, ne kuvveti, ne de göklere çıkacak yolu!
Uyumus ona derler ki o, her hayalden ümitlenir, onunla konusur;
Uykuda Seytan’ı Hûri gibi görür, sonra sehvetle Seytan’a erlik suyu döker.
415. Nesil tohumunu çoraga dökünce uyanır, kendine gelir, hayalde ondan kaçar.
O rüyadan elde ettigi bas agrısı, sersemlik beden pisligidir. Ah, o zâhirde görünen, hakikatte görünmeyen, aslı
olmayan hayalden!
Kus havadadır, gölgesi yerde kus gibi uçar görünür.
Ahmagın biri, o gölgeyi avlamaya kalkısır, takati kalmayıncaya kadar kosar.
O gölgenin havadaki kusun aksi oldugundan; o gölgenin aslının nerde bulundugundan haberi yok!
420. Gölgeye dogru ok atar. Bu arastırma yüzünden okluk bombos kalır.
Ömrünün oklugu bosaldı. Ömür gitti; gölge avı ardında kosmada yandı eridi!
Bir kisinin dadısı, Allah gölgesi olursa onu gölgeden ve hayalden kurtarır.
Allah’ya kul olan, Allah gölgesidir. O bu âlemden ölmüs, Allah ile dirilmistir.
Fırsatı kaçırmadan ve süphe etmeksizin onun etegine sarıl ki âhir zamanın sonundaki fitnelerden kurtulasın.
425. Allah gölgeyi nasıl uzattı (âyeti) evliyanın naksidir. Çünkü velî, Allah günesi nurunun delilidir.
Bu yolda bu delil olmaksızın yürüme, Halil gibi “Ben batanları sevmem ” de!
Yürü, gölgeden bir günes bul. Sah Sems-i Tebrîzî’nin etegine yapıs!
Bu dügün ve gelinin bulundugu yerin yolunu bilmezsen Hak ziyası Hüsameddin’den sor!
Haset, yolda gırtlagına sarılırsa... bil ki blis’in tugyanı hasettedir.
430. Çünkü o, haset yüzünden Âdem’den arlanır... Kutlulukla haset yüzünden savasır.
Yolda bundan daha güç geçit yoktur. Ne kutludur o kisi ki yoldası, haset degildir.
Bu beden, haset evi olagelmistir. Soy sop hasetten bulasık bir hale düser.
Ten haset evidir ama Allah, o teni tertemiz etmis, arıtmıstır.
“Evimi temizleyin” “âyeti” beden temizligini bildirir. Bedenin tılsımı topraga mensupsa da hakikatte nur
definesidir.
435. Sen (hakikatte) teni olmayana hile ve haset edersen o hasetten gönül kararır.
Allah erlerinin ayakları altına toprak ol! ,bizim gibi sen de hasedin basına toprak at!
Vezirin haset etmesi
O vezircigin yaratılısı hasettendi, onun için abes yere kulagını, burnunu yele verdi!
O ümitle ki haset ignesinden akan zehirle mahzunları tâ canlarından zehirliye.
Hasetten burnunu koparan kisi, kendisini kulaksız ve burunsuz bırakır.
440. Burun, odur ki bir koku alsın ve kokuda, koku alanı bir yüzün bulundugu tarafa götürsün.
Kim koku almazsa burunsuzdur, koku da ancak din kokusudur.
Bir koku alıp onun sükrünü eda etmiyen kimse, küfranı nimet etmis ve kendi burnunu mahveylemistir.
Hem sükret, hem sükredenlere kul ol. Onların huzurunda ölerek ebedî hayat kazan!
Vezir gibi sermayeyi, yol vuruculuktan edinme. Allah kullarını namazdan menetme.
445. O kâfir vezir, din nasihatçisi olarak hile ile badem helvasına sarımsak karıstırmıstı!
Vezirin hilesini aklı eren Hıristiyanların anlaması
Zevk sahibi olanlar onun sözünde acılık karısmıs bir tat sezdiler.
O, garezle karısık lâtif sözler söylemekte, gül sulu seker serbetinin içine zehir dökmekteydi.
Sözünün dıs yüzü, yolda çevik ol, diyordu. Ardından da cana, gevsek ol demekteydi.
Gümüsün dısı ak ve berraksa da el ve elbise ondan katran gibi bir hale hale gelir.
450. Ates, kıvılcımlarıyla kızıl çehreli görünürse de onun yaptıgı isin sonundaki karanlıga bak!
Yıldırım, bakısta sâf bir nurdan ibaret görünür; (fakat) göz nurunu çalmak (gözü kamastırmak) onun
hassasıdır.
Vezirin sözleri, uyanık ve zevk sahibi olanlardan baskaları için bir boyun halkasıydı (onun sözlerini kabul
etmisler,ona uymuslardı) .
Vezir, padisahtan altı ay ayrı kaldı, bu müddet zarfında sa’ya uyanlara penah oldu.
Halk, umumiyetle dinini de, gönlünü de ona ısmarladı. Onun emir ve hükmü önünde herkes, can feda
ediyordu.
Padisahın vezire gizlice haber göndermesi
455. Padisahla onun arasında haber gidip geliyordu. Padisah, ona gizlice vahitlerde bulunuyordu.
*Nihayet muradının hâsıl olması, hıristiyanların topragını yele vermesi için.
Padisah “Ey devletli vezirim, vakit geldi, kalbini gamdan tez kurtar”diye mektup yazdı.
Vezir de “Padisahım; iste simdicik sâ dinine fitneler salma isindeyim” diye cevap verdi.
Hıristiyanların on iki kısmı
Hükümetleri zamanında, sâ kavminin on iki emîri vardır.
Her fırka bir emîre tâbiydi; kendi beyine tamah yüzünden kul olmustu.
460. Bu on iki emîrler kavimleri, o kötü vezire baglanmıslardı.
Hepsi, onun sözüne itimad ediyordu, hepsi onun meslegine uymustu.
O, öl, der demez her emîr hemen o anda ölürdü.
Vezirin ncil ahkâmını karıstırması
Vezir, her emîrin adına birer tomar düzdü. Her tomarın yazısı, baska bir olaydı.
Her birinin hükmü baska bir çesittir. Bu bastan asagıya kadar ona aykırıdır.
465. Birinde riyazat ve açlık yolunu tövbenin rüknü, Allah’ya dönüsün sartı yapmıs.
Birinde “Riyazat faydasızdır, bu yolda cömertlikten baska kurtulus yoktur” demisti.
Birinde demisti ki: “Senin açlık çekisin, mal verisin mâbuduna sirk kosmadır.
Gam ve rahat zamanında Allah’ya dayanmak ve tamamiyle teslim olmaktan gayri hepsi hiledir, tuzaktır.”
Öbüründe demisti ki: “Vacip olan hizmettir, yoksa tevekkül düsüncesi suçtan ibarettir.”
470. Birinde; “Dindeki emir ve nehiyler, yapmak için degil, aczimizi bildirmek içindir.
Tâ ki onlardan âciz oldugumuzu görelim de Allah kudretini bilelim, anlayalım” demisti.
Öbüründe, “Kendi âczini görme, uyan, kendine gel; o aczi görüs, küfranı nimettir.
Kendi kudretini gör ki bu kudret ondandır.
Kudretini, onun nimeti bil ki, kudret odur” demisti.
Birinde demisti ki: “Bu ikisinden de geç, nazarına her ne sıgarsa put olur! ”
475. Öbüründe; “Bu mumu söndürme ki bu görüs, meclise mum mesabesindedir.
Eger nazardan ve hayalden geçersen gece yarısı visâl mumunu söndürmüs olursun” demisti.
Birinde demisti ki: “Söndür, hiç korkma ki yüz binlerce karsılıgını göresin.
Çünkü nazar mumunu söndürmekle can mumu artar, kuvvet bulur. Sabrının yüzünden Leylâ’n Mecnun olur!
Kim, zâhitligi yüzünden dünyayı terk ederse dünya onun önüne çok, daha çok gelir! ”
480. Baska birinde; “Hak sana ne verdiyse onu icat ederken tatlılasmıs.
Kolaylastırmıstır. Onu güzelce al; kendini zahmete sokma” demisti.
Birinde demisti ki: “Kendine ait olanı terk et, çünkü tabiatının kabul ettigi, merduttur, kötüdür.
Birbirine aykırı yollar, nefse kolaydır, herkese bir din, can olmustur.
Eger Hak’kın din islerini kolaylastırması, dogru bir yol olsaydı her yahudi ve mecusi, Allah’yı duyar, anlardı”
demisti.
485. Öbüründe demisti ki: “Kolay, odur ki gönlü hayatı ve canın gıdası ola.
Tabiatın hoslandıgı her sey, vakti geçince, çorak yere ekilmis tohum gibi mahsul vermez.
Onun mahsulü, pismanlıktan baska bir sey olmaz; onun kazancı, sahibine ziyandan baska bir sey getirmez.
O zevk, sonunda da önünde oldugu gibi kolay ve hos görünmez; nihayette adı güç olur, güçlenmis bir hale
gelir.
Sen güçlestirilmisle, kolaylastırılmısı, birbirinden ayırdet; bunun yüzünü de sonuna nazaran gör, onun yüzünü
de sonuna nazaran.”
490. Bir tomarda da; “Bir üstad ara. Âkıbeti görme hassasını nesepte (sunun bunun soyundan gelmis
olmakta ve bununla ögünende) bulamazsın.
Her çesit din sâlikleri üstad aramaksızın, peygamberlere tâbi olmaksızın islerin âkibetlerini gördüler, kendi
akıllarınca netice hakkında istidlâllerde bulundular da bu yüzden hata ve dalâlete düstüler.
Âkıbet görme; elle dokunmus, örülmüs degildir. Böyle olsaydı dinlerde nasıl ayrılık olurdu? ” demisti.
Bir tanesinde demisti ki: “Usta da sensin; çünkü ustayı da sen tanırsın.
Er ol, erlerin maskarası olma; kendi basının çaresine bak sersemlesme.”
495. Bir digerinde; “Bunların hepsi birdir. ki gören kimse sası adamcagızdır” demis.
Bir tomarda da; “Yüz, nasıl bir olur, bunu kim düsünür, meger ki deli olsun!
Bunların her biri, öbürünün zıddıdır. Gayrı zehirle seker nice bir olur?
Zehirden de, sekerden de geçmedikçe vahdet bahçesinden nice koku alabilirsin? demisti.
O sâ dinine düsman olan vezir bu tarz da, bu çesitte on iki tomar yazdı.
htilaf; gidis tarzındadır, yolun hakikatinde degil
500. O, sâ’nın bir renkte olusundan koku almamıstı. O, sâ küpünün mizacından huy kapmamıstı.
Yüz renkli elbise, sâ’nın sâf küpünden saba rüzgârı gibi sade ve lâtif bir hale gelir, tek bir renge boyanırdı.
Birlikteki bu tek renklilik, insana usanç ve sıkıntı veren tek renklilik degildir.
Belki o tek renk deniz gibidir, ona dalanlar da balık gibi hayat ve nese içindedirler.
Karada gerçi binlerce renk var, ama balıkların kurulukla cengi var!
Misal olarak söylenen balık kimdir, deniz nedir ki yüce ve ulu padisah, ona benzesin!
505. Varlık âlemindeki yüz binlerce denizler ve balıklar, o ikram ve ihsan huzurunda secde ederler.
Nice ihsan yagmuru yagdı da deniz, inciler saçıcı bir hale geldi.
Nice kerem günesi nur saçtı da bulut ve deniz, cömertlik ögrendi.
Suya ve topraga zatının ısıgı vurdu da o sebeple yeryüzü, tane ve tohum kabul eder oldu.
Toprak emindir; ona her ne ekersen ihanet görmeksizin onun cinsini toplar, devsirirsin.
510. Toprak bu eminligi o eminlikten bulmustur, çünkü adalet günesi ona nur saçmıstır.
lkbahar, Hak fermanı getirmedikçe, toprak sırrını nice açıga vurur?
O, öyle bir cömert ve vericidir ki bu haberleri, bu eminligi ve bu dogrulugu bir cemada, kuru yeryüzüne
vermistir.
Fâzıl ve ihsanı, kuru topragı haberdar eder, kahır ve celâli de akıllı insanları kör eyler.
Canda, gönülde o cosmaya takat yoktur. Kime söyliyeyim? Cihanda bir tek kulak yok!
515. Nerede bir kulak varsa; onun yüzünden, göz oldu. Nerede bir tas varsa; onun lûtfiyle yesim tasına
döndü.
Kimyayı meydana getiren o dur, kimya ne oluyor ki? Mucize bagıslayıcıdır, simya ne oluyor ki?
Benim bu ögüsüm, ögmeyi terk etmenin ta kendisidir; çünkü bu ögüs, varlık delilidir, varlık ise hatadır.
Onun varlıgına karsı yok olmak gerektir: onun huzurunda varlık nedir? Mânasız bir seyden ibarettir!
Varlık kör olmasaydı... Ondan erirdi, günesin hararetini tanır, anlardı.
520. Bu zâhiri vucudun Allah’ın varlıgıyla var oldugunu bilmemesi körlügüne delildir.
Vezirin bu hilede ziyana ugraması
Padisah gibi vezir de cahil ve gafildi. Varlıgı vacip olan Kadim Allah ile pençelesiyordu.
Öyle kudretli bir Allah ile pençelesiyordu ki bir anda yoktan bu âlem gibi yüz tanesini var eder.
Senin gözüne kendini görmek hassasını verince nazarında âlem gibi yüzlerce âlem meydana getirir.
Her ne kadar dünya senin yanında azametli ve nihayetsizse de bil ki kudrete karsı bir zerre bile degildir.
525. Zaten bu âlem sizin canlarınızın hapishanesidir; uyanın, o tarafa gidin! Zira o taraf sizin sahranız,
mesire yerinizdir.
Bu âlemin hududu vardır, o âlem ise esasen hadsizdir. Nakıs ve sûret, o mânaya settir, mâniadır.
Firavun’un yüz binlerce mızragını tek bir Musa’nın bir tanecik asâsıyla kırdı.
Yüz binlerce Câlînus’un yüz binlerce hekimlik hünerleri vardı; sâ’nın ve nefesinin yanında bâtıl oldu.
Yüz binlerce siir defterleri vardı, bir tek Ümmi’nin kitabına karsı ayıp ve âr haline geldi.
530. Asagılık olmayan kisi böyle galip Allah huzurunda niçin ölmesin*
Çok dag gibi gönüller kopardı. Kurnaz kusu, iki ayagından asakoydu.
Akıl ve zekâda kemale ermekle Allah’ya varılmaz. Padisahın fazıl ve ihsanı aczini bilen kisiden baskasını kabul
etmez.
Hey gidi hey... Çok köse, bucak kazıcı ve hazine doldurucular; o kurup duran kisiye, o öküze (vezire) maskara
oldular.
Öküz kimdir ki sen onun maskarası olasın. Toprak nedir ki sen onun otu olasın.
535. Bir kadının kötü isten yüzü sararınca, utanınca Allah, onu çarpıp Zühre yıldızı yaptı.
Bir kadını Zühre yapmak çarpma oldu da balçık haline gelis, çarpılma degil midir? Be inatçı? !
Ruh, seni en yüksek göklere çıkarırken sen en asagılıklara, su ve çamura dogru gittin.
Akılların bile imrendigi öyle bir varlıgı, bu alçaklık yüzünden degistin.
Simdi bak, bu senin kendini çarpman nasıl? O çarpılma yanında bu, gayet asagı.
540. Himmet atını yıldız cihetine sürdün, nücum ilmi ile ugrastın da secde edilmis Âdem’i tanımadın!
Ey hayırsız evlât! Nihayet sen Âdemoglusun, ne vakte dek alçaklıgı seref sayarsın.
Niceye dek “ben âlemi zaptedeyim, bu cihanı kendi varlıgımla doldurayım” dersin?
Dünyayı bastanbasa kar kaplasa günesin harareti, bir görünüste onu eritir.
O vezirin vebalini de, daha onun gibi yüz binlercesinin vebalini de Allah bir kıvılcımla yok eder.
545. O, aslı olmayan hayelleri, tamamıyla hikmet yapar; o, zehirli suyu serbet haline getirir.
O zan ve süphe doguran sözleri, hakikat ve yakîn haline getirir. Kin ve adavet sebeblerinden dostluk ve
muhabbet belirtir.
brahim’i ates içinde besler; korkuyu, ruhun emniyeti ve selâmeti yapar.
Onun sebep yakıcılıgına hayranım. Onun hayallerinde Sofestâî gibiyim!
Hıristiyanları azdırmak hususunda vezirin baska bir hile kurması
O vezir kendince baska bir hile kurdu. Vaiz ve nasihati bırakıp halvete girdi.
550. Müritleri yakıp yandırdı. Tam kırk, elli gün halvette kaldı.
Halk onun istiyakından, hal ve tavrı ile sözünden, sohbetinden uzak düstükleri için deli oldular.
Onlar yalvarıp sızlanıyorlardı, vezir ise halvette riyazattan iki büklüm olmustu.
Hepsi birden ”Biz sensiz kötü bir hale düstük, karısıklık içindeyiz. Degnegini yeden birisi olmadıkça körün
ahvali ne olur?
nayet et. Allah için olsun, bundan ziyade bizi kendinden ayırma!
555. Bizler çocuk gibiyiz, sen bize dadısın; sen bizim üzerimize o gölgeyi döse” demislerdi.
Vezir dedi ki: “Ruhum dostlardan uzak degildir. Fakat dısarı çıkmaya izin yok.”
Emirler rica ve sefaate, müritler dil uzatmaya basladılar:
“Ey kerem sahibi! Bu ne kötü talih ki sensiz gönülden de yetim kalmısızdır, dinden de.
Sen bahaneler ediyorsun, biz ise dertle yürek yangınlıgından soguk soguk ah edip duruyoruz.
560. Biz senin sohbetine alısmısız. Biz senin hikmet sütünle beslenmisiz.
Allah askına bize bu cefayı yapma; lûtfet, bugünü yarına bırakma!
Gönlün razı olur mu, âsıkların, âkıbet istifadesiz kalsınlar?
Hepsi de karadaki balık gibi çırpınıyorlar. Suyu aç, ırmagın bendini yık!
Ey zamanede nazîri olmayan zat! Allah askına halkın imdadına yetis! ”
Vezirin müritleri defetmesi
565. Vezir dedi ki: “Dikkat ediniz, ey dedikodu düskünleri! Dilden çıkan ve kulakla duyulan zâhiri vaizleri
arayanlar!
Bu asagılık duygu kulagına pamuk tıkayın, ten gözünden duygu basını çözün!
O gizli kulagın pamugu, bas kulagıdır, bu kulak sagır olmadıkça o can kulagı sagırdır.
Hissiz, kulaksız, fikirsiz olur ki “rciî - Allahna geri dön” hitabını isitesiniz.
Sen uyanıklık dedikodusunda oldukça uyku sohbetinden nasıl olur da bir koku alabilirsin!
570. Bizim sözümüz isimiz, hariçte yürümektedir. Bâtınî yürümek ise gökler üzerinde olur.
Cisim, kurulugu (bu âlemi) gördü, çünkü kuruluktan (bu âlemden) dogdu; can sâ’sı, ayagını denize attı.
Kuru cismin yürümesi, kuruya düstü, ama canın yürümesine gelince: Ayagını denizin ta ortasına bastı.
Ömür kuruluk yolunda; gâh dag, gâh deniz, gâh ova asarak geçip gittikten sonra...
Abıhayatı, nerede bulacaksın; deniz dalgalarını nerede yaracaksın?
575. Kara dalgası, bizim kuruntularımız, anlayısımız ve fikrimizdir. Deniz dalgası ise kendinden geçis,
sarhosluk ve yokluktur.
Sen bu sarhoslukta oldukça o sarhosluktan uzaksın. Bundan sarhos oldukça o kadehten nefret eder durursun.
Zâhir dedikodusu toz gibidir. Kulak gibi bir müddet dinlemeyi âdet edin! ”
Müritlerin, halveti terk et diye tekrar ısrarla yalvarısları
Hepsi dediler ki: “Ey bahane arayan hakîm bu cefayı bize reva görme!
Hayvana takati derecesinde yük yüklet. Zayıflara iktidarları nispetinde is havale et!
580. Her kusun yiyecegi lokma, kendine göredir. Nasıl olur da her kus bir inciri (bütün olarak) yutabilir?
Çocuga süt yerine ekmek verirsen zavallı yavruyu o ekmek yüzünden öldü bil!
Ondan sonra disleri çıkınca kendi kendine onun içi ekmek ister.
Henüz kanadı çıkmayan kus uçmaya kalkısırsa her yırtıcı kedinin lokması olur.
Ama kanatlanınca o kendisinden teklifsizce, iyi ve kötü ıslık olmaksızın uçar.
585. Senin sözün Seytan’ı susturur, senin lûtuf ve keremin, bizim kulagımıza akıl ve fehim verir.
Söyleyen, sen olunca kulagımız, tamam akıldan ibarettir. Madem ki deniz sensin, kurumuz da denizdir!
Ey (sekizinci gökteki) Simak burcundan (denizin dibindeki) balıga kadar her sey, kendisinden nurlanmıs olan!
Seninle olunca yer, bize gökten daha iyidir. Sensiz, biz gögün tâ üstünde bile karanlık içindeyiz. Ey ay! Gayrı
bu felek, nedir ki seninle mukayese edilebilsin?
Göklerin sûreta yüksekligi var. Mâna yüzünden yükseklik, temiz ruhundur.
590. Sûreta yükseklik, cisimlerindir, fakat mâna huzurunda cisimler, isimlerden ibarettir.
Vezirin “ Halveti terk etmem “ diye cevap vermesi
Vezir dedi ki: “Delillerinizi kısa kesiniz; nasihatimi, can ve gönülden dinleyiniz.
Emin isem, emin adam ittiham edilmez göge ver desem bile!
Eger ben mahzı kemâl isem kemâli inkâr nedir? Degilsem bu zahmet, bu eziyet ne oluyor?
Ben bu halvetten çıkmayacagım çünkü, kalp ahvali ile mesgulüm.”
Müritlerin vezire yalvarması
595. Hepsi birden dediler ki: “Ey vezir, inkâr etmiyoruz, bizim sözümüz agyarın sözü gibi degildir.
Ayrılıgından göz yaslarımız akmakta, canımızın tâ içinden ahu vahlar cosmakta! ”
Çocuk dadı ile kavga etmez. Gerçi ne kötüyü bilir ne iyiyi... Fakat boyuna aglar durur!
Biz çenk gibiyiz sen mızrak vurmaktasın; inleme bizden degil, sen inliyorsun!
Biz ney gibiyiz, bizdeki nagme senden. Biz dag gibiyiz, bizdeki seda senden.
600. Kazanıp kaybetmede satranç oyunu gibiyiz; ey huyları güzel! Bizim kazanıp kaybetmemiz sendendir.
Ey bizim canımıza can olan! Biz kim oluyoruz ki seninle ortada olalım, görünelim!
Biz yokuz. Varlıklarımız, fâni sûretle gösteren Vücud-u Mutlak olan sensin.
Biz umumiyetle aslanlarız ama bayrak üstüne resmedilmis aslanlar! Onların zaman zaman hareketleri,
hamleleri rüzgârdandır.
605. Hareketimiz de, varlıgımız da senin vergindir. Varlıgımız umumiyetle senin icadındır.
Yoksa, varlık lezzetini gösterdin. Yok olanı kendine âsık eylemistin!
O n’am ve ihsanın lezzetini... mezeyi, sarabı ve kadehi esirgeme!
Esirgersen kim arayıp tarıyabilir? Nakıs nakkasla nasıl mücadele eder?
Bize, bizim ef’alimize bakma; kendi ikramına, kendi cömertligine bak!
610. Biz yoktuk, mücadelemiz de yoktu. Senin lûtfun bizim söylenmemis sırlarımızı da isitiyordu.
Nakıs, nakkasın ve kaleminin huzurunda ama karnındaki çocuk gibi âciz ve eli baglıdır.
Kudret huzurunda bütün âlem mahlûkları, igne önünde gergef gibi âcizdir.
Kudret gergefe bazen seytan resmi, bazen insan resmi isler; gâh nese, gâh keder nakseder.
Gergefin eli yok ki onu def’ için kımıldatsın; dili yok ki fayda, zarar hususunda ses çıkarsın.
615. Sen beytin tefsirini Kur’an’dan oku Allah “Attıgın zaman sen atmadın” dedi.
Biz bir ok atarsak, atıs, bizden degildir. Biz yayız, o yayla ok atan Allah’dır.
Bu “cebir” degil, cebbarlıgın mânasıdır. Cebbarlıgı anıs da, ancak Allah’ya tazarru ve niyaz içindir.
Bizim figanımız muztar ve kudretsiz oldugumuzun delilidir. Yaptıgımızdan utanmamız da elimizde ihtiyar
olduguna delildir.
Yapıp yapmamada ihtiyarımız varsa utanma ne? Bu acıklanma, bu utanıs, bu teeddüp ne?
620. Hocaların sakirtleri terbiye etmesi niçin; fikir, neden tedbirlerden tedbirlere dönüyor?
Eger sen: “O, cebirden gafildir. Hak’ka mensup olan ay, bulutta yüzünü gizliyor” dersen,
Buna hos bir cevap var; dinlersen küfürden geçer, dini tasdik eder, bana tâbi olursun:
Hasret ve figan, hastalık zamanındadır. Hastalık zamanı tamamı ile uyanıklık zamanıdır.
Hasta oldugun zaman günahından istigfar eder durursun.
625. Sana günahın çirkinligi görünür; iyilesince yola geleyim diye niyet edersin.
Bundan sonra kulluktan baska bir is ihtiyar etmiyeyim diye ahdeylersin.
Su halde bu yakinen anlasıldı ki hastalık sana akıllılık, bahsediyor.
Ey asıl arayan kimse! Su aslı bil ki kimde dert varsa o, koku almıs, dermana ermistir.
Kim daha ziyade uyanıksa o daha ziyade dertlidir. Kim isi daha iyi anlamıssa onun benzi daha sarıdır.
630. Hak’kın cebrinden agâh isen feryadın nerede? Cebbarlık zincirini görüsün hani?
Zincire baglanan nasıl olur da neselenir? Hapiste esir olan nasıl hürlük eder?
Eger ayagını bagladıklarını, basına padisah çavuslarının dikildigini görüyorsan.
Gayrı sende âcizlere çavusluk etme. Çünkü bu vazife âcizlerin huyu ve tabiatı degildir.
Madem ki görmüyorsun; Allah’nın cebrinden bahsetme! Görüyorsan hangi gördügünün nisanesi?
635. Hangi bir ise meylin varsa o iste kendi kudretini apaçık görür durursun;
Hangi ise meylin ve istegin yoksa... Bu, Allah’dandır diye kendini Cebrî yaparsın!
Peygamberler, dünya isinde Cebrîdirler, kâfirler de ahiret isinde.
Peygamberlerin, ahiret isinde ihtiyarları vardır, cahillerin de dünya isinde.
Zira her kus, kendi cinsinin bulundugu yere gider, bedeni, geride uçmaktadır, canı daha tez, daha ileri
gitmekte!
640. Kâfirler “Siccin” cinsinden olduklarından dünya zindanına rahat rahat gelmislerdir.
Peygamberler, (lliyyi) cinsinden olduklarından can ve gönül lliyyine dogru gitmislerdir.
Bu sözün sonu yoktur, fakat biz yine dönüp o hikâyeyi tamamlayalım:
Vezirin, halveti terk etmede müritleri ümitsiz bırakması
Vezir içerden seslendi: “Ey müritler, benden size su malûm olsun.
Ki sâ bana “Hep yakınlarından, arkadaslarından ayrıl, tek ol,
645. Yüzünü duvara çevirip yalnızca otur, kendi varlıgından da halveti ihtiyar et” diye vahyetti.
Bundan sonra konusmaya izin yok, bundan sonra dedikodu ile isim yok.
Dostlar, elveda! Ben öldüm, yükümü dördüncü göge ilettim.
Bu suretle de atese mensup felegin altında zahmet ve mesakkatler içinde yanmayalım.
Bundan sonra dördüncü kat gök üstünde, sâ’nın yanında oturacagım.”
Vezirin her emîri ayrı ayrı veliaht yapması
650. Neden sonra o emîrleri yalnız ve birer birer çagırıp her birine bir söz söyledi.
Her birine “sâ dininde Allah vekili ve benim halifem sensin,
Öbür emîrler senin tâbilerindir. sâ, umumunu senin taraftarın ve yardımcın etti.
Hangi emîr, bas çeker, tâbi olmazsa onu tut; ya öldür yahut esir et, hapse at.
Ama ben sag iken bunu kimseye söyleme, ben ölmedikçe, reislige talip olma.
655. Ben ölmedikçe bunu hiç meydana çıkarma. Saltanat ve galebe dâvasına kalkısma.
ste su tomar ve onda Mesîh’in hükümleri... Bunu ümmete tasih bir tarzda oku! ” dedi.
O, her emîre ayrı olarak sunu söyledi: “Allah dininde senden baska naib yoktur! ”
Her birini ayrı ayrı agırladı. Ona ne söyledi ise buna da onu söyledi.
Her birine bir tomar verdi, her tomar öbürünün zıddını ifade ediyordu.
660. O tomarların metni “Ya” harfinden “Elif” harfine kadar olan harflerin sekilleri gibi birbirine aykırıdır.
Bu tomarın hükmü, öbürünün zıddıydı, bu zıt diyeti bundan önce bildirdik.
Vezirin halvette kendini öldürmesi
Ondan sonra daha kırk gün kapısını kapadı. Kendisini öldürüp varlıgından kurtuldu.
Halk onun ölümünü haber alınca kabrinin üstü kıyamet yerine döndü.
Bir hayli halk onun yası ile saçlarını yolarak, elbiselerini yırtarak mezarı üstüne yıgıldı.
665. Arap’tan,Türk’ten, Rum’dan, Kürt’ten oraya toplananların sayısını da ancak Allah bilir.
Mezarın topragını baslarına serptiler. Onun derdini yerinde ve dertlerine derman gördüler.
Bir ay ahali, mezarı üstünde gözlerinden kanlı yaslara yol verdiler. Onun ayrılıgı derdinden padisahlar da,
büyükler de, küçükler de ah u figan ediyorlardı.
sâ Aleyhisselâm ümmetinin emîrlere “ çinizde veliaht kimdir? “ diye sorması
Bir ay sonra halk dedi ki: “Ey ulular! Siz beylerden o vezirin makamına oturacak kimdir.
Ki biz o zatı, vezirin yerine imam ve mukteda tanıyalım. Elimizi de, etegimizi de onun eline teslim edelim.
670. Madem ki günes battı ve bizim gönlümüzü dagladı, onun yerine çıragı yakmaktan baska çaremiz yok.
Sevgili, göz önünden kayboldu mu, onun visâlinden mahrum kaldık mı, yerine birisinin vekil olması, birisinin
bize yadigâr kalması gerekir.
Gül mevsimi geçip gülsen harap olunca gül kokusunu nereden alalım? Gül suyundan!
Ulu Allah açıkça meydan da olmadıgından, bu peygamberler Hakk'ın vekilleridir.
Hayır yanlıs söyledim. Vekil ile vekil edeni iki sanırsan (bu) hatadır, iyi bir sey degil.
Sen sûrete taptıkça ikidir. Sûretten kurtulana göre ise birdir.
675. Sûrete bakarsan gözün ikidir. Sen onun nuruna bak ki o birdir.
Bir adam, gözün nuruna bakarsa iki gözün nuru, birbirinden ayırdedilemez.
Bütün peygamberler dogrudur. “ Allah peygamberlerini birbirinden ayırdetmeyiz
Bir yerde on tane çırag bulundurulursa görünüste her biri, öbüründen ayrıdır.
Nuruna yüz çevirirsen süphesiz ki birinin nurunu öbürlerinden ayırt etmeye imkân yoktur.
680. Yüz tane elma, yüz tane de ayva saysan her biri ayrı ayrıdır. Onları sıkarsan yüz kalmaz, hepsi bir
olur.
Mânalarda taksim ve sayı yoktur, ayırma, birlestirme olamaz.
Dostun, dostlarla birligi hostur. Mâna ayagını tut (ona meylet) , sûret serkestir.
Serkes sûreti, eziyetle eritip mahveyle ki onun altında define gibi olan vahdeti göresin.
Eger sen eritmezsen onun (Allah’ın) inayetleri, esasen onu eritir. Ey gönlüm, kulu olan Allah!
685.O, hem gönüllere kendini gösterir, hem dervisin hırkasını diker.
Hepimiz yayılmıstık ve bir cevherdik. Orada bassız ve ayaksızdık;
Günes gibi bir cevherdik, dügümsüz ve sâftık... su gibi.
O güzel ve lâtif nur sûrete gelince kale burçlarının gölgesi gibi sayı meydana çıktı.
Mancınıkla burçları yıkın ki bu bölügün arasından ayrılık kalksın.
690. Mutlaka ben bunu açar, anlatırdım, fakat bir fikir bile sürçmesin, (bundan) korkarım.
Nükteler keskin bir çelik kılıç gibidir. Eger kalkanın yoksa gerisin geriye kaç!
Kalkansız bu elmasın karsısına gelme. Çünkü kılıca, kesmekten utanç gelmez.
Ben bu sebepten kılıcı kına koydum; Ters okuyan birisi, aykırı mâna vermesin.
Hikâyeyi tamamlamaya, dogrular toplulugunun vefakârlıgından bahse geldik:
695. O reisin ölümünden sonra kalktılar, yerine bir vekil istedilerdi.
Emîrlerin veliahtlık için savasları ve birbirlerine kılıç çekmeleri
O emîrlerin birisi öne düsüp o vefalı kavmin yanına gitti.
Dedi ki: “ste o zatın vekili; zamanede sa halifesi benim.
ste tomar, ondan sonra vekilligin bana ait olduguna dair burhanımdır.”
Öbür emîrde pusudan çıkageldi. Hilâfet hususunda onun dâvası da bunun dâvası gibiydi.
700. O da koltugundan bir tomar çıkardı, gösterdi. Her ikisinin de Yahudi kızgınlıgı basladı.
Diger emîrler de bir bir katar olup (birbirlerinin ardınca dâvaya kalkısıp keskin kılıçlar çektiler.)
Her birinin elinde bir kılıç ve bir tomar vardı; sarhos filler gibi birbirlerine düstüler.
Yüz binlerce Hıristiyan öldü, bu suretle kesik baslardan tepe oldu.
Sagdan, soldan sel gibi kanlar aktı. Havaya, daglarcasına tozlar kalktı.
705. O vezirin ektigi fitne tohumları, onların baslarına âfet kesilmisti.
Cevizler kırıldı; içi saglam olan, kırıldıktan sonra temiz ve lâtif ruha malik oldu.
Ancak ten naksına ait olan öldürmek ve ölmek, nar ve elmayı kırmak, kesmek gibidir.
Tatlı olan nardenk serbeti olur, çürümüs olanın ise bir sesten baska bir seyi kalmaz.
Esasen mânası olan meydana çıkar; çürümüs olan rüsvay olur, gider.
710. Ey sûrete tapan! Türü, mânayı elde etmeye çalıs! Çünkü mâna sûret tenine kanattır.
Mâna ehliyle düs, kalk ki hem atâ ve ihsan elde edesin, hem de fetâ olasın.
Bu cisimde mânasız can; hilâfsız, kılıf içinde tahta kılıç gibidir.
Kılıfta bulundukça kıymetlidir. Çıkınca yakmaya yarar bir alet olur.
Tahta kılıcı muharebeye götürme, ah-ü figane düsmemek için önce bir kere kontrol et;
715. Eger tahtadansa, yürü... baskasını ara; eger elmassa sevinerek ileri gel!
Elmas kılıç, velîlerin silâh deposundandır. Onları görmek, size kimyadır.
Bütün bilenler, ancak ve ancak bunu böyle demislerdir: bilen âlemlere rahmettir.
Nar alıyorsan gülen (çatlak) narı al ki onun gülmesi, sana tanesi oldugunu haber versin.
O ne mübarek gülmedir ki can kutusundaki inci gibi, agızdan gönlü gösterir.
720. Mübarek olmayan gülme, lânetin gülmesidir: Agzını açınca kalbinin karalıgını gösterir.
Gülen nar bahçeyi güldürür. Erler sohbeti de seni erlerden eder.
Katı tas ve mermer bile olsan, gönül sahibine erisirsen cevher olursun.
Temizlerin muhabbetini tâ... canının içine dik. Gönlü hos olanların muhabbetinden baska muhabbete gönül
verme.
Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var. Karanlıga varma günesler var.
725. Gönül, seni, gönül ehlinin diyarına; ten, seni su ve çamur hapsine çeker.
Agâh ol, bir gönüldesten gönül gıdasını al, onunla gönlünü gıdalandır. Yürü, ikbali bir ikbal sahibinden
ögren! ! !
Mustafa salâvatullahi aleyh’in ncil’de anılan iyi vasıflarını ululamaları
ncil'de Mustafa’nın, o Peygamberler basının, o sefa denizinin adı vardı;
Sıfatları, sekli, savası, oruç tutusu ve yiyisi anılmıstı.
Hıristiyan taifesi, o da, o hitaba geldikleri zaman sevap için.
730. Yüce adı öperler; lâtif vasfa yüz sürerlerdi.
Bu söyledigimiz fitne esnasında o taife, fitneden, kargasalıktan emindiler.
Onlar, o emîrlerin ve vezirin serlerinden emin olup Ahmed adının sıgınagında korunmuslardı.
Onların nesli de çogaldı. Ahmed’in nuru, bunlara yardım etti, yâr oldu.
Hıristiyanlardan Ahmed adını hor tutan diger fırka,
735. Fitnelerden ve o tedbiri de som, fitnesi de som vezir yüzünden hor ve kıymetsiz bir hale geldi.
Mânaları ters, sözleri aykırı tomarlara uymalarından dolayı dinleri de müsevves bir hale geldi, hükümleri de!
Ahmed’in adı böyle yardım ederse acaba nuru nasıl korur?
Ahmed adı saglam bir kapı olunca o emin ruhun zatı ne olur?
Alıntı: http://semazen.net/download_detail.php? id=6
Mesnevi-i Şerif Cilt I
Kayıt Tarihi : 20.9.2014 00:12:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Fatih Lütfü Aydın](https://www.antoloji.com/i/siir/2014/09/20/mesnevi-hikayeleri-yahudi-krali-ve-hilekar-veziri.jpg)
TÜM YORUMLAR (1)